Arjantin'den Türkiye'ye, Mahfi Eğilmez'den Jorge Fontevecchia'ya: Ekonomik krizler sosyolojik-kültürel yapının ürünü mü?

Özgür Uyanık Independent Türkçe için yazdı

Kolaj: Independent Türkçe 

Bu cuma gazeteci Jorge Fontevecchia'nın kendi adıyla anılan radyo programına denk gelince durdum. 

Fonteveccia aslında bir iş insanı ve 50 yıldır kendine ait yayın kuruluşlarının başında. Bir nevi medya patronu denilebilir.

En azından kendi adıma bir medya patronunu "gazeteci" olarak görmekte zorlandığım için "señor" Fonteveccia'yı pek takip etmiyorum.

Ama bu defa dinlemek zorundaydım. Zira programın konu başlığı "Enflasyon: Arjantin-Türkiye"ydi.

Bay Fontevecchia programa şu sözlerle başladı:

Ülkemizde dün açıklanan enflasyon rakamlarını anlamaya çalışmak ekonominin ötesine geçiyor. Kültür haline gelen bir fenomenden bahsediyoruz. Bu nedenle Arjantin ile karşılaştırma yapmak için Türkiye'yi seçtik. Enflasyonun yüzde 80 olduğu bir ülke -Türkiye- ve -iki ülkenin- ne kadar benzer olduklarını görmek için meselenin ekonomik olduğu kadar siyasi yönlerini de analiz ettik.


Her kriz döneminde Türkiye'de Arjantin üzerine değerlendirmeler yapılır. Bu artık neredeyse bir alışkanlığa dönüştü ve üzerinde durmaya değer bir analize pek rastlayamıyorum.

Fakat Arjantin'deki akımların Türkiye'ye yönelik değerlendirmelerinin bu analizlerle paralellik arz ettiğini görmek gerçekten ilginç.
 

 

Mesela Fontevecchio'nun programın başlangıcında yaptığı Türkiye-Arjantin karşılaştırması beni şaşırttı; çünkü geçtiğimiz 24 Nisan'da Mahfi Eğilmez bloğunda, "Arjantin'in Bugünkü Durumunun Kökenleri ve Türkiye ile Karşılaştırmalar" başlığı altında aynı şeyi Arjantin için söylüyordu.

Mahfi Hoca ulusal parada değer kaybı, enflasyon, faiz, büyüme ve cari denge/GSYH oranları gibi başlıklarda iki ülke arasında paralellik kuruyordu. 

Özet olarak "Arjantin'in popülizmin ekonomik çıkmazından" kurtulamadığını ifade eden Eğilmez, şöyle diyordu:

Bugün Türkiye'nin içinde bulunduğu durumla Arjantin'in içinde bulunduğu durum ve çözüm için ortaya atılan yaklaşımlar birbirine çok benziyor.
 

 

Yazının ana fikrine kaynaklık eden tez ise bilimsel olmaktan çok bir tür indirgemeye dayanıyordu.

Mahfi Eğilmez, Arjantin'in bugün yaşadığı ekonomik krizin sebebini 1950'deki Juan Domingo Perón yönetiminde arıyordu. Zira Péron popülizmin babasıydı.

Bu analize uzun Arjantin tarihini aktarmayı gerektiren sıkıcı bir yazıyla cevap vermek istemediğimden bloğuna not bıraktım.

Gerçek şu ki 1955'te devrilen Perón, 1973'te bir yıllığına yeniden iktidara geldiğinde Arjantin'in dış borcu 12,5 milyar dolardı.

1976'da darbe oldu ve cunta 1983'te iktidarı sivillere bırakırken borç 43,6 milyar dolara yükselmişti.

ABD Hazine Bakanları Baker ve Brady'nin hazırladığı 1986 ve 1989'daki ekonomik planlar, Arjantin'in borcunun 3 katına çıkmasına yol açtı.

1990'larda "El Turco" lakaplı neoliberal Carlos Menem yönetimleri eliyle yürütülen IMF planları (1 US Doları = 1 Argentina Pesos) borcun katlanmasına yol açtı.

Bir süre baskılanan enflasyon da Arjantin parasının 2001'de çöpe düşmesiyle yeniden yüzlerle ifade edilmeye başladı.

2004'te Nestor Kirchner ile başlayan süreçte enflasyon indirildi, borçlar temizlendi, özelleştirilen işletmeler geri alındı ve Arjantin parası yeniden değer kazandı.

Bilindiği gibi Kirchner'ler sol Peronistir. Onların döneminde faiz asla düşürülmedi. Borç ve tüketim de kontrolsüz biçimde artmadı.

Ama 2016'da iktidara gelen neoliberal Macri döneminde Arjantin, IMF tarihinin tek seferde en yüksek borcunu aldı (50 milyar dolar). 

Benim tek bir paragrafa sığdırdığım Arjantin'in son 70 yıllık ekonomi tarihini açıklayan binlerce cilt kitap var. 

Mahfi Hoca bu koskoca ekonomi tarihini 70 yıl önce iktidara gelmiş bir kişiye indirgemenin olanaksızlığını bildiğinden bana şu cevabı verdi:

Konuya sadece ekonomik açıdan bakarsanız haklısınız ama eğer daha geniş bir perspektifle sosyolojik açıdan bakarsanız Arjantin'de popülizmin Peron, Türkiye'de de Menderes zamanında toplumda yerleştiğini görebilirsiniz.
 

Öyleyse Hoca "ekonomik açıdan" değil ama sosyolojik açıdan bir değerlendirme yapmıştı. Bu analizin temeline de Perón ile Menderes'i, tepesine ise Kirchner ile Erdoğan'ı yerleştirmişti… 

Fontevecchia, 12 Ağustos tarihli programında şunları söylüyordu:

Türkiye'de, otoriter olarak görülen Recep Tayyip Erdoğan'ın popülist hükümeti altında bir dizi çatışma yaşanıyor. Ayrıca çeşitli ekonomik krizler de yaşandı. Néstor Kirchner döneminde olduğu gibi, (Erdoğan yönetiminde) 2003 ve 2007 yılları arasında Türkiye, Çin'in büyüme oranlarına sahipti. Üstelik (Arjantin'de olduğu gibi) parasından sıfır atılmasına rağmen bugün 30 Türk lirası 1 dolara eşdeğer.

Türkiye büyük bir ülke, gelişmekte olan ülkelerden biri, (Arjantin gibi) G20'nin bir parçası ama enflasyon oranı yüzde 80. Bu yüzden Türk dizilerinin (Arjantin'de) başarılı olması tesadüf değil, çünkü ortak noktalarımız var.

Bu, her iki ülkenin de sahip olduğu gibi geçmişteki bir ihtişamın periferinde hissetmekle ilgili. Arjantin örneğinde, 100 yıl önce dünyanın en önemli ekonomilerinden biriydi, Türkiye ise Osmanlı İmparatorluğu'nu (görkemli) hatırlıyor.


Arjantin'deki birinin Türkiye'deki önemli bir iktisatçıyı bu kadar tamamlayan düşüncelere sahip olduğunu görmek etkileyici. 

Programı dikkatle dinlerken Fontevecchia, Mahfi Hoca'ya katkı yapmayı sürdürüyor. 

Arjantinli gazeteci Erdoğan'ın yeni bir ses kaydında Devlet Başkanı Alberto Fernández gibi üretim, istihdam artışı ve ihracatın teşvik edilmesinden bahsettiğini söylüyor. Ve şunu ekliyor:

Ekonomi üzerinde etkisi olan kültürel meseleler var. Bunlar enflasyonla mücadele etmek istediğimizde anlamamız gereken ilginç kavramlar. Görüldüğü üzere, anlatılar, söylemler, görüşler ve kültürler inşa eden konular var, bunların yapısını bozmak zaman alıyor ve kültürel bileşeni anlamayı gerektiriyor.
 

Mahfi Eğilmez.jpg
Mahfi Eğilmez

 

Mahfi Hoca da 24 Nisan'daki yazısında enflasyonu azdıran etkenlerin başında popülist kültürün geldiğini bize anlatıyordu.

Kuşkusuz ekonomiyle toplumsal kültür ve sosyoloji arasında bağlar vardır. Ayrıca Fontevecchia'nın ortaya attığı Erdoğan ve Fernandez (ve Krichner) hükümetlerinin söylem ve politikalarına yönelik örnekler de uydurma değil. 

Ama farklı dinamik ve koşullarda da olsa iki ülkedeki iktisadi gelişme ve kriz grafiğindeki benzerlik kültür kaynaklı değil, aynı pazar ilişkisi ve finans merkezlerine bağımlılığın bir sonucu.

Fakat bu özellikleri onları "masum" kılmıyor. Her iki analizin katı çekirdeğini oluşturan "popülizm eleştirisi"nin faturayı halka çıkardığı gerçeğini gizleyemiyor.

Türkiye'de cumhurbaşkanlığı seçimine doğru muhalefet saflarından yükselen yüzeysel popülizm eleştirisinin devlet başkanlığı seçimleri yaklaşırken Arjantin'de üstelik Türkiye'dekilerle birebir aynı sözlerle tekrarlandığını görmek çok öğretici.

Ancak Türkiye'den farklı olarak Arjantin'de halkın ilgisi seçimlere değil ekonomik krize odaklanmış durumda. 

Mesela Arjantin'de din veya "millilik" üzerinden bir saflaşma ya da siyasal partilerin terör üzerinden tanımlanmaları gibi bir sorun yok.

Yine de solcu Kirchner'in ABD ile "yakın" bir sağcı siyasetçi Sergio Massa'yı devlet başkanı adayı olarak desteklemesi üzerinden iki ülke politikasında bir benzerlik kurulabilir.

Diğer yandan son askeri cuntadan bu yana 40 yıllık istikrarlı anayasal rejim de ekonomik sorunları çözmeye yetmedi.

Halk demokrasi çatısı altında diktatörlük döneminden çok daha iyi şekilde karnını doyuramadı, barınma, sağlık ve eğitim hakkını kullanamadı. 

Arjantin ve Türkiye arasındaki benzerlikler ise yoksulluk ve güvencesizliğin yaygınlaşması, eğitimin gerilemesi, konut açığının büyümesi, sağlık sisteminin bozulması ve en nitelikli profesyonellerin göç etmesi gibi konularda. 

Her iki ülke halkı bir önceki krizden daha düşük bir seviyede yaşamaya razı hale geliyor.  

Türkiye'deki gibi Arjantin'de de sağcı yorumlar bu gerilemeyi halkın kendine özgü alışkanlıklarına bağlıyor. 

Örneğin yaygın sağcı yoruma göre Arjantinli yoksullar çalışmak istemiyor. 

Bu Mahfi Hoca'nın popülist kültür eleştirisine de denk düşüyor. Sosyal yardımlar sanki yaşamak için zorunlu ihtiyaçlar için değilmiş de bir tercihmiş gibi değerlendirme yapılıyor.

"Popülizmin sübvanse ettiği kitleler çalışma kültürünü yitiriyor" sonucuna ulaşıp, sonra da yoksul kadınları "çocuk parası almak için hamile kalmak"la suçluyorlar.

Yoksulları aşağılayan yorumlara kapitalist elitleri, finans merkezlerini ve iş insanlarını öven ifadeler eşlik ediyor.

Oysa popülizmin büyüğü; özel borçların kamu yükümlülüğü haline gelmesi, borsa sigortası ya da olağanüstü karlar elde eden bankacılık sistemidir. Bunların yanında yoksul kesimlere verilen sübvansiyonlar devede kulak bile sayılmaz. 

Doğru düzgün vergi bile ödemeyen zenginler konu işçilerin gelirlerinin koruması olunca dükkanın kapısına kilit vurup gidebiliyor.

Halkın biraz daha iyi koşullarda yaşama arzusu sermaye tarafından enflasyon, aşırı tüketim ve popülizm olarak damgalanıyor. 

Kimse bu çarpıklığın kapitalist sistemin yarattığı krizlerin bir sonucu olduğu gerçeğinden bahsetmiyor.

Arjantin ekonomisinin Türkiye'den temel farkı yüksek tarım rantının küçük bir azınlığın elinde olmasıdır.

Bu sosyal dengesizlik geçen asrın başında kırdan kente göç akışıyla yaratıldı ve Arjantin dünyayı doyuran gıda merkezi haline gelirken kendi halkı aç kaldı.

Bununla beraber Arjantin, tarımsal gelirin belli ellerde yoğunlaşmasıyla Türkiye'den çok önce sanayileşme sürecine girdi.

Ancak Türkiye'ye benzer biçimde ithal ikametçi model, küresel pazara uygun rekabetçi bir yapı oluşturamadı.  

Son yıllarda Türkiye'nin girdiği yoldan Arjantin, neredeyse yarım asır önce geçti.

Halen devletin dolaylı ya da doğrudan sübvansiyonlarla garanti ettiği ithalata bağımlı olan Arjantin sanayisi, yabancı ağırlıklıdır.

Arjantin'in tarım rantına karşılık Türkiye bina ve toprak rantını icat etmiştir. Fakat her iki ülke de elde ettiği rantı israf etmekte ya da dışarıya taşımaktadır.

Bu rantın kullanımından doğan çatışmadan oluşan gerilim üretime ve istihdama olumsuz biçimde yansımakta; böylece toplumu kalıcı krizlerle parçalayan sürecin temelleri atılmaktadır. 

Bu şartlarda ihracatçıların gelirlerini desteklemek için uygulanan devalüasyon, sanayinin rekabet gücünü arttırmaksızın fiyatların yükselmesine yol açmaktadır.

Enflasyonun yüksek olmasının diğer bir nedeni de ihtiyaçlar artarken yatırımların azalmasıdır.

Buna karşılık şirketler mallara aşırı kara dayalı fiyatlar koymayı sürdürüyor. Serbest piyasanın bu kar politikası, enflasyonu besleyen en önemli etkendir.

Ek olarak her iki ülke de 1980'lerden bu yana döviz açığını borçla kapatma bağımlısı haline gelmiştir.

Uzun süredir bu borçları ödeyemez hale gelen Arjantin, borcu da borçla finanse ederek pazara bağımlılığını sürdürmektedir. 

Aldığı borç oranında sermaye kaçışının gözlendiği bu ülkede paranın ulusal ekonomiye ve halka gitmediği açıktır.

Türkiye ve Arjantin gibi reel rezervlerini tüketen ülkelerin para birimlerinde istikrarı sürdürebilmesi olanaksızdır.

Sağın popülizm eleştirisinin altında daima özelleştirme, işgücünün kuralsızlaşması, adaletsiz vergi sistemi, işsizlik ve kontrolsüz borçlanma vardır. 

Bu yüzden Mahfi Eğilmez'in Arjantin tahlili tamamen yanlıştır. Kendisinin de farkında olduğu gibi, analizi bilimsel olmayan bir indirgemecilikten ibarettir.

Kısaca kendisine Peronizm'in, popülizmden ibaret olmadığını söylemek isterim. Zaten popülizm bir ideoloji değil sadece politikada bir yöntemdir. 

Peronizm, askeri milliyetçilikten ilham almış; yabancı sermaye ve yerel elitlerle çatışma halinde olan sanayi burjuvazisini desteklemiştir.

Latin Amerika'da daha önce benzeri görülmemiş sosyal iyileştirmeler gerçekleştirmiş ve Avrupa sosyal demokrasisine yakın bir refah devleti kurmuştur.

Bu sayede işçi sınıfı hareketi üzerinde kalıcı bir etki yaratmayı başarmıştır.

Peronist popülizm yurttaşları devlet yardımıyla yaşamaya alıştırdığı için değil tam aksine modern bir işçi sınıfı ve kurallara dayalı bir sermaye ilişkisi yaratabildiği için Arjantin tarihine damgasını vurdu.

Bununla beraber eklemeliyim ki; Peronizm gibi uzun soluklu siyasi hareketler tek bir çizgide ilerlemedikleri gibi, tek bir kutuptan da oluşmazlar.

Bunların daima çatışma halinde olan sağ ve sol kanatları vardır. 

Hareket, dinamizmini yalnızca kendi zıt kutbunu, "anti"sini yaratmaktan değil aynı zamanda bu iç çatışmadan alır.

Hareketin kanatları dönemin koşullarına göre güçlenir, zayıflar bazen bağımsızlaşabilir hatta.

Peronizm, geri kalmış ülkede ortaya çıkan bir burjuva hareketi olduğundan yönetici sınıfın ihtiyacına göre ekonomi politikasını belirler.

1950'lerin devletçi Peronizmi 1990'lara geldiğinde neoliberaldir. 2001 krizi ise Peronizmin ilerici bir versiyonu olan Kirchnerizmi doğurmuştur. 

Fakat orada bile tek bir çizgiden bahsetmek mümkün değildir. Nestor Kirchner'in kurduğu dengeyi eşi Cristina tarım tekelleriyle, dış fonlarla ve medyayla çatışmaya girerek bozmuştur.

Ve bütün bunları popülizme indirgemek, dahası halkın kültürü böyle olduğu için ekonomi düzelmiyor demek en hafif tabiriyle insafsızlıktır.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU