CHP Genel Başkan Yardımcısı Uzgel: İsveç konusunda ABD ile pazarlık sürecek, bunun arasına girmek istemeyip hükümete kredi açtık

Indepedent Türkçe'ye konuşan ana muhalefetin "Gölge Dışişleri Bakanı" Prof. Dr. İlhan Uzgel, Türkiye'nin dış politikasının kişilere indirgenemeyeceğini söylüyor, "CHP Hamasçı, mezhepçi değil kendisini İsrail karşıtlığı üzerinden tanımlamaz" diyor

CHP'de yeni yönetimin resmen iş başına geçmesinin üstünden 50 gün geçti. 

Bu zaman aralığında hem Türkiye hem dünyada pek çok gelişme yaşandı. 

Gazze Savaşı, Ankara-Atina hattında yakınlaşma, terörle mücadele ve şehit haberleri, bitmeyen gündem F16'lar, ABD ile ilişkiler ve İsveç'in NATO üyeliği öne çıkan meselelerdi.

Ana muhalefet partisi CHP bir yandan hükümetin başta Gazze Savaşı ile ilgili yürüttüğü dış politikayı eleştirirken bir yandan yeni genel başkan Özgür Özel KKTC, Bosna Hersek ve Almanya'ya ziyaretler gerçekleştirdi. 

11 Kasım'da Türkiye siyasetinde ilk kez bir ana muhalefet partisi tarafından gölge kabine oluşturuldu.
 

162544.jpeg
CHP Genel Başkan Yardımcısı İlhan Uzgel / Fotoğraf: ANKA


Hükümetteki bakanlıkların faaliyetlerini izleyecek şekilde yapılandırılan gölge kabinede dış politikadan sorumlu isim bu kez emekli bir büyükelçi değil, tecrübeli bir akademisyen: Prof. Dr. İlhan Uzgel. 

Profesör Uzgel ile yenilendiğini söyleyen CHP'nin dış politika anlayışında nelerin değiştiğini, Gazze Savaşı'nda Türkiye'nin sürdürdüğü politikayı, CHP lideri Özgür Özel'in Filistin ziyaretini, TBMM Dışişleri Komisyonu'da İsveç'in NATO üyeliğine CHP'nin AK Parti ve MHP ile birlikte neden "Evet" dediğini ve gelecek yıl düzenlenecek yerel seçimlere dış politikanın olası yansımalarını konuştum.

"Dış politika aktörü gibi davranan bir CHP tasarlıyoruz"

CHP nin dış politika vizyonunda yeni dönemde ne değişecek? Ne eksikti, neyin tamamlanması gerekiyor? Eski genel başkan Kılıçdaroğlu döneminde dış politikaya yeteri kadar önem verilmiyor muydu?

"Geçmiş dönemde dış politikaya hiç önem verilmiyor" diye söyleyemeyiz. Bu doğru olmaz.  Ama derece meselesidir. Sayın Kılıçdaroğlu'nun yaptığı çok sayıda yurt dışı ziyaret var. Bazen bu ziyaretleri öne çıkarmak da gerekiyor olabilir.  CHP'yi dış politikada sesi daha fazla çıkan, daha fazla görünür olan daha fazla kendini hissettiren, dışarıyla daha çok konuşan, dışarıya daha çok seslenen, yani yalnızca içeriye değil hani dışarıyada da bir dış politika aktörü olarak davranan şekilde tasarlıyoruz.

"Dış siyaseti günlük siyasetin dışında bir alan olarak görmüyoruz"

Gelecek yıl Türkiye yerel seçimlere gidecek. Dış politikanın en azından belli bir süreliğine biraz daha geriye itileceği bir döneme mi giriliyor? 

Elbette yerel seçimler geliyor ve yerel seçimlerin dinamikleri çok farklı. Dış politika yerel seçimlerin ana konusu değil. Hiçbir zaman olmadı. Ama biz dış politikaya öyle bakmıyoruz. Siyasete bütüncül bakıyoruz. Dış politik siyaseti günlük siyasetin, iç politikanın çok dışında bir alan olarak görmüyoruz. Bir çok açıdan böyle. Aslına bakarsanız Erdoğan bunu önceden fark etmiş durumda. Artık dünya öyle bir yer değil. Yani dış politikayla iç politikanın böyle kesin hatlarla, koyu kalemle ayrıldığı bir dünyada yaşamıyoruz. Ama tabii belediye seçimi doğrudan dış politika ile ilgili olmayabilir ama genel olarak. Dış politika siyasetin bir parçası olduğu için bizim açımızdan önem taşıyor. 

"Özel, Filistin'e gidecek ama taraflardan dolayı ziyaret zaman alabilir"

CHP Genel Başkanı Özgür Özel'in yeni yıl için dış politika bağlamında tasarladığı ziyaret planları var mı?

Yurt dışı ziyaretlerimiz var. "Yerel seçimler var, dolayısıyla kritik bazı ziyaretlerden vazgeçtik" diyemeyiz. Yapılması gerektiğinde genel başkan Özel'in günübirlik ziyaretleri de olabilir. Bunların yeri ayrıdır. Bu tür ziyaretlerimiz olacak. 

CHP, Filistin'e kesin gidecek mi?

Öncelikli olarak genel başkan Özgür Özel de ilan etti, kamuoyuyla paylaştı. Evet, bir Filistin ziyareti planımız var. 

Erteleme var mı?

Erteleme yok ama muhataplarımızla görüşüyoruz. Hassas bir yer, hassas bir dönem farkındaysanız. Yani hala sürüyor. İsrail tarafı var, Filistin tarafı var. Hani böyle "Haydi uçağa atlayıp gideyim" diyeceğiniz bir yer değil. Sonuçta Türkiye'de ana muhalefet partisinin lideri bir çatışma bölgesine gidecek. Bunun detayları çok önemli. Buralarda hata yapmadan hareket etmek istiyoruz. Onun için biraz zaman alabilir bu. Doğrusunu isterseniz, zaman alması bizden çok taraflarla ilgili bir mesele. O yüzden bunun daha ince bazı boyutları var, onlar üzerinde çalışıyoruz. Görüşmelerimiz devam ediyor. Ama dediğim gibi dış politikanın alanı, mantığı biraz daha farklılaşabilir. Hani iç politikaya bunu yerel seçimlere de kurban etmiyoruz ama "Genel başkan sürekli yurt dışında geziyor ve içeryi ihmal ediyor" gibi bir görüntü de, böylesi bir tablo da doğru olmaz. O yüzden bu dengeyi kurmaya ve korumaya çalışıyoruz.

"Erdoğan yerel seçimde CHP'ye karşı Gazze meselesini öne çıkarabilir"

İç politikayla dış politika arasındaki bağlantıdan bahsettiniz. Elimde sizin de derleyenler arasında bulunduğunuz "AKP Kitabı: Bir Dönüşümün Bilançosu" isimli çalışma var, 2009 yılından. "Dış Politikada AKP: Stratejik Konumdan Stratejik Modele" başlıklı makalenizde şöyle bir ifadeniz var: "Her dış politika eyleminin iç politikaya doğrudan ya da dolaylı yansımaları vardır ve bu eylemin ülke içine yansımaları, etkileri olduğu kadar, o kararı alanlara yönelik etkileri de olur" Buradan hareketle, günümüze, Gazze Savaşı'na geldiğimizde bu meselenin yerel seçimlere dönük etkisinin iç politikaya yansımasının olabileceğini düşünüyor musunuz? Cumhur ittifakı tarafından, karşısında konumlanan ana muhalefet partisi CHP'ye yönelik?

Elbette iç politikaya baktığımızda CHP'nin yerel seçimlerdeki oyu, yani belediyelerdeki oyu hep daha fazla oluyor. O yüzden de Erdoğan yerel seçimleri genel seçimlere çevirmeye çalışıyor. Burada da geçen seçimde, yani geçtiğimiz mayıs ayındaki genel seçimlerde "beka" konusunu öne çıkarmıştı. Yani söylemeye çok dilim varmıyor, bunu tekrar ederek güçlendirmek de istemiyorum. Ama işte muhalefet terörizmle ilişkilendirmeye çalışan bir gündemle kendi seçmenini buradan ilişkilendirmeye çalıştı vesaire vesaire. Şimdi bu seçimde, Gazze konusunu öne çıkarabilir. İktidar için duruma göre seçimler İmamoğlu ile Sisi arasında oluyor duruma göre seçimler Özgür Özel ile Netanyahu arasında diye sunmaya çalışacak.
 

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)


Dolayısıyla az önce bahsettiğiniz kitabı AKP döneminde 2009'da yazmıştım. O eğilim çok daha güçlendi. Yani Erdoğan dış politikayı içerisi için yapar hale geldi. Özellikle son 10 yılda bu daha güçlendi. Daha önce bunun öğelerini görüyorduk. Biz yazıyorduk. İster genel seçim olsun ister yerel seçim olsun uzun süredir hükümet dış politikayı içerisi için yapıyor. Yani içerideki konumunu önceleyerek dış politika sürecini yürütüyor. En büyük itirazımız da buna zaten. Bu Türkiye'ye zaman zaman çok zarar verdi, bunları toparlayamıyor. Ya gidip el açmak zorunda kalıyorsunuz, siz ricacı oluyorsunuz ya da girişimleriniz, çabalarınız karşılık bulmuyor. Bu ikisinden biriyle karşı karşıyayız. Ya da böyle ayağına çağırıyorlar. "Gel, sen toparla çok istiyorsan" diyorlar. Dolayısıyla bu yaşadığımız, ortaya çıkan tablo, Türkiye'nin sahip olduğu bölgesel güç kapasitesiyle çok ilişkili değil maalesef. Türkiye bundan daha iyisini yapabilecek durumda. Türkiye bundan daha iyisine layık.

"Gölge kabine hükümete tam saha pres anlayışıyla kuruldu"

CHP'de 2018'de dönemin MYK'sı üzerinde bir parça denenen, dile getirilen, tam anlamıyla işlemeyen ancak Özgür Özel'in liderliğe seçilmesiyle birlikte kurumsal olarak şekillenen "Gölge Kabine" modelini görüyoruz. İngiltere'de oturmuş, Türkiye'de ise çok fazla denenmemiş bir model. Siz de Gölge Dışişleri Bakanısınız. Malum, CHP bugüne kadar dış politikayı genellikle emekli büyükelçilere, eski kıdemli diplomatlara emanet ediyordu. Siz ise deneyimli bir akademisyensiniz. Bu değişiklikler nasıl gerçekleşti? Özgür Özel'in takımına katılırken bununla alakalı bir konuşma oldu mu?

Elbette Özgür Özel bir değişim iddiasıyla geldi. Sayın Özel'in bu değişim iddiası yapısal bazı unsurları da beraberinde taşıdı. Gölge kabine bunlardan bir tanesi. Futbol terimleriyle konuşacak olursak, daha sıkı markaj, daha iktidara hazırlıklı olma anlamında önem taşıyor. Eskiden şöyle bir algı vardı: "Gelseler ne yapacaklar, nasıl yönetebilecekler? filan gibi. Gölge kabine biraz bu eleştiriyi de karşılamaya yönelik. Yani Türkiye siyasetinde bir yeni beklenti, yeni bir deneyim içeriyor. Hani biz de bunun devamında göreceğiz. Çok kolay değil. Çünkü bu İngiltere'de daha kurumsallaşmış bir mekanizma. Türkiye'de geçmişte galiba SHP döneminde de denenmiş. Türkiye'nin şartlarına bunu adapte etmemiz gerekiyor. Bunun için çalışıyoruz. Yeni olan hiçbir şey kolay değildir. Hani biraz göstermek gerekiyor. Her bir bakanlığın, icracı konumdaki her bir bakanlığın karşısına düşen bir MYK üyesi var, bir genel başkan yardımcısı var. Dolayısıyla hükümete tam olarak böyle tam saha pres gibi bir anlayışla hareket ediliyor. Bunun sonuçlarını test edeceğiz zaman içinde. 

"CHP Hamasçı, mezhepçi değil kendisini İsrail karşıtlığı üzerinden tanımlamaz"

 Peki siz bugün dışişleri bakanlığı koltuğunda otursaydınız Gazze konusunda nasıl bir politika yürütürdünüz?

"Hükümet olsanız Gazze'de ne yaparsınız?" Şöyle söyleyeyim. Bu hükümetin yaptığı bazı şeyler yapılmayabilir. Çok fazla konuşma var ve ortada hiçbir şey yok. CHP'nin iktidar olduğu bir hükümet düzeninde hükümet kendisini İsrail karşıtlığı üzerinden tanımlayan, Hamasçı, dış politikayı sekteryen, mezhepçi, dinsel perspektiften tanımlamaz. Bu işin ABC'si. AKP dış politikayı ABC'den çıkardı. Yani Müslüman Kardeşler'in peşine takılmış bir hükümet vardı ve yıllarca böyle gitti. CHP iktidarında bunlar olmayacak. Dış politika kendi mantığı içinde yürütülmek zorundadır. Türkiye için yapılmak zorundadır. Yani AKP iktidarıyla bizim yaşadığımız en büyük sorun dış politikanın çok dar bir çevre içinde, hatta Erdoğan'ın şahsi iktidarı için yürütülen bir sürece dönüşmesiydi. Buradan hareket ederseniz, bölgede saygınlığı olan bir ülke olsaydı Türkiye şimdiye kadar Gazze sorununda daha aktif roller alabilirdi. Ateşkes için daha fazla çalışabilirdi. Fakat Erdoğan öyle bir konumda ki; çok Hamasçı görünüyor. O yüzden arabuluculuk olmadı. Tutturdu "Biz garantör olacağız" diye. İnanın dünyada bir cümleyle karşılık bulmadı. Yani bir tane ülkede ne doğuda ne batıda ne güneyde ne Ortadoğu'da, bir tane ülke, bir tane lider, bir tane dışişleri bakanı çıkıp "Siz şöyle mi garantör olacaksınız?" diye soru bile sormadı. Kamuoyunda hiç tartışılmadı. Dolayısıyla en azından bu hallere düşmeyecek bir Türkiye'yi en azından vadedebiliriz. Yapılacak şeyler aslında çok belli. Siz mantıktan rasyonaliteden sapmazsanız ve onun üzerine yaratıcı bazı fikirlerle gelirseniz tamam... Hem akademisyen kimliğimle hem CHP adına söylüyorum Türkiye sahip olduğu kapasiteyi kullanamıyor. Yani çarçur ediyor, yani bundan çok daha fazlası vardır. Bu coğrafyada 85 milyonluk bir ülkesiniz. Sanayileşmiş bir altyapınız var. Bu Erdoğan'dan çok önce başlamış bir şey. Yani Türk Hava Yolları, evet güçlü ama Türk Hava Yolları geçmişte de, Erdoğan iktidarından önce de çok güçlü bir şirketti. Bu tür özellikleri olan bir ülkeden söz ediyoruz ve bu potansiyeli kullanamıyor. Çünkü Erdoğan hükümeti dış politika konusunda da bu ülkeyi çok yordu. Çok sıkıntılı süreçler yaşadık. Çok fazla ayağa bastı. Türkiye önemli bir ülke olduğu için Erdoğan'la görüşülüyor. Yoksa Erdoğan tercih edildiği için değil. Bu sorunu yaşıyoruz. CHP iktidarında bunların hiçbiri olmazdı. Yani CHP'li bir Türkiye hakikaten bölge siyasetine, çok daha somut katkılar sağlayabilirdi. Bu Libya'dan Karabağ'a kadar devam eden bir coğrafyada, Ukrayna'da dahil olmak üzere bundan daha fazlasını yapabilirdi, bunu iddia ediyoruz.

"ABD ile pazarlık sürecek, CHP bunun arasına girmek istemedi, kredi açtı"

Daha önce verdiğiniz bir mülakatta "AKP'ye muhalefet eden değil CHP'nin mutlaka kendi dış politikası olmalı" demiş, partinin sol-sosyalist partilerde temaslarının daha yoğun olması gerektiğini söylemiştiniz. Bu bağlamda CHP'nin İsveç'in NATO'ya üyeliği konusunda Cumhur İttifakıyla beraber "Evet" demesini nasıl değerlendirirsiniz? 

Sayın Özel kurultayda demokratik yollarla seçildiğinden bu yana çok hızlı bir dış politika gündemi oldu. Üç ülkeye gidildi. Kıbrıs, Bosna Hersek ve Almanya'ya. Özellikle Almanya'daki ziyaret çok önemliydi. Orada başbakanla görüştü. Sayın Özel, bir buçuk aylık süre içinde dört sosyal demokrat liderle görüştü. İş başında ya da muhalefette olan... Bunun dışında Almanya Başbakanı da var. Aynı zamanda sosyalist enternasyonelin de başkanı... Almanya'daki kongrede onunla da görüşüldü. Dolayısıyla CHP kendisine yakın, "siyasi akraba" dediğimiz  siyasi partilerle görüştü, görüşüyor. Ben Avrupa'da, Brüksel'de iki hafta önce Avrupa Sosyalistleri Partisi'nin toplantısına katıldım. Bu temaslar güçlenerek devam edecek. Diğer sorunuza gelince... İsveç NATO üyeliği oylaması meselesi... Orada şöyle bir sorun var, ilk baştaki sorunuzla da ilişkilendirerek söyleyeyim. AKP çok yön değiştiriyor. Yani dış politikasının temelinde belirsizlik ve tutarsızlık var. Bunu bir strateji olarak da kullanıyor bazen. Bazen hata yaptığı için de bu kadar fazla yön değiştirmek zorunda kalıyor. İkisini birlikte işliyor. CHP'nin buradaki tutumu şu. Eğer İsveç NATO'ya üye olacaksa bunun pazarlığını doğru dürüst yapmak lazım. Bu pazarlık yapılabilir. Siyasette, dış politikada pazarlık yaparsın. AKP buralarda pazarlık yapamadı. Sorun geldi en son CHP'nin de içinde bulunduğu TBMM'deki Dışişleri Komisyonu'na... CHP'nin NATO'nun genişlemesine karşı özel bir tavrı yok. "NATO'nun genişlemesine karşıyı, NATO'ya karşıyız!" Yani sonuçta merkez partisiniz, kitle partisisiniz... CHP'nin yıllardır NATO içinde yalnızca sağlam durmak, ABD'ye karşı sağlam durmak gibi bir kaygısı var. İsveç'in NATO'ya üye olması, Türkiye'nin güvenliğine çok büyük katkı sağlamasa bile şu an kuzey kanadında önemli bir gelişme olarak görülüyor. Zaten İsveç pratik olarak NATO ile işbirliğini, entegrasyonunu çok yoğun bir şekilde de sürdürüyor. O yüzden de burada parti meclis grubu olumlu oy kullandı.

Dış ilişkiler komisyonunda CHP tarafından F-16’lar konusunda bir gelişme olup olmadığı soruldu İstanbul Milletvekili Oğuz Kaan Salıcı tarafından. Dışişleri Bakan Yardımcısı Burak Akçapar ise bu soruya, “En son telefon görüşmesinde ABD Başkanı İsveç üyeliği gerçekleştikten sonra kongre üzerinde etkisini kullanarak girişimde bulunacaklarını sayın cumhurbaşkanına çok açık ifadelerle teyit etti” yanıtını verdi. Siz iktidarın bu yanıtını nasıl değerlendiriyorsunuz? İktidar F-16 tedariği konusunda ABD'den garanti almış olabilir mi? İlaveten CHP'nin "Evet" demesi NATO'ya genişlemesine karşı olmamasından ziyade ABD'den gelecek ve terörle mücadelede kulllanılacak olası F-16 tedariği noktasında "Hayır" tarafında kalmama kaygısını da beraberinde taşıyor mu? 

Açıkça konuşmak gerekirse, Biden da Erdoğan da aslına bakarsanız pazarlığın İsveçle değil, ABD ile yapıldığını söyledi. Çünkü ABD'de yürütmeyle yasama yani başkanla kongre arasındaki ilişki Türkiye'de cumhurbaşkanıyla meclis arasındaki ilişki gibi değil. Bu yüzden bu biraz daha bekler. O garantiler alınmadan genel kuruldan geçmesi ve İsveç'in NATO üyeliğinin kesinleşmesi kolay değil. Orada pazarlık bir süre daha devam edecek. Ama CHP bunun arasına girmek istemedi. Çünkü belli ki; hava kuvvetlerinde, silahlı kuvvetlerde bu ihtiyaç biraz acil görülüyor. Çünkü F16 teknik bir konu ama F16 filosu eskiyor. Şu an işliyor ama önümüzdeki F16 anlaşması için, alımı için anlaşma yapsanız zaten teslimi birkaç yıl sürüyor, sıraya giriyorsunuz.  O yüzden  bunun arasına girip...

"CHP bu pazarlığın arasına girmek istemedi" diyorsunuz anladığım kadarıyla.

Böyle bir boyutu var. Ama hükümetin de buradaki olumlu oyu, ayrı olmayan oyu daha iyi pazarlık yapmak için kullanması gerekiyor Amerika'yla. Bilmem anlatabiliyor muyum?

Evet.

Bu CHP tarafından açılmış bir kredidir. "Git ABD ile bunun pazarlığını iyi bir şekilde yap" demeye getiriyor aslında CHP. Erdoğan'ın bunu böyle bir kişisel pazarlıktan değil, "Bakın hani burada bir ihtiyaç var, bu İsveç'in üyeliği genel kurulda oylanacak. Siz de burada zorluk çıkarmayın. Artık kongre bu işi halletsin, senatör Bob Menendez de gitti zaten, bahaneniz de kalmadı" gibi bir pazarlık sürecine çevirmesi gerekiyor.

"Erdoğan yerel seçimde yine Yunanistan'a yüklense şaşırır mıyız?"

CHP’nin dış politika anlayışının ilk sacayağını, “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” mottosu oluşturuyor.  Bu çerçevede Atatürk bir taraftan Sovyetlerle barış anlaşması yaparken bir taraftan da Türkiye’nin yönünü ve hüviyetini Batı’ya çevirmiş, adım adım dönüşümü gerçekleştirmişti. Bu politikanın tek boyutlu, pasif bir dış politika anlayışı olduğunu öne sürenler de var. Siz ne dersiniz?

Bu bu genel ilkedir, Atatürk'ün "Yurtta Barış, Dünyada Barış" sözü genel çatıyı, genel ilkeyi oluşturur. Ama siz bunun içini doldururken Yunanistan'la ilişkilerde tabii ki Atatürk-Venizelos dönemine gönderme yaparız ama bunun anlamı "Her durumda, Yunanistan'ın istediklerini kabul ederim, deniz yetki alanlarında da... Öyle barış olsun" değildir. Haklarını sonuna kadar koruyarak barışı savunmaktır. Bu çizgi çok rahat tutturulabilir. Problem AKP iktidarı döneminde kesin bir hattın olmaması, çok araçsallaştırılması bu işlerin. Yani sonuçta Ege'deki sorunlar belli. Benim öğrenciliğimden beri, lisanstaki öğrenciliğimden beri bu sorunlar vardı. Ben ortaokuldayken de vardı. Dolayısıyla sorunların ne olduğu biliniyor. Mesele bunların nasıl çözüleceği... Bunlara iç politika için hani "Arada kaşıyalım da biraz böyle Yunanistan'a karşı sert görünelim, içeriye de faydası olsun" Hani bu iç politika kaygılarından kurtarmak lazım dış politikayı. İktidarın da bu alanını biraz daraltmak lazım. Bunun bir faydası da yok. Yani bir gün öyle diyorsunuz, bir gün böyle diyorsun. Şimdi herkes biliyor. Yunanistan başbakanına bir sürü laf ettin, sonra gittin ayağına görüştün. İşte anlaşma imzaladın, bildiri yayımladın, anlaşma demeyelim buna. Ondan sonra yine lazım olduğunda ya da işte mart ayının ortasında lazım olduğunda yine "Bir gece ansızın gelebilirim" diyebilir Erdoğan. Mesela bunu dese şaşırır mıyız? Siz beni arasanız, "Çok şaşırdınız mı?" diye sorsanız ben size sorsam "Şaşırdınız mı?" diye... Herkes biliyor bunu ve muhatapları da biliyor. Problemimiz bu. Her gün Erdoğan bugün bunu söylüyor ama yarın lazım olursa yine Ege'de gerginlik politikasına geçebilir. Bunun bir anlamı yok. Yani dış politika böyle olsun istemiyoruz. Bir mantığı olsun, bunun Türkiye'ye de faydası yok ki.  Yani "Türkiye bunun çok faydası oluyor bu siyasetin" desem inanın ağzımı açmam o zaman. Hadi diyelim sineye çekelim, "Önemli değil" diyelim. Ama Türkiye bir faydası yok ki bu siyasetin. Yani sözü dinlenmeyen, bu anlaşmayı yapalım ama ne zaman bozacağı belli değil, bizde anlaşmadan uzlaşmadan kaçınan taraf gibi görünmeyelim deyip ben yanaşıyorlar falan onlarda...

"Putin makro siyaset yürütüyor, stratejik düşünüyor"

Wall Street Journal (WSJ) gazetesinin köşe yazarı Gerard Baker, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in 2023’ün jeopolitik kazananı olduğunu belirtti. Hatırlayacaksanız eski genel başkan Kılıçdaroğlu, ocak 2020'de Türkiye'nin dış politikasını belirleyen kişinin Putin olduğunu söylemişti. Siz bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyız, burada yaşıyoruz şu an CHP'nin Dış Politikadan Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı olarak da böyle bir ifadeyi çok ağır ve fazla bulurum. Doğru da bulmam. Erdoğan ve Putin'in çok özel bir ilişki kurduğunu, bunun şeffaf olmadığını, devletin bildiği kayıt ve takibinin biraz dışında geliştiğini, telefon trafiği olduğunu, görüşmelerin baş başa yapıldığını, bunun doğru ve sağlıklı bir ilişki kurma yöntemi olmadığını söylerim. Erdoğan yönetimini komşularla bütün ilişkileri bozmakla suçlayıp sonra "Rusya'yla ilişkileri bozalım" demek kendi açımızdan tutarsızlık olur. Rusya, Türkiye'nin çok önemli bir komşusu. Denizden komşusu. Çok önemli bir turizm, enerji, ekonomik ortağı. Önemli bir güç her şeye rağmen. Ukrayna Savaşı'na, Ukrayna'nın işgaline itiraz ediyoruz. Bunu doğru bulmuyoruz. Ama bu Rusya'yı karşımıza alarak böyle körlemesine Batıcılık yapmak değil. Rusya'yı ciddiye alıyor, Rusya'yı önemsiyorum. Rusya bizim komşumuz. Rusya'yla ilişkileri belli bir seviyede tutmak gerekiyor. Rusya ile ilişkileri alt üst ilişkisi olmayacak, gidip kapısında beklenmeyecek bir seviyeye getirmek gerekiyor. İki otoriter rejimin ittifakı
parantezinden çıkarmamız gerekiyor.

Hani Rus dış politikası ve diplomasinin hafızası çok güçlüdür derler. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın daha pragmatist bir politika izlediği doğru. Geçtiğimiz günlerdeki oylamada sizce Rusya komisyonda CHP'nin İsveç'e "Evet" dediğini not etmiş midir bir köşeye?

Edebilir ama sonuçta Erdoğan da Finlandiya'ya "Evet" dedi. Ve bin 380 kilometre sınırı var. Erdoğan F16 almaya çalışıyor. Türkiye NATO ile aslına bakarsanız çok fazla görünür olmayan alanlarda gayet de iyi iş birliği yapıyor işte. Baltıklarda hava polisliğine Türkiye katkı sağlıyor F16'larıyla falan. Bunlar sorun değil. Putin daha makro yaklaşıyor, siyaseti stratejik düşüyor. Bu tür detaylarla ilgilenmiyor. En son noktada Erdoğan, Putin'in yanında mı değil mi? S400 alıyor mu almıyor mu? Evet aldı ve sorun yarattı. Akkuyu Nükleer Santrali Rusya'ya verildi mi, verilmedi mi? Bu tür makro konulara bakıyor. Yoksa Türkiye'nin aslında bir NATO üyesi olduğunun Putin çok iyi farkında. Bu gerçekliği bilerek siyaset yürütüyorlar. 

 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU