2016'da izin verilen kenevir üretimi 8 yılda ne kadar yol aldı? Neden hâlâ tarımın "netameli" çocuğu?

Anadolu'da yüzlerce yıldır var olan kenevir üretimi için 2016'da yeni bir karar çıkmış ve 19 ilde tarımı yasallaşmıştı. Peki bu süreçte nereden nereye gelindi? Söz verildiği gibi ihracat seviyesine ulaşıldı mı?

Türkiye'de ekimi yapılan kenevir arazisi 2022 itibarıyla 2 bin 328 dekar oldu/ Fotoğraf: Independent Türkçe

“Tarih, insanın haz arayışını savaşları kadar yazacak olsaydı, muhtemelen en hacimli cildi esrara ayırırdı. Kenevir (kendir, esrar otu) bitkisinden elde edilen bu uyuşturucu zira tarihin kendisi kadar eski, dünyayı karış karış gezmiş bir seyyah kadar da tecrübelidir.” 


Beşeriyete zeytin ağaçları kadar uzun süredir eşlik eden kenevirin mazisini, bu sözlerle özetliyor akademisyen Onur Gezer, “Osmanlılarda Esrar ve Esrarkeşler” adlı kitabında. 

Bugün çoğunlukla narkotik operasyonu haberlerinde okuduğumuz “kenevir” (ya da diğer adıyla kendir) esasında Asya’dan doğmuş kadim bir bitki. 

Farsçada “beng”, İbranicede “kaneh bosem”, Sümercede “azalla”, Osmanlı’da “fülfül, haşiş, kara biber” ve günümüzde “joint, gubar, jelatin, plaka, cigara, plaka” gibi sokak isimleriyle anılan esrarın ana maddesi. 

Anavatanı Asya’da gerçekleşen kazılarda arkeologların karşısına sayısız defa çıkan bir tarım ürünü. Örneğin kenevir tohumlarının avcı toplayıcılar için bir besin maddesi olduğu, bu kazılar sayesinde öğrenildi. 

Binlerce yıl sonra bu tohumları ezerek yağını çıkaran Çin, sonraki dönemlerde keneviri ilaç olarak da kullanmaya başladı. Sıtma, kısırlık, romatizma, bağırsak bozukluklarına ilaç olmasının yanı sıra sakinleştirici olarak da kullanıldı. 

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Asya’nın ortasında uzanan Pamir Dağları eteklerinde yapılan bir kazıyla, 2 bin 500 yıl önce cenaze törenlerinde esrar içme ritüeli olduğu ortaya çıktı. 

Dr. Muhammed Fazıl Himmetoğlu’nun “History Studies”de yayınlanan makalesine göre uzun ömürlü kenevirle yapılan halat ve yelkenler sayesinde daha uzun deniz seferlerine gidilebildi. 15’inci yüzyılda Yeni Dünya’yı keşfeden Kristof Kolomb’un gemilerinin halatları, kabloları, yelken armaları kenevirden yapılmıştı. 

7400 yıllık kenevir kumaşı Anadolu’da çıktı

Asya’nın batısına doğru hareket edip, “bildik topraklara” vardığımızda kenevirin Anadolu’da da var olduğu görülüyor. 

Bu anlamda 65 yıldır devam eden Çatalhöyük Kazıları’nın 2013 raporu önemli bir bilgiye ışık tutuyor. Rapora göre bir erkek ve dört çocuk cesedinin bulunduğu bir mezarda, kenevirden yapılmış bir kumaş parçası kalıntısına rastlandı. Çatalhöyük’ün milattan önce 7400 yıllarına tarihlendiği göz önünde bulundurulursa kenevirin, Anadolu’ya da hayli erken dönemde gelmiş olduğu düşünülüyor. 

“Beng yiyerek, gülen, şaka eden” kişiler

Birkaç bin yıl ilerleyip Osmanlı İmparatorluğu’na geldiğimizde ise kenevirin, tıptan tekstile kadar hemen her alanda kullanılmış olması toprak altında saklanan bir bilgi değil. 

“Esnaf-ı bengciyan” diyerek bahsediyor Evliya Çelebi, esrar kullanan esnaf topluluğundan. Seyahatname’de bu kişiler, “Beng yiyerek, gülen, şaka eden” kişiler olarak yer alıyor. Esnâf-ı bengciyan sınıfı, Süleymaniye semtindeki Tiryâkiler Çarşısı’nda yer alan dükkânlarda şurup, macun, levha gibi esrar ihtiva eden ilaçlar hazırlayıp tiryâkilere satıyorlardı. 

Kenevirin Osmanlı’daki yeri, çarşılarla sınırlı değildi. Kenevirden yapılan urgan ve halatlar, Osmanlı donanması için hayati öneme sahipti. 

Pamuk üretiminin yaygınlaşması, sonrasında çay tarımının başlamasına kadar dokumacılığın amiral gemisi olduğu Rize ve Trabzon çevresi, ürettikleri kenevir elyafı ile Osmanlı ahalisinden saraylısına kadar geniş bir kesimi giydirirdi.

“Bize dost görünen düşmanlar ülkemden kenevir üretimini aldı”

Tarih boyunca ekonominin çarklarının da yasakların da konusu olan kenevir, bugün ise daha fazla konuşulur oldu. 

Bunun nedeni ise 2016’dan itibaren 19 ilde kenevir tarımına izin verilmesi. 

29 Eylül 2016 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan yönetmelikle birlikte Amasya, Antalya, Bartın, Burdur, Çorum, İzmir,  Karabük,  Kastamonu, Kayseri, Kütahya, Malatya, Ordu, Rize,  Samsun, Sinop, Tokat, Uşak, Yozgat ve Zonguldak’ta izinli kenevir yetiştiriciliğinin önü açıldı. 
 



Bir anda “yükselen yıldız” olan kenevir, 9 Ocak 2019 tarihli şu açıklama ile Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın sözlü desteğini de aldı:  

“Ülkemizde keneviri yok ettik. Kenevirden atlet, fanila dokunurdu. Çünkü teri emmesi çok farklı. Bize dost görünen düşmanlar ülkemden kenevir üretimini aldı. Biz keneviri ithal ediyoruz. Kenevire dayalı yapılması gereken şeyler varsa ithal ürünlerle yapılıyor. Gıda Tarım Bakanlığı bu konuda çalışmalara başlıyor. Birilerinin bu işi başlatması lazımdı. Şu anda biz de bunun çalışmasını yapıyoruz.”

Kenevir üretimi, 2016 öncesinde de vardı

Yukarıda da bahsettiğimiz gibi kenevir, bu toprakların yabancısı bir tarım ürünü olmadı hiçbir zaman. 2016’dan önce de üretimi vardı. 

Cumhuriyet dönemi kenevir gibi pek çok ürünün bir endüstriye dönüşmesinde önemli bir dönemeç olsa da 20’nci yüzyılın ilk yıllarının krizleri, kenevir ziraatinin istikrara kavuşmasında hep engeldi. 

Birinci Dünya Savaşı, ekonomik dar boğaz, savaşla birlikte kendir arazilerinin azalması, hububat ekiminin çoğalması, dünyanın pamuğa yönelmesi, kenevir ihraç ettiğimiz dış pazarların kaybolması, kenevirin katma değeri yüksek ürünlere dönüştürülmesi için yeterli bilgi birikimine, makinalaşmaya sahip olunmaması gibi faktörler kenevir endüstrisinin her zaman dalgalı denizlerde seyretmesine neden oldu. 

Türkiye, kenevir üretiminde dünya sıralamasındaydı

1930’lu yılların devletçilik politikaları kapsamında hazırlanan beş yıllık kalkınma planları pamuk, kenevir ve şekerpancarı gibi sanayi bitkilerinin ziraati ve işlenmesi için önemli bir adımdı. 

Osmanlı döneminde Aydın, Ordu, Samsun, Trabzon’un yanı sıra donanmanın kenevir ihtiyacını karşılayan İzmir ve Kastamonu, Cumhuriyet döneminde bu bitkinin üretiminde merkez hâline geldiler. 

Ege Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Okan Ceylan’ın 2021 yılında kaleme aldığı makalesine göre 1930’larda küresel ölçekte yüzde 42 ile en fazla kenevir üretim payı Sovyetler Birliği’ne aitti. Bunu yüzde 20 ile İtalya takip ediyordu. Aynı dönemde Türkiye, yaklaşık 10 bin tonluk üretimi ile dünyada 10’uncu sırada yer alıyordu.  

Tarım ve Orman Bakanlığı’nın kütüphanesinde yer alan Başvekâlet İstatistik Umum Müdürlüğü verilerine göre ekili kenevir alanı 1933’te 9 bin 753 hektardı. Bunun 3 bin hektara yakını Kastamonu’da 2 bin 500 hektara yakını ise İzmir’deydi. O yılda 6 bin 335 ton kenevir lifi, 2 bin 368 ton kenevir tohumu üretilmişti. Aynı yıl Kastamonu’dan Avrupa’ya ihraç edilen kenevir miktarı ise 695 bin 341 kilogramdı. Marsilya, Liverpool, Hamburg, Anvers, bu ihracatın yapıldığı şehirlerden bazılarıydı. 

Atatürk’ün emriyle kurulan Sümerbank ve orman çiftlikleri… 

1914’te başlayan Birinci Dünya Savaşı ile kenevire olan talep azalmış ve bu, ABD’de ilk kısıtlamaların başlangıcı olmuştur. Kenevir ekiminin kontrol altına alındığı 19 Şubat 1925 tarihli Cenevre Sözleşmesi’nin ardından Türkiye’de de 12 Haziran 1933’te bir kanun kabul edildi.

Uyuşturucu Maddelerin Murakabesi Hakkında Kanun”, Hint kenevirinden esrar üretilmesini, ticaretinin yapılmasını yasaklıyor, lif, sap ve tohum amaçlı kenevir üretimini devlet iznine tâbi tutuyordu.

Bu kanundan tam bir ay sonra kurulan Sümerbank, fabrikaların yönetiminden kredi sağlanmasına ve usta ve işçi yetiştirmek üzere okul açılmasına kadar geniş bir yetkilendirmeye sahip olmuş ve “sanayi hareketinin merkez karargâhı” gibi görev yapmıştı.

Kenevir, Cumhuriyet döneminde Mustafa Kemal Atatürk’ün emriyle kurulan orman çiftliklerinde üretilen ürünlerden biri oldu. 
 

kenevir_AOÇ
Kaynak: Habertürk


Tarihçi, yazar Murat Bardakçı’nın 2019 başında paylaştığı belgeler, hemen her tarım ürününün yanısıra kenevir ekimi ile ilgili raporların da düzenli olarak Atatürk’le paylaşıldığını gösteriyordu.

Dört yılda 19 fabrikanın temeli atıldı, kenevir sona kaldı

17 Nisan 1934 tarihinde yürürlüğe konulan Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı, 1934-1938 yılları arasında sanayi gelişimini kapsıyor, beş alt sanayi dalında fabrika kurma kararını içeriyordu. Bunlar, dokuma (pamuk, kendir, yün), maden (demir, kömür, bakır vb), selüloz (kağıt, karton, suni ipek), seramik (cam, porselen) ve kimyaydı (klor, fosfat, südkostik vb).  Bu yatırımların gerçekleştirilmesi için 44 milyon lira ayrılmış, bunun yüzde 49,9’unun dokumaya harcanması planlanmıştı.

Ancak İkinci Dünya Savaşı kapıdaydı. Maliyetler, 100 milyon liraya kadar çıkmıştı. Buna karşın, 1938 yılına gelindiğinde, Beş Yıllık Sanayi Planı’nda ön görülen 23 fabrikadan 19’unun temeli atılmıştı. Kaynağı ise yerli sermayenin yanı sıra Rusya ve İngiltere’den alınan krediler oluşturuyordu. 

Sümerbank’a ait Kayseri bez, Nazilli basma, Malatya pamuklu dokuma, Bursa merinos, Gemlik ipekli dokuma, Karabük demir çelik, İzmir kağıt ve şeker fabrikalarının açılmasının ardından kendir fabrikasının açılışı daha uzun zaman almıştı. 
 



Yatırımını Sümerbank’ın yaptığı Kastamonu Taşköprü Kendir Fabrikası’nın temeli 1945’de atıldı, 1946’da da faaliyete geçti. Dönemin Kastamonu Valisi Mithat Altıok, temel atma töreni yaptığı konuşmada şunları söylüyordu:
 

Kendir müstahsilleri nasıl sevinmesinler ki, çoluk çocuklarıyla kendirlerini soymak için sabahlara kadar uykusuz geçen bir ömür tüketmeyeceklerdir. Bundan sonra kendirleri  vinçlerle  havuzlara  inecek  ve ıslanmış  kendirleri  yine  vinçlerle  havuzdan  dışarı çıkarılacaktır.  El  ile  soyma  işini  makine  yapacaktır.  Bilginin  ve  tekniğin  kolaylıklarından faydalanacaklardır.


Hammadde sıkıntısı fabrikanın da belini büktü

ABD Ticaret Bakanlığı tarafından Haziran 1948’te kaleme alınan makalede “ABD’de 100 yıl önce 75 bin ton olan kenevir lifi üretimi bugün 2 bin tona kadar gerilemiş durumda. İthalat da düştü. Kenevir yerine diğer lifler tercih ediliyor” deniyordu. Aynı makalede kenevirin en fazla yetiştiği ülkeler şöyle sıralanıyordu: İtalya, Rusya, Türkiye, Yugoslavya, Macaristan, Çin, Japonya, Şili ve Amerika Birleşik Devletleri.

Ünü okyanusun ötesine varan Türkiye keneviri için Kastamonu’da bir fabrikanın kurulması Batı ve Orta Karadeniz illeri için de önemliydi. Ancak İkinci Dünya Savaşı sonrası savaş ekonomisi ve hammadde sıkıntısı nedeniyle fabrikayla ilgili kurulan hayaller yarıda kaldı. 

Kastamonu Taşköprü Kendir Fabrikası 4 bin ton kendir işleme kapasitesine sahipti. Fabrikada kenevirin lifi ve kabuğunu ayıracak makineleşme de lifleri yumuşatacak havuzlama teknolojisi de mevcuttu. Ancak çiftçiden yeterli hammaddeyi tedarik edemiyordu. 

Doç. Dr. Okan Ceylan’ın makalesine göre maddi sıkıntıda olan çiftçi, ücret ödemek yerine aile emeği ile havuzlama ve soyma işlemlerini yapmaya devam ediyordu. Üretim alanlarının fabrikaya uzak olmasıyla oluşan nakliye zorlukları, kenevirin odunsu dış kabuğunu yakacak olarak kullanmaları, fiyatların yükseleceği beklentisiyle ürünü stoklamayı tercih etmeleri ise diğer önemli nedenler arasındaydı. 

Fabrikanın kurulmasının ardından bölgede istihdam artışı yaşanmış, Taşköprü elektriğe kavuşmuş, tahıl ürünlerini çuvalla pazarlara ulaştırma ihtiyacı da hasıl olduğundan, kenevirden yapılan çuvallara talep artmış ve kendir üreticisi bir miktar da olsa para kazanmıştı. Kendir lifine talep artışı önce mahsülde daha sonra çuvallarda fiyat artışına yol açmış, bazı köylüler daha ucuz olan, Pakistan’dan ithal jüt çuvalları tercih etmişti. 

Türkiye tarımı ve sanayinin kangreni: Marshall Planı 

Tüm bunların yanında ABD tarihinin “en büyük yardım planı” sayılan Marshall Planı da Türkiye’nin hem tarımı hem sanayisi için o güne kadar kurulan pek çok yapıyı değiştirmişti. 

Savaş sonrası Avrupa’yı yeniden inşa etme amacıyla başlatılan plan, 1948 baharında imzalandı. 1948-1952 yılları arasında ABD’nin, 16 Avrupa ülkesine 10,3 milyar ila 13,6 milyar dolar yardım yapmasını öngörüyordu. 
 

Marshall Planı
Dönemin ABD Başkanı Harry Truman, "Marshall Planı" olarak da bilinen Ekonomik İşbirliği Anlaşması'nı 3 Nisan 1948'de imzaladı. (Fotoğraf: George C. Marshall Foundation)



4 Temmuz 1948’de ABD ile “Ekonomik İşbirliği Anlaşması” imzalayarak Marshall Planı kapsamında kredi alacak ülkeler arasına katılan Türkiye ile Danimarka, İzlanda, İrlanda, Norveç, Portekiz, İsveç’in tamamı bu miktardan yüzde 3 oranında pay alacaktı.  

Bu anlaşmanın imzalanmasından ardından Ankara’ya gelen üç ayrı Amerikan heyeti rapor hazırlamış, Türkiye’nin ağır sanayi yatırımları için yardım taleplerinin desteklenmeyeceğine karar kılınmıştı. Yardımın büyük kısmı tarım, madencilik ve yol inşaasına gitti.
 
O dönemde nüfusunun yüzde 82’si çiftçi olan Türkiye’ye verilen kredilerle çiftçinin taksitle traktör alması sağlanmış, makineleşme artmıştı. Ancak bunun karşılığında üretilecek ürünlerin ne olacağına da karar veriliyordu. Türkiye’ye gelen uzmanlardan Max Weston Thornburg, üç aylık ziyareti sonrası hazırladığı raporda Türkiye’de yürütülen aşırı devletçiliğe son verilmesi ve ağır sanayi yatırımlarından vazgeçilmesi gerektiğini yazmıştı.

ABD: Traktörler, tütün üretilen yerlerde kullanılmasın

Marshall yardımları kapsamında verilen traktörler, buğday ve pamuk üretiminin yoğunlukta olduğu Adana, Aydın, İzmir, Ankara, Konya ve Eskişehir illerine dağıtıldı. Traktör artışıyla tarımsal alan yaklaşık yüzde 60 genişledi ve pamuk, patates, mercimek, buğday ve pirinçte üretim arttı. 
 

Marşal Planı Marshall
1951'de Haydarpaşa Garı'na yerleştirilen Marshall Planı hakkındaki pano/ Fotoğraf: Wikipedia



Akdeniz Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Süleyman Karaman ve Alaaddin Keykubat Üniversitesi Öğretim Üyesi Cemile Feyza Yavuz’un kaleme aldığı “Marshall Planı Türkiye Tarımının Gelişmesinde Nasıl Rol Oynamıştır?” başlıklı makaleye göre bazı illerdeki traktör sayısının değişiklik göstermesinin nedeni, ABD’nin traktör ve diğer tarımsal makine, alet ve ekipmanların hangi bitkisel üretimde kullanılacağını belirlemiş olmasıydı. Örneğin, traktörlerin tütün üretimi yapılan yerlerde kullanılmaması istendi. Böylelikle tütünün yerini de pamuk aldı. Hâlihazırda emekleme aşamasında olan kenevir de bu değişimden etkilendi. Marshall Planı’nın süresince pamuk üretimi iki kattan fazla arttı.

Tüm bu gelişmelerin üzerine Taşköprü Kendir Sanayi, hammadde tedariği ve ekonomiye beklenen ölçüde etki etmemesi nedeniyle 1951’de kapatıldı. 

Türk keneviri out, Hindistan jütü in

Kapanan kendir soyma fabrikası yerine 1952’de Kendir Sanayii Müessesi kuruldu. Asıl amaç, kenevirin değerlendirilmesiydi. Dolayısıyla yeni kurulan müesseseden beklenti, sicim ve kanaviçe dokunmasıydı. Böylelikle hem jüt kanaviçe ithalatı azalacak, hem de yerli üretici kazanacaktı. 

Bu şekilde bir süre, Toprak Mahsulleri Ofisi’nin çuval ihtiyacı karşılandı. Fabrika ürettiği kendir sicim, jüt sicim, keten ipliği, kanaviçe, sisal yolluk, sisal halı ile bölgenin sosyal ve ekonomik gelişimine katkı sağladı. Ancak lifin pahalılaşması, makinaların istenilen verimde çalışmaması, Kastamonu’da üretilen kenevir elyafının toplam talebe yetmemesi nedeniyle Hindistan ve Pakistan’dan jüt ithal edilmeye başlandı. Hatta Kendir Sanayii Müessesi, 1956’ya kadar Türkiye Şeker Fabrikaları Anonim Ortaklığı için jüt çuvallar üretmişti.

Bu durum, İzmir SEKA fabrikasının kağıt üretiminde kullanmak için kenevir almasıyla telafi edilmeye çalışıldı. Taşköprü SEKA kağıt fabrikası ise 1984 yılında faaliyete geçti. 

13000 hektardan 10 hektara… 

TBMM’nin 24 Ekim 1968 tarihli Kamu İktisadi Teşebbüsleri Karma Komisyon Raporu’na göre müessesenin toplam zararı 20 milyon 600 bin lirayı aşmıştı.

Tarihler 1995’i gösterdiğinde kendir fabrikası, Tekel İşletmesi Müdürlüğü’ne geçti. Ancak fabrikaya jüt işleyen makinelerin monte edilmesi ve hammaddenin Hindistan ve Bangladeş’ten alınması sonrası kısa bir süreliğine Tekel Jüt İpliği Fabrikası olarak faaliyette kaldı. 
 

photo-output 2.JPEG
Fotoğraf: Twittwe/@cihad_meric


Türkiye’de üretilen kenevir, 2000’lerin başına kadar Türkiye Selüloz ve Kâğıt Fabrikaları A.Ş’ye bağlı fabrikalarda kullanıldı. Ancak 1928’de 11 bin hektarı aşan kenevir İkinci Dünya Savaşı başlarında 13 bin hektara kadar yükselmiş, 2015’te ise 10 hektara kadar düşmüştü. 

1998 yılında özelleştirme kapsamına alınan fabrika, Mayıs 2004’ten itibaren özelleşme idaresine geçti. Özelleştirilen fabrika, yurtdışındaki ürünün daha ucuz olması nedeniyle kenevir hammaddesini bir süre dışarıdan aldı. Bu durum, Türkiye’deki kenevir üretimini bitme noktasına getirdi. Zaten bir süre sonra da fabrika, faaliyetlerine son verdi. 

Sekiz yılda kenevir tarım alanı 70 kat arttı ancak verimlilik hâlâ düşük

Peki kenevirin yeniden gündeme geldiği 2016 ve sonrasında neler oldu? 

Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) verilerine bakıldığında; verilerin tutulduğu 1990’lardan bu yana kenevir ekilen alan değişse de dekar başına alınan verimde çok büyük değişiklikler görülmüyor. 

Örneğin 1992 yılında kenevir ekim alanı 33 bin 700 dekardı. Dekar başına 131 kilogram kenevir lifi, 24 kilogram tohum elde ediliyordu. 

2002 yılına gelindiğinde toplamda 6 bin 600 dekar olan ekim alanından yaklaşık (dekar başına) 140 kilogram tohum ve lif elde edildi. Toplam yıllık üretim ise 900 kilogramdı. 

2016’ya baktığımızda kenevir lifi için 45 hektar, tohumu için 25 hektar ekim yapıldığı görülüyor. Bu yılda tüm ekimden toplam 7 ton lif, 1,25 ton tohum hasat edildi. Dekar başına düşen verimlilik ise lif için 156 kilogram, tohum için 40 kilogram. 

2020, kenevir için iyi bir yıl sayılabilir. Toplam ekilen alan 4 bin 500 hektara yakındı. Toplamda 273 ton tohum, 9 ton lif elde edildi. Dekar başına hasat edilen lif 89 kilogram, tohum ise 64 kilogramdı. 

2022’de ekilen alan düştü ancak verimlilikte dramatik bir değişiklik olmadı. Toplam kenevir ekim alanı 2 bin 300 dekarı biraz geçiyordu. 159 ton tohum, 31 ton lif elde edildi. Dekar başına ele geçen lif 85 kilogram, tohum ise 81 kilogramdı. 

 

Yıllara Göre Kenevir Ekimi
  Alan (Hektar) Lif (ton) Tohum (ton)
1933 9753 6335 2368
1938 13022 9683 1785
1992 33700 4409 800
2001 7000 1000 160
2011 297 16 8
2016 70 7 1
2017 70 7 1
2018 114 7 3
2019 696 19 20
2020 4353 9 273
2021 641 21 20
2022 2328 31 159


Yukarıdaki tablo iyileşme gösterse de bir dönem Türkiye’nin sahip olduğu rekabetçi konumdan hâlâ uzağız. Ancak önemli gelişmeler de yok değil. 

Tarım ve Orman Bakanlığı Tarımsal Araştırmalar Politikalar Genel Müdürlüğü'ne (TAGEM) bağlı Karadeniz Tarımsal Araştırma Enstitüsü Müdürlüğü'nce, Karadeniz Bölgesi Kenevir Araştırmaları Güdümlü Projesi’nin 2017’de başlatılması, endüstriyel kenevir üretiminde atılan ilk adımlardandı. 

Projenin amacı yurt dışında tescil edilen, THC oranı düşük ve yaygın ekim alanına sahip çeşitlerin, bölgeye adaptasyonu ve yerel tohum üzerine çalışmaktı. Bu kapsamda “Vezir 55" adlı tohum, seleksiyon yoluyla ıslah edildi. Yetişme süresi 160 ila 180 gün olan tohumun boyu 4-5 metreye kadar varıyor. 

Diğer önemli adımlardan biri ise Samsun Ondokuz Mayıs Üniversitesi (OMÜ) Kenevir Araştırmaları Enstitüsü’nün 2019’da 'Narlı' ve 'Vezir' adlı tohumları üretmesiydi. 

“Kenevir Popülasyonlarında THC Oranı Düşük Genotiplerin Geliştirilmesi Projesi” kapsamında yapılan ıslahlar sonucu esrar miktarı yüzde 1 ila 5’ten binde 2’ye kadar düşürüldü. 

Narlı ve Vezir, Türkiye'nin ilk yerli kenevir tohumları olarak 2021’de tescillendi. Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Selim Aytaç, o dönem verdiği röportajda Vezir’den çıkacak ince saplı, uzun boylu kenevirin tekstil ürünlerine daha uygun , Narlı’nın ise  hem lif hem tohum veriminin yüksek olduğunu söylemişti. Her iki çeşidin de yağ oranı yüzde 30-35 civarı. 

Bunun yanısıra yakın dönemde, Amasya'nın Gümüşhacıköy ilçesinde 1986’da kapatılan kenevir işleme fabrikası, Orta Karadeniz Kalkınma Ajansı ve MEM Tekstil firmasının desteğiyle Ekim 2023’te yeniden açıldı. Fabrikanın temeli Gümüşhaciköy İp Sicim Urgan Küçük Sanat Kooperatifi tarafından 1976’da atışmış ve 1984’te faaliyete geçmişti.
 

gümüşhacıköy kenevir işleme fabrikası
Gümüşhacıköy kenevir işleme fabrikası/ Fotoğraf: AA


Benzer şekilde Samsun'da, Havza Organize Sanayi Bölgesi’nde (OSB) kenevirden tekstil ürünleri üretecek, inşaat, teçhizat ve makineler dahil yaklaşık 30 milyon dolar yatırım yapılan kenevirden tekstil ürünleri üretecek fabrikanın tanıtımı Kasım 2023’te yapıldı.  

Sözleşmeli tarımla kenevir üretimine giriş yapan şirket Keneviro’nun Yönetim Kurulu Başkanı Uğur Balkuv, Oksijen Gazetesi’ne verdiği röportajda Türkiye’de planlı şekilde 5 milyon dekarda yapılacak kenevir üretiminin 100 milyar dolarlık bir ekosistem yaratabileceğini söylüyor. Keneviro’nun 30 milyon dolar yatırımla Samsun Havza OSB’de kurduğu kenevir işleme fabrikasının Ocak 2024 sonunda tam kapasite hazır olması planlanıyor.

Dünyada kenevir

Uyuşturucu özelliği nedeniyle 1990'lı yıllardan itibaren dünya genelinde ekim alanı gerileyen kenevir, daha çok endüstriyel olarak kullanılmaya başlandı.

1990’da tüm dünyada 63 bin hektar olan kenevir alanları, 2017’de 26 bin hektara kadar gerilemiş, aynı dönemde kenevir tohumu üretimi ise 35 bin tondan 93 bin tona kadar çıkmıştı. 

Bugüne baktığımızda Asya-Pasifik bölgesi, endüstriyel kenevir kullanımında uzun yıllardır lider. Bu bölgede ise Çin, Japonya ve Güney Kore başı çekiyor. 

2022 yılında Çin, endüstriyel kenevir piyasasının yüzde 26,27’sine sahipken, Fransa, Kanada ve Almanya, Çin’i takip eden ülkeler arasında. 
 



Dünyanın en büyük piyasa araştırmaları şirketi Research and Markets’ın verilerine göre küresel endüstriyel kenevir piyasası 2028’e kadar yüzde 21,22 büyüme göstererek 15 milyar dolarlık bir değere ulaşabilir. 

Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Konferansı (UNCTAD), 2022 sonunda yayınladığı raporda söz konusu piyasanın 2027’ye kadar 18,6 milyar dolara ulaşmasını öngörüyor.

2019 yılında 40 ülkede 275 bin ton ham ve işlenmiş endüstriyel kenevir üretildiğini belirten UNCTAD, küresel ihracat ve ithalat hacminin 42 milyon dolara ulaştığını söylüyor. 

ABD Tarım Bakanlığı’nın verilerine göre 2021’de yalnızca ABD’de kenevir üretim değeri 824 milyon dolar oldu. 

Kenevir nasıl bir bitki?

Türkiye’de ve dünyada kenevir tarımı ile ilgili bilinen en yaygın yanlış, “her kenevirin uyuşturucuya dönüşeceği” algısı. 

Yasal kenevir tarımında kullanılan tohuma, “endüstriyel kenevir tohumu” deniliyor ve yapısındaki uyuşturucu madde (THC/ tetrahydrocannabinol) oranı binde 2 ila binde 3 arası değişiyor. Türkiye’de konuştuğumuz her üretici, endüstriyel kenevir tohumundan “kafa yapıcı ürün elde edilemeyeceğinin” altını özellikle çiziyor. 
 

kenevir.jpg
Fotoğraf: AA


Anavatanı Orta Asya olan kenevir, Cannabinaceae familyasına mensup bir bitki. Latincedeki ismi ise Cannabis Sativa. 

Kenevirin çok sayıda alt türü bulunuyor. Ancak en fazla öne çıkan iki alt türden ilki Cannabis Sativa Vulgaris. “Kültürü yapılabilen kenevir” olarak da bilinen Cannabis Sativa Vulgaris’in geçmişten bu yana elyaf üretimi için kullanıldığı biliniyor. Diğer bir alt tür ise  halk arasında “Hint Keneviri” olarak da bilinen “Cannabis Sativa Indica”. 

Independent Türkçe’nin konuştuğu uzmanlara göre Indica’nın kullanımı, dünyada pek çok ülkede olduğu gibi Türkiye’de de yasak. Zira içindeki uyuşturucu etken maddesi yüzde 20’ye kadar çıkıyor. 

Boyu 6 metreye kadar çıkabilen kenevir, içi lif dolu sert bir sapa sahip otsu bir bitki. Yaklaşık dört ay gibi bir zamanda yetişebiliyor. Nisan-mayıs gibi ekildikten sonra ağustos-eylül gibi hasadı yapılan bitki, yetişmesi esnasında herhangi bir tarım ilacına ihtiyaç duymuyor. 
 

Male-and-Female-Cannabis-Plants-Banner-copy.png
Dişi kenevir (solda) ve erkek kenevir/ Fotoğraf: MSNL


Bitkinin hem dişisi hem de erkeği bulunuyor. İki cinsi birbirinden ayıran en karakteristik özellik dişinin çiçeğinin olması. Erkek kenevirin boyu daha uzun olabilirken, dişi kenevirde sap daha kalın, lif verimi daha yüksek. Erkek bitki kaynaklı oluşan tozlaşma ile dişi bitki dölleniyor ve bu süreç, yağ oranı yüzde 35’e kadar çıkabilen kenevir tohumunu oluşturuyor. 

Tozlaşmadan sonrası erkek kenevirler kuruyor. O süreçte tarlada yeşil dişilerin arasında, kuruyan sarı erkek kenevirler görülüyor. Erkek cinsinin lifi, tekstilde kullanılıyor. Ancak ilaç, yalnızca dişiden yapılabiliyor. 

Tozlaşma ve döllenmenin ardından dişi, tüm enerjisini tohum yapmak için harcıyor. Döllenme olmazsa ya da daha basit bir dille “yumurta yalnız kalırsa” o zaman da dişi o enerjiyle kenevirin etken maddesini üretebiliyor. 
 

erkek kenevir dişi kenevir.jpg
Ortadaki sarı kenevir, tozlaşmasını tamamlamış erkek birey/ Fotoğraf: Yelbis Fitokimya Tarım



Tarlada yalnızca dişi kenevir yetiştirmek yasak

Independent Türkçe’nin konuştuğu Yelbis Fitokimya Tarım Kurucusu Burcu Filibeli, hem bir kenevir üreticisi hem de kenevir ile ilgili AR-GE çalışmaları yapan, işin bilimsel kısmını derinlemesine araştıran bir isim. 

Filibeli’nin açıklamasına göre keneviri tekstil için yetiştirenler, bitkinin çiçeğinin çıkmasını beklemeden saplarını hasat ediyor. Tohum elde edip bunu kozmetikten gıdaya kadar geniş bir alanda kullanacaklar ise kenevir çiçeği çıkana kadar yetiştiriyor. 

Filibeli, erkek ve dişi kenevirin birlikte ekilmesinin bir zorunluluk olduğunu söylüyor. Zira, dişi kenevir döllenmezse çiçek üzerinde beyaz lekeler oluşuyor. Bu beyaz lekeler, kenevirin uyuşturucu özelliğinin etken maddesi. Sık sık kenevir tarlalarını ziyaret eden yetkililer ve jandarma, tarlada erkek kenevir görmediği takdirde ürünü imha edebiliyor.

Burcu Filibeli, tohum hasadından sonra çiçek ve yaprakların imha edilmesinin de bir zorunluluk olduğunu sözlerine ekliyor. 
 

dişi kenevir
Dişi kenevir/  Fotoğraf: Yelbis Fitokimya


Keneviri hem uyuşturucu hem ilaç yapan maddeler

Kenevirin içinde iki önemli etken madde var: Tetrahidrokanabinol (THC) ve kannabidiol (CBD). 

Orta Anadolu Kalkınma Ajansı’nın (ORAN), kenevir yetiştiriciliği ile ilgili hazırladığı raporda da belirtildiği gibi THC, kenevir bitkisinin ana psikoaktif (uyuşturucu, keyif verici) bileşeni. Diğer bir tabirle, “eğlence amaçlı esrar kullanımı” ile doğrudan ilgili. Ancak THC, bitki ıslah çalışmalarıyla ayrıştırılarak, oranı kenevir kuru ağırlığının yüzde 0,2-0,3'üne kadar düşürüldü. Endüstriyel tip kenevirlerde THC oranının üst sınırı Kanada için yüzde 0,3, Avrupa Birliği için yüzde 0,2.

CBD ise kenevir bitkisinde bulunan en kritik kannabinoidlerden biri. Bir nevi bileşen olarak açıklayabileceğimiz kanabinoidlerin yüzlerce çeşidi var ve pek çok bitkide mevcut. Ancak CBD içeriği, yalnızca kenevirde bulunuyor. 

Esasında insan vücudu da az miktarda da olsa kannabinoid üretebiliyor. Bağışıklık hücreleri, hücreler arası iletişim, iştah ve metabolizma gibi birçok sistemi düzenlemek ve dengelemek için üretilen bu sisteme endokannabinoid deniyor. Bitkilerin üretttiği kannabinoidin literatürdeki ismi ise fitokanabinoid.  Endokannabinoid sistem, hangi kannabinoidin hangi reseptöre bağlandığına bağlı olarak iştah, ağrı, ruh hali ve hafıza gibi süreçleri düzenlemede rol oynuyor.

ORAN’ın raporuna göre CBD, THC ile aynı kimyasal formüle sahip ancak atomları farklı bir düzende. Bu fark, THC'nin psikoaktif bir etki yaratmasına neden olurken, CBD’nin psikoaktif etkilerden yoksun olmasına yol açıyor. 

CBD ve THC, işlendikleri zaman bir takım aksayan ya da düzenlenmesi gereken dürtüsel bozukluk, kemoterapi hastalarının mide bulantıları, bir takım cilt hastalıkları, nörolojik bozukluklar, inflamasyon, bağırsak iltihabı, migren, depresyon, glokom, kas spastisitesi, gibi pek çok hastalığa yardımcı olabilecek şekilde tıbbi kullanıma konu olabilir. 
 

Ekran Resmi 2024-01-04 22.29.50.png
Grafik: Orta Anadolu Kalkınma Ajansı


Türkiye’de kenevirin etken maddesinin tıbbi amaçla kullanımı yakın bir zamana kadar yasaktı. Ancak 5 Nisan 2023’te Resmi Gazete’de yayımlanan bir kararla 1933 tarihli ve 2313 sayılı Uyuşturucu Maddelerin Murakabesi Hakkında Kanun’un 23’üncü maddesi değiştirildi.

Lif, tohum, sap ve benzeri amaçlarla kenevir ekimi, Tarım ve Orman Bakanlığı'nın iznine tâbidir” diyen bu madde, “Lif, tohum ve sap üretimi ile ilaç etkin maddesi elde etmeye yönelik çiçek ve yaprak üretimi amaçlı kenevir yetiştiriciliği, Tarım ve Orman Bakanlığının iznine tabidir” olarak değiştirildi. Ancak henüz ilaç etkin maddesinin elde edilmesi ile ilgili detayları içeren yönetmelik yayımlanmadı.

24 Mart 2023’te TBMM Genel Kurulu’nda kabul ederek yasalaşan Orman Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’a göre ilaç etkin maddesi üretimi amaçlı kenevir yetiştiriciliği ve/veya işlenmesi Toprak Mahsulleri Ofisi Genel Müdürlüğü tarafından yapılabiliyor veya yaptırılabiliyor.

Tüm bunların dışında kenevir, yağ, gıda, yem, banknot, sigara kağıdı, çay poşeti, ahşap malzeme, kanvas, kumaş, gemi halatı, yalıtım, kozmetik, doğal inşaat malzemesi alanlarında kullanılabiliyor. 

İşlenmesiyle çelikten bile daha sağlam olabilecek kenevirle, otomobillerin gövde dayanıklılığı 10 kat artıyor. Bir ağacın yalnızca üç defa kağıda dönüştürülebildiği bir dünyada kenevir, sekiz kez kağıt olarak kullanılabiliyor. 

Bir hektar kenevir tarlasının yılda 22 ila 44 ton karbondioksit absorbe ettiği biliniyor. Pamuk ise hektar başına 5 ton karbondioksit emebiliyor. 

Pamuktan bir kilogram lif üretimi için 10 bin litre suya ihtiyaç duyulurken, bu miktar kenevir lifi için 2 bin litre. 

Kenevir üretmek isteyen kişi hangi resmi süreçten geçiyor?

Kenevir ile ilgili tüm yasal süreç ve izinsiz kenevir yetiştiriciliğine uygulanacak işlemlerin tüm detayları, “Kenevir Yetiştiriciliği ve Kontrolü Hakkında Yönetmelik”te yer alıyor.

29 Eylül 2016’da Resmi Gazete’de yayımlanan yönetmeliğe göre, bu ürününün ziraatinin, belirlenen 19 il dışında yapılması yasak. 

Üretime girişecek kişilerin ise muhakkak Çiftçi Kayıt Sistemi’ne (ÇKS) kayıt olması gerekiyor. Bu kayda sahip kişiler, sonrasında, hangi amaçla (tohum, elyaf vs.) kenevir yetiştireceklerini açıkladıkları bir formla il veya ilçe tarım müdürlüklerine başvuru yapmalılar. Başvururken ekim yapılacak alanın ne kadar olacağına kadar pek çok veriyi de sunma zorunluluğu var. 

En temel şartlardan biri ise çiftçinin daha önce izinsiz kenevir ekme, uyuşturucu imal etme, dağıtma, ticaretini yapma veya kullanma suçu işlemediğine dair temyiz belgesinin olması gerekiyor. 

Yetiştiricilik izni; lif, tohum, sap ve benzeri amaçlara yönelik başvurularda en fazla bir üretim dönemi, bilimsel araştırmalar için yapılan başvurularda proje uygulama süresi dikkate alınarak en fazla üç yıl geçerli. 

Gerekli izinler alındıktan sonra Ondokuz Mayıs Üniversitesi (OMÜ) Kenevir Araştırmaları Enstitüsü’nce üretilen tohumlar TİGEM aracılığı ile çiftçiye temin ediliyor. 
 

Narlı kenevir tohumu
Narlı kenevir tohumu/ Fotoğraf: Gıda Hattı



Yönetmeliğe göre kenevir yetiştiriciliği izni verilen yerler, kenevirin ekiminden hasada kadar en az ayda bir defa il veya ilçe tarım müdürlüğü yetkilileri ile jandarma tarafından denetleniyor. Ancak üreticilerin açıklamasına göre bu denetim çok daha sık olabiliyor. 

Hangi amaca yönelik olursa olsun izinsiz yetiştirilen kenevir, 2313 sayılı Kanun hükümlerine göre imha ediliyor ve konu adli mercilere intikal ettiriliyor. 

Kenevir üreticisinin karşısındaki en büyük sorun: Hırsızlık

İzmir Ziraat Mühendisleri Odası’nda bir araya geldiğimiz Başkan Hakan Çakıcı, kenevirin, tütün, pancar, haşhaş gibi izinli, sözleşmeli yapılan bir tarım olduğunu hatırlatıyor. Örneğin elyaf üretmek isteyen bir şirket, öncelikle izni, daha sonra tohumu alıyor ve sonrasında ziraati için çiftçilerle anlaşıyor. 

Çakıcı'nın açıklamasına göre İzmir’de kenevir yoğunluklu olarak Menderes bölgesinde yetiştiriliyor. Zira Menderes, bir dönem yoğun tütün yetiştiriciliğinin de olduğu bir bölgeydi. 

2016 sonrası ABD’ye ihracat yapan bir tekstil firmasına danışmanlık yapan Çakıcı, o dönem gerekli mercilere giderek başvuruların yapıldığını ve izinlerin çıktığını, şayet başvuran kişi ya da kurumun herhangi bir sabıkası yoksa izin almada bir sorun yaşanmadığını söylüyor. 

Çakıcı’ya göre esas sorunlar, kenevirin yetiştirilmeye başlamasıyla ortaya çıkıyor. Kenevir tarlaları çevresinin dikenli tel ve kameralarla çevrildiğini belirten Çakıcı, en büyük sorunun güvenlik olduğunun altını çiziyor. Zira, kenevir tarlalarında çok fazla hırsızlık yaşanıyor. Öyle ki jandarma dahi bu hırsızlık şikayetlerinden yorulmuş durumda. 
 

Hakan Çakıcı.jpeg
Ziraat Mühendisleri Odası İzmir Şube Başkanı Hakan Çakıcı/ Fotoğraf: Facebook



“‘Kenevir tarlası varmış’ deyip Manisa’dan gelen var”

“Süreç çok meşakkatli. Çünkü yanlış bir algı var.  Bizim kullandığımız tohum, endüstriyel kenevir. Oradan uyuşturucu elde etmek mümkün değil. Görüntü olarak çok benziyorlar ama yapısı farklı” diyen Çakıcı, güvenlik sıkıntısını şöyle bir örnekle açıklıyor:
 

İnsanlar “bir kenevir tarlası varmış” diye kalkıp Manisa’dan geliyor. Tarlanın bir bölümü alıyor. Çiftçi daha sonra jandarmayı “tarlamın bir kısmı hasat edilmiş, mahsül çalınmış” diye arıyor. Dekarlarca üretimden de bahsetmiyoruz. 

Misal, kişi tohumu yurtdışından getirmiş ve takibe takılmış. Tohum kargoyla gelince, üzerine polis de gelmiş. Elbette ki yine de kontrolü olmalı. Ancak insanlara şunu anlatmak lazım: Bu üretilen, uyuşturucu maksadıyla kullanılabilecek bir kenevir değil. Bu da tabii kenevir üretimi yaygınlaştıkça olabilecek bir şey. 


Devletin araştırması var, teşviği yok

Hakan Çakıcı’nın açıklamasına göre devletin, kenevirin yetiştirilme süreci ile alakalı ziraat odalarıyla bir iletişimi yok. 

Devletin araştırma kurumları kurduğunu, tohum üretiminde sıkıntı olmadığını hatırlatan Çakıcı, kenevir için özel bir maddi devlet teşviği olmadığını hatırlatıyor. 

İzmir Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı’na göre bunun nedenlerinden biri “kenevir yaygınlaşırsa nasıl kontrol ederiz” çekincesi. Çakıcı, “Endüstriyel tohumdan uyuşturucu elde edilme ihtimali düşük ama ya araya başka tohum karıştırılırsa endişesiyle tarımın hep kontrollü olmasına çalışılıyor” açıklamasını yapıyor. 

Türkiye’nin mühendis ya da ziraat teknisyeni açısından sıkıntı yaşamadığını belirten Çakıcı’ya göre bunun bir çözümü, kontrolü zor olan, küçük küçük, bölük pörçük arazilerin birleştirilmesi ya da daha büyük çiftçilere teşvik verilmesi. 

“Kenevir ve pamuğun birlikte üretildiği bir politika olmalı”

Çakıcı, hem bir akademisyen hem de Oda Başkanı olarak çiftçiye ihtiyaç duydukları yardımı sağlamaya çalışıyor. Hatta bu kapsamda bir denemeleri de olmuş. 

Pamuğun çok su tükettiğini, toprağı yorduğunu, hatta Orta Asya’da da pamuk yaygınlaştıkça göllerin kuruduğunu hatırlatan Çakıcı, “Kenevir ve pamuğun birlikte üretimi gibi bir politika izlenmeli” diyor. Bu kapsamda izinler dahilinde kenevir tarlasının küçük bir kısmında pamuk yetiştirmeyi denediklerini söyleyen Oda Başkanı şöyle devam ediyor: 

Kenevirin hastalık ve zararlısı çok az olan, çok dirençli bir bitki. Hem kendine özgü bir kokusu var, hem de dokusu farklı. Böcekler bu kokuyu sevmiyor. Bu nedenle izin dahilinde küçük bir alanda ortaya pamuk, etrafını kenevirle çevirerek bir ekim yaptık. Bu deneyin inanılmaz etkisini gördük. Bazı hastalıkların pamuğa gelmesini engelledi. Kenevirin pamuğa etkileri, koruyuculuğu konularında tatminkâr bir sonuç aldık. Elyaf da üretildi ancak verimlilik düşüktü, devamı gelmedi. 


Pamuk çiftçisi de zorda 

Bugünden bakıldığında pamuk, Türkiye’nin ihracatında önemli bir yer kaplasa da pamuk çiftçisi de geçinmekte zorlanıyor. 

ÇUKOBİRLİK’in 18,5 lira olarak açıkladığı pamuk alım fiyatı üreticiye yetmiyor. Zira gübre, mazot, ilaç gibi maliyetlerin bir yılda yüzde 200 artmasının ardından çiftçi, alım fiyatının 32 lira üzerine çıkması gerektiğini söylüyor. 
 

pamuk işçisi AA
Pamuk, ağustos ayının ortalarından itibaren elle hasat ediliyor/ Fotoğraf: AA


Pamuk en fazla ilaç tüketen ürünlerden çünkü çok fazla böcek çekiyor. Pek çok üniversitenin araştırmasına göre Türkiye’de kullanılan zirai ilacın yaklaşık yüzde 20’si pamuğa gidiyor. Bunun yanı sıra pamuğun daha fazla dal vermesi için de zirai ilaca başvuruluyor. Aynı suyun tekrar kullanılabilmesi için pamuk işleme fabrikaları yanına bir artıma tesisinin kurulması zaruri hale geliyor. 

Tütün ekpertizliğinden tekstilciliğe...

2017’den bu yana kenevirin tekstilde daha fazla kullanılması için çalışan İzmirli şirket bir şirket var: ASTAB.

Menderes bölgesinde bir çiftçi ile tarlasını kiralayarak çalışan şirket, elde edilen keneviri belli işlemlerden geçirerek tekstil ürünü üretilecek elyaf seviyesine getiriyor. Ancak nihai ürünleri tişört vb. bir tekstil ürünü değil, “tülbent” adını verdikleri elyaf. 

Günde 100 kilogram kapasiteye sahip şirketin bu kapasitesi yalnızca bir firma için yeterli ki bu tekstil firması da kenevirden giyim ürünleri üreten İzmirli Egedeniz. 

2007’de kurulan şirketin ortakları Aydın Selçuk Karagözler ve Haldun Babacan. Bu iki isim de özünde tütün eksperi. İkisi de TEKEL kökenli. TEKEL fabrikaları kapanmadan önce tütün fileleme, tütün dizme makinası yaparak, bunların patentini alan isimler.

Kenevirden kumaşa ilk aşama: Lif soyma

Tütün eksperliği okulundan arkadaş olan Karagözler ve Babacan, yıllar önce Samsun’a bir ziyaretleri sırasında Ondokuz Mayıs Üniversitesi hocaları ile bir araya geliyorlar. 

O dönem kenevir üzerine araştırmaları süren akademisyenlerin kenevir soyma makinası yapımı ile ilgili bir sıkıntıları var. Zira, kenevirin sapı sert. İçindeki lifin elle ayrılması çok zor ve çok zaman alan bir iş. 

O vakte kadar tekstille alakası olmayan Karagözler ve Babacan, İzmir’e döndükten sonra kenevir soyma makinasının bir prototipi ile ilgili kafa yormaya başlıyorlar. ASTAB’ın kenevir yolculuğu da böyle başlıyor. 
 

KENEVİR KESİT.png
Kenevir bitkisi kesiti/ Fotoğraf: jdc.jefferson.edu


Öncelikle kendilerine deneme amaçlı kenevir sapı gönderiliyor. Derin mühendislik temelleriyle değil, tütünden gelen tecrübeleriyle yola çıkan ortaklar, deneme yanılma yöntemiyle bir makine üretiyor ve 2017’de bir TÜBİTAK projesi hazırlanıyor. 

Proje kapsamında lif soyma, keten, kenevir, ısırgan bitkilerin saplarından tekstil amacıyla liflerini ayrıştırılması, bununla ilgili tekstil ham maddelerinin yapılması gibi işlemler ele alınıyor. 

ASTAB ve Ondokuz Mayıs Üniversitesi’nin işbirliği ile 36 ay süren proje sonunda kenevir soyma makinesi yapılıyor. 

Kenevirden kumaşa ikinci aşama: Hallaçlama

Kenevir sapı makinadan geçirilince lifi fiziksel olarak ayrışıyor. Ancak bu yeterli değil. Çünkü lifler, tertemiz ip gibi çıkmıyor. Belli büyüklükte, adına kıtık ya da kırtık da denilen sert parçalar da lif üzerinde kalıyor. 

Bambuya benzer bu odunsu doku, lif sıyırmadan sonra talaş benzeri kırpılmış şekilde çıkıyor. Toplam kenevir kütlesinin yüzde 60’ına tekabül eden kıtığın su çekimi çok yüksek ve dünyanın en iyi hayvan altıklarından birine dönüşebiliyor. 
 

kenevir lif
Fotoğraf: Tarım ve Orman Bakanlığı


Üniversite hocalarının “Bunu bir adım daha ileriye götürün” demesiyle lifin ipliğe dönüşme hikayesi başlıyor. Bir piyasa araştırması yapan Karagözler ve Babacan, tekstilde ileri olan İzmir çevresine, Uşak, Denizli gibi şehirlere ziyaretler gerçekleştirerek, fikir alışverişinde bulunuyorlar. Bunun sonucunda da lifin saç gibi tel tel ayrışması yani “hallaçlanması” aşamasına geçmeleri gerektiği kararına varıyor. 

Ancak bunun için de ayrı makina lazım. Hurda bir hallaç parçası bulunuyor. Bir silindir üzerinde iğneleri olan bu cihaz da geliştiriliyor ve bir hallaç makinası yapılıyor. 

Kenevirden kumaşa üçüncü aşama: Çürütme

İşe başlarken “Biz tekstilci değiliz, bu işi yapamayız” diyen ortakların karşısında başka bir engel daha vardı: Kenevir lifinin yumuşatılması. 

ASTAB’ın mühendisi ve Aydın Selçuk Karagözler’in oğlu Halitcem Karagözler, Independent Türkçe’ye yaptığı açıklamada “yumuşatma”, diğer adıyla “çürütme” sürecini şöyle anlatıyor: 

Avrupa’da çok fazla tarla değeri olmayan boş arazi var. Ege’de ise her arazi çok kıymetli ve kiraları çok yüksek. Mahsülünü tarlada bırakamıyorsun. Avrupa’da boş araziler üzerine havuza benzer yapılar kuruluyor. Kenevir saplarını bu havuzda 3-4 ay bekleterek çürütüyorlar. Türkiye’de su değerli, arsa değerli. Bizim böyle bir imkanımız olmadığı için lifi çürütecek bir enzime ihtiyacımız vardı. 
 

Yeni hasat edilmiş kenevir/ Fotoğraf: Yelbis
Yeni hasat edilmiş kenevir/ Fotoğraf: Yelbis


Çünkü kenevir liflerinde selülozun yanında, lignin ve pektin maddeleri var. Lifi bir arada tutan, bitki içerisindeki kimyasal yapıştırıcı gibi düşünün. Lifi ve kıtığı bir arada tutuyor.  Tel tel ayrılması için enzimasyon gerekiyordu. Ege Üniversitesi’nden uzmanların yardımı ile kendi enzimimizi ürettik. Lignin ve pektini uzaklaştıracak enzimden bahsediyorum. Ancak bu enzimin ne olduğunu söyleyemiyorum. Bu bizim şirket sırrımız. Ondan sonra tabii ki hallaçtaki fiziksel ayırım çok daha kolay oldu. 

Kenevirden kumaşa dördüncü aşama: Taraklama

Ancak süreç hallaçlama ile bitmiyor. Tellerin ayrılması için taraklama işlemi gerekiyor. Bu da yine ASTAB’ın gelirştirdiği bir makine ile yapılıyor. Hallaçla biraz ayrışsa da ince ve pürüzsüz hâli, tarağa girmeden oluşmuyor.  

Taraklandıktan sonra ise yukarıda bahsettiğimiz “tülbent” elde ediliyor. Bu bir nevi, kenevir lifinin pamuğumsu forma gelmiş hali. 

Tülbent, ASTAB için son aşama. Daha sonra tülbent, iplikçiye gönderiliyor. Burada belli oranda pamukla karıştırılıyor ve nihai ürün iplik elde ediliyor. Bu ipliği kullanan tekstil firması ise tişörtten çantaya geniş bir yelpazede üretim yapılabiliyor. 

İpliğe ne kadar pamuk karıştırılacağı ise tamamen tekstil firmasının kararına bağlı ister yüzde 55 kenevir yüzde 45 pamuk kullanır, isterse kenevir oranını artırır. Hedef en yüksek oranda kenevir kullanarak tekstil ürünü üretmek ancak bunun için bu bitkinin liflerinin yumuşatılmasında ilerleme kaydedilmesi gerekiyor. 
 

kenevir yaşam süreci.jpg
Soldan sağa kenevirin geçirdiği süreç: Sol üstte tohum ve altında sapları. Orta üstte lifler, altında liften ayrışan kıtıklar. En sağda kenevirden üretilen elyaf ve bu elyaftan üretilen iplik/ Fotoğraf: Gökçen Tuncer

 

Kenevirin önündeki engeller: Pazarı yok

Halitcem Karagözler’e göre kenevir de kenevirden elyaf da üretilmesine üretilir ama her ikisinin de önünde aşılması zor engeller var: Birincisi yanlış algılar, ikincisi pazar yaratılması. 

Örneğin, küçük üretici keneviri, sapı ya da tohumu için üretiyor olsa bile bunların bir alım garantisi yok. Bu ürünlerin işlenmesi de Türkiye’de henüz yaygınlaşmadı. ASTAB gibi firmaların da hacmi küçük. 

“Bir çiftçi olarak ürettiğini satmak istersin. Elinde kalırsa ya yakacaksın ya depolayacaksın. Tarlada kalamayan bitkiyi de uzun süre depolamak mali bir yük. Bunun ticarete dönüşmesi lazım. Satamayan insan bir sene sonra eker mi?” sorusunu soruyor 26 yaşındaki mühendis ve ekliyor: 
 

Üretmek çok güzel bir şey ama ürettiğinizi sap olarak satamıyorsunuz mesela. Bunun yurt dışına satışı olsa, ucuza üretip bir katma değer elde edebilirsin. İhracatımız yok çünkü genelde tüketen, kendi ülkesinde üretiyor oluyor. Bir kenevir sapı açığı yok dünyada. Dolayısıyla sapların işleme girmesi lazım ki satılabilir bir şey olsun. Üretilen şeyin satılması konusunda bir kopukluk oldu. Bu nedenle çiftçi kenevire küsmüş olabilir. Kenevir sektörü de çok hızlı gelişmiyor. Burada topu, biraz büyük firmalara da atmak lazım. 


Büyük firmalar yatırıma yanaşmıyor

Karagözler’in anlatımına göre, ASTAB, bu süreçte çoğuna “dev” denilen tekstil firmaları ile de görüştü. Ancak yatırıma yanaşan olmadı. 

Dokuz Eylül Üniversitesi Makine Mühendisliği mezunu Karagözler’in tahmini, bu firmaların, “küçük bir şirket, benim üretim hacmimi tatmin edemez” diye düşünmeleri. 

“Ancak aklı selim olan hiç kimse bu işe ‘günde 10 ton üreteceğim’ diye başlamaz. En başta ‘bu işi yapabilir miyim?’ diye sorup, sonra piyasa araştırması yapmalısın. Devlet teşviği de lazım. Biz günde 10 tonla yola çıksaydık, belki de başaramayacaktık, paramız kenevir soyma makinasında bitecekti” diyor Halitcem Karagözler. 
 

kenevirden üretilen ürün.jpg
ASTAB'ın ürettiği kenevir elyafı ve bir miktar pamuğun birleştirilmesiyle oluşan tekstil ürünleri/ Fotoğraf: Gökçen Tuncer


ASTAB şu an pilot ölçekte olduğu için ful kapasitesi, 1993’te kurulan, Türkiye’nin ilk organik sertifikalı tekstil firması Egedeniz’e çalışıyor. Egedeniz, üretilecek tekstil ürününün içerisinde ne kadar kenevir, ne kadar pamuk olacağına, hangi renk olacağına kendisi karar veriyor. 

Türkiye’nin Mavi, LC Waikiki gibi devleri piyasaya girmedikçe kenevirin tekstil piyasasında büyümesi de kolay olmayacak. Zira ücretleri düşük, üretimleri devasa boyutta olan Çin gerçeği, rekabeti her yıl daha da zorlaştırıyor. 

Türkiye’nin Çin karşısında hâlâ bir şansı var

Büyük firmaların mühendislikten devletten alınan teşviklere kadar çok daha fazla imkanı olduğunu hatırlatan Karagözler, “Biz ‘sadece bize yatırım yapılsın’ demiyoruz. Devlet kanalıyla da kenevirde ilerleme kaydedilebilir. Bizi asıl üzen kısım büyük şirketlerin ‘yurtdışından alırız daha iyi’ demesi” ifadelerini kullandı. 

Her şeye rağmen Türkiye’nin Çin karşısında bir avantajının olabileceğini söyleyen Halitcem Karagözler’in kastettiği “Yeşil Mutabakat”. 

Avrupa Birliği’nin 11 Aralık 2019’da açıkladığı ve 2050’ye kadar ilk iklim-nötr kıta olmayı hedeflediği Yeşil Mutakabat (Green Deal) kapsamında firmaların kullandığı araçların lastiklerine kadar değişikliğe gidileceğini hatırlatan Karagözler şunları söyledi: 
 

Şirketlerin ve ülkelerin puanları olacak. AB, puanları kötü seviyede olan ülkelerden alımı kesecek. Çin burada dezavantajlı çünkü kirliliği, nüfusu, karbon ayak izi çok. AB’nin “green tax” adlı vergiyle Çin’i egale etmek istediğini düşünüyorum. Böyle bir durumda hem Türkiye ürününün fiyatı düşecek hem de Avrupa’ya yakınlığı önemli bir avantaj sağlayacak. 


Karagözler “Türkiye’de tekstil sektörü, bir noktada kenevire kaymak mecburiyetinde kalacak. Çünkü suyumuz azalıyor. İlaçtı, gübreydi, maliyetler çok pahalı. Doğayı korumak adı altında bile bir zorlama ile kenevire doğru itilme olacak” değerlendirmesini yapıyor. 
 

kenevirden üretilen ürünler.jpg
Soldan sağa kenevirden üretilen ürünler: Ambalaj paketi, biyoplastik, sıva malzemesi/ Fotoğraf: Gökçen Tuncer


Kenevirden başka ne üretiliyor?

Halitcem Karagözler, ASTAB’ın fabrikasını ziyaretimizde kenevirden elde edilen farklı ürünleri de paylaştı bizimle. 

Bunlardan biri doğal mantar ve kenevir kıtığının bir araya getirilmesiyle oluşan ambalaj paketi. Bir diğer ise yüzde 40 oranında kenevir kıtığı ve yüzde 60 plastiğin birleştirildiği karışım. Bir nevi biyoplastik olan bu ürünü yapanlar, kenevir oranını yüzde 50’ye kadar çıkarmaya çalışıyorlar.

Diğer bir ürün ise Yapı Biyolojisi Enstitüsü Kurucu Ortağı And Akman’ın geliştirdiği “doğal sıva”. İçerisinde kenevir kıtığı, toprak ve su bulunan bu sıva hem çok sağlam bir malzeme hem de evin sıcak-soğuk dengesini koruyor. 

Kenevirden kağıt da yapıyor inşaat malzemesi de

Kenevirin inşaat malzemesi olarak kullanılması için çabalayan isimlerden biri de Malatyalı Selma Oleş. 

Oleş daha önce kenevirden yaptığı kağıtlarla haberlere konu olmuştu. İnşaat malzemesi ise Malatya Teknokent’e sunduğu ikincisi projesi. 

Birazdan anlatacağımız meşakkatli kağıt yapım sürecinden yılmayan Oleş, kenevirin bir yapı malzemesi olduğunu ilk olarak 21 yıl görev yaptığı Macaristan’da görüyor. 

Ancak bu fikrin hayata geçmesi için uygun zamanı ancak Kasım 2022’de yakalayabiliyor. Keneviri tanıyan ve üreten Oleş, yaptığı araştırmalar sonrası İnönü Üniversitesi İnşaat Bölümü öğretim üyelerine bir sunum yapıyor. 
 

Selma Oleş1.jpg
Ebru sanatçısı ve girişimci Selma Oleş/ Fotoğraf: AA


Daha önce KİMTAŞ ile kendi bahçesine kenevirden küçük örnek bir ev yapılmasını da görüşen Oleş’in projesi beğenilyor ve Teknokent’te onaylanıyor. 

Kenevirden yapılan, tuğla büyüklüğünde, lego gibi birbirine geçmeli bloklar üretmek isteyen Oleş’in önünde ise bir engel var: Bu harca katılacak yeterli kıtığın olmaması. 

“Ben çok fazla kenevir yetiştiremediğim için en yakın nereden kıtık temin edebileceğimizi araştırdım” diyen Selma Oleş, önce Samsun’la konuşuyor. Ancak nakliye çok maliyetli oluyor. 

Saatler içerisinde yapılan depreme dayanıklı, kenevirden ev

Sonrasında kıtık için Sivas’la anlaşan, KİMTAŞ’tan da kireç temin eden elde ettikleri söyleyen Selma Oleş, ürettikleri nihai ürünü şöyle anlattı: 
 

Keneviri yalıtım malzemesi olarak kullanacaksanız kıtığın yanında daha çok kenevir lifine ihtiyacınız var. Buna kireç ve su ekliyorsunuz. Başka malzemeye gerek yok. 

Biz bunu biraz daha geliştirdik. Suyun yerine kullanabileceğimiz özel bir karışım yaptık. En sonunda betondan sekiz kat daha güçlü, asla ezilmeyen ve kırılmayan bir malzeme elde ettik. Çok da hafif bir malzeme. Dolayısıyla deprem bölgelerinde kullanılması gerektiğini düşünüyorum. Kafanıza düşse, ölüm ihtimaliniz düşük. 

Birbirine geçmeli bir blok olduğundan saatler içerisinde bir ev yapabiliyorsunuz. Yaptığınız ev ömür boyu nefes alıyor. Sıfır karbon değil, karbon negatif. Evde içilen sigaranın dumanını dahi emiyor. Eve böcek girmiyor. Yangına iki saat dayanıyor. 


İlk test depremden hemen önce başarıyla gerçekleşmişti

Oleş’in açıklamasına göre ilk mukavemet testi, 6 Şubat depremlerinden bir ay önce yapıldı ve betondan kat be kat daha dayanıklı olduğu sonucuna varıldı. 

İkinci test ise 6 Şubat’ta gerçekleşecekti ancak Oleş’in Malatya’yı terk etmesine neden olan deprem tüm planları değiştirdi: 
 

Deprem sonrası hocalarımı arayıp “Biraz geç kaldık galiba” dedim. “Evet” dediler, “Biraz geç kaldık…”

Aynı zamanda bir patent başvurusu yapacaktık. Hocalarımın çok zamanı olamadı zira depremden sonra hep sahadalardı. Depremden sonra ben de Samsun’a taşındım. Bu projeyi de Samsun’a taşımak istiyorum. 


Ebru aşkından kenevir kağıda… 

Malatya’ya dönme isteği şimdilik olmayan Selma Oleş için bir belirsizlik de hâkim. AHBAP’ın deprem sonrası yıllık olarak kiraladığı evde marta kadar kalabilecek.  

“O zamana kadar kendime bir yol çizmem gerekli” diyen Oleş, esasında bir ebru sanatçısı ve eğitmeni. Kenevirden kağıt yapımına başlatan da ebruya duyduğu aşk. 

Selma hanımın kenevirden kağıt yapma macerası da inişler, çıkışlar ve en çok “vazgeçmemelerle” dolu. 
 

Selma Oleş2-fotor-2024010423499.jpg
Kenevir lifi ve kıtığını elle ayırma yöntemi/ Fotoğraf: AA



1963’te Malatya’da doğan ve üniversiteye kadar bu şehirde kalan Oleş’in eğitim hayatı İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi ile başlıyor. 

Beş sene devam ettiği bu okulu, “Adalet sistemine inancım yok” diyerek bırakıyor.  1987’de Dışişleri Bakanlığı bünyesinde girdiği Budapeşte Büyükelçiliği’nden 21 sene sonra emekli oluyor ve 2008’de ailesiyle birlikte Türkiye’ye dönüyor. 

2009’da başladığı İnönü Üniversitesi Malatya Meslek Yüksek Okulu’ndan üçüncülükle mezun olması yeterli olmayan Oleş, pandemide bir kez daha üniversite sınavına giriyor. 

Hâlihazırda Erzurum Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi’nde Grafik Tasarımı okuyan Selma Oleş, 25 senedir de ebru yapıyor. 

Bir yandan dededen kalan kayısı ve meyve bahçeleriyle uğraşırken diğer yandan Malatya Halk Eğitim’de de İnönü Üniversitesi öğrencilerine de ebru dersleri veriyor. 

Avrupa’da da Türkiye’de de sergiler açan Oleş’in “kenevirden kağıt” serüveni ise “Neden ben kendi kağıdımı kendim yapmıyorum?” sorusu ile başlıyor.

Kenevirden elde etmek için gösterilen çaba: Elle soyma, dibek, düdüklü tencere

Araştırmaları sonrası kenevirle tanışan ebru sanatçısı, binlerce yıl önce yapılan bu pratiği yeniden hayata geçirmek istiyor. 

Hâlihazırda çiftçi belgesi olan Oleş, mevcut bahçesinin bir kısmında kenevir yetiştirmek için 2019’da izin alıyor. 

Sonrasında hemen her aşama ile tek başına ilgileniyor. Bunların arasında Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Ormancılık ve Orman Ürünleri bölümü ile görüşmek de var, atık kağıt fabrikalarını gezerek makinaları incelemek de… 

Kenevir yetiştikten sonra her küçük üreticinin karşılaştığı engel, Selma Oleş’in de karşısına çıkıyor: Kenevirin lifinin saptan ayrılması. 
 

SelmaOleş3.jpg
Kenevir lifinin elle taraklanması yöntemi/ Fotoğraf: AA


“Geleneksel uygulama elbette ki elle ayrıştırma şeklinde” diyen Oleş, “Tüm dünyada bunun sanayisi çok ileri seviyede gelişmiş durumda. Bizde ise yok. Dolayısıyla ben makinalarda çok zorlandım. Kağıtçılık bölümünde makinalar var ama hepsi numune üretecek seviyede” sözleriyle anlatıyor o süreci. 

İlk kenevir ekimini 2019 yılının nisan mayıs aylarında başlayan Oleş, hasadı eylülde gerçekleştirdi. Çünkü aynı yılın ağustos ayında, birkaç sene önce tanıştığı, ünlü ebru sanatçısı Hikmet Barutçugil ile Macaristan’a bir gezileri oldu. Macar Stratejik Araştırma Kurumu ile yaptıkları toplantı sonrası, kağıdı birlikte geliştirmek üzere ortak bir protokol imzalandı. Ancak ne yazık ki ilerleme kaydedilemedi. 

Zira Oleş’in KOSGEB desteği ile alması gereken makinaları hâlâ gelmemişti. Macaristan dönüşü hasat yapan Selma Oleş, ilk lif ayıklamasını elle, geleneksel yöntemle yaptı. Islattığı keneviri kurutup dibek yardımıyla döverek yumuşatmaya çalıştı. 

Pek çok denemenin ardından ilk kağıdı Aralık 2019’da elde edebildi. “100 tane falan yapmışımdır” dediği kenevir kağıtları, Teknokent’e sunarak projeyi sonlandırdı. Ancak üretime sonraki senelerde devam etti. 

“Kağıdı elde edinceye kadar çok süreç geçti. Diğer kağıt elde edimi sürecinde öğütemediğim, lifleri inceltemediğim çok zaman oldu. Esas olarak pandemi bittikten ve makinalarım geldikten sonra doğru düzgün bir kağıt elde edebildim” diyen Oleş’in açıklamasına göre ikinci kenevir ekimi ancak 2021’de gerçekleşebildi. 

“Çok rahat 250-300 bin lira harcadım”

Pandeminin devam ettiği 2021’de ise tek başına pek çok şeyle uğraşmak zorunda kalan Selam Oleş, istediği verimi alamadı. Ancak hasat ve kurutulmadan sonra gerekli olan makinanın geliştirilmesi için çalışmalara başladı. 
 

SelmaOleş4.jpg
Selma Oleş'in düdüklü tencere yardımıyla yumuşatmaya çalıştığı kenevir lifleri/ Fotoğraf: AA


İnsanların bu makinayı yapmaya yanaşmadığını, yapmak isteyenin de bir anda çok fazla üretim beklediğini aktaran Oleş, sonunda ancak bir kişinin ikna olduğunu söylüyor. Ancak kenevir o kadar sağlamdı ki ilk yapılan makinanın dişlilerini kopardı. Makina titanyum alaşımlarıyla geliştirildi. 

Selma Oleş’in 2021’de hasat ettiği kenevirin yalnızca bir kısmı liflerinden ayrılabildi. Daha sonra bu lifler, Teknokent’te kıtıklarından da ayrıldı. Lifleri elle, yün taraklarıyla açmaya çalıştılar. 

“Bu aşamadan sonra 3 ila 9 saat kaynatılması gerekiyor. Bunun için de bir reaktör yaptırdım” diyen Oleş, bu reaktörü de İzmit’te yaptırabildi ancak teknik sorunlardan dolayı hiç kullanamadı. Geriye “evdeki düdüklü tencere” çözümü kalmıştı. 

Selma Oleş, “Lifin içindeki reçine gibi olan malzemenin ayıklanması gerekiyor. Kağıtta bu malzemeyi istemiyoruz. O nedenle düdüklü tencerede saatlerce, günlerce pişirdim. O 100 tane kağıdı öyle edebildim. 250 -300 bin lira çok rahat harcadım” diyerek anlatıyor çok zorlandığı süreci. 

Amacım ithal kağıt fiyatını, beşte bire düşürmekti

Elde ettiği kağıtları tezhip, hat, ebru yapılabilsin diye sanat atölyelerine de gönderen Oleş, geleneksel sanatlarda bu kağıtların çok kıymetli olduğunu hatırlatıyor: 
 

Çin’den, Güney Kore’den, Burma’dan, Japonya’dan, Bangladeş’ten temin ediliyor. Ancak tabii ki çok fahiş fiyatlarla satılıyor. Benim esas gayem, ürettiğim kağıdı bu ithal edilen kağıtların dörtte bir beşte bir fiyatına düşürmekti. Makinalar olsaydı bu gerçekleşebilirdi. Makinalarımın bir kısmını kendi imkanlarım, bir kısmını KOSGEB vasıtasıyla aldıktan sonra çalıştırdım. Hamurlarımı elde ettim. Hamurlarımdan biraz Samsun’a da getirdim. Makinalarım şimdi Malatya Teknokent’te duruyor. 


“Fikirlerimi beğenen çok, elimden tutan yok”

“Çok defa ebruyla da kenevirle de küstüm. Duraklama dönemlerim oldu” diyen Selma Oleş, şöyle tamamlıyor sözlerini:
 

 Üretimde kadın eli gibi toplantılar yapıldı. Oraya milletvekillerimiz geldi. Ben onlara anlattım. Fikirlerimi çok beğendiler ama biri de demedi ki “Gel senin elinden tutalım”. “Bize ne faydası var?” diye sormaya başladılar. 

Depremde gökdelenler, bir yıl önce yapılmış binalar, milyonluk evler yıkıldı. Bunlara izin verildi. Peki benim bahçeme kenevirden bir ev yapmak niye bu kadar zor oluyor?


Kenevirin en “lezzetli” hali: Tohumu 

Üzerimizdeki tişörtten oturduğumuz evin duvarına kadar girebilen kenevirin, gıdaya nasıl dönüştüğünü de başka bir üreticiden dinleyelim. 

Yelbis Fitokimya Tarım Kurucusu Burcu Filibeli, bir kimyager, hayvancı ve çiftçi. 

1974 İzmir doğumlu Filibeli, Ortadoğu Teknik Üniversitesi Kimya Bölümü’nü tamamladıktan sonra şaraptan dondurulmuş meyve-sebzeye kadar geniş bir yelpazedeki gıda sektöründe çalıştı. 

Kurumsal firmaların hammadde kontrol ve ArGe departmanlarında görev alan Filibeli, 2006’dan bu yana hayvancılıkla da uğraşıyor. 
 

Burcu Filibeli.jpg
Yelbis Fitokimya Tarım kurucusu, kimyager Burcu Filibeli


İzmir Menderes’teki 200 dönümlük arazilerinde, yarış atı yetiştirdikleri Filibeli Harası yer alıyor. Son üç yıldır tıbbî bitkilere odaklanmış olan Burcu Filibeli’nin kenevir yetiştirdiği alan ise yaklaşık 15 dönüm. 

Filibeli’nin yalnızca kenevir değil, genel olarak tıbbî bitkilere yönelmiş olmasının başlıca nedenlerinden biri dünyanın geçirdiği dönüşüm. 

“Çok daha değişik bir dünyaya, çok sıcak, çok akıllı bir dünyaya evriliyoruz” diyen Filibeli, “Gıda da çok hızlı değişiyor. Bugün market raflarında olanların yarısından fazlası 150 yıl önce yoktu” ifadelerini kullanıyor ve ekliyor: 
 

Bundan sonrası için de benzer bir süreç olacak. Bir kere iklim kuşakları değişecek, ürünler değişecek, insanların gıda alışkanlıkları değişecek. Bitkilerdeki etken maddeler, özellikle tıpta daha geniş yer alacak. 

Aşağı yukarı bir sayı verirsek; dünyada 422 bin tür ve takson bitki var. Bu bitkilerin yüzde 17’sinde, yani 72 bininde tıbbi bitki potansiyeli var. Bu 72 bin bitkinin şu anda ticarete konu olan adedi 5 bin. Dünyada tıbbî bitkilerle ilgili bölge sayısı 12. Türkiye, coğrafi olarak bunların ikisinin üzerinde oturuyor: Akdeniz ve Yakın Doğu.  Türkiye’deki tür ve taksonların da yaklaşık üçte biri endemik. Yani biz aslında, bu bitki havuzunun çok geniş olduğu bir coğrafyadayız. 

 

kenevir tohum.jpg
Yelbis Fitokimya'nın hasattan sonra elde ettiği kenevir tohumları/ Fotoğraf: Yelbis



Yeme alışkanlıklarının değişebileceğini, bu kapsamda fonksiyonel gıda tasarımlarının başladığını söyleyen Filibeli, “fonksiyonel (işlevsel) gıdayı” şöyle tanımlıyor: 
 

Örneğin askerler için, doğal afet durumunda kullanılan özel ambalajlanmış, “kompakt” dediğimiz birim miktarında yüksek protein, lif vesaire içeren uzun dayanama sahip gıdalar ya da sporculara yönelik gıdalar veya metabolizmasından dolayı özel beslenmesi gereken insanlar var. Dolayısıyla bitkilerdeki etken maddeler bizi çok ilgilendiriyor.  


Kenevir kalbi, kenevir proteini ve unu

Burcu Filibeli’nin kenevirde odaklandığı kısım sap değil, tohum. Tohum hasadı için kenevirin çiçeği çıkana kadar bekliyor. Elde ettikleri tohumu, gıdaya yönelik ürün yapmak için kullanmayı hedefliyor. 
 

kenevir hasadı.jpg
Menderes'te yapılan kenevir hasadı/ Fotoğraf: Yelbis Fitokimya Tarım


Hem uzun bir Ar-Ge sürecinden geçtikleri hem de küçük ölçekte oldukları için henüz nihai ürünlerini pazara sunmuş değiller. 

Ancak en az bir sene içerisinde pazarda yer etmesini hedefledikleri beş farklı ürünleri olacak. Bunlar kenevir tohumu yağı, kabuğu alınmış kenevir tohumunun içi olan kenevir kalbi, kenevir proteini, çorba, ekmek gibi gıdalara katılabilecek kenevir lifi ve kenevir unu. Daha sonraki aşama ise kenevir sütü. 

Bu ürünleri farklı ihtiyaçlar için üreteceklerini söyleyen Filibeli, “Mesela sadece bağırsak probleminiz için lif kullanmak istiyorsunuz. O zaman size kenevir lifi öneriyoruz. Kenevirin 100 gramında 70 küsür gram lif var ve çok yüksek bir demir içeriği var. Ya da diyelim ki spor yapıyorsunuz, kilo vermek ve yağ almak istemiyorsunuz. O zaman da lif ve yağı alınmış sadece protein tüketebilirsiniz” açıklamasını yapıyor. 
 

kenevir yeni hasat.jpg

Hasat edilen kenevirler, daha sonra kurumaya bırakılıyor/ Fotoğraf: Yelbis Fitokimya Tarım


Tohumlar elle çırpılarak alınıyor

Kenevir yağının (Türkiye’de işlemi yasak) çiçekten, kenevir tohumu yağının tohumdan elde edildiğini hatırlatan Filibeli, kenevir tohumu yağının çok yüksek Omega 3’e ve B vitaminine sahip olduğunu, sıcakta yapısının bozulduğunu, dolayısıyla soğuk sıkım tüketilmesi (pişirme için değil, salata için) gerektiğini hatırlatıyor. 


Bunun yanı sıra fındığımsı bir tada sahip kenevir tohumu yağının 20 aminoasit içeren önemli bir protein yapısı var. Dolayısıyla vegan ve vejeteryanlar için çok iyi bir protein kaynağı.

Bahar aylarında ektikleri ürünün yaklaşık 15 gün sonra çimlenmeye başladığını söyleyen Burcu Filibeli, nisanda ekim yaptıklarını, çiçeği görmek için eylül sonuna hatta ekim ayı başına kadar beklediklerini ifade ediyor. 

Hasattan sonra bu bitkiler boş araziye seriliyor ve İzmir sıcağında kurumaları yaklaşık 10 gün sürüyor. Sonraki işlem elle çırpma. Çırptıkça tohumlar, kuruyan çiçeklerden düşüyor. Çırpıldıktan sonra kalan kuru saplar, tekstile gidiyor. Tohumlar da tek tek toplanıyor. Emek yoğun süreç nedeniyle, esasında ilaç ya da su istemeyen kenevirin en yüksek maliyet kalemi işçilik. 

Filibeli’nin açıklamasına göre tohum vermiş kenevirin lifi çok kaliteli değil. Çünkü çok beklemiş, kurumuş ve kartlaşmış oluyor. Ancak yine de bu lifler de halı, kilim, çuval yapımında kullanılabiliyor. 
 

kenevirkurutma.jpg
Kurumaya bırakılan kenevirlerin son hali/ Fotoğraf: Yelbis Fitokimya Tarım


“İnternette satılan pek çok kenevir ürününün altı dolu değil”

Burcu Filibeli’nin dikkat çektiği hususlardan biri de tohum üreticisinin, ürettiği tohumu yeniden ekim için kullanabildiği. Ancak bu tohum, başkasına ekim için verilemiyor. Yasak. O başkası, yalnızca gıda olarak tüketebiliyor. 

İnternette kenevir tohumu satışı olduğunu hatırlattığımız Filibeli, pazarda tüketiciyi yanıltan çok bilgi olduğundan yakınıyor. Pek çok ürünün altının dolu olmadığını belirtiyor. 

Filibeli’nin açıklamasına göre dünyada CBD içeren tek bitki kenevir. Ancak bu ve diğer kanabinoidler, tohumda değil çiçekte yer alıyor. 

“İnternette ‘CBD içerikli kenevir tohumu’ gibi ilanlar görüyorum. Bu bir yalan çünkü tohumda CBD yok” diyen Filibeli, tıbbi bitkilerin tüketiciye varana kadar çok fazla suiistimale uğradığını vurguluyor. 

“Ben şu otu yedim, şu hastalığımı geçti” gibi bir yaklaşımın asla rasyonel olamayacağının altını çizen Filibeli, “mucize”ye değil “faydalı” olana odaklanılması gerektiğini söylüyor: 
 

Burada neyin zararlı neyin faydalı olduğunun ölçüsü ne? Çörek otu faydalı ama her gün bir yemek kaşığı yiyorsa karaciğere zararı var. “Çok” değil, “ihtiyacımız kadar”. 

Piyasadaki kenevir tohumu yağlarının fiyatına bakıyorum. 800 liraya da var, 3 bin 500 liraya da var. Sizce ikisinin içeriği aynı olabilir mi? Mümkün değil.

Çin’den Türkiye’ye tohum getirtiliyor. Ancak o tohum, Türkiye’de ekilemez. Tohumun da çimlenmemesi lazım beklediği süre boyunca. Çimlenmemesi için ısıl işleme tâbi tutuluyor. Ondan elde edilen yağ nasıl bir şey biliyor musunuz? Cevizi kavurup ya da zeytini pişirip ya da bademli pişirip yağını sıkmanız gibi bir şey. Sizin için faydalı olan tüm moleküller dönüştü. Yani yağını çıkarıyorsunuz ama hangi hammaddeden hangi tohumdan yaptınız? Yerli mi yabancı mı? Bunlar çok önemli. 

 

kenevir yastıklama.jpg
Kuruyan kenevirler yastık şekline getiriliyor/ Fotoğraf: Yelbis Fitokimya Tarım


“Kenevir tarlamızda yaralama bile oldu”

Güvenlik, Yelbis Fitokimya’nın da karşılaştığı diğer bir sorun. 

İlk ekimini, kameralar ve tellerle çevrili 6 dönümlük bir araziye yaptıklarını söyleyen Filibeli, en az 10 defa soyulduklarını, hatta çalışanlardan birinin yaralandığını söylüyor. 

“Ben kenevir çiftçiliğinin en zor birinci problemini ‘güvenlik’ olarak sayarım” diyen Filibeli, halkın hâlâ endüstriyel kenevirin “kafa yapmayacağını” bilmediğini vurguluyor. Jandarmanın kendilerine aktardığına göre endüstriyel keneviri, ellerindeki diğer tip illegal esrarla karıştırıp gramajını büyüten de çok. 

“Mekanizasyon” diğer tüm kenevir üreticileri gibi Yelbis için de önemli bir zorluk. 

Türkiye’de kenevir ekilen alanlar çok küçük. Hasat makineleri almak için daha büyük arazilere ihtiyaç var. 
 

kenevir filizi 1.jpg
Kenevir ekildikten sonra ilk çıkan filizler/ Fotoğraf: Yelbis Fitokimya Tarım


Mevcut hasat makinaları da sap kullanacaklar için uygun. Bu makinaları tohum üreticileri kullanamıyor çünkü tarlaya girip saplardan biçen makina tohumları sağa sola dağıtıyor ya da eziyor. 

Elle hasat yaptıklarını hatırlatan Filibeli, hasat sonrası için de yeni yatırımlar planlıyor:
 

Tohumdan üretilecek ürünleri işlememiz için bazı üretim bantlarımız olacak. Daha geniş üretim için daha fazlası lazım. Dolayısıyla 2024’te Samsun’da sözleşmeli tarıma geçeceğiz. Hem Menderes’te hem Samsun’da yetiştireceğiz. 

Bunun yanı sıra Ar-Ge kısmına olan ilgim nedeniyle biraz bölgesel farklılıkları da görmek istiyorum. Her tohumun (Narlı ya da Vezir 55) yağ asit profilleri, dayanım gibi laboratuvar analizlerini yaptırıyoruz. Yani hem tohum bazında hem de bölgesel bazda incelemelerimiz devam edecek. 


“Kenevirin kalbini çıkarmak için Eskişehirli bir usta ile anlaştık”

Tohumun dışındaki kabuk çıkarıldığında içinde beyaz badem renginde bir kısım var. Buna “kalp” (Hemp Heart) deniyor. Avrupa’da satışı yaygın bu kalbi, kabuktan ayıran makinalar ne yazık ki Türkiye’de yok. Filibeli, kenevir tohumu soyumu makinası için de Eskişehir’de bir ustayla çalıştıklarını söylüyor. 

“Herkes kenevir ekmemeli”

“Herkes kenevir eksin” fikrine katılmadığını söyleyen Burcu Filibeli, kötü niyetli üretim, tohumun yapısının değiştirilmesi ve yeterli pazar olmaması gibi sorunların devam ettiğini vurguluyor. 

Kendi ürettiklerini kendilerinin işlediklerini, sözleşmeli tarım yaptıkları çiftçilere ürünlerini alma garantisi verdiklerini hatırlatan Filibeli’ye göre her kenevir üretimine girişecek çiftçi bu imkana sahip olamayabilir. 
 

kenevir filizi 2.jpg
Kenevir hızlı yetişen bir bitki. Yukarıda fotoğrafı paylaşılan ilk filiz ile bu fotoğraf arasında yaklaşık 15-20 gün var/ Fotoğraf: Yelbis Fitokimya Tarım


“Bu bir ahlak sorunu, ekonomi sorunu değil”

Kenevir ürünlerinin gıda ve tekstilde kullanımı ve tanınırlığını yeni başladığını belirten kimyager, devletin kekik, defne gibi tıbbi aromatik bitkiler için teşvik verdiğini bunun kenevirde olmadığını hatırlatıyor. Gübre ve mazot desteği de yeterli olmuyor. 

“Nükleer sızıntılardan kaynakların tüketilmesine kadar onca travmanın arasında insan eliyle yaratılmış en büyük travma tarımla yapıldı” diyen Filibeli, sürdürülebilirlik ve kaynak optimizasyonuna dikkat çekiyor:
 

Bugünün ihtiyaç olmayan ihtiyaçları için gelecek nesillerden çaldığınız bir şey var. 

Örneğin agresif hayvancılık. Nüfus iki kat artarken et üretimi dört kat artıyor. Onca hayvanı beslemek için Güney Amerika kadar otlak tüketilmesi lazım. Bu kadar yemeğe ihtiyacımız yok.

Evet kenevir, atığı olmayan, hastalık tutmayan, ilaca ihtiyaç duymayan, su kullanımı az, topraktaki ağır metalleri emen, ağaçtan çok daha fazla oksijen üreten bir bitki. 

Ancak tamamen yapay ışıkla topraksız üretimi AB ve ABD, bu kadar elektrik tüketecekse o zaman orada “kenevir sağlıklı” demenin de bir manası yok. 

“Çok”un çok bedeli var. Endüstri 3’le beraber yüzyıl öncesinin tasavvur edemeyeceği miktarda, hızda ve kalitede ürün çıkartıyoruz. Bu iyi ama bir bedeli var. Daima ürettiğiniz şey bir kaynağı bitiriyor.  

Tarım yapılırken yalnızca elde edilecek ürün değil, tarım işleminin yaratacağı tahribat da hesaba katılarak ekim yapılması lazım. Tarımsal ekim planlaması bir mecburiyet olmalı. 

Artık her üreticinin kaynak optimizasyonuna, kimyasallara, sorumlu tarıma dürüst bir şekilde eğilmesi, biraz veriminden feragat edip kalite ve sürdürülebilirlikle ilgili sorumluluk alması gerekiyor. Çünkü bu bir ahlak sorunu, ekonomi sorunu değil. 

 

 


* Bu haber, Avrupa Birliği finansal desteği ile üretilmiştir. Haberin içeriği tamamıyla Fatma Gökçen Tuncer’in ve Gazeteciler Cemiyeti'nin sorumluluğu altındadır ve Avrupa Birliği'nin görüşlerini yansıtmak zorunda değildir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU