Rusya’nın Afrika’ya dönüşü

Yusuf Kenan Küçük Independent Türkçe için yazdı

Rusya Başbakanı Dmitri Medvedev'in katılımıyla düzenlenen 20-22 Haziran 2019 tarihleri arasında Moskova'da gerçekleşrtirilen Rusya-Afrika Ekonomi Konferansı'ndan bir kare / Fotoğraf: twitter - @MedvedevRussiaE

Dünyanın en saygın düşünce kuruluşları arasında bulunan “Chatham House”un Afrika Programı Direktörü Alex Vines, 30 Temmuz 2018 tarihinde Orta Afrika Cumhuriyeti’nde (OAC) Rus asıllı üç gazetecinin öldürülmesinin ardından Batılı analistler olarak, Rusların kıtadaki askeri angajmanlarına atıfla “Aman tanrım! Biz neyi gözden kaçırmışız ve niçin kaçırmışız?” dediklerini ifade etmişti. *

Vines şaşırmakta haklı, çünkü Rusya, Soğuk Savaş ve Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından kıtadaki profilini ciddi anlamda düşürmüştü. Afrika ülkelerinin bağımsızlık mücadelelerini destekleyen sömürgecilik karşıtı SSCB gitmiş, yerine Güney Afrika Cumhuriyeti’ndeki (GAC) ırk ayrımcılığına dayalı “Apartheid” rejiminin başındaki ‘de Klerk’i devlet ziyaretiyle Moskova’da ağırlayan Rusya gelmişti. Ve bu Rusya’nın, 1991’den itibaren yaklaşık çeyrek asır boyunca kıtaya özel ilgi duyduğuna dair bir işaret görülmemişti. 

Artan ilginin nedenleri 

Bazı analistler, Rusya’nın Afrika’ya olan ilgisini G8’e üye olduğu 1998 yılından başlatıyor olsa da, 2010 yılında kabul edilen  “Ulusal Güvenlik Stratejisi” ile 2013 tarihli “Dış Politika Konsepti” belgelerinde Afrika’ya basmakalıp ifadeler dışında yer verilmemesi, Rus politikasındaki değişimin miladını daha güncel bir tarih/olayda aramayı gerektiriyor. 

Bu noktada karşımıza, Kırım’ın Rusya tarafından işgali (2014) ve hemen ardından ilhakı çıkıyor. Bu cüretkâr adımla Kuzey Atlantik ülkelerini karşısına alan ve neticede ambargolara maruz kalan Rusya, kayıplarını telafi amacıyla yeni ekonomik ortaklar, silah pazarları ve madencilik yatırımları arayışına girmek durumunda kaldı. Zira çeyrek asırdır ihmal edilen Afrika, her üç hedef bakımından da kayda değer bir potansiyele sahipti. 

Kıtada aktif diğer güçlerden Japonya’nın 1993, Çin ve Avrupa Birliği’nin 2000, Hindistan’ın 2003 ve Türkiye’nin 2008 yılından bu yana Afrika ülkeleriyle mutat zirveler düzenlemelerine rağmen, Rusya’nın benzeri bir zirve için zemin yoklamaya 2016’da başlaması ve nihayetinde Rusya-Afrika Zirvesi’nin bu yıl Ekim ayında Soçi’de düzenleneceğinin ilan edilmesi, Rusya’nın halihazırdaki Afrika politikasının, yeni ortaklar bulmayı ve maruz kaldığı ambargoların etkisini hafifletmeyi amaçladığı savını güçlendiriyor. 

Zirveye hazırlık çerçevesinde, haziran ayının üçüncü haftasında Moskova’da Rusya-Afrika Ekonomi Konferansı, 3 Temmuz Çarşamba günü ise Rusya-Afrika Parlamenterler Konferansı düzenlendi. Rusya bu etkinliklerle zirveyi mümkün olduğu kadar uluslararası gündemin üst sıralarına taşımayı hedefliyor.

Diğer taraftan Afrika, tüm kıta dışı aktörler için küresel güç projeksiyonunu artırma niyetinin risksiz şekilde sergilenebildiği bir coğrafya özelliği taşıyor. Haliyle bu durum Rusya için de geçerli.

Rusya’nın bu minvalde özellikle Sahra-Altı Afrika’da son beş yıldır ağırlıklı olarak neler yaptığı üç ana başlık altında incelenebilir.  

1. Askeri-güvenlik işbirliği: 

Afrika’nın en büyük silah tedarikçisi olarak Rusya, kıta ülkeleriyle askeri işbirliklerini geliştirmenin yollarını arıyor. Bu kapsamda, Radio Free Europe’a göre Rusya’nın 2014 öncesinde sadece 10 Afrika ülkesiyle askeri işbirliği anlaşması mevcutken, 2014 sonrasında 6 ülkeyle yeni anlaşmalar imzaladı ve 20 ülkeyle de evvelce akdedilen anlaşmalar son 5 yılda yürürlüğe girdi.**

Askeri-güvenlik ilişkileri bağlamında Rusya’nın OAC’deki mevcudiyeti ve faaliyetleri özellikle dikkat çekiyor. İlgili BMGK kararı (2339/2017) doğrultusunda OAC’ye askeri danışman ve eğitmen gönderen Rusya ayrıca, anılan ülkeye uygulanan silah ambargosundan da muaf tutulmuş durumda. Ancak, Rus devletiyle gayrıresmi bağlantıları bulunduğu iddia edilen “Wagner Group” ve “Patriot” gibi Rus özel güvenlik şirketlerinin anılan ülkedeki faaliyetleri, Rusya’nın, özelde OAC, genelde ise Afrika’daki faaliyetlerinin mercek altına alınmasına yol açmış bulunuyor.  

2. Enerji: 

Toplamda 1 milyar nüfusa sahip 48 Sahra-Altı Afrika ülkesinin kümülatif enerji üretiminin, 67 milyonluk Fransa’nın gerisinde kalması, kıtada enerji alanında geniş yatırım imkanları bulunduğunu gösteriyor. Bu doğrultuda Rusya’nın Mısır, Etiyopya, Sudan, Kenya, Uganda, Nijerya, Ruanda, Zambiya ve Ghana gibi ülkelerle nükleer enerji işbirliği olanaklarını araştırdığı biliniyor. 

Diğer taraftan, dünyanın en büyük petrol ve doğalgaz ihracatçısı olması dolayısıyla Rusya; Cezayir, Angola ve Nijerya gibi geleneksel, Gana, Tanzanya ve Mozambik gibi görece yeni oyuncularla enerji işbirlikleri kurmaya ve var olanları geliştirmeye çalışıyor. Bu sayede küresel hidrokarbon piyasasındaki etkinliğini daha da güçlendirmek istiyor.

3. Madencilik: 

Rusya kendi topraklarında bulunmayan, bulunsa dahi işletme maliyeti yüksek olan madenleri Afrika ülkelerinden tedarik etmek istiyor. Bu çerçevede, Rus devlet iştiraki olan madencilik firmalarının yatırım yapmayı planladığı Afrika ülkeleri arasında OAC, Gine, Zimbabve, Madagaskar, Kongo Demokratik Cumhuriyeti (KDC) ve Sudan ilk sırada yer alıyor. 

Göze çarpan bir diğer husus ise, askeri işbirliği geliştirilen ülkeler ile enerji ve madencilik alanında yatırım yapılan ülkelerin önemli oranda birbiriyle örtüşmesi. Örneğin, “Lobaye Invest” adlı madencilik firması, OAC’de geniş bir sahada altın ve elmas gibi değerli madenleri arama ve işletme imtiyazı elde etmiş durumda. 

Özetle Rusya, en iyi bildiği ve tecrübe sahibi olduğu alanlarda Afrika ülkeleriyle ilişkilerini geliştirmeye çalışıyor. Bunu yaparken de rekabetçi üstünlüğe sahip olduğu savunma sanayi kapasitesi ile enerji ve madencilik firmalarını kullanıyor. 

Eleştiriler/iddialar 

Öte yandan, 2000’li yıllarda kıtayla olan ekonomik ve ticari ilişkilerini hızlı bir şekilde artıran Çin’in Afrika politikasının, anılan dönemde Batılı medyada yoğun eleştirilere maruz kalmasının bir benzerini bugün Rusya yaşıyor. Almanya Kalkınma Bakanı “Afrika’nın Çin, Rus ve Türklere bırakılamayacağını” söylerken, Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Danışmanı Bolton, Rusya’nın, hukukun üstünlüğü ve şeffaflık ilkesini gözetmeden kıtada nüfuzunu artırmayı planladığını iddia ediyor. İddialar kabaca şu üç alanda odaklanıyor:

  1. Moskova yönetimiyle “gayrıresmi” bağlantıları bulunduğu iddia edilen özel güvenlik şirketleri, kıtada hukuki açıdan sorunlu faaliyetler yürütüyor. 
  2. Rusya, bu özel güvenlik şirketlerini de içeren bağlantılarını, ilgili ülkelerin iç siyasetini etkilemek, çıkarlarına uygun kişilerin iktidara gelmesine yardımcı olmak, ayrıca enerji-madencilik alanlarında Rus firmalarına avantaj saglamak için kullanıyor.  
  3. Afrika ülkelerindeki yoğun ve sistematik insan hakları ihlallerini görmezden geliyor. 

Rusya ile kıtanın geleneksel ortaklarını bu iddialar etrafında karşılaştırmaya geçmeden önce, Batılı medya kuruluşlarının Rusya’nın mevcut Afrika politikasını ele alirken bir miktar mübalağa ettiklerini kayda geçirmekte fayda var. Zira Rusya’nın Afrika’yla ticaret hacmi Çin’in 10’da biri, ayrı ayrı Hindistan, Fransa ve ABD’nin ise yaklaşık dörtte biri kadar. Afrika ülkelerine milyar dolarlık silah satışları gerçekleştirmesi ve kıtada aktif büyük maden şirketleri bulunmasına rağmen Rusya, kıtayla olan ticaret hacminde Türkiye’nin de gerisinde yer alıyor.

 

afrika.jpeg
Görsel: trademap.org

 

Rusya’nın Afrika ülkeleriyle son dönemde imzaladığı askeri anlaşmalar bu alana özel önem atfettiğini gösteriyor. İçeriklerine vakıf olunmamakla birlikte, Rusya’nın bu anlaşmalarla Afrika ülkelerinin geleneksel savunma sanayi tedarikçisi olma konumunu korumayı ve geliştirmeyi hedeflediği tahmine müsait. 

Dahası, BM Barışı koruma misyonlarına katkısı hariç, arazideki resmi askeri varlığı açısından Rusya; ABD, Fransa, hatta Somali’de askeri üssü bulunan Türkiye’nin bile gerisinde kalıyor. ABD’nin en az 9 Afrika ülkesinde insansız hava aracı üsleri var. Fransa’nın ise kıtadaki 8 ülkedeki üslerinde 4000 civarında asker konuşlu. Rusya’nın Mısır, Sudan, Eritre, Burundi ve Somaliland’da askeri üs kurma niyetinde olduğu iddiaları olsa da, bunların hiçbiri henüz ete kemiğe bürünmüş değil. 

Öte yandan, Rusya’nın Afrika’da özel güvenlik şirketlerini paravan olarak kullandığı, bu şirketlerin Rusya devleti ve Afrika ülkeleri makamlarıyla ilişkilerinin şeffaflıktan uzak olduğu iddiaları gittikçe yaygınlaşıyor. Ancak kıtaya ilgi duyan her ülke, Afrika’da kendisi için “makbul” olan liderleri farklı şekillerde destekliyor. Örneğin Fransa, Çad Cumhurbaşkanı İdris Debi’nin muhaliflerine “terör şüphelisi” oldukları gerekçesiyle hava saldırısı düzenleyebiliyor. 

Azgelişmiş Afrika ülkelerinde ülke içi siyaseti etkilemenin diğer bir yolu da kalkınma yardımları. Gelişmiş ülkeler bunu, makbul Afrikalı yöneticiler için havuç, diğerleri içinse sopa olarak kullanıyor. Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton’un geçtiğimiz Aralık ayında “ABD’nin çıkarlarına ters adımlar atan ülkelere yardım sağlanmaması gerektiğini” söylemesi, yardımların kullanılış amacı konusunda çok şey ifade ediyor. Kalkınma yardımları alanında Afrika’da yeterli tecrübesi bulunmayan Rusya ise, liderlere doğrudan politik destek vermeyi tercih ediyor. Etik olarak sorunlu her iki yöntem de sonuçta aynı kapıya çıkıyor. 

Bilindiği üzere Rusya, demokrasi, insan haklarına saygı ve bunun küresel düzeyde teşvik edilmesi hususunda sicili pek parlak olmayan ve bunu da pek önemsemeyen bir ülke. Mamafih, Afrika ülkelerinde insan haklarının geliştirilmesi ne ABD’nin, ne de eski sömürgeci güçlerin birincil öncelikleri arasında olmadığı da bir gerçek. ABD Başkanı Trump’ın göreve başlama konuşmasında ifade ettiği üzere her ülke kendi ulusal çıkarlarına öncelik veriyor. Örnek olarak, Ruanda’yı demir yumrukla yöneten Paul Kagame’nin mali olarak neredeyse tüm gelişmiş Batılı ülkelerce desteklenmesine, İngiltere’nin Mısır’da Mursi yönetiminin devrilmesini (2013) “darbe” olarak nitelemekten dahi imtina etmesine bakmak yeterli. 

Sonuç olarak Rusya, Afrika’yla güvenlik, enerji ve madencilik alanlarında ilişkilerini geliştirerek sadece maruz kaldığı ambargoların etkisini hafifletmekle kalmıyor, küresel düzeydeki ekonomik ve siyasi etki sahasına Afrika’yı da dahil etmeyi hedefliyor. 

Rusya’nın Afrika politikasına yönelik eleştirilerde büyük oranda haklılık payı bulunmakla birlikte, kıtada faaliyet gösteren diğer aktörlerin yaklaşımlarının da zaman zaman ahlaki ve hukuki temelden yoksun olduğu görülüyor. Aradaki fark, geleneksel aktörlerin geçmiş tecrübeleri dolayısıyla daha “profesyonelce” hareket etmesinden kaynaklanıyor. 

Dolayısıyla Rusya’nın Afrika politikasının da, öncelikli olarak kendi çıkarlarına hizmet edeceği, kıta ülkelerinin demokratikleşme ve kalkınma süreçlerine katkısının sınırlı olacağı anlaşılıyor.

 

 

* Henry Foy, Nastassia Astrasheuskaya, David Pilling, Financial Times, 22.01.2019, https://www.ft.com/content/a5648efa-1a4e-11e9-9e64-d150b3105d21

** https://www.rferl.org/a/africa-russia-s-new-military-ally/29974287.html

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU