Avrupa ve Ortadoğu

Gerçekçilik, Ortadoğu ülkelerinin Avrupa’dan beklentilerini ve isteklerini azaltmalarını gerektiriyor

İsrail'in Gazze Şeridi’ne düzenlediği hava saldırıları sonucunda binalardan yükselen dumanlar, 7 Ocak 2024 / Fotoğraf: AFP

Geçen aylarda Avrupa ülkelerinde düzenlenen günümüzde ve gelecekte Ortadoğu'da güvenlik ve istikrarın ele alındığı çeşitli seminerlere ve toplantılara konuşmacı olarak davet edildim.

Avrupa'nın Ortadoğu ülkelerinin resmi tutumlarından bağımsız bölgeden tecrübeli kişileri dinleyebilmesi için yapılan bu davetler, Avrupa kıtasının kuzeyinden doğusuna, güneyinden batısına kadar pek çok ülkede, farklı metotlarda ve çerçevelerde, bir kısmı bağımsız araştırma merkezlerinden, bir kısmı Avrupa kurumlarıyla bağlantılı kuruluşlardan ve bir kısmı da doğrudan hükümetlerden geldi.

Bu tür etkinliklerin çok ve çeşitli olması beni Avrupa'nın Ortadoğu'ya olan yoğun ilgisinin nedenleri üzerinde düşünmeye, Avrupa'nın Ortadoğu'ya ilişkin ufkunda neler olduğunu, endişelerinin nedenlerini ve hedeflerinin kapsamını anlamaya itti.

Bir yandan da Doğu Avrupa'nın büyük bir kısmının aşırı sağcı eğilimiyle kıtanın yeniden şekillenmesinden sonra Avrupa kıtasının grup halinde hareket etme yeteneğini değerlendirmeye çalışmamı sağladı.

Bu sağcı eğilim, Avrupa topluluğunun Ortadoğu'daki politikalarını ve yapabileceklerini olumlu ve olumsuz yönde etkiledi.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Elbette Batı'nın Çin ile arasında artan rekabeti, Soğuk Savaş felsefesinin yeniden canlanması, Ukrayna'daki olaylar nedeniyle Rusya ile kutuplaşması ve Kovid-19 salgınının küreselleşme, piyasaların verimliliği ve bunun verimli tedarik zincirleri ve malların pazarlara erişim kolaylığı üzerindeki etkisiyle birlikte ilgili ortaya çıkardığı soru işaretleriyle uluslararası meseleler daha da karmaşık ve öncelikli bir hale geldi.

Avrupa'nın Ortadoğu'da tanık olduklarından, özellikle de siyasi krizlerin yansımalarından ve yasa dışı göç oranlarındaki artıştan büyük bir endişe duyduğu ortada.

Avrupa ülkelerinde aşırı sağcı politikaların büyümesi, İsveç gibi göçmenleri kollarını açarak karşılamaya alışkın olan ülkelerde göçmenlere karşı kısıtlayıcı yasaların çıkarılması, İtalya'da tanık olduğumuz göçmen karşıtı siyasi akımların başarısı ve Türkiye'deki seçimlerde mültecilerin gönderilmesinin cazip bir seçim vaadi haline gelmesi bu durumu gözler önüne seriliyor. 

Bazı çevreler, Avrupa'nın endişelerinin ana kaynağının ekonomik kaygılar ve iş rekabeti olduğunu düşünüyor.

Ancak bu yanlış. Çünkü birçok Avrupa ülkesinin ekonomisinin ekonomik çarkı döndürmek için göçmenlere ve mültecilere ihtiyacı var.

Göçmenlerin ve mültecilerin büyük bir kısmı, Avrupalıların orta sınıfıyla rekabet halinde olmayan mesleklerde çalışıyor.

Bununla birlikte seçmenin ve ardından Avrupalı siyasetçinin ülkenin etnik kimliğini korumak adına göçmen karşıtlığı yaptığını gösteren birçok göstergeyi endişeyle takip ettim.

Mülteci sayısındaki artışa, daha liberal Batı Avrupa gelenekleri ve görenekleri ile sosyal entegrasyonu kabul etmeyenlerin aşırı sağcı uygulamalarının ve şiddetinin eşlik etmesinden korkuluyor.

Yine izlenimlerimde Avrupa topluluğunun pek çok konuda ortak bir görüşe sahip olmadığı ve Ortadoğu konusunda fikir birliğine varamadığını açıkça gördüm.

Tutumlarında asgariyi seviyeyi aşıyorlar. Bu da onları dış ilişkiler açısından yararsız ve etkisiz hale getiriyor.

Örneğin, Kuzey Avrupa, İrlanda ve bazı güney ülkeleri, İsrail'in yerleşim birimleri inşa etmesine, Filistinlilere yönelik insanlık dışı uygulamalarına ve son olarak Gazze'de tanık olduğumuz suçlara karşı halen ilkeli bir siyasi tutum almaya istekli olsa da Doğu Avrupa ülkelerinin çoğu, eskiden Sovyetler Birliği'nin birer parçası olarak Arap ülkelerinin tutumuna yaklaştıktan sonra İsrail'e yönelmeye başladı.

Rusya'nın Ukrayna'ya savaş açmasından sonra Avrupa Birliği (AB) üyesi olmayan küçük Avrupa ülkeleri de dahil olmak üzere Avrupa ülkelerinin tutumlarının farklılaştığını gördüm.

Çünkü Rusya'nın Ukrayna'ya karşı açtığı savaş, genel olarak Avrupa'nın, özelde ise bu küçük ülkelerinin acılarını ve korkularını tazeledi.

Savaş, Rusya ile herhangi bir konuda diplomatik diyaloga daha fazla karşı çıkmalarına ve Suriye arenasında, hatta Suriye'nin yeniden inşası, mültecilerin ve göçmenlerin geri dönüşü konusunda bile aşırıya kaçmalarına neden oldu.

Aynı şekilde İran konusunda Ortadoğu diplomasisine katılmaya isteksiz hale geldiler.

Bu konuda mesafeli bir tutum sergilediler. Suriye'nin Arap Devletleri Ligi (AL) üyeliğine geri dönüşünden memnun olmadılar.

Suriye hükümetiyle insani yardımlar konusunda dahi temasa geçmemekte ısrar ettiler.

Tüm bunlar beni, Avrupa ülkelerinin talep ettikleriyle gerçekte yaptıkları şeylerin çoğunda tekrarlar ve çelişkiler olduğu sonucuna varmaya itti.
 


Bahsettiğim etkinlikleri düzenleyen ev sahiplerinden bazılarına, ilk aşamada olarak Avrupa'nın tutumlarını yakınlaştırmadan ya da bir toplantıdan diğerine onca harcama yapmadan Ortadoğu'dan hükümet yetkilisi olmayan isimleri bir araya getirerek çatışan taraflar arasında diyaloğun başlatılması başlığı altında Ortadoğu'nun güvenliği ve geleceği konusunda neden bu kadar çok toplantı ve seminer düzenlendiğini sordum.

Dış alanda Avrupa bağlamında karar vermenin artık kolay olmadığını şeklindeki yanıt dışında spesifik bir cevap bulamadım.

Avrupa genelinde kararlar almanın zorluğu bakımından bu tür etkinliklerin yararı hakkında bir araştırma yaptığımda ise bu tür etkinliklerin karar alma anındaki koşullardan etkilenen karar verme aşamasına hazırlık olarak Avrupa'nın düşünceyi netleştirmesine yardımcı olduğu yanıtını buldum.

Ancak bu, Avrupa'nın tutumuna güven ya da güvence vermeyen bir yanıttır.

Ayrıca Avrupa'nın savunmasında ve uygulamalarında da çok sayıda çelişki olduğunu gördüm.

Mesela toplantılara İran'dan çeşitli isimler davet etmeye hazır hale gelseler de muhalefet ve az sayıdaki Suriyeliler dışında Suriyelilerin bu toplantılara katılımına karşı çıkıyorlar.

Her ne kadar şu an Ortadoğu'da siyasi ve insani düzeyde en zor meselelerden biri olmasına rağmen Suriye konusunu bütünüyle ele almaktan kaçınıyorlar. 

Gazze'deki olaylardan önce toplantıların büyük çoğunluğunda Filistin meselesi konuşulurken Arap-İsrail çatışmasına değinmekten kaçınılıyordu.

Bu konu ve İsrail'in uygulamaları hakkında konuşulmasına karşı son derece dikkatli davranıyor, yalnızca Avrupa'nın bazı İsrailli yetkililerin tutumları hakkında çekinceleri olduğundan söz ediliyordu. 

Bir diğer çelişki ise Avrupalıların, araştırma merkezlerinde bile, Rusya'dan herhangi bir resmi temsilciyi ya da akademisyeni bu etkinliklere davet etmeye karşı olmalarıydı.

Rusya'nın Ortadoğu'daki çeşitli alanlarda tarafların tutumları üzerindeki etkisine dayanan bu durumu gündeme getirdiğimde bunun için özür dilediler.

Bu da Avrupalıların, Ortadoğu ülkelerinden aralarındaki fikir ayrılıklarına rağmen diyaloğa girmelerini istemeleri, sonra da Rusya'yla aynı metodolojiyi uyguladıkları ya da Ortadoğu meseleleriyle ilgili fikirlerini dinledikleri için özür dilemeleri nedeniyle tutumlarındaki çelişki konusunda onlara karşı dürüst olmamı sağladı.

Toplantılar ve seminerler, Avrupa'nın yeniden kendini arama aşamasına girdiği ve Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron gibi bazı yetkililerin bağımsızlığın korunmasının önemine ilişkin açıklamalarına ya da Birleşmiş Milletler (BM) komisyon üyeleri olarak Suriye, Yemen ve Sudan'da sahada temsilcilerinin olmasına rağmen yakın gelecekte Ortadoğu'daki siyasi çabalarda belirleyici ya da bağımsız bir şekilde etkili bir taraf olamayacağını ortaya koyuyordu.

Aynı şekilde siyasi olarak bu konuda bahis oynamanın, öncelikle bölgesel hareketler ve ABD, Rusya ve Çin'in tutumları ile çözülecek olan bölgemizdeki sorunların ilerlemesine olumlu bir etkisi olmayacağını da gösteriyordu.

Sorunları çözen siyasi bir itici güç olarak Avrupa'nın rolü üzere bahse girmesem de özellikle ABD'de tanık olduğumuz aşırı sağcı eğilim göz önüne alındığında, büyük ülkeler arasında gerekli koşullar oluştuğunda ve daha etkili eylem imkanı ortaya çıktığında Avrupa'dan yararlanmak için bunu tamamen görmezden gelmememiz ve yavaş yavaş yatırım yapmamız gerektiğini düşünüyorum.

Avrupa, bağlı olduğu iş birliği çerçeveleri ve kurallarına ilişkin hassasiyetlere rağmen Ortadoğu'daki birçok ülkeyle olumlu ekonomik ilişkileri olan bir komşu kıtadır.

Burada son dönemde katıldığım toplantılarda ve seminerlerde söz konusu kurallara ve çerçevelere hiç değinilmemesi dikkat çekici.

Gerçekçilik, Ortadoğu ülkelerinin Avrupa'dan beklentilerini ve isteklerini azaltmalarını ve Avrupa'yı önemli fırsatlar ve potansiyellerden oluşan bir sepet yerine, bir kez daha kimlik oluşumu aşamasından geçen ve siyasi olarak ne şimdi ne de yakın gelecekte başta ABD olmak üzere büyük güçlerin eylemlerinden bağımsız hareket edemeyen ve edemeyecek olan bir grup olarak değerlendirerek ilişkilere uzun vadeli yatırım yapma konusunda akıllı davranmalarını gerektiriyor. 

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

Independent Türkçe için çeviren: Seda Demiröz

Independent Arabia

DAHA FAZLA HABER OKU