Avrupa'da salgın hastalık kaynağı olarak peruklar

Veba hastalığı ilk defa İpek Yolu vasıtasıyla Anadolu'ya oradan da Avrupa'yı ulaşmış, bilinen en korkunç salgın hastalıktı.

Avrupa'yı üç dalga halinde vuran veba, ilk defa 6'ncı yüzyılda ortaya çıkmıştı ve adına Jüstinyen denilmişti. 

Veba en korkunç yüzünü ise 14'üncü yüzyılda ortaya çıkararak Avrupa kıtasının üçte birinin ölümüne sebep olmuştu.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

"Kara Ölüm" olarak nitelendirilen ikinci dalga veba Osmanlı'nın Avrupa üzerine olan yürüyüşünü hızlandıran faktörlerden de birisiydi.

17'nci yüzyılın sonlarına doğru ortaya çıkan üçüncü dalga vebaya ise "Çocuk Veba" ismi verilmişti.

Bu salgın özellikle Rusya'yı vurmuş Moskova aylarca karantinaya alınmıştı. Öyle ki bu karantina süreci Moskova'da büyük bir isyana sebep olmuştu.
 

veba.jpg
Görsel: Wikipedia

 

6'ncı yüzyılda ortaya çıkan vebanın doğru teşhisi yanlış yöntemler ve dini açıklamalar sebebiyle bin 300 sene gecikmiş; ancak 19'uncu üzyılda hastalığın doğru teşhisi yapılabilmişti.

İsviçreli bilim adamı Alexandre Yersin vebaya sebep olan mikrobu tespit ederek bu hastalığın lenf bezinde oluştuğunu ortaya koymayı başardı.

Paul Louis Simond isimli bilim adamı da bu hastalığın nasıl yayıldığını tespit etmesi vebaya karşı mücadele için ilk defa doğru adımların atılabilmesini sağladı. 

Hastalığın bu safhasına gelene kadar Avrupa kıtasının yaşadığı travma ise izah edilebilecek türden değildi.

Fuhrmann, "Alt- und neues Wien" isimli eserinde Avusturya'da yaşanan veba salgınını şöyle tasvir edecekti:

Avusturya'nın her yerinde, özellikle Viyana'da ölümler çok fazlaydı. Bütün insanlar, zengin veya fakir St. Coloman'da bulunan mezarlığa konuluyordu. Çok fazla insan ölüyordu, her gün en az 1200 ceset mezarlığa konuluyordu ve orada su gözükene kadar 6 mezar kazılıyor ve her mezara 14 bin ceset konuluyordu ve bu cesetler manastırlara ve diğer kiliselere gizlice gömülüyordu.16 Dük Albrecht şehirden Purkersdorf'a kaçmıştı ve ayrıca şehirde bulunan bütün mezarlıklara ceset konulmasını yasaklamıştı.

Birçok insan da şehirden kaçmıştı ve onlardan birçoğu daha ülkede iken öldüler. İnsanların ölümü ise şöyledir: Kimde kırmızı veya da siyah lekeler görülürse, o kimse üçüncü gün ölüyordu. İnsanların perişanlığı o kadar büyüktü ki, yalınayak kilise turlarına çıkıyorlar ve içten dualar yapıyorlardı.

Ancak bu bir şeye yardımcı olmuyordu. Viyana'daki yetmiş veya daha fazla kişinin soyu tükenmişti. Bazı evler tamamen ıssızlaşmıştı, çünkü bu evlerde yaşayan bütün insanlar ölmüştü. Birçok mal ve toprak mirasçısız kalmış, duvarların arasında kalanlar ise; sadece yaşamayı düşünmekteydi.

Ölümler o kadar fazlaydı ki, gerçek ölüm oranları asla bilinemezdi. Din adamlarından da ölenler çok fazlaydı. St. Stephan'daki rahiplerin 54 tanesi bu ölenler arasındaydı.

(Ayrıntılı bilgi için;
Avrupa'da Veba Salgınında din faktörü,
Emrah İstek)

 

 

Avrupalılar: Vebanın suçlusu Yahudiler

Avrupa'yı baştan aşağı kırıp geçiren Veba karşısında çaresiz kalan Avrupa, bu hastalığa akla uygun açıklamalar getiremeyince bunu doğa üstü nedenlerle açıklamaya çalıştı.

Hastalığın en büyük nedeni olarak su kuyularını zehirlediği düşünülen Yahudiler gösterildi.

Avrupa'nın birçok şehrinde Yahudiler bu günahlarından dolayı kitlesel olarak yaratıcıya kurban edilmeye başlandı. 

Yahudilerin kitlesel olarak öldürüldüğü, tecrit edildiği ya da sürüldüğü şehirler şunlardı:

Königsberg, Marienburg, Heiligenheil, Frauenburg, Mühlhausen ; Narbonne, Carcassonne ve Bourgogne; Basel, Viyana...

Yahudilerin günah keçisi ilan edilmesinin arkasındaki asıl sebep ekonomiyi ellerinde tutmaları ve buna karşı Hıristiyanların sefalet içerisinde yaşamalarıydı.

Yahudilerin dışında bu hastalığın sebebi cadılar, büyücüler ve hortlaklarla da açıklanmaya çalışıldı.

Bu açıklamaların sonucunda kilise gücüne güç katarken derebeyler veba hastalığı karşısında gücünü merkezi otorite ve kiliseye kaptırmıştı.

Veba ve frengi gibi salgın hastalıkların bu denli artmasının bir diğer önemli nedeni Avrupa'da 17'nci yüzyıldan itibaren peruk geleneğinin hızla artmasından ileri geliyordu.
 

 

Fransa Kralı XIII. Louis'in kafasındaki yarayı gizlemek için taktığı peruk kısa sürede Fransa'da, ardından tüm Avrupa'da bir modaya dönüştü.

At ve keçi kılından yapılan peruklara gerekli intizam ve temizliğin gösterilmemesi vebalı bitlerin bu yolla kafa derisine nüfus etmesine neden oldu. 

Özellikle tercih edilen pudralı peruklar, işlerin iyiden iyiye kötüye gitmesine neden oldu.
 

 

Peruk temizliği zaten sorunlu olan Batı aristokrasisi, bu moda ile normal saç temizliğini de ihmal etti. 

Bereket versin Fransızlar, devrim sonrası eski kötü günleri hatırlattığı için bu modayı terk etti.

İngiliz aristokrasisi ise hükümetin peruklara getirdiği ağır vergileri protesto etmek için bu modadan vazgeçti.
 

 

Peruk kullanımı azaldıkça salgın hastalıkların yaygınlığı da Avrupa'da ciddi bir düşüş eğilimi içerisine girdi.

Peruk modası yerini yavaş yavaş Türk gibi giyinme modasına bırakacaktı…

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU