4 soruda Rusya ve Azerbaycan seçimleri: "l'état c'est moi"* hırsı toplumları nereye götürecek?

Seçim mi, halka rağmen ebedi koltuk sevdası mı?

Fotoğraf: AA

Vladimir Putin ile İlham Aliyev 7 Aralık günü erken devlet başkanlığı seçimi kararı aldı. Azerbaycan 7 Şubat, Rusya ise 17 Mart'ta seçime gidecek. Senkronize şekilde alınan seçim kararları eski SSCB'nin iki ülkesinde 40 gün arayla devlet başkanlığı seçimlerinin yapılmasını öngörüyor. Bu nasıl yorumlanabilir?

Rusya'nınki erken seçim sayılmaz. Zira 15 Ocak 2020'de Başbakan Dmitri Medvedev'in görevden ayrılmasıyla düğmesine basılan süreç, nisan ayında dünyanın ilk kadın kozmonotu, Rusya Parlamentosu üyesi Valentina Tereşkova'nın konuşmasıyla referandum sürecini evrilerek Vladimir Putin'in 20 yıllık devlet başkanlığı süreci sıfırladı.

Başka bir ifadeyle, Putin 2036'ya kadar başkan olabilmenin taşlarını döşedi.

Ancak "süre sıfırlanması"na rağmen Vladimir Putin, Anayasa'nın "Devlet Başkanlığı seçimleri her altı seneden bir yapılır" hükmüne uyuyor ve en son Mart 2018'de yaptırdığı seçimi tam 6 sene sonra tekrarlıyor.

Ve Rusya devlet başkanı bu kararı kendisi almayıp parlamentodan çıkarıyor.

Azerbaycan'da ise durum farklı: Eylül 2016'da yaptırdığı referandumla Anayasada Cumhurbaşkanının görev süresini 7 seneye çıkaran İlham Aliyev bir de "cumhurbaşkanı birinci yardımcısı" görevi getirdi ve Mart 2017'de hanımını cumhurbaşkanı birinci yardımcılığına atadı.

2018 yılından sonra bir sonraki seçimin 2025 yılında yapılması gerekirken Sayın Aliyev tarihi Nisan 2025'ten 7 Şubat 2024'e çekti.

Putin ve Aliyev'in aynı günde seçim kararı almasının tek nedeni "yaşam boyu iktidar" yaklaşımının eksiksiz uygulama isteğidir.

Sovyetlerden ve özellikle istihbarat örgütü KGB'den kalma bir yaklaşım olup toplum iradesine zerre kadar saygı içermiyor.

Margaret Thatcher anılarında Sovyetleri işte bu yüzden "insanı yiyip bitiren bir sistem" diye nitelendirmişti.

Şu çelişkiye bakar mısınız: Belki dünya parlamentolar tarihinin en demokratik seçimleri 26 Mart 1989'da SSCB Parlamentosu'na yapılmıştı.

26 Aralık 1991'de Sovyetler resmen dağıldı ve şimdi o sistemin içinden çıkmış devletlerin başında duranlar veya onların evlatları-devamcıları iktidarı mezara kadar korumak için her tür yola başvuruyorlar.

Eski Sovyet coğrafyasının bir kısım ülkesi AB'ye üye oldu, Gürcistan'a tam üyelik kapısı aralanmış, Moldova ve Ukrayna tam üyelik yolunda müzakerelere başlıyor.

Vladimir Putin kendi kontrolünde tuttuğu Belarus, Azerbaycan ve adına "Türk Cumhuriyetleri" denilen Orta Asya ülkeleriyle el ele vererek demokrasinin ve özgür seçimin gelmesini engellemek için azami gayret sergiliyor.

Bu süreç ise demokrasiyi bir yana bırakın devletleşmeyi engelleyerek feodalist yapıları güçlendiriyor.

Şimdilik demokrasi adına kaygı verici bir durum oluşturmasına rağmen insanların kendi haklarını kararlı biçimde istemeleriyle bu yapıların ayakta kalması da imkansız olacaktır.


Özellikle yılın ikinci yarısından bu yana Azerbaycan'ın gerek ABD ve gerekse başta Fransa olmak üzere, AB ile ilişkilerinin gerildiğini görüyoruz. Güney Kafkasya'nın birbiriyle savaşan iki ülkesinden biri Azerbaycan savaştan zaferle çıkıp Ermenistan'ı "kapitülasyona maruz bıraktığını" iddia ederken, üzerinden 3 sene geçtikten sonra Ermeni kökenli vatandaşların tamamı Azerbaycan'ın Karabağ bölgesini terk etti ve bu kez ABD ve AB, Bakü'ye "Ermenistan'la barış Anlaşması imzalaması" için baskı yapmaya başladı. Sürecin asla dışında kalmak istemeyen Rusya'nın telkinlerini yabana atamayan Azerbaycan'ın "Barış Anlaşması"nı bir süre daha imzalamamak için erken seçime gittiği ve Aliyev'in bu şekilde elini güçlendirmeye çalıştığı da iddia ediliyor. Bu iddianın gerçeklik payı var mı?

Aliyev erken seçim kararını ABD Dışişleri Müsteşar Yardımcısı James O'Brien ile 6 Aralık'ta Bakü'de buluşmasının hemen ertesi günü aldı.

Amerikan diplomasisinin etkili isimlerinden biri konumundaki O'Brien, daha önce Bakü yönetimine belirli uyarılarda bulunmuştu.

Onun için Bakü'de ABD'li diplomatı kabul eden Aliyev'in ertesi gün erken seçim kararı almasında bu buluşmanın da etkisinin olduğu ifade ediliyor.

Öte yandan Rusya ile aynı günde seçim kararı alınmasının Bakü ile Moskova'nın tüm adımları ortak şekilde koordine ettiğini de ortaya koyuyor.

Fakat alınan iki kararı yan yana koyduğumuzda Azerbaycan'ın kendi seçimini yapmak için neredeyse elli gün gibi kısa bir süresinin kaldığını görmekteyiz.

Parlamentonun değil, Devlet Başkanı İlham Aliyev'in aldığı seçim kararının değil demokratik, hatta seçimin yapılması için ne kadar uygun olduğu tartışılabilir.

Beşinci kez aday olacak Aliyev'in karşısına çıkacak muhalefetin zaten olmadığı bir ortamda bu seçimin de taktiği çoktan belli: "Muhalefet" adına piyasaya sürülecek şahıs veya şahıslar plan-program sunmak yerine üzerine basa-basa "Program da propaganda da önemli değil, önemli olan tek husus cumhurbaşkanı seçilecek kişinin elini sıkıp kutlamaktır" diyecek ve eskisinden asla farkı olmayan bir dönemin kapısı bir daha aralanacak.

Hiç unutmuyorum, rahmetli Prof. Dr. Necmettin Erbakan, Refah Partisi'nin Ocak 1998'de Anayasa Mahkemesi'nce kapatılmasından sonra "El kolumu bağlayıp mindere çıkardıktan sonra beni güreşe davet ediyorsunuz" demişti.

Azerbaycan'ın muhalefete bakışı bunun aynısı. Azerbaycan'da muhalif olmak iktidarın gözünde düşman anlamı taşıyor.

Toplumda saygınlığı bulunan ve defalarca tutuklanan Karabağ gazisi bir siyasi aktivistin evi 14 Aralık'ta polis tarafından yeniden kuşatılarak arama yapılmış ve siyasi aktivist evinden çıktığı iddia edilen 5 bin euro ve 1500 dolardan dolayı (ailesi polisin koyduğunu iddia ediyor) "Evrakta sahtecilik, fırıldakçılık" suçundan tutuklandı.


İki ülkede de muhalefetin seçimde ciddi bir varlık gösteremeyeceği açıkken özellikle Azerbaycan'da geçenyaz aylarından bu yana bilim insanları, gazeteciler, toplumda ağırlığı olan şahsiyetler peş peşe tutuklanıyor. Hepsinin ev ve ofisinde aramalar yapılıyor, London School of Economics öğretim görevlisine "sahte para basma" ithamı öne sürülürken gazetecilerin ofislerinden 40 bin dolar veya 40 bin euro çıkıyor. Ve ardından içişleri bakanlığı ve başsavcılık ortak açıklama yapıyor: Falanca falanca bilim insanlarına veya gazetecilere karşı "cinayet işi açılmıştır." Evet, bilim insanının veya gazetecinin kalemine karşı "cinayet işlemiş suçlaması" yapılıyor. Bu süreçler toplumu nereye götürür?

Rusya iktidarı sokakta etkili olan muhalefeti baskı altına almış ve muhalif lider cezaevine atıldı.

İktidar safındaki gazetecilerin serveti dudak uçuklatırken bilemezken bazılarına Batı'dan ağır yaptırımlar geldi.

Ancak her şeye rağmen muhalif basına da belirli ölçüde nefes alma imkânı tanındı.

Gelir dağılımındaki adalet açık ara Rusya'nın lehine. Azerbaycan'da iktidar kullandığı gazetecileri paraya boğuyor, villalar, pahalı arabalar veriyor.

Özgür medyanın yetenekli kalemleri kaç kuşaktan bu yana peyderpey hapse atılırken tutuklamaların ardı arası kesilmiyor.

Bu yazının kaleme alındığı saatle yayımlanacağı saat arasında bilim insanlarının, gazetecilerinin, politikacıların tutuklanma ihtimali çok yüksek.

7 Aralık'ta devlet başkanının aldığı erken seçim kararının tutuklama sürecini neden bu şekilde tetiklediğine ilişkin çeşitli değerlendirmeler yapılıyor.

Görünen o ki alelacele erken seçim kararı almış devlet başkanı Aliyev elindeki bu kadar imkân ve fırsata rağmen bir şeylerden önemli derecede tedirgin.

Onun için 7 Şubat öncesinde bir tek muhalif ses bile duymak istemiyor.

Aslında seneler önce Sayın Aliyev görmek istediği ülkeyi "Azerbaycan'da muhalefet olmayacak" sözleriyle anons etmişti.

Aliyev'in siyaset literatürüne geçmiş sözlerinden biri de "Benim dönemimde hiçbir polis cezalandırılmayacaktır" olmuştu.

Şayet bu tutuklamaların Batı baskısıyla ilintisi varsa hamurun daha çok su kaldıracağını tahmin etmek de zor olmuyor.

Rusya'nın başını çektiği Belarus-Azerbaycan-Orta Asya ülkeleri demokrasinin gelişine her şeyleriyle direnirken bu sürecin bir gün iktidar-halk çatışmalarına evrileceğinin de asla yabana atılmaması gerekir.


Türkiye tüm bunlara herhangi telkinlerde bulunmalı mı? 

Türkiye'de bulunduğum 30 küsür seneden bu yana, AB'ye üye Bulgaristan, Macaristan, Romanya, Polonya, Yunanistan ve AB üyesi olmayan İsrail ile kıyaslandığında Türkiye'nin çok daha güçlü bir ülke olduğunu yazıyor ve söylüyorum.

Toplum bunu kendi siyasi liderlerinin iradesine borçlu. 1950 yılında seçim yoluyla iktidarın el değiştirmesinden sonra Türkiye dünya çapında geri dönülmesi imkânsız bir devrimin altına imzasını attı.

Bu durum toplumdaki seçme-seçilme kültürünü hep geliştirdiği gibi seçmen iradesinin üzerine asla ipotek konulamayacağı gerçeğini, ne kadar güçlü olsalar bile, siyasetçilerin tamamı benimsedi.

İşte 14/28 Mayıs'taki seçimler. Türkiye siyasetinin son çeyrek asrının en güçlü kişiliği olan Sayın Recep Tayyip Erdoğan ikinci turda ve yüzde 2 küsurluk oy farkıyla iktidarını sürdürebildi.

Şimdi göreceksiniz, Aliyev'in seçiminden en az yüzde 85'lik, Putin'in seçiminden ise en az yüzde 75'lik bir oran çıkacaktır.

Yani kategorial gerçek demokrasinin gelmesini siyasetçinin kendisinin istemesinden ibaret.

Aralık 2002'de Ak Parti'nin yasaklı Genel Başkanı Sayın Erdoğan ile Başbakan Abdullah Gül, AB Zirve toplantısında liderlerden ne talep etmişlerdi? Türkiye ile tam üyelik müzakerelerinin hemen başlanmasını.

Düşünebiliyor musunuz, Sayın Gül daha 20 gün önce başbakan koltuğuna oturmuştu ve Brüksel'den tam üyelik müzakereleri talep edilmekteydi.

İlerleyen dönemde Sayın Erdoğan hep şunu yineledi: Biz demokrasi alanındaki reformları AB istediği için değil kendi halkımıza daha geniş çaplı haklar vermek için gerçekleştiriyoruz.

Onun için Putin veya Aliyev veya Orta Asya'nın adına "Türk Cumhuriyetleri" denilen coğrafyalarındaki yapıları yönetenlerin demokrasiyi kendi ülkelerine getirmek istememesi durumunda Türkiye'nin en ufak iması onların eline Moskova'ya daha sıkı sarılmaları için yeni bahaneler verecektir.

İş dönüp dolaşıp toplumların ortaya koyacağı iradeye geliyor.

Hâlihazırda eski Sovyet coğrafyasının Belarus-Azerbaycan-Orta Asya çizgisinde yaşanan gelişmeler "iktidar koltuğunu ebedileştirme süreciyle toplumların buna vereceği tepkiyle" düz orantılıdır.

Bu süreçten kimin zaferle çıkacağını göreceğiz...

 

 

*"Devlet benim"

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU