4 soruda Azerbaycan'daki gazeteci tutuklamaları... "Bizi neden tutukluyorsunuz?"

Mayis Alizade Independent Türkçe için yazdı

Sınır Tanımayan Gazeteciler, Azerbaycan'da gazetecilerin tutuklanmalarını kınadı / Fotoğraf: X

Dünya basın tarihinin en güçlü mizah dergisini çıkaran Azerbaycanlı yazar-gazeteci Celil Mehmetkuluzade 1908'de "Bizi neden dövüyorsunuz?" diye yazıyordu.

Vladimir İliç Lenin, Çarlık Rusya'sını "halklar hapishanesi" diye nitelendirirken, Avrupa Konseyi üyesi bir ülke nasıl olur da "gazeteciler hapishanesi" durumuna gelebilir?

1.  Son aylarda Azerbaycan'da art arda gazeteciler tutuklanıyor. Şu ana kadar 20 gazetecinin tutuklandığı, ayrıca gözaltıların sürdüğü biliniyor. Bu tutuklamalar neden gerçekleşiyor?

Geçen 23 Temmuz'da London School of Economics Öğretim görevlisi Prof. Dr. Gubad İbadoğlu, Bakü'de tatildeyken güvenlik güçlerince savaşta uygulanan bir metotla gözaltına alındı ve alelacele mahkeme kararıyla tutuklandı.

Savcılık tutuklanma nedeni olarak "sahte para basma", "dolandırıcılık", "kaçakçılık" vd. şeyleri açıkladı.

7 Aralık'ta İlham Aliyev erken cumhurbaşkanlığı seçimi kararı alınca iki ay sonra yapılacak seçimde muhtemelen "tehdit unsuru" olabilecek gazeteciler, analistler, siyasi aktivistlerin bir kısmı daha cezaevi duvarlarını boyladı.

7 Şubatt'a çıkan yüzde 93'lük sonuç yine muhtemelen Azerbaycan Devlet Başkanı Aliyev'i belirli hesapları uygulamaya sevk etti ve bu kez bir TV kanalına yapılan baskınla çalışanlar içeri tıkandı. 

Suçlamalar yine ağırlıklı olarak "kaçakçılık"tı ve genç gazetecilerin, televizyoncuların evlerinden çıkan 3-5 bin euro para onların işledikleri "suç"un delili olarak sunuldu.

İşin ilginç yanı, "kaçakçılık" diye ileri sürülen ithamların hiçbir tanesinde o "kaçakçılığın" nerede, hangi ortamda yapıldığı ve ülkeye hangi malların sokulduğu asla açıklanmıyor. 

Yani çoğunluğu hayatını borçla sürdürmeye çalışan genç gazetecilerin üzerinden veya evlerinden çıktığı iddia edilen, çok düşük miktardaki paralar "kaçakçılık" ithamıyla damgalanmaları için yetiyor.

Artık kaçıncı kez tutuklandığı bile hesaplanılamayan siyasi 63 yaşındaki siyasi aktivist Tevfik Yakuplu'nun evinden çıktığı iddia edilen 5 bin euro da kendisine karşı atılan "suçun unsuru" sayıldı.

Tutuklanan gazeteci-yazar-televizyoncuların içinde bir hayli genç kız-kadın bulunuyor ve kamuoyu onları yolsuzluk iddialarını belgeleriyle yazan kalem ve mikrofon sahipleri olarak tanıyor.

LSE öğretim görevlisi Prof. Dr. Gubad İbadoğlu da Birleşik Krallık'ta görev yaptığı sıralarda kurduğu TV kanalından yaptığı yayınlarda Azerbaycan iktidarına karşı yöneltilen yolsuzluk iddialarını sık sık gündeme getirmesiyle tanınıyordu.

İbadoğlu'nun üzerine atılan "dolandırıcılık", "para basma ve aklama" suçlamaları, onun dünyanın farklı noktalarındaki meslektaşlarını asla inandırmadı ve bilim dünyasının ünlü isimleri İbadoğlu'ya destek ifade etmenin yanı sıra, LSE kendi öğretim görevlisi tutuklanır tutuklanmaz kontratını iki seneliğine uzattı.

Azerbaycan hapishaneleri akademisyen, gazeteci, yazar, televizyoncu, siyasi aktivist ve özellikle din adamlarıyla dolup taşarken, istatistikler Avrupa Konseyi'ne üye ülkeler arasında  Azerbaycan'ın ilk sıraya yerleşmesine neden oldu.

Konsey 2001 yılından bu yana üyesi olan Azerbaycan'ın oy kullanma hakkını askıya alırken, Bakü bunun cevabında tutuklamaların sayısını daha da arttı. Aslında şaşırtıcı bir durum değil.
 


2. Neden şaşırtıcı değil?

Çünkü üyeliğin ilk yıllarından itibaren Azerbaycan, Konsey'e kendi koşullarını dayatmaya başladı.

Yani uluslararası bir kuruma üye olmuşsunuz, ancak o kurumun yerleşmiş kuralları sizin için geçerli değil, kuralları siz belirleyeceksiniz ve o kurum sizin kurallarınıza uymak zorunda olacaktır.

Ocak 2006'da Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi'nde Azerbaycan'ın mazbatasının alınması gündeme geldiğinde Türkiye Delegasyonu Başkanı Sayın Murat Mercan'a nedenlerini sormuş ve şu cevabı almıştım:

Avrupa Konseyi'ndeki kara eller, kardeşimiz Azerbaycan'ın mazbatasına uzanmıştı, biz gece-gündüz demeden kardeşlerimizle çalıştık, mazbatanın gitmesine izin vermedik.


Jargona bakar mısınız: "Kardeşlerimiz", "kara eller..." 

Daha sonraki dönemde ortaya atılan iddialar Azerbaycan'ın Konsey üyesi çeşitli ülkelerin milletvekilleriyle çok yakın ilişki içersine girmek suretiyle kendini korumaya aldığını ve Konseyin Parlamenter Meclisini asla kaale almadığını gösteriyordu.

Örneğin, Konsey'in Almanyalı üyelerinden biri Azerbaycan'daki siyasi tutuklular konusunu gündeme taşımak isterken genel kurul bu öneriyi reddedince kürsüye çıkan Azerbaycan Delegasyonu Başkanı Samet Seyidov, "Buradan Bay İlham Aliyev'i selamlıyorum" diye Konsey'e meydan okumuştu.

Anlayacağınız, Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi kendi üyesi bir ülkenin uzun süre esiri durumunda kalmıştı.

Ta ki Almanya da dahil olmak üzere farklı ülkelerden Azerbaycan'la çok yakın maddi ilişki içersine giren parlamenterlerin bu emellerinin üzerinin açılmasına ve hepsinin kendi ülkelerinde cezalandırılmasına kadar.

Başta gazeteciler olmak üzere, siyasi tutuklularla ilgili durum korkunç boyuta ulaşınca Konsey de tutumunu sertleştirdi ve geçen ocak sonunda Azerbaycan'ı 1 yıl süreyle oylama hakkından men etti.

Devlet Başkanı Aliyev'in tepkisi sert oldu ve "Konsey'in men kararına yeniden bakmaması durumunda kendilerinin Avrupa Konseyi ile ilişkilere yeniden bakacağını" ifade etti.

İşte en son bir TV kanalının kapatılarak çalışanlarının önemli kısmının (içinde ameliyattan yeni çıkmış bir çalışan da var) içeri tıkılması uluslararası kurumlara yeni bir meydan okuma olarak değerlendirilebilir.


3. Bu durumda Avrupa Konseyi'nin geri adım atması mı gerekecek? Şayet geri adım atmazsa, Bakü yönetimi yine de kendi vatandaşı gazetecileri içeri doldurmayı sürdürecek mi?

Bakü yönetimi 2000'li yılların başlarında Batı'nın güçlü devletleri ve uluslararası kuruluşlarla ilişkilerini hep "ver-al" koşulu üzerinde kurdu.

Yani Batı'dan veya uluslararası kurumlardan baskı gelince ve hatta baskı gelme ihtimali belirince Bakü yönetimi kendi siyasetçisini, gazetecisini, din adamını tutukladı ve ardından pazarlık objesi haline getirdi.

Şimdiye kadar iki tarafın da gayet memnun kaldığı bu sürecin dışına çıkılması söz konusu olabilir mi? Çıkılıyorsa, hangi sebepten acaba?

Batı ve uluslararası kurumlar kendi itibarlarını kurtarma adına artık Bakü'ye taviz vermemeyi mi kararlaştırdılar?

Mevcut anlaşmazlık durumunun içinde birçok bileşenin olduğunu süreçleri izleyenler gayet iyi biliyor.

Burada özellikle son yıllarda ortaya çıkan jeopolitik koşulların etkisi az daha belirleyici düzeye yükselmişken, galiba Bakü'yü Rusya ile Batı arasında tercih yapmaya zorlayan angajmanlar da söz konusu.

Baskıları ve yaptırım tehditleri katiyetle reddeden Azerbaycan yönetimi kayıtsız biçimde Rusya'yla entegre olmayı tercih ederken kendi vatandaşlarının tutuklamasının bir nedeni olarak da onların "Batı'ya çalışmasını" gösteriyor.

Yani Batı, Azerbaycan'ı tercih yapma durumunda bırakırken kendi gencecik gazetecilerini cezaevlerine doldurmak suretiyle bu tehditlere yanıt verilmesi uygun bulunuyor.

Azerbaycan yönetimi son 25 yılda bu tür bir yönetim tarzının "dünyada muadilinin olmadığını" ifade etmekten kıvanç duyuyor.

Haklıymış gerçekten; Kendi vatandaşına karşı sergilenen bu yaklaşımın "dünyada muadilini bulmak" imkansız.

Azerbaycan'ın bu süreçten hangi koşullarda geri adım atabileceği merak konusuyken başta ABD, AB ülkeleri ve Avrupa'nın kurumları olmak üzere, baskı ve telkinlerden hangi tavizlerin karşılığında vazgeçeceği de aynı derecede irdelenmesi gereken konu.
 

 

4.  Peki, Azerbaycan'ın da Türkmenistan veya Kuzey Kore'ye dönüşeceğine ilişkin özellikle Batılı ülkelerde dile getirilen endişelerde gerçeklik payı var mı?

Azerbaycanlı yöneticilerin son 30 yılda "Bizim kendimize has gelişme yolumuz var" nakaratını söylemesinin perde arkasında aslında bu var:

Bizi 'Yer Gezegeni'nde kuralları çerçevesinde değerlendirmeyin, kendi bildiğimizi yapmak bizim hakkımızdır ve bundan vazgeçmeyeceğiz.


Türkmenistan veya Kuzey Kore kapalı ülkeler; giriş-çıkışlar sıkı vize denetimine tabi, içeri girdikten sonra alıp-verdiğiniz nefes de kontrol altında, "bağımsız medya" diye bir kavram söz konusu değil.

Avrupa Konseyi üyesi Azerbaycan'da Basın Konseyi'ne devletin yaptırdığı 8 katlı binayı devlet başkanı açıyor, Basın Konseyi'nin başında 20 sene duranbirini oradan alıp devletin gazetesine yayın yönetmeni yaparken Konsey'in başına farklı birini atadılar.

Son aylardaki tutuklamalar ve kapatmalardan sonra özgür medya adına tek bir bağımsız kurumun çalışmalarını sürdürdüğünü görüyoruz: 34 seneden bu yana bağımsızlığı koruyan ve halihazırda 3 dilde yayın yapan Turan Haber Ajansı.

Cumhurbaşkanı kararnamesiyle kurulan Medyaya Devlet Desteği Ajansı'nın ismini zikretmemiz durumu çıplak şekilde gözler önüne sermek için yeterlidir sanırım.

İşte o ajansın finanse ettiği yerlerin, Londra Mahkemesi'nin 43 milyon pounduna el koyduğu bir Azerbaycanlı milletvekilinin bu marifetini yazacağını mı düşündünüz?

Ne adamın umurunda oldu ne Medyaya Destek Ajansı'nın finanse ettiği yerlerin ve ne de savcılıkların... "Battı balık yan gideri anasını satayım" misali yani.

Çoğu yurtdışına kaçmak zorunda kalan bağımsız gazetecilerin bir kısmı bazı AB ülkeleri ve ABD'de televizyon kanalları ve internet siteleri kurarak demokrasi mücadelesini dışardan veriyor.

Avrupa Konseyi üyesi bu ülke şimdi bağımsız gazetecileri Batılı kurumlarla pazarlıkta koz olarak kullanmak için hapishanelere dolduruyor.

Bazıları Bakü'nün bu tutuklamaları Rusya'ya daha fazla yakınlaşma planları çerçevesinde yaptığını iddia ediyor.

Ancak insaflı konuşmak gerekir; Rusya medyasında da devlet başkanının sınırsız propagandasının yapılmasının yanı sıra, haber ve yorumların yayımlanmasında sergilenen özgürlüğün Azerbaycan'la kıyaslanması Rusya'ya büyük haksızlık olacak.

Kendi ülkesinin gazeteci-yazarlarını, yorumcularını, akademisyenleri "sahte para basma", "dolandırıcılık", "kaçakçılık" ithamlarıyla hapishanelere doldurduktan sonra, Batı'dan gelebilecek baskılara karşı onları koz gibi kullanmanın örneğine dünyada ne ölçüde rastlandı, işte onu bilemiyorum.

Bundansa zaten 4 seneden bu yana "pandemi" bahanesiyle kapalı bulunan kara sınırlarına hava ve deniz limanlarının da eklenerek kapatılması en doğru karar olmayacak mı?

Soğuk Savaş zamanında bunun örneği de vardı:

Giriş-çıkışların tam 40 sene yasak olduğu Enver Hoca'nın Arnavutluğu.

Ve böyle bir ülkenin Anayasasına "Burada medyaya ihtiyaç duyulmuyor" yazılması en doğru adım olmayacak mıdır sizce de?

"Yer Gezegeni"nde muadili olmayan ülkeye, muadil önermemden dolayı kendime hayran kaldım...

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU