İstanbul Aydını Anadolu'yu neden ihmal etti?

Anadolu'yu tanımıyorlardı. Tanımaya tenezzül de etmediler

Tanzimat Birinci Dönemi şairleri arasında kabul edilen Ziya Paşa, Anadolu edebiyatını ve Anadolu'yu bir kuram dairesinde ele alan ilk şairler arasındaydı.

Ziya Paşa "Bizim şiirimiz hani şairlerin nev-mevzun diye beğenmedikleri avam şarkıları ve taşralarda ve çöğür şairleri arasında deyiş ve üçleme ve kayabaşı tabir olunan nazımlardır" sözleriyle bir değişim sürecine giren Türk şiirine yalnızca bir istikamet belirlemekle kalmamış, o zamanlar taşra olarak isimlendirilen Anadolu'yu asli bir kimlik olarak kabul etmişti.

Hatta şairlerin 'nev-mevzun' olarak küçümsemelerini de eleştirerek İstanbul aydınını hedef tahtasına oturtmuştu. 
 

ziya paşa.jpg
Ziya Paşa

 

Oysa Tanpınar, "19 Asır Türk Edebiyatı Tarihi" isimli çalışmasında Ziya Paşa'nın yaklaşımını müşahedelere dayanmadığı ve yalnızca politik bir amaç taşıdığı gerekçesiyle bir araç olduğunu söylemekte ve eleştirmektedir. 

Tüm eleştirilere rağmen Ziya Paşa'nın başlattığı hareket İstanbul münevverleri arasında karşılık bulmuştu; fakat neşredilen eserlerin tamamına yakını Anadolu'yu hiç görmemiş kimseler tarafından ele alınmış olması bu eserlerin sığ kalmasına sebep olmuştu.

Bir başka Tanzimat birinci dönemi şairi Namık Kemal ise eserlerinde doğrudan Anadolu insanlarının özelliklerini vermemiş olsa dahi 'Anadoluluğun' utanılacak bir şey olmadığını vurgulaması önemliydi.
 

namık kemal.jpg
Namık Kemal

 

Kendi bağlamı içerinde Namık Kemal'i tutarsız olmaktan kurtarmış, İstanbul'daki yerleşik Anadolu algılayışını eleştirmesi adına önemli bir nokta olarak öne çıkmıştı.

Buradan hareketle görülüyor ki İstanbul aydını Anadolu ve Anadolu insanını tanımadan önce zihnindeki Anadolu algısı, daha doğrusu önyargısı ile hesaplaşmaya başlamıştı.

Bu hesaplaşma Tanzimat ikinci dönemi şairleri zamanında ise bir hayal kırıklığı ile sonuçlanacaktı çünkü başta Abdülhak Hamit Tarhan gibi şairler eserlerinde Anadolu kırlarını işlemişseler de anlattıkları İstanbul tahayyülü gerçeklikten uzaktı.

Bu anlatım biçimi yalnızca Hamit'in zihnindeki imgelere dayanıyordu ve gerçek Anadolu'nun anlaşılmasının önüne yeniden büyük bir set çekilmesine neden oldu.

Ziya Paşa ile başlayan hesaplaşma yerini pastoral bir imge dünyasına bırakmıştı. Artık Anadolu insanlarının çilesi yerini hiç görülmemiş Anadolu kırlarının romantizmine bırakmıştı. 
 

anadolu insanı 3.jpg
Görsel: Art Academy

 

Nesirde ise Samipaşazade Sezai'nin Anadolu insanına zaman zaman değindiği görülüyor; fakat buradaki Anadolu köyleri de yalnızca Samipaşazade'nin hayal dünyasına dayanmakta ve Anadolu gerçekliğinden uzak bir portre sunmaktadır.

Bu durum Tanzimat dönemi yazarlarından Ahmet Mithat Efendi'de de değişmez, köylüyü tanımak ve anlatmak yerine yazar zihnindeki ideal Anadolu tasavvurunu anlatır ve olması gerekeni aktarır. 

Bu dönemde gerçeğe yakın ilk örnekler Nabizade Nazım'ın "Karabibik" isimli eserinde görülmeye başlanmış; ancak bu eser Anadolu'nun bir ideal olarak ele alınıp gerçekçi bir şekilde işlenmesi için yeterli olmamıştı.

Nazım'ın bu teşebbüsü bir gelenek oluşturamamış ve zaman içerisinde terk edilmişti.
 

Servet-i Fünun.jpg
Servet-i Fünun

 

Servet-i Fünun dönemine gelindiğinde ise İstanbul aydını ve Anadolu arasındaki rabıtanın neredeyse tamamen koptuğu görülüyor.

İstisnai tek vaka ise Yeni Zelanda'ya gitme hayalleri kuran Tevfik Fikret ve arkadaşlarının hükümetçe engellenmesi sonrası rotalarını Anadolu'ya çevirmiş olmasıydı.

Lakin İstanbul aydınlarınca gidilmek istenen Anadolu, kendi gerçekliği için seçilmemişti, İstanbul'un kasvetinden kaçan aydınların bir özgürlük sahası olarak görülmesinden ibaretti. 
 

anadolu insanı 2.jpg
Görsel: Wikipedia

 

Bu dönemde Anadolu insanının çektiği acıları gerçekçi bir biçimde ele alarak bir Anadolu kimliği oluşturma gayretini belki de gayri ihtiyari işleyen şair Mehmet Akif'ti.

"Safahat"'ın Asım bölümünde Anadolu sefaletini bütün çıplaklığı ile ele alınır; ancak yazarın gözündeki insan algısı Anadoluluk ile sınırlandırılamayacağı için farklı bir düzlemde ele alınmasını zorunlu kılıyor.

Çünkü Akif, Arnavut köylüsünün perişanlığı ile Anadolu insanının perişanlığını aynı potada değerlendiren bir dünya görüşüne sahipti.

Dolayısıyla eserindeki Anadolu gerçekçi olsa da sonraki dönemlerde Faruk Nafiz'in ele aldığı Anadoluluk anlayışından ideolojik olarak farklılık arz etmekteydi.
 

 

Faruk Nafiz Çamlıbel ve Anadolu

Faruk Nafiz Çamlıbel'in Anadoluluk anlayışını ele aldığı dönem zengin bir birikimin arkasına yaslanmıyordu.

Cihan Savaşı sonrası direnişin merkez üssü Anadolu olması İstanbul aydınının bu coğrafya ve kültürü bir mefkûre olarak ele almasını zorunlu kıldı.

Öte taraftan Çamlıbel de Anadolu'yu yeteri kadar tanımıyordu. İstiklal Mücadelesine destek vermek için Anadolu'ya ilk geçiş denemesi de seciyesiz olduğu gerekçesiyle engellenmesi yazarın hayal dünyasında mutlaka ulaşılması gereken bir ideal yaratmıştı.

Nuri Sağlam, "Faruk Nafiz Çamlıbel Şiirlerinde Anadolu ve Anadolu insanı" isimli makalesinde Çamlıbel'in sanat hayatındaki gelişimi üzerinden Anadolu mefkûresinin ele almıştır.
 

faruk nafiz çamlıbel.jpg
Faruk Nafiz Çamlıbel

 

Bunu aslen bir İstanbul aydını olan Çamlıbel'in zihnindeki kavrayış ile değerlendirerek okuyucuya aktarmıştır.

Anadolu'ya geçişinde ise bu coğrafyayı ele alış biçimi çoğunlukla Ankara hükümetine politik anlamda destek sağlama gayreti ile sınırlı kalmıştı; dolayısıyla ilk şiirlerinin zayıf olmasına neden oldu.

Nuri Sağlam da bu sebeple ilk şiirlerinin teması Anadolu olsa da bu tema Anadolu gerçekliğinden ziyade verilen mesajın bir melankoli ve hasretten ibaret olduğunu ifade etmektedir.

Hatta Sağlam, çok sert bir üslupla Çamlıbel'in Anadolu'yu kişisel istikbali için bir araçtan ibaret gördüğünü belirterek şöyle eleştirmektedir:

Anadolu'yu bilhassa kendi istikbali için katlanılması icap eden bir gurbet diyarı olarak gördüğü ve her hâliyle insana kasvet veren bu perişan coğrafyada 'maskat-ı re's'ine döneceği günlerin hayaliyle yaşadığı anlaşılır ki şairin Anadolu karşısındaki bu tavrı, sadece kendisine mal edilen 'memleket edebiyatı' yaratma fikrini zedelemekle kalmayıp bu fikirden doğacak şiirlerin samimiyetine de hayli zarar vermektedir.


Daha da önemlisi Anadolu'yu zihnindeki kalıba oturtmaya çalışan Çamlıbel bu coğrafyanın perişanlığını tespitten ziyade ona çeşitli anlamlar yükleyerek dizelerine şöyle taşır:

Eğilmez azmini dünyaya bildir, 
Yurdunu ölümden sen halâs eyle. 
Anmazsa evlâdım benden değildir, 
İsmini bir değil bin besmeleyle.

 

 

Nuri Sağlam bu durumun sebebini Anadolu'nun pek çok aydın tarafından bir moda olarak görüldüğünü söylemekte ve Çamlıbel de bu modaya uymakta olduğunu belirtir ancak Çamlıbel de bu modaya uyan diğer yazar ve şairler gibi Anadolu'ya dair bir fikir sahibi değildir.

Bunun en önemli nedeni de Anadolu'nun henüz yeteri kadar anlaşılmamış ve doğru bir biçimde işlenmemiş olmasından kaynaklanmaktaydı.

Çamlıbel örneği bize başlıktaki sorunun da cevabını vermektedir. 

Osmanlı aydını Anadolu'yu ihmal etti; çünkü tanımıyordu. 

Doğrusu tanımaya tenezzül de etmedi. 

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU