"Yeni sömürgecilik sonrası" aşama geldi mi?

O zamanda gerçekleştirdiğimiz tartışmaların yankıları, aradan yarım asır geçmesine rağmen bugün halen duyuluyor

İllüsrtrasyon: Eva Vázquez-Foreign Policy

Günümüzde 'eski' sömürgecilik ile ileri Batı'nın, (Filistin'deki Arap halkının kendi devletini kurma imkânından halen mahrum bırakılmasını hariç tutarsak), bağımsızlığını yakın zamanda kazananlar da dahil olmak üzere Asya ve Afrika'daki genç ülkelere yönelik sömürüsünü ve ekonomik kontrol sistemini sürdüren yeni sömürgeciliği mazide kalmış gibi görünüyor.

Modern Rusya'nın selefi olan Sovyetler Birliği'nin desteği, söz konusu ülkelerin sömürgeci bağımlılıktan kurtulmalarında ve egemenlikleriyle kalkınmalarının desteklenmesinde önemli bir rol oynadı.

Ama her ne kadar Moskova genel olarak onlardan bir karşılık beklemese de ne yazık ki bazı liderler söz konusu gerçeği unutuyor.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Bununla birlikte son zamanlarda Küresel Güney ülkelerinden pek çok meslektaşım "yeni sömürgecilik sonrası" aşamadan bahsetmeye başladı.

Ve bu, bazı analistler arasında safça bir şaşkınlığa sebep oldu. Zira bu aşamanın gidişatına göre sömürgeci olanları da dahil olmak üzere ileri Batılı ülkeler, doğrudan ve (bazen mükemmel şekilde maskelenmiş olsa da) dolaylı kontrolün miadı dolmuş bir biçimi gibi görünen şeyi küçümsemeden, bir kez daha emirlerini ve egemenliklerini dayatmaya başladılar.

Bu sürecin bir alternatifi olmadığı çok açık. Nitekim aralarındaki tüm anlaşmazlıklara rağmen Küresel Güney ülkeleri, bu hedef etrafında bir araya geldiler.

Bununla birlikte iş özellikle siyasetle bağlantılı olduğunda kuruntulardan vazgeçmek oldukça zor.

Almanya Şansölyesi Otto von Bismarck, siyaseti yerinde bir tabirle "mümkün olanın sanatı" olarak niteliyor.

Ama yine de ben ABD'li meşhur iktisatçı John Kenneth Galbraith'in şu tanımını tercih ederim:

Siyaset, felaket ile hoşa gitmeyen şey arasında bir seçim yapmaktır.


Bugün açıkça ortaya çıktı ki dünyadaki egemen bir güç olarak konumunu gözle görülür şekilde kaybeden kolektif Batı'nın tam olarak böyle bir karar vermesi gerekiyor.

Bu bağlamda elli yılı aşkın bir süre önce meydana gelen olaylardan bahsetmek istiyorum.

1960'ların sonu ve 1970'lerin başında, o dönemde partinin ana Sovyet siyasi organı olan Merkez Komite'nin temsilcileri bana Güney Yemen Ulusal Cephesi'nin üst düzey liderlerinden oluşan bir topluluğa Arapça seminerler vermemi teklif etti.

Bu cephe, ülke halkının İngiliz sömürgeciliğine karşı birkaç yıldır başarıyla gerçekleştirilen silahlı mücadelesine öncülük eden örgüttü.

Bu liderler daha sonra, gayri resmi olarak Uluslararası Lenin Okulu adıyla anılan Sosyal Bilimler Enstitüsü'nde devrim teorisinin temellerini öğrenmek üzere Moskova'ya geldiler.

Enstitüde ve özellikle de benim bağlantılı olduğum felsefe bölümünde hava, beklenmedik bir şekilde demokratik ve fikir alışverişine açıktı.

Bu bölüme, meşhur bir bilim insanı ve harika bir insan olan Prof. Yuri Zamoshkin başkanlık ediyordu.

Geleneksel olmayan bir düşünce yapısına sahip olmakla tanınan Sosyal Bilimler Enstitüsü Dekanı Fedor Ryzhenko, Sovyet sosyal bilimlerinin en önde gelen temsilcilerini kanatları altında toplamak istemiş ve bunu kısmen başarmıştı.

Sömürgecilikten kurtulma dersleri ile derin teorik eğitim birleştirildi. Bu kapsamda Marksizmin yanı sıra ileri Batı ülkelerinde toplumsal düşüncedeki modern eğilimler de inceleniyordu.

Şaşırtıcı, ama gerçekten böyleydi. Şaşırtıcı olan bir diğer şey de kafeteryada bir fincan kahve veya çay içtiğimiz esnada meslektaşlarımla kendi aramızda yaptığımız sıcak tartışmaların özgür düşünceye yüksek düzeyde alan tanıması ve yeni fikirleri teşvik etmesiydi.

Aynı zamanda partinin, Ortodoks ya da katı ve pratik uygulamaya dönük Marksist düşünceyi temsil eden Sovyet çalışan üyeleri, yabancı komünist partilere mensup dinleyicilere dersler veriyordu.

Enstitüde 1970-1971 yıllarında eğitim alan Filistinli komünistler arasında Arap dünyasında epey tanınan şair Mahmud Derviş de vardı. Onunla iletişime geçmek beni ve Arap meslektaşlarımı çok mutlu etmişti.

Komünist olmayan yabancı devrimci hareketlerin temsilcileri, enstitünün Moskova yakınlarındaki Puşkino şehrinde yer alan şubesinde ayrı ayrı eğitim gördüler.

Orada Filistin'den, Güney Afrika'dan, Angola'dan ve diğer birçok Afrika ülkesinden çok radikal olanlar da dahil olmak üzere çeşitli devrimci cephelerin temsilcileri vardı ve bunlara o esnada sömürgecilere, ırkçılara ve gerici rejimlere karşı silahlı bir mücadeleye liderlik edenler de dahildi.

Devrimci mücadelenin ya da halk direnişi denen şeyin temelleri, kendi alanlarında yüksek yeterliğe sahip ehil insanlar tarafından gizli koşullarda öğretildi.
 


O zamanda gerçekleştirdiğimiz tartışmaların yankıları, aradan yarım asır geçmesine rağmen bugün halen duyuluyor.

Üstelik o dönemde bile ben ve birçok yoldaşım, Moskova'nın ortaya koyduğu ya da maalesef bazı durumlarda dayattığı düşünce ve uygulamaları eleştirel bir şekilde değerlendirmeye tabi tutma eğilimindeydik.

Yabancı dinleyicilerin katılımıyla tartıştığımız meseleler arasında devrimlere karşı tutum, devrimlerin Doğu toplumlarını dönüştürmedeki etkinliği, ulusal kurtuluş için direnişçi yöntemlerin rolü, Arap Doğusu'nu da içine alacak şekilde Asya ve Afrika ülkelerinde dinin konumu gibi mevzular vardı.

Daha sonra Küresel Güney'in yeni liderlerinin devraldığı bu ve özellikle toplumsal ve ekonomik geri kalmışlıkla yoksulluk gibi diğer pek çok meselenin çözülememesi, güçlü dış baskılarla yüzleşmeleri, sömürgeci güçlerin çıkarlarıyla sıkı bir şekilde bağlantılı olan tacirlerle simsarların onlara direnişi; onların ulusal çıkarları, kalkınmayı ve geleneksel değerleri yeni bağımsızlaşmış ülkelerin öncelikleri haline getirmelerini engellemiş olabilir.

Bugünden baktığımızda muhataplarımızın birçoğunun safdilliğini, modernleşme sloganı altında gürültülü sol söylemlere olan hayranlığı, dinin potansiyelinin küçümsenmesini, siyasi gerçekçilikten ve temel faydacılıktan yoksunluğu ve yenilenme destekçilerinin diğer ideolojik eksikliklerini görebiliriz.

Sovyetler Birliği'nin bizzat karşı karşıya kaldığı krizin ve daha sonra çöküşünün, aynı şekilde eski sosyalist ülkelerde meydana gelen derin değişikliklerin sonucunda Sovyet deneyimiyle benimsenen birçok uygulama ve düşüncenin birkaç yıl içinde inandırıcılığını kaybetmesi şaşırtıcı değildi.

Bununla beraber biz, sadece başarısızlığın acısını değil, aynı zamanda Rusya'nın bugün küresel çoğunluğu oluşturan Küresel Güney halklarının bağımsızlık mücadelesine koşulsuz desteğinin hatırasını da miras aldık.

Elbette Asya ve Afrika ülkelerinde her şey umulduğu gibi sorunsuz ilerlemiyor. Hatta bazen zaman geriye gidiyormuş gibi görünüyor (geçmişin sayfalarını yeniden çeviren birçok Afrika ülkesindeki askerî darbeler bunun bir örneği).

Ama yine de iyimser olalım. Nitekim yakın zamanda Vladivostok'ta düzenlenen Doğu Ekonomik Forumu'nda katılımcıların 'yeni sömürgecilik sonrası' meselesini aktif bir şekilde tartışması, küresel çoğunluğu oluşturan ülkelerin kötü güçlere başarılı bir şekilde ve barışçıl yollarla direnmeye hazır olduğunu gösterdi.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

Şarku'l Avsat

DAHA FAZLA HABER OKU