Emekli Kahire Büyükelçisi Göktürk: Gazze Savaşı'nda Türkiye Soğuk Savaş döneminin Finlandiya'sı gibi oldu

Gazze Savaşı 66. gününde. İsrail saldırıları sürüyor. Ateşkes çağrıları daha yüksek sesle dillendiriliyor ama ABD İsrail'in arkasında durmayı sürdürüyor. Süreç nereye evrilecek, Ankara nasıl bir tavır takınıyor? 40 yıllık diplomat Şafak Göktürk yanıtladı

Fotoğraf: AFP

Önce savaşta güncel durum.

İsrail tankları Güney Gazze Şeridi'nin ana şehri Han Yunus ve çevresinde biraz daha batıya doğru ilerlemeye çalışıyor. 

Han Yunus sakinleri tankların şehrin ana kuzey-güney yoluna ulaştığını söylüyor, bir yandan hava bombardımanı da sürüyor. 

Kentin nüfusu yarım milyonu aşmış durulda ve çökme tehlikesi altındaki Han Yunus'ta salgın hastalık tehdidi de kapıda.

İki aydan fazla süredir devam eden savaş ile ilgili Dünya Sağlık Örgütü'nün ortaya koyduğu raporlar felakete işaret ediyor.
 

10338102535411042.jpg
İsrail'in Güney Gazze Şeridi'ndeki Han Yunus'a düzenlediği saldırı sonrasında hastanede toz ve kan içindeki yaralı bir Filistinli kadın, devam eden İsrail ve Filistin grup Hamas arasındaki çatışmaların ortasında 15 Kasım 2023 tarihinde bir yaralı kız çocuğunu kucaklıyor / Fotoğraf: AFP


Gazze'deki hastaneler, ölü ve yaralı Filistinlilerle dolup taşıyor.

Gazze'deki sağlık otoritelerine göre İsrail saldırıları sonucu hayatını kaybedenlerin sayısı 18 bine yükseldi, yaralı sayısı 50 bine yaklaştı.

İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu onlarca Hamas savaşçısının teslim olduğunu söylüyor.

İddiaya reddeden Hamas 180 İsrail askeri aracını imha ettiklerini belirtiyor.

İki tarafın da sunabildiği bir kanıt yok.

Gazze'de uluslararası insancıl hukuk ile bağdaşmayan üzerinde sadece iç çamaşırıyla bırakılmış Filistinli erkeklerin tepki çeken görüntüsüyle ilgili İsrail askeri sözcüsü Tümamiral Daniel Hagari, "Rutin güvenlik prosedürü, yıllardır yapıyoruz" açıklaması yapıyor.
 

GAZZE REUTERS.JPG
Yakalanan ve alıkonulan Filistinliler, İsrail askerlerinin nöbet tuttuğu Gazze Şeridi'nin kuzeyinde bir sokakta oturuyor, 8 Aralık 2023 / Fotoğraf: Reuters


Ateşkes çağrıları sürüyor, bununla ilgili dünyanın dört bir yanındaki aktivistler küresel grev çağrısı yapıyor.

Cuma günü, ABD, insani nedenlerle derhal ateşkes talep eden BM Güvenlik Konseyi önerisini veto etti.

BM kurulduğundan beri ABD, BMGK açık oturumlarda ateşkes karar tasarılarını sayısız kez veto etti. 

Bu vetoların çoğu, İsrail'in çıkarlarını korumak içindi. 

1976 Lübnan İç Savaşı, 1982'de İsrail'in Lübnan'ı işgali,1987'de Filistin İntifadası, 2001'de İsrail-Filistin çatışması, 2006 İsrail-Lübnan Savaşı'nda olduğu gibi.

ABD bu kez gerekçe olarak karar tasarısının arkasındaki süreci "aceleye getirilmiş" olarak nitelendirdi. 

BM Genel Sekreteri Guterres ise ateşkes teklifini tek başına veto eden ABD’yi "Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin otoritesi ve güvenilirliği zedelendi" sözleriyle eleştirdi.
 

foto gutte.jpg
BM Genel Sekreteri Guterres / Fotoğraf: AP


Bunun üzerine Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nun 193 üyesi İsrail ve Hamas arasındaki çatışmada derhal insani bir ateşkesi talep eden bir tasarı üzerine yarın oylama yapabilir.

Ekim ayında genel kurulun, "Derhal, sürdürülebilir ve sürekli bir insani ateşkesin sağlanmasına yol açan bir ateşkes" çağrısına 121 lehte, 14 aleyhte ve 44 çekimser oyla karşılık çıkmıştı. 

Cuma'dan pazartesiye yaşananların özeti, Gazze Savaşı'ndaki son vaziyet bu.

Peki bundan sonra neler yaşanacak?

Türkiye, Gazze Savaşı boyunca nasıl bir tutum takındı ve bundan sonra ne yapabilir?

Savaşın ardından Gazze'nin geleceği nasıl şekillenecek?

Arap dünyası Hamas'a ve Filistin'e nasıl bakıyor? 

Savaş ne zaman biter, gerçek bir ateşkes ne zaman gelir? 

Ankara-Tel Aviv ilişkileri ne olacak, ticaret denklemin neresinde kalıyor?

Akıllara takılan soruları Dışişleri Bakanlığı'na 40 yıla aşkın hizmet veren eski Kahire Büyükelçisi ve 2002-2005 yılları arasın Ortadoğu Genel Müdür Yardımcılığı görevi üstlenen Şafak Göktürk ile konuştum.

"Hamas'ın Gazze'deki varlığı sonlanıyor"

Geçen ayın sonunda Gazze’deki durum için "taksitle uzatılan çekişmeli bir ateşkes" nitelemesi yapmıştınız. O insani ara, geçici ateşkes, "eller tetikte ateşkes", bitti. Saldırılar sürüyor. BM Genel Sekreteri Guterres, çok nadir kullanılan 99. maddeyi yürürlüğe sokarak BM Güvenlik Konseyi'ni derhal insani ateşkes talep etmeye çağırdı.  Ancak ABD karar tasarısını veto etti. İngiltere çekimser oy kullandı. Diğer 13 üye ise "Evet" dedi. Bu herhalde beklendikti öyle değil mi?

Evet. En azından şaşırtıcı değildi.

Geçmişte de bakıldığında özellikle Filistin'le alakalı 1987’de, 2001'de, 2006'da alınan kararlara göz atıldığında benzer bir durum görüyoruz. Peki ateşkesin gerçekten sağlanabilmesi çok mu zor?

Biraz daha zamanı var gibi gözüküyor. Türkiye de dahil olmak üzere bir an önce ateşkesin sağlanması için uluslararası baskı sürdürülüyor ve bu olması gereken bir şey. Bu yapılıyor ama bunun hemen sonuç vermesini kimse zaten gerçekçi bir şekilde beklemiyor.

En son Dışişleri Bakanı Hakan Fidan uluslararası sistemin zafiyetinden bahsetti...

Evet. Bütün ülkeler bu yönde bir çaba gösteriyor. Yani doğrudan savaşan taraflar ve arkalarındaki fikirlerin dışında herkes bir an önce ateşkes çağrısı yapıyor. Şu anda ateşkesin uygulamaya girmesini arzulamayan taraf İsrail ve ona koşullu baskı uygulayan ABD. Ben ateşkesin devam edebileceğini öngörmemiştim. İnsani facianın bu kez savaşın marjında değil savaşın ana unsurlarından biri olarak yönetildiğini söyledim. İsrail'in kara harekâtı yapmaya karar vermiş olması ve başlaması, sivil kayıpların çok yüksek olacağının işaretiydi. İsrail bu yolla karşı tarafa baskı yapmak istedi. Hamas'a, bütün Arap ülkelerine, hatta Mısır'a baskı yapmak istedi. Özellikle Gazze'deki nüfusu kaydırmak bakımından. Bunu daha aşırı şekilde ifade edenler, daha ideolojik üslupla  dile getiren İsrailli bakanlar oldu, "Gazze İsrail toprağıdır" gibi açıklamalarla...
 

hamas.jpg
Ebu Ubeyde, Filistin İslam Hareketi Hamas'ın askeri kanadı olan İzzettin Kassam Tugayları'nın sözcüsü. Fotoğraf 31 Ocak 2017 tarihinde Güney Gazze Şeridi'ndeki Refah kasabasında düzenlenen bir anma töreninden / Fotoğraf: Times of Israel 


Başından beri  -İsrail'in uluslararası kamuoyunun kaldıramayacağı ölçüdeki isteklerini bir kenara koyacak olursak- iki temel hedef gözettiğini gördüm İsrail'in. Bir hayatta olan rehineleri geri alabilmek, iki Hamas'ın artık Gazze'de idari, askeri ve siyasi bir varlık olarak bulunmaması, yani Gazze'deki var oluşunu sonlandırmak. İsrail Başbakanı, İsrail yetkilileri hep bir arada söyledikleri için bu bir an kafa karışıklığına yol açmıştı. "Hamas’ı artık ortadan kaldıracağız" dediler. Herkes de haklı olarak "Bu bir siyasi hareket, nasıl ortadan kaldıracaksın?" dedi. Zaten bu gerçekçi bir hedef değil. Ama İsrail’in asıl gerçekleştirmek istediği esas hedef Hamas’ın ne Batı Şeria ne başka bölge ülkelerinde varlığına devam etmesi... Bu mümkün değil ama Gazze'de Hamas varlığını sonlandırması mümkün. Zaten şu anda da çok kanlı bir şekilde bunu yapıyor. 

"Arap rejimlerinin gözünde Hamas'ın iki günahı var"

Peki Gazze’deki Hamas liderliğinin -ki; Hamas liderliğinin büyük bir kısmı esasen Gazze'de değil-, kalan savaşçıların üçüncü bir ülkeye tahliye edilmesi gibi bir durum söz konusu olabilir mi savaş sonrası?

Olabilir. Bakın daha önceki Gazze savaşlarında İsrail yine sivilleri de gözetmeksizin bombalıyordu, binalar yıkılıyordu. Şimdi ise mahalleler yok oluyor, mahalleleri dümdüz ediyorlar; kara harekatının hazırlığı amacıyla yapıldığı besbelli. Gazze’den Hamas’ı çıkarmak konusunda İsrail, Arap ülkeleriyle mutabık aslında. Hamas’ın Arap rejimleri bakımından şimdi iki günahı var. Biri Müslüman Kardeşler’in Gazze şubesi olmasıydı. İkincisi İran’ın aparatı haline gelmesiydi. Yani iki yönden de yaranma şansı yok Hamas’ın Arap devletlerine. Hatta bu savaştan sonra Katar’ın dahi Hamas'la ilişkisini yeni bir düzenleme içine koyabileceğini zannediyorum. Şimdiye kadar olduğu gibi o kadar yakın olmayacak.

"Hamas'ın tahliyesi halinde üçüncü ülke biz olursak hareket şansımız kalmaz"

Hamas yönetici ve savaşçı kadrosunun üçüncü ülke tahliyesinde rota neresi olabilir? Bir öngörünüz var mı?

Hiç bilmiyorum ama bir yol bulabilirler.

Türkiye bu denklemde bir yerde durabilir mi?

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Hamas’ı gözeten beyanına karşı “O zaman siz alın” diye İsrail Dışişleri Bakanı böyle bir paylaşım yaptı. Ben ise bu olasılığı düşünmek dahi istemiyorum. Böyle bir şey Türkiye'nin elini kolunu bağlar. Hamas'a söylemsel desteğin kalıcı, bağlayıcı bir kabule kadar uzanabileceğini düşünmek dahi istemiyorum. Çünkü bunun Türkiye'nin elini kolunu çok fena bağlayacağı ve ondan sonra da pek hiçbir hareket şansının kalmayacağı ortada. Denklem şu. Bu insani felaket o kadar büyük ki; Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri çok istisnai olarak başvurulan 99. maddeyi işletti ve güvenlik konseyini uluslararası barış ve güvenliğin tehlikeye girdiği gerekçesiyle toplantıya çağırdı. O toplantıda zaten Amerika’nın vetosu nedeniyle kabul edilemeyen karar tasarısı da görüşüldü.
 

erdo haniye.jpg

Tarih 3 Ocak 2012, dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, Gazze'deki Filistin Hükümetinin Başbakanı İsmail Haniye'yi kabul etmişti / Fotoğraf: AA


Bütün bunlar karşı denklemin öbür tarafındaki unsur ağırlığını ortaya koyuyor. Yani burada giderek büyüyen bir uluslararası tepki ve Filistin halkı lehinde bir destek oluşmaya başladı. Şimdi Türkiye’de hükümet “Batı, ABD Gazze'de yaşananları tümüyle görmezden geliyor” diyor ama o ülkeler demokratik ülkeler. Sokaklarında sürekli 100 binlerce insan yürüyor. Bunun o hükümetler üzerinde bir baskı kurduğu belli. Fransa Cumhurbaşkanı bile tümüyle İsrail’i kayıran, Filistinlilerin canına-malına pek aldırmayan üslubunu değiştirmek zorunda kaldı. 
 

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)


Dolayısıyla bir iç kamuoyu baskısı da var her ülkede. Hatta Amerika Birleşik Devletleri'nde… 

Tabii ama esas itibarıyla İsrail'in insani bir katliama, faciaya yol açan harekâtına olarak tepkiler dolayısıyla hükümetler baskı altında. Hükümetlerin hepsini de aynı sepete koymamak lazım. İspanya'nın tutumu buna bir örnek.

Evet, İspanya çok daha farklı bir tutum sergiledi. Hatta Türkiye’den İspanya Başbakanına “yiğit” yakıştırması bile geldi. 

Evet. Ondan sonra Belçika Başbakanı da farklı bir üslupla konuştu. Avrupa Birliği’nin zaten hangi konuda varlığı hissediliyor ki burada hissedilsin? Onun için tek tek devletlerin tutumuna bakmak lazım. Batı’da da bir çözülme var. Savaşın başlangıcındaki ölçüde İsrail’in arkasında bir siyasi destek durmuyor, bu açıkça gözüküyor. Ama burada belirleyici olan Arap ülkelerinin tutumu. Arap ülkeleri hem Hamas’ı istemiyor hem artık Filistinlilerin ölümüne bir an önce son verilmesini istiyor. 
 

ABBAS.jpg
ABD Dışişleri Bakanı Blinken ve Filistin Devlet Başkanı Abbas / Fotoğraf: AP


Bu çok önemli bir baskı. Bu Amerika tahrikiyle İsrail üzerinde baskıdır bir bakıma. ABD Dışişleri Bakanı Blinken’ın dört kez bölge turuna gelmesi alışılmış, olağan karşılanabilecek bir durum değildir. Dolayısıyla ABD’nin de ağır baskı altında olduğu belli. Çünkü şu anda taktik olarak savaşı kazansa dahi İsrail ve arkasındaki ABD o savaşı kazanmasına destek olmuş olsa bile görünen stratejik savaşı kaybettikleri.

"İsrail ve ABD uzun vadeli savaşı kaybediyor"

Uzun vadeli savaşı mı kaybediyorlar?

Evet kaybediyorlar. O kadar büyük bir katliam, o kadar büyük bir yıkım ortaya çıktı ve o kadar çaresizleşiyor ki… Guterres ne diyor? “İnsani yönetim tümüyle çökmek üzere” diyor. En basiti yaralı insanların dahi hayatta kalmasının mümkün olamayacağı bir durumun ortaya çıkabileceğini söylüyor BM Genel Sekreteri. 

Eski Kahire Büyükelçisi olarak siz Mısır'ın oynadığı rolü nasıl okudunuz?

Mısır’ın durumu burada belirleyici oldu. “Ben almayacağım” dedi. Dolayısıyla “Gazze içinde sorunun halledilmesinin çaresine bakın” dedi. İşte bu da İsrail üzerinde coğrafi baskı oluşturdu. Bu karşılıklı baskılar sonrası İsrail'in Gazze'den Hamas’ı atma hedefiyle insani kayıpların bir an önce son bulması arasında bir yerde duruyoruz. Bu böyle bir savaş.

"Ateşkes için ocak ayı başını öngörüyorum"

Yani savaşın politik maliyeti, dünyanın karşılaştığı bu yıkım ve ölümlerin çok daha ötesinde mi diyorsunuz? Çatışmanın sonuçları savaş meydanında değil politik düzlemde mi olacak diyorsunuz?

Evet, neticede oraya gelecek. Onun için de İsrail’in önünde aylar olduğunu sanmıyorum. 

Bu savaşı sürdürmek ve ateşkes düzleminde mi?

Evet, İsrail'in bir süre daha devam etmesi gerekecek. Öncelikle kuzeyde tümüyle denetimi eline geçirmek isteyecek. Ve Hamas’ın esas varlığının Han Yunus’ta olduğu düşünülüyor. Orası yukarıdan da kuzeyden de gelen nüfusla normal halinin üç katına çıkmış bir insan yoğunluğunda. Böyle olduğu için harekat çok daha zor ve ölümcül hale geliyor. İsrail askerleri bakımından da bu böyle… Hani hep dendi ya, “Yerin 10, 20, 30, 40, 60 metre altında tüneller var” diye. Ele geçirilmesi imkânsız diye sunuldu. Askeri uzman değilim, onun için bu konularda konuşmaya kalkmam ama görebildiğim İsrail'in aslında yapmak istediği alan kontrolünü yaptıktan sonra insanlar zaten çıkmak zorunda kalacaklar. Kaldı ki başka yöntemler de var. (Tünellere) deniz suyu basılacak. Kuzeyde anladığım kadarıyla tünellerin tamamının girişini tespit etmişler.

Bu deniz suyu basmanın çok büyük bir felaketi de beraberinde getireceği belirtiliyor...

Evet ama İsrail’in felaketi dikkate alarak hareket edeceğini tabii bekleyemiyoruz.

Elbette. Siz zaten İsrail'in çerçevesini aktarıyorsunuz.

4. Cenevre Konvansiyonuyla, birinci ek protokolünün hemen tüm hükümlerinin İsrail tarafından ihlal edilmiş olduğunu söylüyorum başından beri. Dolayısıyla bunun hukuki süreci neyse o yapılır. Demek ki; İsrail’in bundan sonra daha hızlandırılmış ve alan hakimiyetine sağladığı veya sağlamaya yakın olduğu bir noktada, Han Yunus’ta Amerika'nın da baskısıyla ateşkese yaklaşılacağını düşünüyorum. Bir şey daha var herkesin gözden kaçırdığı. Katarlılar “Kesin ateşkesin koşullarını da görüşüyoruz” dediler. Herkes esir değişimi konusuna odaklanmıştı. Ama o açıklama üzerinden bakılacak olursa "end game" vaziyetine ilişkin bir şeyleri de konuşuyorlar. Hamas’ın istediği kadar roketi veyahut tüfeği elinde kalmış olsun... Nasılsa kazanamayacağı ve bütünüyle imha olacağı ortada. Dolayısıyla böyle bir noktada Hamas’ın artık Gazze'deki mevcudiyetine son verilecek bir noktada ateşkesin günü belirlenir gibi geliyorlar. Buna haftalar var. Şimdiye kadar operasyonların ilerleme süreci ve zorluğunu da dikkate alarak söylüyorum bunu. Ama elbette müneccim değilim. O bakımdan haftalar diyorum, aylar almayacak. En geç Ocak başlarında bu savaş bir ateşkese evrilebilir gibi geliyor bana.

"Hamas pazarlığı sürdürmek için oyalıyor"

O zaman Hamas uzatmaları mı oynuyor size göre? 

Satranç oynuyorsunuz herhalde?

Bazen...

Ne yaptı Hamas esir değişiminde? 17 kadın-çocuk esir varken kesti değil mi? Niye kesti? Erkeklere ve askerlere sıra gelmeden önce zaman kazanmak istedi. Çünkü ondan sonra ne yapacağı belli değildi. Toplam 137 rehinesi var İsrail'in. Eğer hayattaysa… Günde 10 esir bırakmadan başlarsanız iki haftada biter bu iş. Hamas öyle bir zaman çerçevesi koymak istemedi pazarlık gücünü artırabilmek için. Daha erkeklere sıra gelmeden kadınlarda kesti bu işi... 

Savaşın başlamasının ardından kıdemli rehine müzakerecisi Gerson Baskin ile konuştuğumda Filistinli mahkumların çoğunluğunun Hamas üyesi olmadığı bilgisini vermişti. Şimdi Batı Şeria'ya bakıldığında İzzetin Kassam Tugayları’na inanılmaz bir destek gözlemliyoruz. Bunu da akılda tutarak Batı Şeria'nın merkezi rolünü yeniden kazanıp kazanmadığıyla ilgili ne düşünürsünüz? 

Eğer bu ateşkes gelecekse Hamas, “Ben siyasi savaşı kazandım” diyerek Gazze’den çekilecek. Ve “Ben zaten Batı Şeria’da varım” diyecek. “Ben bir muharebe kaybettim ama savaşı daha şimdiden kazandım” diyecek çekilirken. Hamas’ın siyasi söylemini kendileri için şimdiden yazayım. Batı Şeria’da elbette var Hamas. Batı Şeria'ya Dışişleri’nde Ortadoğu işinden sorumluyken gittim, ne oluyor ne bitiyor diye takip etmeye çalıştım. Görebildiğim şuydu. İster Hamas ister ondan çok farklı boyutta olmayan Kassam Tugayları orada vardı, varlar hala. Tabi bir de El Fetih var. Ancak El Fetih içi boşalmış bir yapı haline geldi. 
 

2.jpg
Fotoğraf: AFP


Fakat bu arada yepyeni bir Filistin nesli ortaya çıktı. Bu nesil Oslo antlaşmalarının tümüyle İsrail'in baskılarının aracı haline dönüştüğü bir dönemde doğup büyümüş insanlar. Ve bunlar yaşananlara çok farklı bakıyorlar. Arap dünyasının tez-antitezinden hareket etmiyorlar. Meseleyi milliyetçi/solcu ve İslamcı muhalefet ikilemi içinde görmüyorlar. Mesela Tunus'ta Müslüman Kardeşler başından havlu attı, "Bizim boyumuzdan büyük bir iş” dedi. Mısır’da Mursi’ye 5-6 ay daha dokunmasalar kendisi dökülüp gidecekti. Filistin için ise bu çok daha çarpıcı bir şekilde. Çünkü ölüm-kalım halinde bu insanlar. Bir de günlük olarak aşağılanıyorlar. Ölümlerden çok daha kalıcıdır aşağılanmış olmak biliyor musunuz? Çünkü onun acısını yaşarsanız hiçbir zaman kaybolmaz. Aşağılanmayı hiçbir zaman unutamazsanız. Hatta size bir şey söyleyeyim mi? I. Dünya Savaşı’ndan sonra Fransız işgali altındaki Alman topraklarında Fransızlar Almanları öyle bir aşağıladı ki; Fransa’nın dolaylı olarak Nazizmin yükselişinde katkısı vardır. Toplumların, ulusların aşağılanması unutulacak bir şey değildir. Ve Filistin’deki çocuklar öyle yetiştiler. Filistin nesli Arap toplumları düzleminde yer alıyor. 2011 başkaldırıları bastırıldı, iç savaşlar çıktı. Ayakta kalan rejimler “Bize karşı başkaldırırsan başına bunlar gelir” diye yaşananları ibretlik olarak göstermeye kalktılar.
 

ŞAFAK.JPG
Emekli Büyükelçi Şafak Göktürk / Fotoğraf: X


Ama bu iş bitmedi. Şimdi üçüncü raund başlıyor. Arap rejimlerinin bu savaşta bu denli aktif olmalarının sebeplerinden biri de bu. Toplumların sokakta yeniden kendini gösteren tepkilerinin Filistin ile başlayıp kendileriyle biteceğini biliyorlar. Biliyorsunuz, 2011’de Filistin konusu yoktu. Talepler üç şeye indirgenmişti: “Onur, özgürlük, daha iyi ekmek” İnsanları patlatıp sokağa çıkartan buydu. Mısır'a gelince geri çevrilmez bir hale geldi, her şeyin standart koyucusu ülke olduğu için… Bugünlerde de tüm bunları hisseden Arap rejimleri, Filistin sorununun kendi başlarına patlamasını önlemek istiyorlar. Bunun patlayacağı yer, Batı Şeria ve Doğu Kudüs'tür. Öyle hareketlenmiş bir nesil var ki. Ve bu nesil Arap kamuoyu düzleminde yer alıyor artık. Eski dönemler bitti. Bu sefer Filistin çok farklı bir denklem olarak giriyor. O yüzden Batı Şeria'nın merkezi hüviyetine kavuşacağını söylüyorum. Bir de burada İsrail'in politikası değişti. Kimse onun üzerinde durmuyor. İsrail'in 16 yıllık politikasında -ki; bu 16 yılın 2 yılı hariç hep Netanyahu'nun iş başında olduğu dönemdir- Hamas’lı bir Gazze çok kullanışlı bir araçtı İsrail için. Netanyahu’nun başında olduğu koalisyonda en aşırı noktasına ulaşmış olan yaklaşım Filistin sorununu Gazze'den kaynaklanan bir terörist sorununa indirgemek, bütün dünyaya böyle anlatmak ve bu arada Batı Şeria'nın artık Güney Afrika’daki ırkçı rejim döneminin de ilerisinde tümüyle Yahudileştirilmesini sağlamaktı... Onu bir anlamda Hamas'la mücadele adı altında Gazze'ye indirgenmiş bir Filistin sorunu arkasında Batı Şeria’yı İsrail’in tümüyle fiili toprağı haline getirmekti. Planı buydu Netanyahu'nun. 

Plan bozuldu mu?

Evet. 7 Ekim günü, Netanyahu “Şu anda savaştayız” dediği anda bu politika değişti. Artık Gazze’de Hamas’ın kullanışlı bir araç olmaktan çıktığını İsrail “Ben bunu çıkartacağım buradan” diyerek kendisi söyledi. Siz onu oradan çıkarttığınız anda zaten İsrail'in son 16 yıldır sürdürmüş olduğu Batı Şeria’yı uluslararası ve Arapların gözünden uzak tutma planı çöktü. Batı Şeria odaklı derken ise Filistin sorununun Gazze’ye sıkıştırılmaması anlamında söylüyorum.

"Türkiye'nin arabuluculuk şansı yok"

Türkiye savaşın ilk günlerinde daha itidalli bir politika izlemeyi tercih ettikten sonra Gazze yönelik saldırıların yoğunlaşması ve sivil ölümlerin artmasının ardından tavrını Filistin lehine koydu. Hamas’ın bir terör örgütü olmadığını, İsrail'in bir savaş suçlusu olduğunu söyledi. Gün geçtikçe Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın özellikle İsrail Başbakanı Netanyahu ve hükümetiyle ilgili söylemleri çok sertleşti. Ama bir taraftan bakıldığında Türkiye, İsrail'in kullandığı çeliğin yüzde 65’ini tedarik ediyor. İki ülke arasındaki ticari ilişkiler bir şekilde sürüyor. Bununla alakalı olarak, söz gelimi İsrail-Türkiye Ticaret Odası Başkanı’nın “1990’dan beri bu işin içerisindeyim. Bu kadar derinden sarsıldığını hiç tanık olmadım” diyor. Erdoğan, Netanyahu'yu tanımadığını söylerken, Türkiye-İsrail ilişkilerinin MİT vasıtasıyla sürebileceğini söylüyor. Ticari ilişkilerin devamına yönelik tepkiler var. Tüm bu tabloyu nasıl değerlendiriyor, Ankara’nın savaş sürecinde sergilediği tutumu nasıl buluyorsunuz?

Türkiye-İsrail arasındaki ticari ilişkiler hiçbir zaman kesilmedi. 10 küsür yıl boyunca iki ülke ilişkileri maslahatgüzar düzeyindeydi. Mavi Marmara, Davos krizleri…Bunları hep birlikte arka arkaya dizdiğinizde aralarındaki farklılıklar birbirine karışıyor. Hükümetin kara harekâtı yapmaya hazırlanan İsrail'in operasyonu büyüdükçe ve genişledikçe tepkilerin artacağını İslamcı muhalefetin de harekete geçmesi sonucu Erdoğan’ın “Bu işin sahibi benim kardeşim, böyle ayağımın altında dolaşmayın” diyeceğini biliyorum. Fakat buradaki ayırt edici unsur şu. İsrail'i dışladı Erdoğan, tümüyle bir terör devleti hüviyeti içinde tanımladı, düşmanlaştırdı. Bir anlamda İsrail'i söylemini bu yani karşı tarafta nasıl algılandığına bakacaksın. Türkiye olarak bu lafları birinden duysanız, biri size “Sen terör devletisin” dese birisi “Bu adamlar artık benimle görüşmek istemiyor” diye algılarsın. 
 

FİDAN.jpg
Dışişleri Bakanı Fidan ve mevkidaşı Blinken / Fotoğraf: AA


Hele arabuluculuk yapma gibi şansınız zaten olmaz.  Çok ince diplomasi bilgisine sahip olmaya gerek yok. “Birisine hakaret edip bir yandan da iş yapamazsın” denir. Bunu yaparken bir de Hamas’ı yüceltiyorsunuz. Batı’dan İsrail'e bugüne kadar en sert tutumu göstermiş olan İspanya'ya gidelim. İspanya Hamas’ı yere göğe sığdıramadı diye mi İsrail büyükelçisini çekti? İsrail'in yaptığının kabul edilemez ölçüde, savaş suçları bakımından sorunlu olduğunu belirten bir üslupla konuştu İspanya. O yüzden çekti. İşte Türkiye de bu noktada bırakmalıydı. Bakın, ne söyledim az önce? Dördüncü Cenevre Konvansiyonu ve birinci ek protokolün hemen hemen tüm hükümlerin ihlal edildiğini. Bunu söyleyin. “Kardeşim sen insani hukuk adına ne varsa ihlal ediyorsun!” deyin. Hukuku ihlal ettiğinde ne olursun? Sanık olursun değil mi? Türkiye’de iktidara yakın 2 bin avukat, Uluslararası Ceza Mahkemesi'ne başvurmuşlar, böyle başvuru hakkı yok ki…  Devletler başvurabiliyor buna.

Yani göstermelik diyorsunuz…

Yok öyle bir şey. Devlet olarak da başvuramaz Türkiye çünkü kendisi taraf değil! Yani onun için bunlar boşta kalan şeyler. Siz bir taraftan boşta kalan laflar ediyorsunuz ve bunun boşta olduğunu herkes zaten biliyor söylediğinizde….

Ama iç kamuoyuna bir gösterge olarak belki?...

Anlıyorum ama iç kamuoyu yarın öbür gün Türkiye'yi Ortadoğu'da tümüyle hareketsiz kalmasına yol açacak bir durumda “Zamanında bana çiçek attığı için ben mazur görüyorum” demeyecek ki! Kendisini nötralize etti Türkiye. 

"Türkiye'nin içinde bulunduğu heyete Arap Heyeti denildi, bu kadar işin içinde değiliz"

Nasıl?

Mesela şunu söyleyeyim. İslam İşbirliği Örgütü ile Arap Ligi Suudi Arabistan'da ortak zirve yaptılar. Oradan çıkan karar ışığında iki taraftan temsili komitede yer alan dışişleri bakanları temaslarda bulunuyorlar değil mi? En son bu ekip Washington’a geldi Blinken ile görüşmek üzere. Bizim dışişleri bakanımız da o ekibin içindeydi. Amerikan dışişleri bakanıyla görüşüldü. Uluslararası ajanslar nasıl verdi bu haberi?  Bu heyet için “Arap heyeti” dendi. "İKÖ heyeti" kısmını hatırlayan çok az. Fotoğrafa bakıyorsanız orta yerde bizim bakan duruyor. Türkiye'nin bu kadar etkisiz ve dolaylı bir diplomasinin içinde kendisini sıkıştırmış olmasını düşünebiliyor musunuz? Siz Amerikan dışişleri bakanının, İngiltere dışişleri bakanının karşısına çıkıyorsunuz ama Türkiye olarak değil. Genel olarak bölgede zaten etkin bir kolaylaştırıcılık, herkes tarafından kabul gören bir muhatap olarak diplomasinizi, temaslarınızı sürdürüyor olsanız bu durum göze batmaz. Bu durum onun bir uzantısı olur. Anlatabiliyor muyum? “Türkiye, İslam İşbirliği Teşkilatı ve Arap Ligi'nin ortak bir girişimi içinde de yer almaktadır” şeklinde sunabilirsiniz ve bunun da bir etkisi olur. Ama şimdi tam tersi bir etki yapıyor. Türkiye'nin tümüyle etkisizleştiğinin bir resmi gibi ortaya çıkıyor. Ben şahsen rahatsız oldum. 40 yıl bu mesleği yapmış ve Ortadoğu işine de uzun sayılabilecek bir dönem kafa yormuş, dirsek çürümüş birisi olarak baktığımda hiç hoşuma gitmedi o manzara. Düşünsenize Türkiye, Blinken’ın karşısına çıkıp “Yahu kardeşim siz bölgeyi nasıl okuyorsunuz? Bu savaş böyle giderse sizin de başınıza patlayacak bizim de başımıza patlayacak” demek ayrı orada gidip işte “Biz bir an önce ateşkes istiyoruz” demek apayrı...  Araplar herhalde Türkiye bakımından, yani Türkiye’nin kendilerine artı katkısı olduğu zaman canla başla kucak açıyorlardı. Ama öyle bir şey beklemedikleri bir dönemde bundan daha iyi bir senaryo onlar için olamazdı. İsrail'in yaptığının başından sonuna hukukun ihlali olduğu söylemeniz ayrı bir şey, İsrail'i çok sert bir şekilde hakaret etmeden eleştirmeniz ayrı bir şey, İsrail'i terör devleti olarak tanımlayıp Hamas’ı yüceltmeniz apayrı bir şey... Yani bunu yaptığınız anda siz “Zaten benim bir şey yapmaya niyetim yok” diyorsunuz. Ben dostlar alışverişte görsün diye bakanımı gönderdim, dolaştı o kadar diyorsunuz.  Bu anlama geliyor. Cumhurbaşkanı “Zaten ben bir şey yapamayacağım, kaybedeceğim bir şey yok. Savaş bitene kadar böyle sürdürürüm sonra nasılsa U dönüşü yaparım” diyor işte Yunanistan meselesinde olduğu gibi. Ama burada U dönüşü yapamayacak. Çünkü İsrail muhatap almayacak. Bakın 2006’da Lübnan Savaşı’ndan sonra Türkiye UNIFIL’e (BM Lübnan Geçici Görev Gücü) katılmıştı. “Ama muharip birliği olarak gelmeyeceğim, istihkam olarak geleceğim” demişti. Tabi bizimkilerin teçhizatı filan çok iyi olduğu için hatırlıyorum. Bütün uluslararası basında, Arap gazetelerinde hep Türkiye vardı. O zaman Kahire’de büyükelçiydim, çok iyi bir gözlem merkeziydi Mısır. Türkiye olarak o dönem Beyrut limanına feribotları götürmüşüz, limana Türk komandoları çıkmış, böyle tam teçhizat çakı gibi dizilmiş fotoğraf veriyorlardı. Fotoğraf altında “Lübnan’ın beklediği uluslararası güç galiba bu” yazıyordu. O kadar prestijimizin yüksek olduğu bir dönemdi. Yine bu hükümet iktidardaydı ama oyunu cumhuriyet kurallarına göre oynuyordu o zamanlar. Yani cumhuriyetin kurmuş olduğu kalıplar üzerinden gidiyordu diplomasi, dış politika. Şimdi bu dönemde “NATO askeri Gazze’de geçici düzeni sağlasın” diye bir karar alınsa İsrail onun içinde Türk askerinin olmasını istemeyecektir. Türkiye maalesef burada iki taraf bakımından da saygın, güvenilir bir aracı olma özelliğini kaybetti. 

Şu anda Türkiye’nin karşı karşıya kalmış olduğu durumu böyle tarif ediyorsunuz yani… Peki ya bir benzetme yapacak olsanız?

Özetle Türkiye nötralize oldu. Karşı karşıya kaldığı durumu algılayamadı. Türkiye şu anda Soğuk Savaş döneminin Finlandiya’sı oldu diyebilirim.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU