Antik çağın kozmik sırları: Soğmatar…

Şeyhmus Çakırtaş Independent Türkçe için yazdı

Günün ilk ışıklarında Urfa'nın antik alanlarının yoğun olduğu Harran Ovası'na yaklaştığımızda sonsuzluk hissi veren uçsuz bucaksız tarımsal sulamadan kaynaklı bir sis tabakası gökyüzünün yere yakın kısmını kaplarken, aklıma Çukurova'nın nemli havası geliyor.

Binlerce yıldır kuru ve kurak bir havanın hakim olduğu Harran artık hem nemli, hem de sulak. Pamuk ve mısır tarlaları yan yana, iç içe göz alabildiğince sıralanmış.

Asıl konumuz bu değil. Belki başka bir yazıda geçmiş Harran ile günümüz Harran'ı karşılaştırır, ova üzerinde oluşan sisli havayı yorumlarım.

Uçsuz bucaksız Harran Ovası'na doğru yol, dümdüz, sağa sola zikzaklar çizmeden ilerliyor. Asurların önemli bir yerleşimi olan Sultantepe'ye vardığımızda Güneş kızıllıklar içinde bir altın tepsi misali yükselerek, Sultantepe'yi görünür kılıyor.

Bu anı ölümsüzleştirmek için kısa bir duraklamadan sonra yolumuza devam ediyoruz.

Güneş, henüz doğduğu halde ortalık giderek daha çok ısınmaya başlıyor. Bu nedenle sıcaklığın gün boyu bizi pert edeceğini düşünmeye başlıyoruz.

Araziler sulandığı için kısmen serinlik yayılıyor olsa da güneş serinliği alt edecek güce sahip ışınlarını tepeden göndermeye hazır bekliyor.

Rotamız yakın bir zamanda hizmete sokulan 'kültür ve inanç yolu'nu takip ederek Antik Soğmatar'a doğru uzanıyor.

Yol üstünde çok sayıda antik harabe var. Hepsini bir günde görmek mümkün değil. Antik alanı görmek için daha fazla zamana ve serin bir mevsime ihtiyaç var.

Burada en büyük engel aşırı sıcak. Yazın bunaltıcı sıcaklarına nem de eklenince alanı gezmek insana heyecan verse de bunaltıcı hava insanı çok kötü yorabiliyor.

İlk durağımız Harran. Binlerce yıllık tarihi geçmişe sahip Antik Harran Kenti 12'inci yüzyılın yarısında Moğolların saldırısında yerle bir olmuş, sonra yıkıntılar üzerinde yeniden inşa edilerek bugünlere gelmiş.

Her kavim kendine göre bir değer katmış ve kültürel izini taşlara işlemiş. Nereye baksan, dokunsan, kazma vursan tarih fışkırıyor.

Gerek Harran merkezde gerekse de çevrede daha birçok alan keşfedilmeyi, kazılıp gün yüzüne çıkmayı bekliyor.
 

IMG_0321.JPG
Fotoğraf: Şeyhmus Çakırtaş

 

Özellikle antik Harran ve kümbet evler, aslında çok daha büyük bir koruma ve restorasyon planı bekliyor. Sanki var olanla yetiniliyor gibi bir izlenim var.

Eski kümbet evler azalırken, beton yapılar hızla çoğalıyor. Hatta bazı yapılar betondan yapıldığı halde, eski kümbet evlerin mimarisine benzetilmeye çalışılmış.

Binlerce yıllık tarihsel hengâmeden sonra oluşan yoğun nüfusun ve çarpık yönetimlerin bir sonucu olarak betonlaşma en büyük tehlikelerden biri haline gelmiş.

Son yıllarda tarımsal sulama sonucu oluşan nem de, düşünülenden daha fazla tahribatlara yol açabilir. 
 

IMG_0323.JPG
Fotoğraf: Şeyhmus Çakırtaş

 

Harran'ın kalıntıları arasında dolaşıp, kümbet evlerin atmosferinde gezindikten sonra yönümüz bu kez Bazda Mağaraları'na doğru uzanıyor.

Her nedense ziyarete kapalı olmasına rağmen, çok sayıda ziyaretçinin rahatlıkla girip ziyaret ettiği buranın kendine has bir yapısı var.

Tamamı kireç taşından oluşan ocaklarında düşünemediğim kadar büyüklükte mağaralar insan eliyle oluşturulmuş.

Dışarda 45 derece olan sıcaklık mağaralarda neredeyse 25 dereceye kadar düşüyor. Köylülerin deyimiyle mağaraların içi buz gibi.

Kimler, ne zaman bu mağaraları yapmış tam olarak bilinmese de 13'üncü yüzyılda buranın taş ocağı olarak kullanıldığı bazı kitabelerde yer almış.
 

IMG_0001.JPG
Fotoğraf: Şeyhmus Çakırtaş

 

Tahminlere göre buradan kireç taşı çıkarılmış ve çevrede inşa edilen antik  yapılarda kullanılmış.

Harran'ın da bu yapılardan biri olduğu tahmin ediliyor.

Buranın serin ve dinlendirici havasını geride bırakıp ovanın daha içlerine Tektek Dağları'nın dokusuna, kuzeydoğuya doğru ilerliyoruz. Artık çöl havasının etkisindeyiz.

Güneş artık çok daha yakıcı. Harran'a göre daha ıssız ve daha kurak bir bölgenin derinliklerine doğru yol alıyoruz.

Harran'dan sonra arazide yayılan ve oldukça eski bir tarihe sahip Şuayip Antik Kenti'ne vardığımızda coğrafya değişmiş oluyor.
 

DSCF5597.JPG
Fotoğraf: Şeyhmus Çakırtaş

 

Arazi boyunca yer yer sulama yapılsa da sanırım baraj sularının aktığı kanallar Şuayip Antik Kent çevresine ulaşmamış.

Burada daha çok artezyen kuyuları devrede. Bazı araziler yeşilken, bazıları som sarı renkte olması da bundan dolayı sanırım. 

Şuayip Antik Kenti'ne varmak için biraz daha içe doğru ilerliyor, arazinin giderek değiştiğini görüyoruz.

Harran dümdüz ve toprakla kaplıyken, burada yer yer düz kayalar göze çarpıyor.
 

DSCF5913.JPG
Fotoğraf: Şeyhmus Çakırtaş

 

Şuayip Antik Kenti, Tektek Dağları'nın geçiş güzergahında kurulmuş antik bir yerleşim yerlerinden sadece birisi.

Bütün ovayı besleyen, antik dünyaya ev sahipliği yapan bu yüksek olmayan dağ silsilesi, Suriye topraklarına kadar uzanıyor.

Eski kent, artık tamamıyla harabe görünümünde olsa da geçmişin ihtişamını halen ayakta kalan yapılarında taşıyor.

Günümüzde kullanılan köy, harabeler üzerinde inşa edilmiş, eski kentin ise büyükçe bir eski çağ yerleşimi olduğu anlaşılıyor.
 

DSCF5822.JPG
Fotoğraf: Şeyhmus Çakırtaş

 

Çok sayıda mağara ve taşlardan inşa edilmiş yapılar geçmişin izlerini günümüze taşıyor, geçmiş hakkında eşsiz bilgiler sunuyor.

Havanın sıcak oluşu detaylı gezmemizi engelliyor. Belki başka bir zamana deyip, asıl rotamızı Soğmatar'a yöneltiyoruz.
 

DSCF5739.JPG
Fotoğraf: Şeyhmus Çakırtaş

 

Yol kıvrılarak Ceylanpınar sınırlarına, oradan da Viranşehir'e uzanıyor. Yolun asfalt olması büyük bir kolaylık. Yoksa ağustosun bunaltıcı sıcağında şoselerden ilerlemek oldukça zor.

Soğmatar Kültür ve İnanç Yolu'nun yakın bir yerleşim yeri. Asfalttan birkaç kilometre içte bulunuyor.
 

IMG_0503.JPG
Fotoğraf: Şeyhmus Çakırtaş

 

Köyün yolu asfalttan sonra içe doğru stabilize. 1998 yıllarında ilk kez ziyaret ettiğim yoldan biraz daha iyi. Daha önce yolun geneli şose ve yer yer zemini kaya olan bir kervan yoluydu.

Birkaç kilometre yol aldıktan sonra artezyen kuyularla sulanan tarlalardan geçerek köye varıyoruz. Köy eski görünümünü henüz kaybetmemiş.

Mağaralarla özdeşleşen taş ve toprak damlı evler çağın yıkıcı etkilerine karşı direniyor. Köyün hemen girişinde bulunan höyüğün eteklerinde bulunan taş duvarlar yıkık da olsa buranın bir kale olduğunu işaret ediyor.

Kaleyi göz ucuyla inceleyip, asıl merakımızı kamçılayan ve Pagan kültürünün izlerini günümüze taşıyan Sin Tapınağı'nı görmek için köyün içine ilerliyoruz.
 

IMG_20220903_160647.jpg
Fotoğraf: Şeyhmus Çakırtaş

 

Köyün sessizliğini, etrafımızı kısa sürede saran esmer tenli, çakmak gözlü çocuklar bozuyor. Tenleri güneşte yanmış, gözleri ise bir ışık kaynağı gibi pırıl pırıl.

Köyün içinde birkaç kuyu var. Çocuklar Arapça aksanlarıyla, bu kuyulardan birisinin Hz. Musa'nın kuyusu olduğunu ve kendisinin burada çobanlık yaptığını söylüyorlar.
 

IMG_20220903_160905.jpg
Fotoğraf: Şeyhmus Çakırtaş

 

Köyün içinde çok sayıda mağarayı andıran yapılar var. Kireç taşından oluşan kayalara oyulan bu yapıların mezar odaları ya da Paganlar için önemli yerler olduğu tahmin ediliyor.

Buranın ilginç bir dokusu var. Toprak yerine göz alabildiğince yekpare bir kaya çeşidi göze çarpıyor. Bildiğimiz kaya, yükselmiyor yeri kaplayarak geniş bir alana yayılıyor. Düz kayalar yer yer yükselse de bir çanak gibi köyün çevresini sarıyor.

Sin Tapınağı olarak kullanılan mağara, bu kayaların başladığı köyün içinde yer alıyor. Kayalara oyulan ve odalı bölümler yaratılan mekanlar bir Pagan tapınağı olarak kullanılmış.

Duvarlara sekiz tanrı kral rölyefleri yapılmış. Sonradan tahrip edildiği anlaşılan tam sekiz insan betimlemesi, yüksek kabartma tekniği ile kaya duvarlarına nakşedilmiş.

Yetişkin insan boyundan daha uzun olan rölyefler Paganlar'a ait tanrıları temsil ediyor.
 

IMG_0514.JPG
Fotoğraf: Şeyhmus Çakırtaş

 

Tapınak yıllardır bir isin işgali altında. Anlaşılan o ki burada uzun süre kalınmış ve ateş yakılmış. Yakılan ateşin isi hem kalıntıları kaplamış, hem de içerideki kitabeleri görünmez kılmış.

Oysa sağlı sollu iki hilal, kayalara resmedilmiş ve çok sonra bu hilaller üzerine haç işareti çizilmiş. Haç işaretinin sonradan olduğu bariz bir şekilde görülüyor.

Buradaki tahribat her gün biraz daha artarken, binlerce yıllık tarih birçok yerde rastladığım gibi isin karasında görünmez oluyor.
 

IMG_0002.JPG
Fotoğraf: Şeyhmus Çakırtaş

 

Oysa burada halen okunabilecek kitabeler ve yüzleri parçalanmış olsa da yüksek kabartma tekniğiyle yapılan rölyef örnekleri var.

Burasının açık bir dini kült merkezi olduğu belli. Bir kapısı yok. Tanrı Kralların bulunduğu mağaranın önü gökyüzüne açılıyor, gizlilik içinde ayin yapılan bir yer değil.
 

IMG_0005.JPG
Fotoğraf: Şeyhmus Çakırtaş

 

Herkesin görmesi için doğuya yani güneşe bakan kısımları açık bırakılmış. Bunun bilinçli bir tercih olduğu anlaşılıyor. 

Burasının Paganlar yani Putperestler için önemli bir tapınma merkezi olduğu araştırmalarda ortaya çıkmış.

Soğmatar tarihteki esas ününü; ay, güneş ve gezegenlerin kutsal sayıldığı Asur ve Babillerin politeist inancından gelen Pagan (putperest) dinin ve bu dinin baştanrısı (tanrıların efendisi) 'Mar alahe'nin (Marelahe) merkezi olmasından almaktadır. 1
 

IMG_0011.JPG
Fotoğraf: Şeyhmus Çakırtaş

 

Bir süre eskiyen izlere ve Aramice yazılan kitabelere baktıktan sonra tapınağı ıssızlığına terk ederek, güneş batmadan asıl görmek istediğimiz alana yönümüzü çeviriyoruz.

Artık bundan sonra yayan yürüyeceğiz.

Yerden gıdım gıdım yükselen ve düz kayalardan oluşan bir alandayız.
 

IMG_0012.JPG
Fotoğraf: Şeyhmus Çakırtaş

 

Höyük ve üzerinde inşa edilen kale yükseğe çıktıkça daha belirgin hale geliyor.

Yaklaşık 20 dakikalık bir tırmanmadan sonra dikine yükselen kayalık alana varıyoruz. Burada da iki tanrı kral betimlemesi var. 

Birinci yapısı ortalama 1 metre yüksekliği olan bir erkek tasviri. Bu eserde yüksek kabartma tekniği ile kayaya yapılmış.

Yanında ise başka bir kabartma. Burada ise baş ve gövdesi belli olan başka bir tanrı kral ya da kraliçe çizilmiş.

Bunun kadın olma ihtimalini de buraya not olarak düşüyorum. Burada yapılan betimlemelerin Sin Tapınağı'yla ilgili olabileceğini düşünerek birkaç adım daha tırmanarak asıl kitabelere ulaşıyoruz.
 

IMG_9999.JPG
Fotoğraf: Şeyhmus Çakırtaş

 

Bu kitabelerin dünyada eşi benzeri var mı bilmiyorum. En azından benim gördüğüm yerlerde bunlara benzer kitabe hiç görmedim.

Yan yana, iç içe olan onlarca düz kayaya sekiz dokuz kitabe yazılmış. Kitabelerin tümü anlaşılacağı üzere gökyüzüne bakıyor. Bunun bir anlamı olduğunu düşünüyorum.

Soğmatar sakinleri bu kitabeleri yazarken bir mesaj vermek istemiş olabilirler.
 

IMG_0006.JPG
Fotoğraf: Şeyhmus Çakırtaş

 

Güneş, ay, yıldız ve gezegenleri her daim gören bir konumda yazılan kitabelerin dili ise Süryanice ya da başka bir ifadeyle Aramice…

Yüzlerce yıllık bir geçmişe sahip bu kitabeler yağmura, rüzgara ve insanların tahrip etme güdülerine karşın hala ilk günkü gibi okunaklı olarak hep gökyüzüne bakıyor.

Kitabelerin bulunduğu alandan çevreye bakıldığında ise bir kozmik evren resmi canlanıyor sanki.

Dalgalı bir kaya denizi dersem abartı gelir ama gerçekten toprak yerine kayalardan oluşan bir arazi görülüyor. Kitabelerin bulunduğu alan Kutsal Tepe olarak adlandırılmış.
 

IMG_20220903_161936.jpg
Fotoğraf: Şeyhmus Çakırtaş

 

Sin Tapınağı'nın batısında ise gezegenleri temsil eden altı tapınak daha var.

Bu tapınaklara gidemedik, zaman darlığı nedeniyle. Kutsal Tepede yazıtlarda geçmişin izini ararken, kozmik tepelere ziyareti başka bir zamana bırakarak Soğmatar'dan ayrılıyoruz.

Sanırım buranın çok daha araştırmaya ihtiyacı var. Hem seçilen alan, hem de kayalara yazılan kitabeler bize çok şey anlatıyor olmalı diye düşünüyorum.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU