Gazze: Olayların mantığının dayattığı sorular

Batı'nın ateşkesin koşulu olarak sivil rehinelerin serbest bırakılmasını talep etmesi mantıklı ama gerçekçi bir talep mi?

Fotoğraf: AFP

2023 Gazze savaşının başlangıcının üzerinden geçen 20 günden fazla bir süre sonra, bu asimetrik savaşta sahada dengenin İsrail kuvvetlerinin lehine olduğunu iddia edebilirim, özellikle de benim gibi pek çok kişinin beklediği şeyler gerçekleştiği için.

Bu beklediklerimiz arasında örneğin ABD'nin -çoğu Batılı ülkeyle birlikte- İsrail mantığını ve anlatısını tam ve mutlak olarak benimsediğini duyurması da yer alıyor.

Ayrıca Washington, şimdiye kadar İran'ı ve bölgedeki takipçilerini "aklamaya" ve ardından onları "başka bir tarafa koymaya" gayret etti.

Burada amaç, Hamas ve İslami Cihad hareketlerini "yalnızlaştırmayı" kolaylaştırmak ve hızlı bir şekilde sadece askeri ve güvenlik varlıklarını tasfiye etmek değil, aynı zamanda açık bir "transfer" (göç ettirme) yoluyla Gazze Şeridi'ndeki demografik tabanlarını da silmek.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Beklediklerimiz arasında, Moskova ve Pekin liderliğindeki Washington karşıtı "blok"un, ABD'nin 2003'teki Irak işgalinden bu yana kesin bir askeri çözüme yönelik benzeri görülmemiş gayretini "sınırlandırma"daki başarısızlığı da var.

İster ABD ister büyük Batı Avrupa ülkelerinde olsun doldurma, kışkırtma, şeytanlaştırma, ihanetle suçlama ve kamu özgürlüklerine yönelik korkunç kısıtlama atmosferinin ortasında, bu "gayret" artık tamamlanma yolunda.

Yüz binlerce Amerikalı ve Avrupalının, Gazze'deki sivillerin acılarına duyulan sempatinin Hamas'ın politika ve yöntemlerine destek olarak görülmesini reddetmelerine, kısıtlamalara "meydan okuyarak" ve baskıları görmezden gelerek, pankartları ve sloganlarıyla meydanlarda toplanmalarına rağmen, bu cesaretleri yolun sonu olmayabilir.

Bilhassa elektronik gözetim, telefon dinleme ve kişisel verileri hackleme, kayıtsız şartsız bir hoşgörüsüzlüğün olduğu bir çağda yaşadığımız için, büyük olasılıkla -birçok kişinin 2003’teki atmosferden hatırladığı gibi- şu ya da bu şekilde bu cesur "meydan okumanın" bedelini ödeyecekler.

"Sahada dengenin" ABD, Batı ve İsrail'in lehine olduğunu söyledim ve bu, mevcut savaşın rakamları ve gidişatı ile kanıtlanmış bir gerçek, ancak Hamas ve Hamas'ın arkasındakiler henüz siyasi olarak kaybetmediler.

7 Ekim'de yaşananlara ve sonrasında yaşanacaklara yönelik Batı'nın mevcut yaklaşımının yakın gelecekte bir "galip" ve "mağlup" ortaya çıkaracağını düşünmüyorum.

Aksine burada bir yorumcunun ya da analistin hayal gücü daha da ileriye giderek, dünyayı basitçe "iki kampa", yani "bizimle olanlar" ile "bize karşı olanlar" şeklinde bölmenin galip ve mağlup ile ilgili her türlü tartışmayı sona erdirmeye yeterli olduğunu söyleyebilir.

Gerçekten de ister Hamas ve onunla birlikte olanlar isterse İsrail ve onu destekleyen güçler dünyayı bu şekilde "bölmek" istiyor olsun, en azından psikolojik ve partizan yönleriyle "bölünme" gerçekleşti ve bitti.

Evet, bugün mevcut savaş sırasında psikolojik bir boşluk, korkunç bir hayal kırıklığı ve güven kaybıyla karşı karşıyayız.

Yükselen üstenci, ırkçı, yok sayıcı ton ile seçici ve kışkırtıcı popülist söylem karşısında Batı'da mantık, akıl, ılımlılık ve uzlaşı seslerinin zayıfladığı bir dönemi yaşıyoruz.

Tanıdığımızı sandığımız pek çok tanıdık, farklı bir görünümle karşımıza çıktı.

Batılı askeri sözcülerin ve siyasi yorumcuların konuşmalarında belirmeye başlayan ifadeler, birkaç ay öncesine kadar alıştığımız ifadelere göre tuhaf görünüyor.

Ağırbaşlı ve ciddi başkentler, saygın medya kuruluşları ve sorumlu liderler -ya da öyle görünenler- önce insani maliyete, sonra da uzun vadeli siyasi maliyete bakmaksızın korkunç bir şekilde her türlü adımı ya da eylemi meşrulaştırmaya kayıyorlar.

Duyduklarımızın çoğu rahatsız edici ve bunları söyleyenlerin çoğu söylediklerinin ve pazarladıklarının boyutunu takdir etmiyorlar.

Dahası sanki kan ırmakları, biriken kinler, çöken çözüm fırsatları, kötüleşen siyasi çıkmaz arasında önümüzdeki günlerin neler getireceğini düşünmek istemiyorlar.

Filistinlilerin devam eden acılarının ve İsrail'in sürekli ileri kaçışının önemini küçümsemeden, evet, 7 Ekim'de yaşananlar; birincisi, kasıtlı olarak sivilleri hedef aldığı, ikincisi, hesaplanmamış sonuçları olan bir kumar olduğu için yanlış bir davranıştı.

Bunu söylüyorum çünkü İsrail sağındaki bazı aşırılıkçıların sivilleri hedef alan, Filistinlileri kökten söküp atacak "transfer" (zorla göç ettirme) projesine başka koşullarda elde edilmesi zor bir yerel ve uluslararası sempati ve destek kazandıracak bu tür bir eylemi gerçekten umduklarını kişisel olarak göz ardı etmiyorum.
 


Öte yandan mantık, 7 Ekim olaylarını planlayanların İsrail'in tepkisini hesaba katmamış olmalarının mümkün olmadığını da söylüyor.

Dahası bu kişilere bölgesel ya da uluslararası bir destek sözü mü verildi yoksa farkında olmadan kendilerini, örgütlerini ve halklarını, kendilerine karşı gördüğümüz uluslararası seferberlikten "beklendiği" anlaşılan bir savaşın içine mi attılar?

Hatta "komplo teorileri"ne çok fazla girmeden, Filistin meselesinin tasfiyesi, bugünkü Suriye, Lübnan, Ürdün ve Filistin’den oluşan Maşrık bölgesinin bölünmesi ve paylaşılması da dahil olmak üzere bölgenin haritalarının yeniden çizilmesi için belki de bu savaş "gerekliydi ve isteniyordu"!

İran'ın "aklanması" ve araçlarının kontrollü, işgal altındaki Filistin topraklarını çevreleyen oluşumlardaki çöküşü daha da kötüleştirmeyen ve krizleri onlara ihraç etmekte ısrar etmeyen çıkışlar dışında "sessiz kalması" hiç de tesadüf değil.

Peki ya bugün, yani, kara harekâtının fiilen başlaması hakkında ne söylenebilir?

Evet, Batı'nın ateşkesin koşulu olarak sivil rehinelerin serbest bırakılmasını talep etmesi mantıklı ama gerçekçi bir talep mi?

Rasyonel bir insan, rehineleri kaçıran bir grubun, kendisini bitirmeye ve ortadan kaldırmaya yönelik nihai karar alınmışken, rehineleri gönüllü olarak serbest bırakacağını düşünebilir mi?

Bu savaştan minimum kayıplarla çıkmak için akla ve sükunete geri dönmek, gerilimi hafifletecek, cehennemin kapılarını açmak yerine çözüm kapısını açacak uluslararası meşruiyet kararlarına dayanan siyasi bir süreci ciddi bir şekilde benimsemek herkesin - istisnasız herkesin - çıkarına değil mi?​

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

Şarku'l Avsat

DAHA FAZLA HABER OKU