Yerel seçimlere giderken…

Celalettin Can Independent Türkçe için yazdı

Yolun görünen sonu, görünmüyor mu?

Türkiye Cumhuriyeti'nin devleti yönetme biçimi merkezcilik…

Türkiye toplumunun merkezci bir toplum olduğu da bir gerçeklik.

Türkiye'nin özellikle Kürdi bölgelerinde bir şekilde yaşanan yatay, demokratik gelişmelere karşın merkezci eğilimlerin aşıldığı söylenemez.  

Merkeze gelince… Her ne olursa olsun iktidarı asla paylaşmıyor.

Aşağıdan yukarıya paylaşım tutumu bir biçimde kendini dayatınca merkez kriz çıkarıyor, yetmeyince Diyarbakır, Mardin, Van ve bölgenin diğer kent ve ilçe merkezlerinde görüldüğü gibi belediye başkanlarını ve diğerlerini görevden almalar, tutuklamalar, kayyım atamalar birbirini takip ediyor.

Zaten bunaltıcı düzeyde güçlü olan merkezileşme ve idari vesayet çok daha bir güçlendiriliyor.

Son yasal düzenlemelerle yerel yönetim hakları, yetmezmiş gibi bir kez daha budandı.

Öyle ki vali ve kaymakam istemezse hiçbir şey yapamazsınız.

Bu kadar da değil; cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi üzerinden de yerel yönetimler üzerindeki mali vesayet katlandı.

Cumhurbaşkanı da istemezse, değil yerel yönetim, vali ve kaymakam dahi bir şey yapamaz.
 


AK Parti'nin belediyeci politikaları neoliberal piyasa ekonomisinin "dikensiz gül bahçesi"nde sürdürülmesine tekabül ediyor.

AK Parti belediyeciliği yurttaşın yurttaş olmaktan gelen anayasal ve yasal hakları üzerinden değil, "yardım", "hayırseverlik", hatta bir tür "sadaka" üzerinden kurgulanıyor.

Yiyecek, giyecek, yakacak ve parasal yardımlarla sürdürülen politikaları sosyal politika kategorisinde değerlendirmek hiç şüphesiz zorlama olacaktır.

İhtiyaç sahibi yoksul yurttaşların bir kısmını an itibariyle "acil-rahatlatma" denebilir…

Ama, aması şu;

AK Parti bu politikayı "itaat et, rahat et", "yardım karşılığı oy" karşılığında yürütürken, yurttaşlar arasında ayrımcılık yaptığı gibi yurttaşları yoksullukla terbiye etmeyi de kurgulamış oluyordu.

Para, statü, gücün merkezde yoğunlaşmasının siyasi iktidar tarafından istismarının bir sonucu olarak toplumun düşünce ve davranış biçimleri değiştirilmiş, paranın ve postalın gücü- artık ne denirse-güce yakın duran, güce saygı duyan bir toplum tiplemesi ortaya çıkmıştı.

Çıkarına uygun düşmeyeni sevmeyen, sevmediğini ötekileştiren, ötekileştiremediğini yok sayan hatta bir şekilde yok eden toplum tiplemesi idi bu!

Bir toplumun toplumsal unsurlarını "yokluğa" sürüklerken toplumsallığının çözülmesi, toplama bir topluma dönüşmesi ve sahte ilişkilerin egemenliğinin görünmeyen zincirlerine vurulmasıydı bu!

İşte toplumu yaşanılır kılan ve devlette şüphe götürmez sürekliliğin sağlanması için bir kenarda tutulan kaynaklar dahi hemen hemen tükendi…

"Milli kriz" toplum yaşamının ekonomik, sosyal, siyasal, ekolojik vd. alanlarına ve sektörlerine yayılıp derinleşiyor. 

Hele de sel baskınları, yangınlar, depremlerle açık hale gelen insani kriz...

Pahalılık, işsizlik, yoksulluk, türlü yoksunluklar buna eşlik ediyor.

Kürt meselesinin çözümsüzlüğündeki ısrar tüm bu musibetlerin katlanarak sürmesinde ısrar anlamına geliyor. 

Öte yandan kaynak bulmakla mükellef en yetkili devlet ve iktidar siyasi şahsiyetleri ve bakanları dışarıda kapı kapı dolaşıyor.

Kontrolsüzlüğün, itibarı sonsuz israfta aramanın, "tek"likte cisimleşmiş merkezi devlet ve iktidar aygıtının dengelenmesi gerekiyor.

Yerel yönetimler üzerinden iktidar gücünün paylaşılması gerekiyor.

Ülke sorunlarına çözüm olmak gerekiyor.

Görülmüyor mu;

Yolun görünen sonu?..

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU