Türk müziği Avrupa'yı ve Mozart'ı nasıl tesiri altına aldı?

Osmanlı Devleti, müziğe hayran ve aşina Türk devletlerinden birisiydi.

Arap, Fars, Rum, Ermeni ve Yahudi müziklerine bir potada eriterek eşine az rastlanır bir müzik zevki inşa etmişti. 

Padişah sofralarındaki ayş u tarabın vazgeçilmezi olduğu gibi müzik, ordunun da mütemmim cüzi idi.

Bu vesileyle Avrupalılar daha çok bizim ordu müziği olarak tercih ettiğimiz mehteran müziklerinden etkilenmişti. 

Bunun sebebi; Avrupalılar, Türk müziğini iki şekilde duyma imkânı bulmuştu:

Ya Yeniçeriler kapılarına dayandığında yahut elçileri kabul için padişahın/sadrazamın huzuruna çıktığında.

Bu sebeple Avrupalılar, yüksek bir zevke sahip olan asıl Türk müziğinden mahrum olsalar da duydukları da onlar için ilham verici olacaktı.

Mehteran kültürü, elbette yalnızca Osmanlı'nın icat ettiği bir kültür değildi. Selçuklulardan tutun da eski Türk devletlerine varıncaya dek "Tuğ takımı" ismiyle bu kültür Türk adetlerinin vazgeçilmez bir unsuruydu.

Kendilerini Hacı Bektaş-i Veli'ye intisap etmiş kişiler olarak tanımlayan Yeniçeri Mehteranı; zurna, zil, boru, nakkare, çevgen gibi zamanla sayısı artan enstrüman kullanmışlardı. Bölüğün başında Mehter Ağa unvanıyla bir yeniçeri bulunur ve müziğin icrasını yönetirdi. 

Avrupalılar bu cümbüşle en mücessem biçimiyle İkinci Viyana Seferimizle tanış oldular.

Dile kolay, 3 bin 250 kişilik bir mehteran takımı Viyana önünde Avrupalılara günlerce süren bir çeşit savaş konseri vermişti.

Bu müzik Avrupalılarda korku ve tiksinti oluşturması beklenirken aksi bir tesirle büyük bir hayranlık yaratmıştı.

Avrupalı gezginler bu hadiseden sonra Türk beldesine geldiklerinde onlar için en efsunlu birince merak konusu "harem" olmuşsa bunu ardından Türk müziği izleyecekti. 

Ünlü gezginlerden Baron de Tott Türk müziğini şu veciz ifadelerle anlatacaktı:

Türklerin sık sık başvurdukları en yaygın eğlence şekli musikidir. Savaş musikisi olarak çalınan şey muazzam davullara vurulan tokmaklar, canlı ve gevrek sesli nakkareler bunların yanında duyulan 'cırlak' sesli zurna ve trompetlerdir. Ortaya çıkan ise bütün tonların zorlandığı dehşetli bir havadır.
 

Maria Theresia.jpg
Maria Theresia

 

Kutsal Germen İmparatorluğunun başına Maria Theresia isimli bir kadının geçmesi Avrupa'daki Türk imajını da değiştirecekti.

Asırlardır savaşan iki devlet mücadeleyi bırakarak yakınlaşmış ve Avrupalılar oluk oluk Türk topraklarına akmıştı.

Türklerin hemen hemen her şeyi adeta kapış kapış Avusturyalılar tarafından benimsenip ülkelerine götürülüyordu. 

Türk kahvesi, kahvehanesi, kıyafetleri, yemekleri kısacası her şeyi Avrupalıların en büyük zevkleri haline gelmişti kısacık bir süre içerisinde.

Bu durum din adamları ve muhafazakâr aydınların şiddetle karşı çıktıkları bir şey olsa da engelleyemedikleri bir durumdu.

John Arbuthnot yazdığı "Balo, bir namus bekçisi" isimli şiirinde Batılıların Osmanlılaşma "ahlaksızlığını" şu dizelerle dile getirecekti:

Böyle peşinden bir Türk kuyruğu sürükleyerek 
Ve o elbiseyle iffeti silip bir tarafa iterek 
Ne diye bu muzip cübbe içerisinde görünürsün 
Aşk için öyle bir hava ve edayla giyinmişsin ki 
Sanki bir sultan kraliçe kesilecekmişsin gibi


Ve elbette Türk modasının kendisine yer bulduğu bir diğer şey de Avrupa müziği idi.

Elbette yalnızca müzik değil, tiyatroda da Türk etkisi yegâne konulardan birisiydi. 

Voltaire, 'Zaire'.jpg
Voltaire, "Zaire"

Voltaire'nin yazdığı "Zaire" isimli eser Türk modasının Batı tiyatrosunu adeta esir almasına neden aldı.

Fontainebleau'nun yazdığı "Mustapha et Zeangir" isimli eserle Batılıların Hürrem Sultanın maceraları ile tanışmasını sağladı.

Denilebilir ki bu tiyatro oyunu "Muhteşem Yüzyıl" dizisinden daha büyük etki yaratmıştı.

Şehzade Mustafa; mağduriyeti ve duruşu ile Batı'da dürüstlüğün simgesine dönüşmüştü. Mustafa gibi dirayetli olmak Batılı zihinde bir ikon halini almıştı. 

Konu daha çok su kaldırır; ama burada duracak olursak şunu diyebiliriz:

Bir zamanlar Avrupalılar arasında Türk gibi giyinmek, Türk gibi kahve içmek ve hatta evini bir Türk gibi restore etmek bir üstünlük göstergesiydi.

Üstelik bu modayı özentilik sevdasıyla sıradan kişiler değil de Düvel-i Muazzamanın kralları ve dahi kraliçeleri başlatmıştı. 

Bu moda yüzyıllarca sürdü, birçok aydın bu tutuma karşı çıktı. Türkleşmeyi dinsizleşmekle bir tuttular ve ahlaki dezenformasyonun önüne geçmek adına ciddi çalışmalar hazırladılar.

Bütün çabalara rağmen bu efsun bozulamadı.

Bilhassa Haremin Batılı aristokratların zihninde yarattığı fantastik dünyanın gerçekle buluşması 300 yıldan fazla sürdü.


Mozart, Türk kültürü ile tanışması

Konumuza dönecek olursak; Mozart'ın Türk sanat müziği dinlemiş olduğu ve onun inceliklerine göre sayısız Türk temalı eser yazdığını falan düşünmemiz söz konusu değil.

Mozart 2.jpg
Mozart

O, "Alla Turca" olarak bilinen Türk modasından müzikleri dinleyerek hayalindeki Türklerin etkisiyle eserler vermişti.

Yoksa gerçek bir Türk ile tanışmış olması dahi şüphelidir. 

Yine de Mozart, Türk temalı eserleri şunlardı:

  • K.V.219. La Majör Keman Konçertosu ("Türk Konçertosu"-1775) 
  • K.V.331. La Majör Piyano Sonatı (Rondo Bölümü-"Alla Turca"-1778) 
  • K.334. Zaide Operası (Tamamlanmamış-1779-1780) 
  • K.V. 384. Saraydan Kız Kaçırma Operası (1782)

Elbette bu eserlerin tahlilini yapacak bir müzik bilgisi kudretine sahip değiliz; ama işin erbabı bazı kişilerin eserlere dair yorumlarına baktığımız zaman; Mozart'ın bu eserlerle Doğu'ya dair yüksek bir egzotizm arayışını temsil ettiği görüşünü dile getirdiklerini görüyoruz.

Osmanlı tarihinde ise yukarıda da belirtildiği gibi Kanuni Sultan Süleyman, Hürrem Sultan ve Şehzade Mustafa dönemine yoğun bir ilgi vardı.
 

Voltaire.jpg
Voltaire

 

Voltaire'nin gösterime koyduğu "Zaide" tiyatrosunun gişe başarısı hala yakalanabilmiş değil.

Mozart da bu heyecandan etkilenerek "Zaide Operasını" yazacak ve Türk tarihine de uzanan bir sahaya girecekti. 

Mozart'ın eserlerindeki belki de en önemli unsur Türk dostu olmasıdır.

O; Türk kültürüne, inancına ve kimliğine saygı duyarak eserlerini kaleme aldı.

Ülkesinin Türkler ile arası bozulunca bir daha Türkler hakkında kalem oynatmasa da dönemin konjonktürü dikkate alındığına gayet anlaşılır bir durum.

Eskiler, "Allah'ın kulu çokmuş, çok söylemesi günahmış" der, Mozart ve Türk müziği efsanesi kabaca böyleydi.

Mozart belki yalnız savaş müzikleri ile harmanlanan müzikleri değil de Türk musikisinin inceliklerini dinleyebilmiş olsa bambaşka eserler de meydana getirecekti.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU