Yeni Osmanlıcı iktidar ve güç tasarımı sınırına geldi (2)

Celalettin Can Independent Türkçe için yazdı

Aslında 2016 kışından başlayarak mayıs, haziran aylarına kadar darbe haberleri sağdan soldan sızıyordu, bunu bir şekilde hükümetin bilmemesi de mümkün değildi ve derken 15 Temmuz Darbe Girişimi gerçekleşti.

15 Temmuz Darbe Girişimi daha ilk günde bertaraf edildiği halde, 'FETÖ'cü darbe tehlikesi' gerekçesi gösterilerek 20 Temmuz'da OHAL (Olağanüstü Hal) ilan edilmesinin gerçeğe dayanan akli bir açıklaması olmalıydı.

Hiç olmadı mı dersiniz?

Bizatihi Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın darbe yapılmasına şükredercesine "Allah'ın lütfu" demesi, ziyadesiyle manidardı…

Nitekim gerçekliği çok tartışılır 'artçı darbe şokları' ve algıya dayalı yönlendirme yöntemleri kullanılarak OHAL her defasında uzatılacaktı.  

Giderek 'olağanlaşan' OHAL rejimi şekli bir yasallık, Kanun Hükmünde Kararname (KHK) oyunu üzerinden sürdürülecekti.

Darbe girişimi siyasal, toplumsal sonuçları göz önüne alınarak değerlendirildiğinde, asıl darbenin, 'sürekli darbecilik' biçimini alan OHAL rejimi olduğu anlaşılıyordu.

Zaten fiilen uygulamada olan tek adam rejimine, 15 Temmuz Darbe Girişimi'nin toplumda yarattığı "şok" ortamı fırsata çevrilerek, anayasal bir görüntü vermenin hazırlığının yapılması durumu açıklıyor gibi idi.

O süreci ve sonrasında 'darbe tehlikesi' adı altında yapılanları şöyle bir gözden geçirelim, "FETÖ" adı verilen darbe girişimi başarılı olsaydı şayet, bundan fazla, bundan başka ne yapabilirdi ki…

 
Tek adam rejiminin yasalaşma süreci

Toplumda tek adam rejimi talebi var mıydı, dersiniz…

Hiç şüphesiz ki yoktu.

Gerçi öncesinde büyük sermayedarların en azından önemli bir kısmının bu yönlü bir görüşü ve bir tercihi vardı.

Nitekim 12 Eylül 2010 Anayasa Referandumu arifesinde bu tercihi Koç ailesi (Rahmi Koç) "akıllı diktatör" olarak açıklamıştı da. 

Ancak 15 Temmuz Darbe Girişimi sonrasında Cumhurbaşkanı Erdoğan, Başkanlık idealini zamana bırakmak durumuna gerilemiş gibi idi.

Bir nokta geldi Bahçeli, 'fiili durum bu, yasallaşmalı' dedi ve 'Başkanlık' görüşünü ortaya attı. Darbe girişiminin toplumda yarattığı "şok" ortamı hala sıcaktı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan vakit kaybetmeden bu görüşe sarıldı. Devlet gücünü sonuna kadar kullanarak topluma dayattı.

Tek adam rejiminin siyasal inşa sürecinde yasama organı, Milli Güvenlik Kurulu tavsiyeleri eşliğinde, fiili olarak Başbakanlık ve Bakanlar Kurulu oldu. 

Yürütme ise, Cumhurbaşkanı Erdoğan.

Cumhurbaşkanı Erdoğan başkanlığında Saray'da toplanan MGK (Milli Güvenlik Kurulu), iç ve dış politika, askeri, toplumsal ve diğer ilgili gelişmelerle ilgili hükümete tavsiyelerde bulunuyordu.

Keza Cumhurbaşkanı başkanlığında toplanan hükümet, bu tavsiyeleri gözetiyor: KHK'ler ve paralel yasalar çıkarıyordu.

Sürecin önemli bir özelliği, Meclis'in devreden çıkarılması ve şekli bir organa dönüşmesi idi. Tersi olması gerekirken, önce Saray'dan KHK çıkarılıyordu, sonra Meclis'ten yasa…

Saray'da görev yapan çekirdek bir ekip üzerinden, HSYK, YÖK, RTÜK, MİT, Emniyet Genel Müdürlüğü gibi temel devlet kurumlarının içi bitmeyen "FETÖ" operasyonlarıyla boşaltılıyor, liyakat pek de gözetilmeden atama usulüyle dolduruluyordu.

Meclis'in devreden çıkarıldığı, temel devlet kurumlarının Cumhurbaşkanı'na bağlandığı, iktidar çevrelerinin "Türk tipi" dediği yeni rejimde istihbarat ve ordunun misyonu ve tek adamcılığı göz önüne alındığında, 'Baas tipi tek adam rejimi' denebilecek bir rejim yürürlüğe girecekti.

OHAL (Olağanüstü Hal), "15 Temmuz FETÖ darbeciliği" gerekçesiyle ilan edilmişti.

Ancak "terörle mücadele", üstelik son derece sübjektif ölçülerle OHAL rejimi kapsamına alınıyordu.

Parlamenter rejimin on binlerce kamu görevlisinin tasfiyesi de bu kapsamda olacaktı.  

İşte fiilen uygulamada olan böyle bir "tek adam rejimi" ve "tekçi devlet", son vuruşlarla Anayasal bir çerçeveye oturtulmak isteniyordu.

Buna tekabül eden Anayasal değişiklikler OHAL rejimi üzerinden, halkın pek tartışmaya katılamadığı, adeta muhalefet etme yasağı altında ülke hızla plebisite götürülüyordu.

Bu süreçte en küçük demokratik hakkın dahi güvencesi olmayacaktı. 

6,5 milyon oy ve HDP yok sayılacaktı.

T.C. Anayasal parlamenter rejimi tasfiye ediliyor, yerine tek adam rejimi ikame ediliyordu.  

Kısacası Ortadoğu-İhvanı siyasal/mezhepsellik bağlamında bir tür dönüşüm süreci yaşanıyordu.

15 Temmuz Darbe Girişimi ile referandum arifesine kadar siyasi süreç en genel ifadelerle bu şekilde yaşandı.

Ve Türkiye toplumu ve halkı, böylesine tek yanlı koşullarda ve koşullanma altında referanduma gidecekti


16 Nisan 2017 Referandumu

16 Nisan Referandumu bir yerde ülkenin geleceğinin oylanmasıydı.

Böylesine önemli bir referandumun nispeten özgür demokratik ortamda yapılması gerekirdi.

Aksine referandum çok daha ağır baskı koşullarında yapıldı.

Sonuna kadar da popülist, milliyetçi bir 'Evet' kampanyası yürütüldü…

Devlet gücü her durumda "Evet" lehine devreye girdi.

Fiilen güçlü ve özgür 'Evet', zayıf ve yasaklı 'Hayır' kampanyası yürütüldü.

"Tarafsızlık yemini" gereği Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın tarafsız olması gerekiyordu.

Ancak Cumhurbaşkanı Erdoğan, 'halk tarafından doğrudan seçildiği için artık bu hükmün anlamının kalmadığını ve kendisinin taraf olduğunu' açıklayarak ilgili anayasal hükme rağmen bildiğini okudu. 

Almanya, Hollanda örneğinde olduğu gibi "dış düşman" üzerinden, Avrupa'daki Türkiyeli vatandaşları karşı karşıya getirici ayrıştırıcı/gerginleştirici dış politika izlendi.

 
Erdoğanizm kültü 

En önemlisi yaratılmak istenen Erdoğanizm kültü idi…

Erdoğancı "Evet" kampanyasının dili ve kurgusu, ülke, toplum ve demokrasi açısından tahrip ediciydi.

Kampanyada anayasa değişikleri pek az yer tutuyordu.

Milliyetçi/şoven, güvenlikçi, baskıcı bir dil egemendi.

Mesela, toplumu ve halkı ayrıştırmayı, İslamcıları titretmeyi/tahrik etmeyi amaçlayan, yaşanan gerçeklikten kopuk, ayrıştırıcı, kamplaştırıcı şu milliyetçi, popülist ifadelerin anlamı neydi?  

Milleti bölemeyeceksiniz,
Bayrağımızı indiremeyeceksiniz.
Vatanı parçalayamayacaksınız.
Devletimizi yıkamayacaksınız.
Ezanlarımızı susturamayacaksınız.
Bu ülkeye diz çöktüremeyeceksiniz...


Bundan hareketle şöyle de bir algı yaratılmak isteniyordu:

"Evet"; "bütünlük ve gücü" simgeliyor.

"Hayır"; "bölünme ve ihaneti" simgeliyor.

"Hayır"; "İslam karşıtı, millet dışıydı."

"Hayır 15 Temmuz darbecisiydi."  


Popülist lafızlarla bir tür yeniden "milletleşmeden" dem vuruluyordu:

'Evetçiler', "millet" adı altında toplumun tamamıydı.

O, kendisini millete özdeş görüyordu.

Milletin düşüncesini o temsil ediyordu.

Onunla ilgili "Toplumla ilişkisi organik" denebiliyordu. 'Organik aydın' kavramı yapay bir zorlama ile Gramsci'den alınarak analoji konusu yapılabiliyordu. 1


Dolayısıyla,

O ne düşünürse, milletin düşüncesinin yansımasıydı. 

Böylece millet iradesinin temsili kurumlarına gerek kalmıyordu.

Onun millet ile olan organik ilişkisinde meclis, hükümet, başbakan, sivil toplum gibi kurumların ve mekanizmaların içi boşaltılıyor, bütünü şekli organlara dönüştürülüyordu.

İşte bu sisteme itiraz edenler ve bu aşamada Hayır'cılar, protestocular, boykotçular vb.  millet dışı ilan ediliyordu.

 
16 Nisan 2017 Referandum sonrası…

Cumhurbaşkanı Erdoğan beklediği yüksek oy oranını, 15 Temmuz sonrası OHAL rejimi üzerinden uyguladığı politikaların onaylanması olarak ilan edecek ve bu gerekçeyle OHAL rejimini kalıcılaştırma yoluna gidecekti.

Öte yandan Erdoğan 16 Nisan 2017 Anayasa Değişiklikleri Referandumu'ndan beklediği yüksek oy oranını yakalayamadı. Referandum sonuçları istediği gibi sonuçlanmadı. 

Ancak Erdoğan bu kez 'süren terörizmi' bahane etti ve 2019'a kadar OHAL-Rejimini kalıcılaştırma yoluna gitti.

'FETÖ'cü darbecilikten önce de terörizm vardı ancak bu OHAL gerekçesi olmamıştı.

Şimdi oluyordu, demek ki mesele 'FETÖ'cülüğün tasfiyesinden öte bir şeydi…

Cumhurbaşkanı Erdoğan sonuçta, AKP'yi, devleti ve ülkeyi tek başına yönetmek istiyor, bu arada referandumda aldığı yüzde 49 oy oranını unutturmak istiyordu…

Türkiye'de 'Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'nin yürürlüğe girmesi, yürürlükteki parlamenter sistemin ve başbakanlık makamının ortadan kaldırılması, meclisteki vekil sayısının 550'den 600'e çıkarılması ve Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun (HSYK) yapısının değiştirilmesi gibi anayasal değişiklikler bu 16 Nisan 2017 Referandumunun sonucu olacaktı.

21 Mayıs 2017'de AKP Olağanüstü Kongresi üzerinden Erdoğan partiye dönecek, AKP Genel Başkanı da olacaktı vb. vb.


"Allah adına biat, itaat, boyun eğme" talep ediliyor

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türk tipi dediği, Baas tipi tek adam kurumlaşması olan rejimi, İhvani biat kültürü eşliğinde son bir atılımla tamamlamak istiyordu.

Fetvacısı olan Hayrettin Kahraman, 31 Mart tarihli, İtaat başlıklı yazısında Kuran-ı Kerim'den Nisâ suresi 59.65.69.70 sayılı ayetleri naklettikten sonra şunları yazmıştı:

Bu ayetlerin asıl konusu itaattir. Söz tutmak, boyun eğmek, emri yerine getirmek" manasına gelen itaat, sosyal, siyasî, hukukî, ahlaki boyutlarıyla İslami hayat düzenini kuran temel kavram ve kurumlardan biridir.

İslam dini gerek kamu hayatında gerekse özel hayatta bazı sıfat ve özellikleri taşıyan kimselere itaat edilmesini, onların buyruklarının yerine getirilmesini ve söylediklerine uyulmasını istemiştir. Başkan, aile reisi, kumandan, ana-baba, bilmeyenlere göre bilenler(âlimler) bunlardandır.

Kamu hayatındaki ülü'l-emr, ya halife gibi ümmetin seçmesi ve biat'ıyla belirlenir –onun tayin ettiği yüksek dereceli memurlar dolaylı olarak ümmetin belirlediği ülü'l-emr olur- ya da bir makamın tayinine gerek bulunmadan, taşıdıkları üstün vasıflarla bu yetkiyi elde ederler.


Hayrettin Kahraman'ın fetvasında, Allah adına biat, itaat, boyun eğme talep ediliyor ve referandumda bu talebe 'evet' dememiz isteniyor.

Kanaatim o ki, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın 2023 Genel Seçimleri ile tamamlamak üzere, 15 Temmuz Darbe Girişimi sonrasında tasarladığı Yeni Osmanlıcı iktidar ve güç tasarımının açıklaması en kısa şekliyle bu idi.

 
Ez cümle;

Genel seçimlere 1,5 yıl gibi bir süre kaldı.

Bu arada içeride ve dışarıda çok şey değişti.

Her şey bir yana 'tasarlananı', seçim üzerinden kazanmanın koşulları kalmadı gibi.

Toplumsal eğilimler, ihtiyaçlar, ekonomik birikim düzeyi, uluslararası ilişkiler, kuvvetler dengesi tarihin bu zaman diliminde müsade etmiyor…

Ülke zor zamanlardan geçiyor.

Halkın derin yoksulluğuna seyirci kalmamak,

Ham hayallerden vazgeçmek gerekiyor…

 


1. Av. Mehmet Uçum … Cumhurbaşkanı Başdanışmanı 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU