Bir bölge çökerken çözüm ender görülüyor

Pek çok Arap ülkesinde "ayrılıkçılık"tan başka bir şeyle tanımlanamayacak bir gerçeklik var. İşgalci güçlerin ve saldırgan komşuların varlığı, bu ayrılıkçı eğilimlerin açık ya da gizli saldırganlığının yoğunluğunu artırıyor

İllüstrasyon: NYT

Arap ülkelerinin ve Batılı devletlerin diplomatik çabaları, 3 hafta önce hızlanmaya başladı.

Amacı, İsrail'in ölüm makinesini susturmak, bazılarının kalıcı bir duruma dönüşmesini ve bir tür barış sağlayacak şekilde sonuçlanması için desteklenmesini umduğu ateşkese ulaşmak.

Böyle bir eğilim, devam eden tökezlemelere rağmen acil gibi görünse de deklare edilmiş felaketler ile beklenen, ertelenemeyen ve geciktirilemeyen felaketler arasında gidip gelen Arap koşullarını düşünmek, onunla eş değer bir aciliyet taşıyor.

İsrail'in Gazze'deki uzun süreli işgaline ek olarak, birden fazla Arap ülkesi, ulusal sınırlarının silinmesi, milis kontrolüne boyun eğme, ekonomik ve eğitimsel çöküşün bir birleşimini yaşıyor.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Bütün bunlara, sakinleri hedef alan genel ölüme eklenen iki ciddi kan kaybı eşlik ediyor.

Bunların ilki, kendi ülkelerinden veya kendi ülkeleri içinde yerinden edilen, güvenli bölgelere sığınan veya iltica eden çok sayıda insanın, diğeri ise sürekli ve artan şekilde yok edilen ekonomik kaynakların yaşadığı kan kaybıdır.

Sudanlı meslektaşımız Yusuf Beşir'in ülkesi hakkında "Daraj" web sitesinde yayımlanan bir makalesinde sunduğu bu veri ve sayıları, pek çok örnekten biri olarak, biraz ele alalım:

Hızlı Destek Kuvvetleri ile Sudan ordusu arasındaki şiddet ve çatışmalar, 6,1 milyonu ülke içinde olmak üzere 7,6 milyon Sudanlıyı evlerinden kaçmak zorunda bıraktı. Uzun süre yerinden edilmeleri ve yerel para biriminin değerinin düşmesi sonucunda gelir kaynaklarını kaybettikten ve birikimleri tükendikten sonra son derece kötü insani koşullar altında yaşıyorlar.

UNICEF Sudan Temsilcisi Mandeep O'Brien'a göre, kaçanlar arasında evlerini terk etmek zorunda kalan 3,5 milyon çocuk da var. O'Brien, Sudanlı çocukların gerçek bir kâbus yaşadığını, 24 milyon Sudanlı çocuktan 14 milyonunun sağlık, beslenme ve korunma alanlarında yardıma ihtiyacı olduğunu söylüyor.

Buna ek olarak, okula gitmeyen 19 milyon okul çağındaki çocuğun var olduğunu belirtiyor. Bu durumun devam etmesinin Sudan'ı 26 milyar dolar civarında tahmin edilen bir kayıpla karşı karşıya bırakacağına işaret ediyor.

Savaş felaketi yaşamın tüm yönlerini, özellikle de çatışmalarla bağlantılı olarak kaçırılma, zorla alıkonulma ve cinsel şiddet tehditleriyle karşı karşıya kalan kadınlara ve kız çocuklarına yönelik şiddetin tırmanmasını da kapsıyor. BM'nin tahminlerine göre, mevcut şiddet riskiyle karşı karşıya olan kadın ve kız çocuklarının sayısı 6,9 milyondan fazla olabilir.


Beşir, "ordu ile HDK arasında çıkan savaşın, uluslararası toplumun çatışmanın her iki tarafını da savaşı barışçıl bir şekilde sonlandırmak için uzlaşmaya zorlayacak yeterli baskıyı uygulamaması nedeniyle, kalıcı bir çatışmaya dönüşeceği yönündeki yaygın korkuya" dikkat çekmeyi de unutmuyor.

Her ne kadar açık bir iç savaş yaşayan ülkeler olan Suriye, Yemen ve Libya ile Sudan bu vahim gidişatın ön saflarında yer alsalar da çatışan iç taraflarının, bundan faydalanmak için yarattıkları ve yaratmaya devam ettikleri bu acı gerçekliğe son vermek istemedikleri, çatışmayan veya tarafsız tarafların ise bunu uygulamaktan aciz oldukları açığa çıktı.

Bu "krizler" için daha önce kendisini çözmeye yönelik parçalı uluslararası girişimlerde bulunulduğu doğru olsa da çözümün artık bölgeyi bir bütün olarak ele alan ve genişletilmiş bir uluslararası konferans veya benzeri bir toplantı şeklinde büyük ve koordineli bir çaba gerektirdiği de doğru.

Ukrayna savaşı, Tayvan anlaşmazlığı vb. meseleler ile halihazırda iç açıcı olmayan ekonomik koşullar nedeniyle uluslararası durumun şu anda böyle bir misyona uygun olmadığı düşünülüyorsa da böyle bir teorik eğilime varmanın, tamamen yok olmasa bile hâlâ zayıf bir şekilde mevcut olan bir ufuk çizebileceği ortada.
 


Deneyimlerin bir araya gelerek kanıtladığı ve büyük bir uluslararası girişimde ısrarı bir hayat memat meselesi kılan gerçek; Soğuk Savaş sırasında bölgenin tanıdığı ulus-devlet formülünün, birçok ülkede tüm inandırıcılığını ve uygulanabilirliğini kaybediyor olmasıdır.

Belki de artık ulus-devletin yerine geçebilecek, gerçeklerle ve halkın iradesiyle daha uyumlu siyasi ve hukuki formüller üzerinde düşünmek gerekiyor.

ABD'nin "bölgeden çekilme" olarak tanımlanan bir aşamadan sonra "bölgeye yeniden müdahil olmasının" da böyle bir yaklaşımın temelini oluşturan bir faktör olduğuna şüphe yok.

Pek çok Arap ülkesinde "ayrılıkçılık"tan başka bir şeyle tanımlanamayacak bir gerçeklik var.

İşgalci güçlerin ve saldırgan komşuların varlığı, bu ayrılıkçı eğilimlerin açık ya da gizli saldırganlığının yoğunluğunu artırıyor.  

Doğu Akdeniz (Levant) bölgesi özelinde İdlib, Dera ve ülkenin kuzeydoğundaki koşullar, merkezi otoritenin aşınması ve aynı zamanda zalimliği, İranlı subayların zehirli misafirliği, İsrail'in buna verdiği tepki ile Suriye'nin durumu, incelenecek bir örnek teşkil ediyor.

Ancak milislerin "hükümeti zor durumda bırakmamak için" askeri eylemlerini durdurduğu Irak'ın durumu da ayrılıkçılığı zayıf bir devlet perdesinin arkasına gizlense de Suriye'den pek farklı değil.

Lübnan'a gelince, halkın gittikçe daha fazla kesimi, milislerin emir ve yasaklarını, siyaset, vatanseverlik, yaşam ve belki de hayattan sonrasına dair tasavvurlarını reddetmesi nedeniyle "vatana ihanet" damgası yiyor.

Bütün bu parçalanma, çürüme ve çöküş tablosu karşısında çoğu zaman büyüleyici cazibesine kapıldığımız hızlı ve kolay cevapları reddederek, kendimizi derinlemesine araştırmalı ve şunu sormalıyız: Neden?

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

Independent Türkçe için çeviren: Beyan İshakoğlu

Şarku'l Avsat

DAHA FAZLA HABER OKU