Kırık camlar ve sürekli değişen siyasiler

Prof. Dr. Uğur Batı Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: Robert Anasch/Unsplash

Ben Profesör Doktor Uğur Batı. Karar Bilimi Uzmanı ve After Parti En Genel Başkanıyım. 

Daha sorulurken cevaplanamayan soruların köşesine hoş geldiniz.

Tüm yaşamımız sürekli olarak değişen siyasilerle dolu. Biraz bunun hakkında konuşalım.

Değişmek, gerçekten tüm hayatımızın, çok ama çok önemli bir noktasını oluşturur. Hepimiz yaşadığımız sürece kaçınılmaz bir şekilde biyolojik manada değişime uğrayacağız.

Aynı zamanda, yaşadığımız bu hayatın bazı kesitlerinde; sosyolojik, psikolojik ve ekonomik manalarda da değişime uğrayabiliriz.

Bunun en çok görüneni, sadece çıkara yönelik olarak, politik manada olanıdır diye düşünebiliriz.

"Değişmek" sözcüğünün, fizyolojik açıdan, zamana göre mekân boyutunda matematiksel analizini yaparsak; olayın geometrik ve aritmetik yönlerini kolayca algılayabiliriz.

Bu bakımdan da iki yönde gitmemizde fayda vardır. Buna göre, yaşanılan zamana yönelik mekânsal geometrik düzlemde, "değişmek" kavramının, üçlü boyutunu kolayca görebiliriz.

Bu boyutun birinci kısmı, "dün"; ikinci kısmı "bugün"; üçüncü kısmı ise "yarın" olgusundan geçer.

"İnsan değişir mi? Kişilik değişir mi? Can çıkar da huy çıkmaz mı? Bir insan 40'ında neyse 70'inde de öyle midir?" soruları, atasözleri ve deneyimlere sirayet etmiş olacak kadar popüler olan, tabiri caizse insan bilişinde yer etmiş bir tartışma konusudur.

Bu soruları çeşitli açılardan sorgulamak mümkündür. Bu yazıdaki konu da tam olarak "İnsan değişir mi, değişmez mi" sorunsalına cevap vermek değildir zaten.

"İnsan, değişir ya da değişmez", bu bizim için çok önemli değil aslında.

Buradaki asıl derdimiz bir politikacı ya da bir politik hareket değiştiğini iddia ediyorsa, seçmen bunu nasıl algılar, bu değişim iddiası oy verme davranışına nasıl yansır konularına yorumlarda bulunmak istiyoruz.

Fakat bu algının oluşmasında doğrudan etkileri olan "değişimdeki mekân ve zaman etkisinden" söz ederek bir giriş yapacağız. 

Zaman ve mekânın insan tutumları ve kişilik gelişimi üzerinde etkisi olup olmadığı araştıran sosyal bilimciler, James Q. Wilson ve George L. Kelling, Atlantic Monthly dergisinin Mart 1982 sayısında "Kırık cam sendromu" isimli bir makale yayımladı.

Broken Windows Theory olarak bilinen ve Türkçeye "Kırık camlar teorisi" veya "Kırık pencereler teorisi" olarak çevrilen teori, ABD'li suç psikoloğu Philip Zimbardo'nun 1969 yılında yapmış olduğu bir deneyden esinlenerek elde edilmiş olan, kentsel bozukluk üzerine antisosyal davranışlar ve diğer suçlardaki vandalizm davranışları/belirtileri ve normları işaret eden kriminolojik bir teoridir aslında.

Wilson ve Kelling, teorilerini tanıtlamak için "metruk bina" analojisini kullanıyorlar. Bir mahallin suç bölgesine evrilme süreci, ilk olarak 'tek' bir pencere camının kırılmasıyla başlamış oluyor.

Daha sonra çevre, süreci izliyor. O cam otorite tarafından tamir edilmezse, çevre halkı, mekânda bir otorite olmadığını düşünüyorlar ve binanın kalan camları artan bir hızla kırılıyor.

Benzer bir durum sadece kötü olaylar için değil, iyi durumlar için de oluyor. Asıl odak, dönüşümün "bulaşıcı" olması. 

Wilson ve Kelling, buradan insan tutumlarına eğiliyorlar ve tüm sonuçların günlük yaşamlarımızdaki hâkim olan koşullar tarafından belirlendiğini iddia ediyorlar.

Bir anlamda içine girdiğimiz roller, farkında olmadığımız bazı yönlerimizi öne çıkarıyor, bazılarını ise dibe itiyor. Bunlar zamanla insanın kendisinin bile zor farkında olduğu bir değişimi doğruyor.

Çok açıkça beynimiz yaratılıştan itibaren içinde bulunduğumuz ortama uyum gösterme konusunda fevkalade becerikli.

Kişiliğimizin temel motivasyonu "daha sağlam" olmasına rağmen, kişiliğimizi saran tutumlar bütünü fazlasıyla "akışkan ve değişken". Zaman ve mekân, bizim tutum ve davranışlarımızı değiştiriyor.

Pek çok farklı nörobilim araştırmasına göre yaşanan her deneyim, beyni farklılaştırır. Beyin, yapısı itibarıyla deneyimlere değişerek cevap verebilen bir organdır.

Yazında beynin bu özelliği, beynin esnekliği (plastisite) olarak adlandırılır. Plastisite, yaşam boyu süren bir süreçtir. Yani beyimiz hep esnektir.

Doğumla birlikte son derece hızlı olan gelişim, kısa zaman içinde genç sinir hücreleri birbirleriyle milyonlarca bağlantı kurar.

Bunun sonucunda dev bir iletişim ağı oluşur. Bunun ardında ergenlik dönemine doğru tutumlar, alışkanlıklar, inançlar, beceriler büyük oranda oluşur.

Ergenlik sonrasında sinir hücreleri arasında yeni bağlantıların oluşum hızı yavaşlamaya başlar. Artık sadece çok kullanılan bağlantılar aktiftir.

Ergenlik sonrası dönem bir anlamda "ayıklama" dönemidir. Kullanılmayan sinir hücrelerinin ayıklanmasından söz ediyoruz.

Aynı durumdan ötürü, uyaranları daha hızlı algılama ve bunlara hızlı yanıt verebilme yeteneği gelişir.

İşte bu işlem nedeniyle zaman içinde yetişkin beyninin bir konuya odaklanma, hatırlama becerileri artar ve değişim, gelişim gibi süreçleri daha net irdeleyebilir duruma gelir.

Burada düzenli, olağan, pratik, kalıcı bir değişimden söz ediyoruz. Böyle olunca da "değiştim" mesajının beyinde irdelenmesi daha sağlıklı olmuş demek oluyor.

Bu değişimin diğerleri tarafından nasıl algılandığı, özellikle de siyasetteki değişimlerin nasıl algılandığı konusu ise ayrıca tartışılmalı.

Bugüne kadar tüm dünyada siyasette binlerce siyasetçi parti değiştirdi. Türkiye'de de örneklerini gördük. Birbirine çok aykırı ideolojiler arasında siyasetçilerin yer değiştirdiğini gördük.

Ya da hareketlerin ideolojilerinin, bakış açılarının değiştiğine şahit olduk. Zaten "değişmek" çok önemli bir retoriktir siyasette.

Peki, bu değişime dair beynin hareketi ne oluyor; buna bakalım mı?

İşte tam bu noktada değişim algısını beyin tarafından ancak "kademeli" olarak kabul göreceğinin bir kanıtı olan Haşlanmış Kurbağa Sendromu'ndan söz edeceğiz.

Çünkü beyin ancak kademeli değişime ayak uydurabilir. Değişim beyni sarsmaz, inandırıcı olur. Bir kurbağayı düşünün. Kurbağa, çevik ve hızlı bir hayvandır.

Onu kolaylıkla kızgın bir suya atıp orada kalmasını sağlamanız zordur. Kurbağaların refleksleri hızlı değişikliklere karşı çok duyarlıdır. Kızgın suya attığınızda kaçıp kurtulması an meselesidir.

Peki ya aynı kurbağayı ılık bir suya koyup suyu yavaş yavaş ısıtırsanız?

Kolay. Bir kurbağayı oda sıcaklığında suyun içine koyar ve korkutmazsanız, kıpırdamadan duracaktır. Bu arada suyun sıcaklığını da yavaş yavaş arttırırsanız size büyüyü tattıracaktır.

Su yavaş yavaş ısındıkça kurbağa daha da gevşeyecek ve yavaşça yükselen sıcaklık yüzünden kurbağa hiçbir şey yapmayacaktır.

Suyun ona zarar verecek kadar ısındığını fark etmeyecek olan kurbağa, halinden memnun olacaktır. Hatta sersemleyecektir. Ve zıplayamayacak kadar gevşeyecektir.

Mükemmel olan zıplama refleksi artık söz konusu olmayacaktır.

Ta ki kaptan dışarı çıkacak hali kalmayana kadar. Kurbağayı o sudan dışarı çıkmaktan alıkoyacak hiçbir şey yoktur ama kurbağa orada yatıp haşlanmayı bekleyecektir!

İşte buna psikoloji disiplininde "Haşlanmış Kurbağa Sendromu" denir.

Bir kurbağayı kaynar suyun içine atarsanız kendini hemen dışarı atar.

Kurbağanın sinir sistemleri de aynı insanların nöron hareketleri gibi ani değişikliklere programlanmıştır, yavaş, tedrici değişimlere değil.

Kitlelerin değişime hızla olumlu yanıt verememesinin sebebi, beyindeki irdeleme merkezinin tepki mekanizmasının ani değişimlere göre programlanmış olmasıdır.

Kültürel değişimleri düşünün; bu nedenle bir anda olmazlar. 15 yıl önce Starbucks Türkiye'de kahve dükkânı açacak ve kahve satacak deselerdi bir ay bile dayanamayacağını öngörürdünüz.

Çünkü Türk toplumu için kahve içmek pek yaygın bir davranış değildir. Ancak 15 yıl önce hiçbir yerde göremeyeceğiniz "kahve" dükkânları tedricen Türk toplumuna yerleşti ve her yer "kahve" dükkânları ve türevleriyle doldu.

Toplum mühendisliğini düşünün; stratejik değişimlerde değişimi fark edemezsiniz çünkü değişim zamana yayılmıştır.

Taktikler rutindir, değişimler zamansaldır. Bu nedenle yavaş yavaş olan değişiklikler, kitle tarafından kolayca anlaşılmaz.

Aynada sürekli kendine bakan insanın yaşlandığını hissetmemesi gibi bir durum oluşacaktır. Bu nedenle değişim daha "saydam", daha "inandırıcı" olacaktır.

Değişimi yöneten siyasetçiler bu sendromu çok iyi bilir. Bu yüzden de mantıklı, ideal örgütlenmiş hiçbir siyasi hareket, değiştiğini söyleyen hiçbir siyasi lider, hiçbir değişimi birden, bir anda planlamaz. Önce sistematik olarak su ısıtırlar.

Kitleden kimseyi zıplatıp kaçırmamak için suyun derecesi özenle ayarlarlar. Sonuçta ortaya çıkan değişim, net, inandırıcı ve beklenen değişim olacaktır.

Haşlanmış kurbağa sendromunu bir başka örnek üzerinden bakalım: ABD'de yapılan bir uygulamalı deney çalışmasından.

ABD'de trafik uyarı levhaları hazırlanmış ve bu ayaklı panoların insanların bahçelerine yerleştirilmesi konusunda insanlardan izin istenmiş.

Kendilerine sorulan kişilerin sadece yüzde 5'i bunu kabul etmiş. Daha daha küçük ve ayaksız olan tabelalar için izin istenen insanların ise çoğu tabelaları evlerinin bahçesine yerleştirmiş.

Daha küçük tabelalarda bir nevi "ayağı alışan" bu gruba aynı soru sorulduğunda, aynı insanların yüzde 85'i bu teklifi kabul etmiş.

Toplumlar gibi liderler de değişiyor. Bunda garip bir durum yok, aksine çok da güzel bir yönelimdir değişmek.

Ancak, esas mesele değişmek değil, dönüşmektir. Eskilerin tabiriyle tekemmül etmektir. İnsanın hayatta varoluş gayesi zaten iyi yönde tekemmül etmek olmalıdır.

Geldiğimiz gibi gidersek boşa yaşamış sayılmaz mıyız?

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU