Lübnan'ın egemenliği yoksa füzelerin egemenliği mi?

Hantal bir kafadan, boş mideden ve çıplak ayaklardan oluşan bir vücut, kol gücünü sonsuza kadar koruyamaz

Fotoğraf: Reuters

Siyaset bilimciler 'egemenlik' fikrini John Bodin isimli bir Fransıza atfederler.

Bodin'in kendisi de bir politikacı, aynı zamanda bir düşünür ve hukukçuydu.

16'ıncı yüzyılda, Thomas Hobbes, John Locke ve Jean-Jacques Rousseau'nun 'toplum sözleşmesi' ekolünden önce yaşadı.

Bodin'e göre bu egemenlik fikrinin doğuşu, Dini Reform hareketinin ardından ortaya çıkan Katolik-Protestan çatışmasına duyulan nefretten bağımsız değildi.

Böylece Bodin, kraliyetin merkezi otoritesinin gücünü bu çatışmaya tercih etti.

Farklı dinlerin çatısı altında bir arada yaşayabileceği iç barışı garanti ederek egemenliği garanti altına alan şeyin merkezi güç olduğunu düşünüyordu.

Dolayısıyla Bodin, feodal beylerin yetkileri pahasına belirli bir kralın değil, krallık makamının gücünün pekiştirilmesi fikrini savundu ve bu fikir daha sonra Avrupa'da büyük ilerleme kaydetti.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Bodin'e göre herhangi bir kral, egemenliği mutlak, kalıcı, bölünmez ve kısıtlanamaz olan hükümdardır (The Sovereign).

Bodin'ın bu görüşünün öğrettiği bir diğer husus da 'egemenlik' sözünün ülke içinde barışın sağlanmasından ve bu barışı sağlayacak otoritenin ortağı ve rakibi olmayan bir otoriteden ayrılamaz olduğuydu.

Haklı olarak bu görüşlerin birçoğunun güncelliğini yitirmiş olduğu ve incelenmeden kabul edilmeye uygun olmadığı söylenebilir.

Ancak egemenliğe yönelik en önemli eleştiri, bu kavramı kendi halklarını tecrit edip boyunduruk altına almak için kullanan ve aynı zamanda bu boyunduruğa son verecek tüm dış müdahalelerin önünü kesen pek çok despot rejimin deneyimlerinden geliyor.

Ancak Lübnan yönetimi son dönemde egemenlik kavramına yönelik benzer bir seçici yaklaşımla, Lübnanlılara onları boyunduruk altına alan bir rejim değil, aksine Hizbullah'ın silahı olarak adlandırılan baskıcı ve tam bir düzensizlik tanımının eşlik ettiği bir durumu dayatmak için egemenlik kavramına başvurdu.

John Bodin'in istediğinin aksine söz konusu silah bir iç çatışmayı sona erdirmiyor, aksine iç savaşın kalıcı bir zeminini oluşturuyor.

Aynı zamanda yönetimi birleştirip onu bir hükümdar yapmıyor, aksine Fransız filozofun kastettiği birliğini kabul etmeyi reddederek ondan koparabildiğini koparıyor.

Kendisinde vücut bulan 'egemenliği' simgeleyen 'hükümdar' yöneticiye gelince; şimdi kendisine yeni bir cumhurbaşkanı seçemeyen ve kurumlarını neredeyse tamamen atıl bırakan bir Lübnan Cumhuriyeti ile eşleşiyor.

Bunları söylememizin nedeni, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin Lübnan Geçici Görev Gücü'nün (UNIFIL) görev süresinin uzatılmasına ilişkin son oturumu sonrasında yaşananlardır.

Bu oturumda Lübnan'ın BM Daimi Temsilcisi dehşete düşmüş ve ağlamak üzereydi çünkü bu güçlere verilebilecek yetkiler Lübnan'ın egemenliğini göz ardı ediyordu.

Görev süresinin uzatılmasına karşı çıkanlar daha da ileri giderek, bu yetkilerin İsrail'i egemen ve güçlü ülkemizden korumak için tasarlandığını öne sürdüler.

Lübnan egemen ve güçlü öyle mi?

Her tahmin, her bilgi, her rakam, her ampirik test bu haberi, Lübnan'ın egemen ve güçlü olduğunu yalanlanıyor.

Siyaset bunu yalanlıyor, ekonomi yalanlıyor, göç, eğitim, halk sağlığı ve Lübnan topraklarındaki her şeyin onu inkar ettiği gibi, mezhepler arası ilişkiler bunu inkar ediyor.

Beyrut Limanı'nın hali, Beyrut'un durumu, bölgelerin hali kendisini yalanlıyor. Aynı şekilde statükonun meşruiyet ve anlam eksikliği onu yalanlıyor.

Bu eksiklik öyle bir noktaya ulaştı ki bir komedyenin o an yaptığı bir şaka varoluşsal bir tehlike, sözde ahlaki meselelerle dikkatleri dağıtmak devletin ve toplumun birinci görevi haline geldi.

Egemenlik iddiasının karşısında Lübnan halkının önemli bir bölümünün kendisini 'egemenci' olarak adlandırmaya başladığını ve bununla ülkesinin egemenlikten yoksun olduğu ve bu egemenliği ya da en azından bir kısmını yeniden kazanmak için çabalaması gerektiğini kastettiğini biliyoruz.
 


Gerçek şu ki sandığımızdan daha tehlikeli bir durumla karşı karşıya olabiliriz. Bu tehlikenin yarısı anlatılan ülkenin çöküşünden, ikinci yarısı ise bu çöküşün övülmesinden kaynaklanıyor.

Dahası bu tanımlamalara dayanarak egemen olduğumuzu iddia ettiğimizi ve İsrail'i ya da herhangi birini tehdit ettiğimizi görüyoruz.

Bu biri aklı rahatsız eden, diğeri hayatı çekilmez kılan iki sonucu ortaya çıkaran bir gerçek.

Bir yandan diplomatlarımızın ve İsrail ile normalleşme karşıtlarımızın savunduğu egemenlik, zayıflık büyüdükçe ve çöküş arttıkça büyüyen ve gelişen bir şey olarak karşımıza çıkıyor.

Diğer yandan, başkalarını tehdit etme gücü, bir gücün yokluğundan ziyade, zayıflığımızın ve eksikliklerimizin ürünü gibi görünüyor.

Bu anlamda bu eksikliklerden kaynaklanabilecek potansiyel savaşlarda, insani ve maddi felaketler ile modelin tamamen kayboluşu bir araya gelecek.

Her halükarda Beyrut, Şam ve Tahran'daki mevcut yaşam modellerini seçen ve onlar adına dünyayı fethetmeye girişen savaşçıları düşünmek bunu görmemiz için yeterli.

Bu arada, yalnızca füzelerimiz egemenliğe sahip ve yalnızca bu egemenlik bir hükümdarda vücut buluyor. Bu ise Bodin'in hayal bile edemeyeceği bir şey.

Bugün Lübnan, füzeler sayesinde nispeten güçlü bir kola sahip olabilir fakat hantal bir kafadan, boş mideden ve çıplak ayaklardan oluşan bir vücut, kol gücünü sonsuza kadar koruyamaz.

 

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

Şarku'l Avsat

DAHA FAZLA HABER OKU