Ekonomik yıkım takvimi...

Hakan Gülseven Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: Reuters

Türkiye ekonomik olarak nereye gidiyor?

Markette, pazarda karnını doyuracak ürünleri alamayan, üst başı düşünmekten çoktan vazgeçmiş geniş yığınlar için bir ekonomik yıkım takvimi çıkarmaya çalışalım...

Malumunuz, ülkemizin ekonomisi Mehmet Şimşek'e emanet edildi.

Şimşek'in mucizeler yaratacağını zanneden kimse varsa, onlara kötü bir haber vereyim, Şimşek Türkiye'de emekçi sınıflara, yoksullara daha fazla yük bindirmeden ekonomiyi düzeltmenin yolunu bilmiyor.

Dış borcu milli gelirine yaklaşan, ancak yüksek faizle borçlanabilen, devlette savurganlığın, yolsuzluğun, avantacılığın hat safhada olduğu bir ülkede ekonomiyi mucize dokunuşlarla düzeltemezsiniz.

O halde faturayı yine emekçilere ödetmenin yollarını arayacaklar.
 


Şöyle olacak: Temmuz ayı zamlarını TÜİK'in yalan enflasyon oranı açıklaması üzerinden belirleyen ve soframızdan biraz daha lokma çalınmasına sebep olan düşük maaş zamlarıyla 6 ay idare edecekler.

Sonra, yılbaşında yerel seçimler için küçük bir rahatlatma payı belirlenecek.

Saray rejimi yerel seçimlere büyük bir baskı dalgasıyla, yine devletin tüm olanaklarını kullanarak gidecek.

Büyükşehir belediyelerini almayı hedefleyecekler çünkü buralarda ciddi bir bütçe var.

Türkiye'nin ekonomik çöküşü ne anlama geliyor, işte bu esas yerel seçimlerden sonra belirginleşecek.

Zaten mutlak olarak yoksullaşmış olan halkın yaşam standardı daha da gerileyecek.

Emeğin üç otuz paraya sömürüldüğü bir ucuz emek cenneti yaratılmış olacak.

Fakat burada vurgulamak gereken bir husus var: Emeğin çok ucuz olduğu ülkelerde tarım ve hayvancılık, olmadı balıkçılık halkları bir biçimde doyuruyor.

Türkiye'de ise tam bir basiretsizlik hakim olduğu için, tarım da hayvancılık da tahrip oldu.

'Yerli ve milli' iktidar tüm bir ülkenin tarımını emperyalist Cargill'in egemenliğine açtı.

Çiftçinin ekimini planlamaktan aciz iktidar, tüccarın, şirketlerin cebini dolduracak taban fiyatlarla üreticiyi mahvetti.

Düzgün bir destekleme sistemini yaşama geçiremedikleri için çiftçi ekim yapmamaya başladı.

Her geçen gün daha fazla gıda kaleminde ithalat artışı yaşanıyor.

Üstelik Türkiye'ye giren pek çok gıda ürününde zehirli kimyasal maddeler tespit edilip duruluyor.

Fiyatlar uçup gitmesin diye devlet buna göz yumuyor. Dünyada çöp hükmünde olan zararlı gıdalar bizim soframıza geliyor.

Hububat gibi temel gıdalarda durum böyle...

Peki hayvancılıkta neler oldu?

Süt üreticisi desteklemedikleri için hayvancılar zarar etmeye, böylelikle süt veren inekleri kesime yollamaya başladı. Böylelikle hem et hem süt fiyatları aşırı yükseldi.

Süt fiyatı yükselince ne oluyor?

Peynir de yiyemez hale geliyoruz.

Sağlıklı beslenmeden her geçen gün daha fazla uzaklaşıyoruz.

Giderek daha fazla yabancı şirketin yerli firmaları satın aldığı beyaz et ve yumurta sektöründe de fiyat artışları dikkat çekmeye başladı.

2000'lere gelindiğinde kişi başı beyaz et tüketimi kişi başına yıllık 10 kilogramın altındayken, bu rakam 2020'ye doğru 20 kilogramı aştı. Ama son beş yıldır tüketim artışı durdu.

Son rakamları bilmiyorum. Muhtemelen fiyat artışları nedeniyle belli ölçülerde gerilemiştir.

Muhtemelen yerel seçimlerin ardından artık dizginlerinden boşanacak olan yeni yoksullaşma dalgası, geniş bir nüfusun daha kötü beslenmesiyle sonuçlanacak.

Bu basit bir şey değil. Gelecek kuşaklar üzerinde derin etkileri olacak bir süreç.

Çocuklarda yetersiz beslenme sonucu zeka gelişim sorunları oluşmaya başladı.

Evet, zeka seviyesiyle sağlıklı beslenme arasında doğrudan bir bağ var. Türkiye dünya zeka endeksinde gerilerde yer alıyor.

Üstüne bir de siyasetteki cinnet ortamını eklediğinizde tablo daha da vahimleşiyor.

Son açıklanan dünya mutluluk endeksinde Türkiye 137 ülke arasında 106. sırada!

Bu mutluluk endeksi kişi başına düşen gelir, özgürlük, sağlık ve sosyal yardım imkanları, yolsuzluk karnesi, eğitim ve alım gücü gibi kriterleri baz alıyor.

Türkiye öyle beter bir durumda ki, şu an işgal altındaki Ukrayna'da bile insanlar Türkiye'deki halktan daha mutlu!

Zaten sokakta dolaşıp insanların suratına şöyle bir baktığınızda durumu siz de kolaylıkla anlayabilirsiniz.

Herkes barut fıçısı gibi. En ufak olayda kavga çıkıyor.

Kadınlar, çocuklar olağan kurbanlar haline geldi.

Yeni iktisadi çöküş dalgasıyla bu manzaranın daha da vahim hale geleceğini söylemek için müneccim olmaya gerek yok.

Peki ne yapacağız?

Elbette en hayırlısı bu iktidardan kurtulmaktır. Lakin bu hiç de kolay bir iş değil.

Ne yazık ki, her türlü yöntemi kullanarak iktidara yapışmış bir toplulukla karşı karşıyayız.

O halde örgütlü bir toplum haline gelmeye çalışacağız. Kendi görüşümüze yakın bulduğumuz partilerde, sendikalarda, meslek örgütlerinde, hiçbir yer bulamıyorsak mahalle güzelleştirme derneklerinde örgütleneceğiz.

Ekonomik çöküşe ve yoksullaştırma saldırısına ancak birleşerek, örgütlenerek karşı koyabiliriz.

Bu işin başkaca bir yolu yok.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU