Lübnan, İran ve Gazze ile dayanışma biçimleri

Gazze adına da olsa bu ikiyüzlülüğe bulaşmayan, vatanını ve vatanseverliğini İran'a değişmeyi reddeden herkesi ihanetle suçluyorlar

Fotoğraf: AFP

Lübnanlı yetkililerin birçoğu benzer bir tutum benimsese de Başbakan Necib Mikati diğer meslektaşlarından daha da ileri giderek utanç verici tutumundan onlardan daha az utanmış göründü.

Mikati, Lübnan'ın durumu ve Lübnanlıların geleceği konusunda Hizbullah'ın asıl müzakereci olduğunu örtülü olarak kabul etmesine ek olarak, Hizbullah'ın Lübnan'da olup bitenleri Gazze'de olup bitenlerle ilişkilendirme teorisini de yineledi.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Sözlerinden dolayı Lübnanlıların geniş bir kesiminde görülen hoşnutsuzluğun tek kaynağı, ne haklı bir korku olan ölüm ve yıkım korkusu ne de o kesimleri göz ardı etmesi, hayatları ve ölümleriyle ilgili bir konuda onların görüş ve hassasiyetlerini ötekileştirmesi değildi.

Bunlara ek olarak, ortada Lübnanlılara ağır bedeller ödeten ve ödetmeye de devam eden ülkelerinin kaderini Filistin'e "bağlama" geçmişi var.

60'lı yılların ortalarından itibaren Lübnan, Filistin silahlı eylemleriyle bağlantılı hale getirildi ve 1969'daki Kahire Anlaşması da buna "meşru" gerekçeyi sundu.

Bunun sonuçlarından biri de 1982'deki İsrail işgali ile doruğa ulaşan art arda savaşlar oldu.

Daha sonra Suriye'nin güvenlik nüfuzu ve Hizbullah'ın artan gücü gölgesinde Hafız Esad, 2 ülke tek halkın kader birliği ve yolu ile ilgili meşhur teorisini ortaya attı.

Bunu bir kez daha Lübnan'da yankıları süren ve sonuçları devam eden felaketler izledi.

Esad'ın teorilerinin Filistinlilere ve nasıl yorumlanırsa yorumlansın davalarına hiçbir fayda getirmediği, aksine Lübnan'daki Filistinlileri kırıp geçirme politikalarıyla ayrılmaz bir şekilde birleştiği biliniyor.

Bugün "arenaların birliği" sloganı ile kaderleri ve yolları bir olması gereken 5-6 ülkedeki tek bir halkla karşı karşıyayız, ama bu kez liderliği Şam'dan değil, Tahran'dan yönetiliyor.

En tehlikelisi ise bazı çevrelerde yaygın biçimde popüler hale gelen nihilist-milisçi görüş olabilir.

Bu, halkın çıkarları ve görüşleri bir yana, devletleri, sınırları ve ulusal egemenliği devirmeyi kolaylaştıran ve kaynakları modern devletlerin ortaya çıkışından önceki emperyal bilince kadar uzanan bir fikir.

O dönemde mesela sınır tanımayan, savaşmak için Suriye'den Irak'a, Lübnan'dan da Suriye veya Filistin'e geçiş yapan birçok "mücahit" ortaya çıkmıştı.

Tıpkı 1930'larda İspanya'da 40 bin gönüllüyle savaşan "Uluslararası Tugaylar" tipi tugayların ortaya çıkışının bu zamanın ruh halinin bir parçası olmadığı gibi, sınır tanımayan mücahitlerin de artık zamanın ruh halinin bir parçası olmadığı aşikar.

Günümüzde Batı Irak ile Doğu Suriye'yi "birleştiren" bir coğrafi nokta üzerinde her şeyi her şeye bağlamanın en eksiksiz biçimini sunmak IŞİD gibi bir örgüte bırakıldı.
 


Zamanın etkilerinden ve yeniliklerinden biri de dini, milli ve ideolojik savaşların ve onlarla birlikte haklı ya da haksız, bir davayı savunmak için tek yürek olup harekete geçen "halklara", "uluslara" ya da "kitlelere" dair destansı imajın da sona ermesidir.

Devletlerin ve toplumların birleşmesi şu ikisi arasında net bir ayrım yarattı; Gazze ile mevcut dayanışma veya Afganistan'da kadınların maruz kaldıklarına benzer adaletsizliklerin mağdurlarıyla dayanışma gibi, sınır ötesi ahlaki ve insani dayanışma ile bir yaşam döngüsüne ve ortak çıkarlara bağlı belirli bir ülkede bağlı kalınan ve doğrudan askeri düzeye ulaşan siyasi dayanışma.

Bugün, Filistin bünyesinde bile, fraksiyonların içinde yaşadığı farklı koşullara bağlı olarak, çatışma düzeyleri arasındaki bu ayrıma temas ediyoruz.

Örneğin, Batı Şeria, orada burada görülen odaklar dışında, Gazze ile dayanışmasını genel bir intifada deklare etme noktasına vardırmadı. İsrail içindeki Arap nüfusundan bahsetmiyoruz bile.

"Okyanus ile körfez arasında" (Arap dünyası) ya da uçsuz bucaksız "İslam topraklarında" destanlar arayanlara gelince, feci hayal kırıklıkları ve kaderin lanetiyle dolu dönemler tarafından geri püskürtülüyorlar.

Öte yandan mevcut dayanışma uzmanlarının ifade ettiği Gazze ile dayanışmanın anlamı konusunda pek çok şüphe duymak mümkün.

Bu, yeni dayanışma uzmanların bilgi ve deneyimlere dayanarak ortaya koydukları hakim direnişçi anlatıyı çürütmek için çok akıllı olmaya gerek yok.

Yemen'deki Husi çevresi, daha önce 1960'larda yaşanan Yemen iç savaşında Nasırcılığa ve Arap milliyetçiliğine karşı, İmam Bedir'in yanında yer alan çevreydi.

Hem de o dönemde Filistin'in kurtuluşu sloganı Abdunnasır'a özel bir anlam ile bağlanmış olduğu halde.

Irak'taki Şii partiler çevresi ise 2003'ten sonra Irak'ta Filistinlileri Saddamcı ve Baasçı olarak gördüğü için onlara karşı intikam eylemlerinde bulunan çevreydi.

Lübnan Hizbullahı çevresin gelince, siyasi olarak, Filistinli silahlı örgütlere bağlı Lübnan güçlerini tasfiye etmeden önce 60'lı ve 70'li yıllarda Filistinli örgütlerle yaşanan çatışmaların şekillendirdiği bir çevre.

Bu sözlerle kastedilen o eski tercihleri ​​eleştirmek ya da yüceltmek değil, o çevrelerin mirasçılarını "Filistin sevdalılarına" dönüştüren mucizenin sırrını sorgulamaktır.

Bu durumda adı geçenler büyük ihtimalle Filistin'e değil İran'a aşıklar. Gazze bahanesiyle ülkelerini milis örgütlerine dönüştürmek, İran imparatorluğu alanı içindeki toplumlara ve merkezi otoritelere kontrollerini dayatmak istiyorlar.

Elbette Gazze adına da olsa bu ikiyüzlülüğe bulaşmayan, vatanını ve vatanseverliğini İran'a değişmeyi reddeden herkesi ihanetle suçluyorlar.

Buna karşılık Arapların yapıları, ülkeleri ve toplumlarıyla dayanışmasını sürdüren İran, Irak Kürdistan bölgesi, İdlib veya Pakistan sınırındaki kesimleri zayıflatarak Gazze için intikam alıyor.

Gazze'nin kendisini ise Allah'a havale ediyor.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

Şarku'l Avsat

DAHA FAZLA HABER OKU