Dedelerin Lübnan'ı ile torunların Lübnan'ı

Lübnanlılar vasilerin varlığında da yokluğunda da bölünüyorlar

Fotoğraf: Reuters

Konuştuğum politikacı bana şöyle dedi:

Aşağılanma demeyelim de bir acı hissediyorum. Yoksulluk ve kanunsuzluk batağına saplanmış ve göçün en iyi gençlerini yuttuğu bir ülke, siyasi güçleri bu dağılmış cumhuriyete bir cumhurbaşkanı seçmeye ikna etmeyi başarması umuduyla Macron'un özel elçisinin eylül ayındaki dönüşünü bekliyor.

Ne yazık ki savaştan ve uzun uzun akan kandan ders alamadık. Yoksulluk üzerimize çöktüğünde ve açlık kapılarımızı çaldığında ders alamadık. Lübnanlılar sanki renkleri ve enkazdan alacakları paylar için korkan ve birbirinden nefret eden halklarmış gibi davranıyorlar.

Acı olan husus, torunlar arasındaki mesafenin, bir zamanlar dedelerinin arasında var olan mesafeyi epey aşmış olması. Birleştirici bir vatansever yönetim yok. Ne yazık ki, Lübnanlıların her zaman dışarıdan bir arabulucuya ihtiyaçları var.

Aslında bir vasiye veya rehbere gereksinimleri var. Birbirlerine taviz vermektense, yabancı iradelere taviz vermeyi tercih ediyorlar. Bu gerçek her çözümü devlet, kurumlar, istikrar ve refah inşa etmeye uygun olmak yerine, daha çok geçici bir ateşkes ya da saldırmazlık anlaşmasına dönüştürüyor.


Politikacının sözleri bana yıllar önce kapıldığım eski bir endişeyi hatırlattı.

2005 Şubat'ının sonlarında Beyrut, bir başbakandan daha fazlası olan Refik Hariri'nin öldürülmesi nedeniyle çalkalanıyordu.

Şehir, Suriye güçlerini suçlayan ve Lübnan'dan çekilmelerini talep eden bir uğultuya tanık oluyordu.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

O sırada Şam'a, Arap ve uluslararası kaynaklardan çekilmesi yönünde tavsiyeler yapıldığı haberleri yayıldı.

Ben de Beyrut'taydım ve gazetecilik merakım beni yendi. Suriye Cumhurbaşkanı Beşşar Esad'ın ne düşündüğünü ve bu büyüklükteki bir krizin ağırlığı altında nasıl davrandığını bilmek istiyordum.

Randevu istedim ve yayınlama için değil, sadece bilgilendirme için olacağı söylenen bir görüşme karşılığında talebim kabul edildi.

Suriye Devlet Başkanı Esad'a birçok soru sordum. Suriye istihbarat aygıtının Hariri suikastıyla hiçbir ilgisi olmadığına dair cevabındaki kesin ve kati ses tonu dikkatimi çekti.

Soruyu tekrarladığımda cevap aynı keskinlikle tekrarlandı. Ayrıca bu yöndeki baskı ve tavsiyelerin artması durumunda, Suriye'nin güçlerini Lübnan ile arasındaki uluslararası sınırlara çekeceği sonucuna da vardım.

Şam'dan Beyrut'a dönerken bir fincan kahve içmek için Şatura beldesinde mola verdim. Lübnan sahnesi zordu.

Refik Hariri mezarda, Emil Lahud saraydaydı. Velid Canbolat Hariri suikastından dolayı öfkeli saflara liderlik ediyordu.

Hasan Nasrallah'ın iç güç dengelerinde veya Lübnan'ın bölgesel konumunda herhangi bir değişikliği kabul etmesi söz konusu değildi.

Mişel Avn sürgünde, Semir Caca hapisteydi. Suriye döneminin sonunu düşünmek kolay değildi.

Geçen on yıllarda Beyrut-Şam yolunda cumhurbaşkanları, bakanlar, milletvekilleri ve liderler doğmuştu.

Suriye varlığı, Lübnan'daki siyasi ve günlük hayatın bel kemiği idi.

Farklı bağlılıklara sahip aktörler hakkındaki bilgim, Suriye'nin çekilmesinden kaynaklanacak boşluğun, harici bir vasi veya rehberin gölgesinde çalışmaya bağımlı hale gelen Lübnanlıların bölünmesi için yeni bir fırsat olacağı konusunda endişelenmeme neden oldu.

Ne yazık ki böyle de oldu. Lübnanlılar vasilerin gölgesi altında bulunduklarında da vasiler geri çekildiklerinde de bölünüyorlar.

Lübnanlı politikacının birkaç gün önce dedeler ve torunlar hakkındaki sözleri, özellikle torunların dilleri arasındaki derin ayrım, boşanma mümkün olmadığı sürece bir arada yaşama başarısızlığını düzenleme çağrısında bulunan yüksek sesler arasında beni uzun düşüncelere sevk etti.

Gerçek şu ki dedeler, anayasa ve hukuk çerçevesinde yaşamı kucaklayan, düzelten ve düzenleyen kurumlar oluşturmayı başaramadılar.


Bazen Lübnan parlamentosunun toplantılarından kesitler izliyorum ve çok daha zor ve korkunç koşullarda babalarının ve dedelerinin koltuklarında oturan birkaç torun görüyorum.

Daha önce dedesi Kemal ve babası Velid'in oturduğu meclis sandalyesinde bugün Teymur Canbolat oturuyor.

Büyükbabasının öldürülme yarasıyla birlikte kendisine geçen köklü bir liderlik mirası, bugün ona emanet.

Çağa ait olan ve barışçıl yollarla dağılmış Lübnan enkazının üzerine bir devlet inşa etmeye katkıda bulunmayı hayal eden genç bir adam.

Onun durumu dedesininkinden daha zor ve dini grubunun kapasitesi ve gücü dedesinin zamanına göre daha az.

Parlamentoda bir zamanlar babası Emin, dedesi Pierre ve kardeşi Pierre'in oturduğu sandalyede şimdi Sami Cemayel oturuyor.

Ketaib Partisi'nin liderliği ve iki cumhurbaşkanı çıkaran ve iki şehit veren bir ailenin mirası ona geçti. Savaşa katılmamış ve savaşa geri dönmek istemeyen genç bir adam.

Egemenlik, kurumlar ve bütünlük sloganlarını yükseltiyor. Onun işi dedesi ve babasından daha zor, çünkü partisinin ağırlığı daha az.
 


Aynısı şey dini grubu için de geçerli. Annesi Solange ve dedesi Pierre'den sonra onların meclisteki sandalyesine oturan kuzeni milletvekili Nedim Beşir Cemayel için de aynı şey söylenebilir.

Mevcut parlamentonun sandalyelerinden birinde de Faysal Kerami oturuyor. Kendisinden önce parlamentoya dedesi Abdulhamid, babası Ömer ve amcası şehit Reşid girmişlerdi. Üç başbakan doğuran bir ailenin mirasını devralmış bulunuyor.

Faysal'ın görevinin ailesinde kendisinden önce siyaset yapanlara göre daha zor olduğu aşikâr, çünkü ülke parçalanmış ve olaylar hem ailesinin liderliğini hem de ait olduğu mezhebin ağırlığını etkilemiş bulunuyor.

Şu anda cumhurbaşkanlığına aday olan babası Süleyman'ın, öldürülen dedesi Tony'nin ve büyükbabası cumhurbaşkanı Süleyman'ın ardından Tony Franciye bugün parlamentoda onların sandalyesinde oturuyor.

Cumhurbaşkanı doğuran bir ailenin mirasını devralmış. Modern bir genç, devletin ve kurumlarının varlığını hayal ediyor. Görevi, ailedeki seleflerinden daha zor.

Sünniler ve Maruniler arasında ailelerin temsilinde meydana gelen değişimi burada derinlemesine incelemeye yerimiz yok.

Aynı şekilde, Hizbullah'ın doğuşu ve birincilik konumunu ele geçirmesi sonucunda Şii toplumunun tanık olduğu muazzam değişimi incelemeye de yerimiz yetmez.

Dedeler ve torunlar bahsi sadece politikacılarla sınırlı değil, onlardan önce vatandaşları kapsıyor.

Dedelerimiz hem bir arada yaşadılar hem de çatıştılar. Savaştılar ve ateşkesler imzaladılar. Ancak Lübnanlılar o günlerde yaraların sarılacağına dair umutlarını kaybetmediler.

Devlet, bugün olduğu gibi çözülmedi. Vatandaşların mevduatları birkaç yıl önceki gibi yağmalanmadı.

O günlerde Lübnan çadırının direkleri tamamen yıkılmamıştı ve limanı, üniversitesi, hastanesi ve bunlarla birlikte rolü ve anlamı katledilmemişti.

Önemli olan torunlar döneminin Lübnan'ın sona erdiği, Lübnanlıların devlet ve vatan inşa etmekte, en az zararla bir birlikte yaşama formülü şekillendirmekte bile başarısız olduklarının kabul edildiği bir dönem olmamasıdır.

Lübnanlılar vasilerin varlığında da yokluğunda da bölünüyorlar.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

Independent Türkçe için çeviren: Beyan İshakoğlu

Şarku'l Avsat

DAHA FAZLA HABER OKU