Hamidiye Su'ya neden dokunulmaz?

Niyet Abdülhamid ile kavga etmekse La Mancha'lı Don Kişot’un yel değirmenlerine saldırısından farklı bir netice olmaz

Kolaj: Independent Türkçe

Geçtiğimiz günlerde bir tartışma başladı. 

İBB'nin bir iştirak şirketi üzerinden Hamidiye Su'nun adına ikame bir marka (HMD) oluşturması ile ilgili merkezi hükümetten sert eleştiriler söz konusu oldu.

İktidar kanadınca "HMD" diye bir markanın Hamidiye markasına alternatif olarak piyasaya sürüldüğü iddia edildi.

Belediye yetkilileri bunu bir satış stratejisi olduğunu ve "Hamidiye" markasına dokunmalarının söz konusu olmadığını belirtti.

Belediye Reisi Ekrem İmamoğlu bir sosyal medya paylaşım ile "Hamidiye Su" ile alakalı yaptıkları çalışmaları paylaştı ve dolaylı bir cevap ile geçiştirdi. 

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Ekrem Bey'in yol ayrımında olduğu biliniyor, doğrusu puslu bir vadiye çıktı. "Kurtlukta düşeni yemek kanundur."

Böylesi bir süreçte Hamidiye Su ile uğraşmayı istememesi veya konuyu önemsiz görmesi siyaseten en doğal hakkı.

Lakin. bu şehrin ruhunu yansıtan bazı değişmezler var. Hamidiye Su da bunlardan birisi. 

Farz-ı misal, Süleymaniye'yi düşünün, bu yapıyı İstanbul'dan çekip alsanız şehir çıplak kalır.

"Tel koptu" denilebilecek konularda çok daha hassas olmak gerekir.

İBB, Fatih Sultan Mehmet'in kendi döneminde yapılıp günümüze kadar ulaşmış olan üç orijinal portresinden birini, Londra'da yapılan açık artırmada 770 bin sterline satın alarak şehrimize kazandırdığında bu şehrin ruhuna uygun bir iş yapmıştı. 

Doğrusu İBB, Gentile Bellini'nin tablosuna 770 bin sterlin değil, 7 milyon da verseydi İstanbul'u seven kimse size itiraz etmezdi
.

 

Hamidiye Su şehrin ruhudur

Nasıl ki Süleymaniye bu şehrin vazgeçilmez bir sengi; Hamidye Su da öyle.

1900-1940 yılları arasında yazılmış romanlara ve hikâyelere şöyle bir göz gezdirilirse İstanbul'dan çıkmış Anadolu veya Rumeli'ye çeşitli nedenlerle gitmek zorunda kalan roman karakterlerinin İstanbul özlemini anlatılırken en çok Terkos suyuna duydukları hasret dile getirilir.

Daha somut bir örnek ile açıklamak gerekirse Reşat Nuri Güntekin'in kaleme aldığı "Değirmen" isimli romanda başına türlü dertler açan Sarıpınar Kaymakamı Halil Hilmi Efendi, merkezden gelen valiye kendini acındırmak için Terkos suyuna duyduğu hasreti anlatır. 

Vali, Halil Hilmi Efendi'nin haline acır yanında sürekli Terkos suyu bulunduracak kadar gerçek bir İstanbullu olduğunu övünerek açıklar. 

Terkos suyu o dönem için kullanılan kaynaklardan birisidir, bugünkü Hamidiye Su'nun teknik özellikleri ve kaynakları muhakkak ki farklı.

Karakemer ve Korukkemer ile beraber Terkos isimleri kaynaklarda kullanılır, şüphesiz bunun doğru kullanımını işin uzmanları daha iyi bilir; ama okuduklarımızdan anladığımız kadarıyla Reşat Nuri Güntekin Karakemer ile Terkos membalarını birbirine karıştırmış.  


Hamidiye'nin tarihçesi

1878 yılında Ruslarla yapılan 93 Harbi sonrası İstanbul'a on binlerce muhacir geldi. Bu muhacirlerle beraber suyun İstanbul ahalisine ulaştırılması ciddi bir krize dönüştü.

Oysa su, İslam medeniyeti için çok kritik bir önem taşıyordu, çünkü çölün ortasında bir su medeniyeti kuran İslam peygamberinin temiz suya dair birçok nasihati hatta kuralı bulunuyordu.

Dindarlığı ile bilinen Sultan İkinci Abdülhamid duruma el koydu ve İstanbul halkını temiz suyla buluşturmak için harekete geçti.

1897 yılında Kâğıthane'deki su tesislerin afet sonrası zarar görmesi Taksim suyunu besleyen Balaban kaynağının taşması üzerine Sultan Abdülhamid, mevcut kaynakların onarılmasıyla işin nihai çözüme kavuşturulamayacağını anladı.

Bunun için önce komisyonlar kurdurup raporlar yazdırdı.
 

Sultan Abdulhamid (1).jpg
Sultan II. Abdulhamid / Fotoğraf: Wikipedia

 

Sultan Abdülhamid'e sunulan raporlar yeni bir su yolunun inşa edilmesini gerekli kılıyordu.

Sultan Abdülhamid projenin her şeyden daha önemli olduğunu belirterek su yolunun inşası için kurulan ekibin başına çok güvendiği isimlerden biri olan Adliye Nazırı Abdurrahman Paşa'yı getirdi.

Abdurrahman Paşa'nın ekibini de bizzat Sultan Abdülhamid oluşturarak çok güvendiği isimler olan Emin Bey, İstihkâm Feriki Berthier Paşa ve sarayın kimyageri Sarl Bongofski Paşa'yı bizzat projeye tayin etti. 

Komisyon 1899 yılında çalışmalara başladı. Yapılan fizibilite çalışmaların sonucunda Kemerburgaz'ın güney kısmında bulunan Karakemer ve Korukkemer'de bulunan suyun nitelik açısından tam da aranan su olduğuna karar verildi.

Durum Sultan Adülhamid'e bildirildi ve gerekli onay alınarak hızlıca harekete geçildi.

Hendeshane-i Mülkiye-i Şahane Müdürü olarak görev yapan Hulusi Bey, evvela projeye dâhil edildi.

Ardından bu iş için Avrupa'dan çok büyük makineler ve borular sipariş edilerek getirtildi. 

Makineler geldikten kısa bir süre sonra Cendere Terfi İstasyonu duvar inşası tamamlanmıştı bile.

1902 yılının mayıs ayında test edilen sistemin çalışması İstanbul ahalisini büyük bir sevince gark etti.

Su bizzat Sultan Abdülhamid'in katılımıyla büyük törenlerle şehre verildi.

Öyle güçlü bir su yolu sistemi kurulmuştu ki bu yola fikrin sahibi ve projenin gerçek yürütücüsü olan Sultan Abdülhamid'in adı verilerek Hamidiye Su Menbası ismi verildi. 
 

Hamidiye su yolu.jpg
Hamidiye Su yolu

 

Suyun teknik özelliklerini ise Şükrü Sönmezer, şöyle açıklıyor:

Hamidiye su hattının güzergâhı ve teknik özellikleri kısaca söyle özetlenebilir: Hattın kaynağını oluşturan ve Kemerburgaz'ın güneyinden Cendere'ye kadar olan bölgede yer alan membalar, 20 maslakta toplanmış, sular doğal eğimden yararlanarak Cendere'deki terfi istasyonuna akıtılmış ve buradan iki kola ayrılmıştır. Bir kol, Kâğıthane üzerinden Haliç kıyısındaki mezbahaya kadar uzanırken, asıl dağıtım kolu şehre kadar ulaştırılmıştır. Şehre gelen suyun izlediği yol ise şöyledir; deniz seviyesinden yaklaşık 8,5 m yükseklikte bulunan Cendere Terfi İstasyonu'ndan pompalar aracılığıyla saatte 120 metreküp su, 2260 metre uzaklıkta metreküp ki Levent 'Ayazağa Köşkü' civarındaki Hamidiye Su Terazisi'ne ulaştırılır.


Hamidiye su hattı tamamlandıktan sonra İstanbul'da bu sudan yararlanan tam 148 çeşme inşa edilmişti.

Kazım Çeçen, İslam Ansiklopedisi ilgili maddesinde bu çeşmelerden faydalanan kurumları ise şöyle sıralar:

Hamidiye suyu ile beslenen resmi binalar şunlardır: Dördüncü Levent İETT Balmumcu Askeri Garnizonu, Garajı , Şişli Etfal Hastahanesi, Harbiye Orduevi, Not re Dame de Sion Lisesi, Galatasaray Fransız Kız Lisesi, İstanbul Teknik Üniversitesi Askeri Has (Gümüşsuyu), Gümüşsuyu Hastahanesi, İlk Yardım Hastahanesi (bugün Taksim Hastahanesi) İl Sular İdaresi, Kuledibi Belediye Hastahanesi, Kasımpaşa Deniz Hastahanesi, Devlet Güzel Sanatlar Akademisi (bugün Mimar Sinan Üniversitesi), Atatürk Kız Lisesi, Dikilitaş İl kokulu, Resim ve Heykel Müzesi, Dolmabahçe Sarayı, Beşiktaş Camii, Yıldız Köşkü, Yıldız Teknik Okulu Üniversitesi),  (Yıldız Polis Okulu, Harp Akademisi, Palanga caddesindeki askeri tamirhane. Orhaniye Çini Kışlası, Yıldız Fabrikası (Yıldız ve Porselen Sanayii Müessesesi), Yahya Efendi Lisesi, Galatasaray Dergahı, Kabataş Lisesi (ilkokul bugün Galatasaray kısmı; Üniversitesi), Yüksek Denizcilik Okulu, Şeref Stadyumu Deposu, Kızılay Şeker Ortaokulu, Beşiktaş Kız Lisesi Ortaokulu, Gaziosmanpaşa İlkokulu, İbrahim Paşa Camii, Teşvikiye Lisesi, Maçka Ortaokulu Işık Kız (Nişantaşı Lisesi), Maçka Teknik Okulu (İstanbul Kız Teknik Üniversitesi Fakültesi), Yıldız ve Dilsizler Okulu, ıhlamur Sağır Kasrı, Eski Mabeyn Okulu.


2002 yılına gelindiğinde Hamidiye Su 100. yılını geride bıraktı ve AK Parti, İstanbul Büyük Şehir Belediyesini kazanınca tarihi mirası ve potansiyelini göz önüne alarak Kadir Topbaş'ın başkanlığında Hamidiye Su'ya muazzam bir yatırım yaptı.

Kısa sürede Hamidiye Su yalnızca Türkiye'de değil, dünyada da bir markaya dönüşerek 30'dan fazla ülkeye ihraç yapan bir markaya dönüştü.

Sultan Abdülhamid'in vakfiyesi ve emaneti olan Hamidiye Su dünden bugüne tartışmaların göbeğinde oldu. Bunun en temel nedeni bu suyun bizzat Sultan Abdülhamid'in adını taşımasıydı.
 

 

Geçmiş tartışmalar

Cemalettin Bildik dönemin kudretli gazetecilerinden biriydi. 1950 yılında Türkiye üç aşamalı bir yerel seçim macerasının tam göbeğindeyken "Suda da hile: Hamidiye Suyuna Terkos karıştırılıyor!" başlıklı bir haber dizisi o günün İstanbul'unda bir hayli gündem yaratmıştı.

İstanbul'da içme suyu at arabalarının sokak sokak dolaşarak sattığı damacanalarla tedarik ediliyordu ve suyun tek makbul olanı Hamidiye Su olmasıydı; fakat belediyenin içindeki bir şebeke denetimleri aksatması üzerine mühürlü damacanalar normal çeşme suyu olarak bilinen Terkos suyu ile doldurularak vatandaşa satılıyordu.

Adnan Menderes'in partisi Demokrat Parti'nin İstanbul'a vadettiği en önemli projelerin başında damacana sudaki usulsüzlüklerin önüne geçerek Hamidiye Su'yunu İstanbul ahalisinin tek içme suyu kaynağı kılmaktı.

Cemalettin Bildik aslında oldukça politik maksatlarla yazdığı yazısında başına gelenleri keyifli bir dille şu şekilde okuyucuya aktarmaktaydı:

Bir sucu, hileyi ifşa ediyor! — Damacanaların ağızlarındaki mühürlü kurşunların ve belediye kontrolünün gevşekliği... Minareyi çalan! Beş parmak bir olamaz. Ayağa gelen mevzu...

Arabasına yüklediği cam ve galvaniz damacanalar içinde Hamidiye suyu satan adama, arabasını apartman kapısı önünde durdurunca sordum:

— Boşaltacak kapları yanlara damacana ile su bırakıyor musunuz?
— Bırakıyorum! dedi. Bunun için damacana kirası diye de birşey istemem.
— Suyun bedeli ne? 
— Altmış kuruş...
— Kaç ter eke su var o damacana içinde?
— İki teneke...
— Suyun Hamidiye suyu olduğu nereden belli?...

Arabacı dik dik yüzüme bakarak beni iknaya çalıştı:

— Belediyenin kontrolünden geçiyor ve damacanaların ağızı kurşunla mühürleniyor. İşte bak!

Damacanaların ağızlarım gösterdi, tele geçirilmiş mühürlü kurşunu da işaret ettikten sonra bir tanesini sırtladı, getirip içeriye bıraktı, altmış kuruşunu alarak gitti...

İçeriye girdim, damacananın başına geçtim, ağzındaki mühürlü kursunu tetkik ettim: Bağa olması lâzım gelen tel kopuk, mühürlü kurşun da meydanda sallanıyor! Bu ne biçim belediye kontrolü?... Gayet haklı olarak şüphelendim. Sakın bu arabacı Hamidiye suyunu başka bir yere sattıktan sonra doldurduğu damacanada bize Terkos suyu bırakmış olmasın?!..

Arabacı, Terkos suyunu bize Hamidiyedir diye yutturdu! Bereket versin ki belediye kontrolüne ve murakabesine rağmen (!) şehirde türlü esnaf hileleriyle karşılaşılmakta ve bizler de bu hilelere kendimizi alıştırmış bulunmaktayız. Bu itibarla asabiyete kapılmaksızın sükûnetle işin sonunu bekledim...

Dört gün sonra damacanasını almağa gelen arabacı, boşalanın yerine dolu damacana bırakmak istediği zaman: 

— Dur! dedim. Sen bundan evvelki damacanayı bırakıp gittikten sonra tetkik ettim, ağ zmdaki mühürlü kurşunu telden ayrılmış vaziyette buldum. Galiba, sen, Hamidiye yerine bize Terkosu içirdin?
Başını iki tarafa salladı. Parmaklarını gere gere açtığı elini göğsüme doğru uzattı, beş parmağın aynı boyda olmadığını belirterek ilave etti; Aramızda, aklınıza geldiği şekilde hileye sapanlar da bulunabilir amma, ben o soydan adam değilim. Size bıraktığım damacananın kurşunu kazara telinden ayrılmış olabilir. Fakat bu defa size sağlam seçip bırakıyorum.

Hemen içeri gidip damacananın mührünü tetkik etmeğe vaktim müsait değildi. Sucunun insafına terk etmiştim. Akşam eve geldim ve yine birincisi gibi telinden ayrı vaziyette değil mi?


Bildik'in bu sıradan öyküsü 1950 İstanbul'u için çok hayati bir tartışma başlatmıştı. Özellikle İstanbul Belediyesinin su dağıtımı konusundaki ihmalleri ve suyun hakiki Hamidiye Suyu tadında olmaması seçim sırasında en çok tartışılan konulardan birisi oldu.
 

ekremimamoğlu.jpg
İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu

 

Abdülhamidin ismi İstanbul'dan silmek mi isteniyor?

İktidar kanadının eleştirilerinin altındaki ima "İBB'nin Sultan Abdülhamit'in izlerini İstanbul'dan silme teşebbüslerine" dayanıyordu.

Bilhassa Ekrem İmamoğlu'nun önceki yıllarda ifade ettiği "145 yıldır biz demokrasi için mücadele ediyoruz" sözleri tartışmaları "Kızıl Sultan mı, Ulu Hakan mı?" paradoksuna kadar götürmüştü. 

Sultan Abdülhamit'in izlerini bırakın İstanbul'dan bugün vatan toprağı olmaktan çıkmış Selanik ve Kudüs gibi vilayetlerden dahi silmek mümkün değil.

Eğer İBB böyle bir kavgaya tutuşmuşsa La Mancha'lı asilzade Don Kişot'un yel değirmenlerine saldırısından farklı bir netice elde etmesi söz konusu değil. 

Bilindiği üzere Sultan Abdülhamid iktidarı döneminde bazı kelimeleri yasaklamıştı:

Arsenik, anarşi, ihtilal, ispiritizm (ruh çağırma), istibdat, infilak (patlama), inkılap, inkıraz (çöküş), parlamento, te'evvüh (sitem), opurtünist, hürriyet, cumhur, cumhuriyet, cemiyet, hafiye, darvinizm, disiplin, zehir, avam, isyan, sosyalizm, diktatör, şurayı devlet, demokrat, radikal, humbara (bomba) meclis-i umumi, veto, nihilist, randevu, irtiyab (şüphe), oligarşi, engelleme…

(Maarif Nezareti Tedkik-i Müellefat Encümeni tarafından sansürlenen bu kelimeleri 1911 yılında Ali Seydi Bey 58 adet olarak 'Resimli Kamus-i Osmani'nin 1131. ve 1132. Sayfalarının ekler kısmında verir.)


Bu yanlış uygulamanın şimdi farklı yollarda Sultanın adına sirayet ettirilmesi söz konusuysa bunun anlamı en basit ifadeyle sansür ve istibdattır.

Umut ediyoruz ki Belediye Reisi Ekrem Bey bu ve benzeri uygulamalar karşısında çalışma arkadaşlarını uyarır.

Hamidiye Su, Sultan Abdülhamid ile özdeşleşir, buna yönelik hassas olunmalı. Niyetleri ideolojik olmasa bile şehrin dinamiklerine dikkat edilmeli.

Feshane'deki hadise de hakeza benzer bir yanlıştı. Eyüp Sultan, İstanbul'un manevi başkentidir. Orada gerçekleşecek her türlü sanat etkinliği bu ruha uygun olmalı. 

Sözü Hamidiye Su ile özdeşleşen dizelerle bitirmek gerekirse;

Kıl nazar tarihime ister vüzu'al ister iç 
Zemzem icra eyledi Şehinşâh-i Dara-himem 
İş bu tarihim ider bir reşha-i lütfu beyân 
Gündine bu çeşmeyi yapdı Şeh-i derya kerem

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU