Kederde günah, mutlulukta utanç arayanların gölgesinde

Mustafa Orman Independent Türkçe için yazdı

Meg Mason / Fotoğraf: Grant Sparkes Carroll

Çağımızın kaygı üretme dinamiği yalnızca bireylerin içsel deryalarında boğulmaları yönünde bize bir fikir vermez, çünkü toplumun set kurduğu alanlarda kaygının gitgide yükseldiği bilinir ki bu fikir bizi sorunun kaynağına götürür.

Kaygı, bireyin sürüklendiği mecburi bir yalnızlık içinde debelendiği ve ölümle eşdeğer bir pozisyonda yaşadığını gösterir.

Kimi zaman şiddet ve savaş ortamında, kimi zaman toplumun yaşam tarzına müdahalesiyle, kimi zaman da dini emirlere sıkı sıkıya sarılanların bireylere dönük tahakküm kurma çabaları, bireyleri solgun ve kütükleşmiş birer ağaca dönüştürür.

Görür, duyar, konuşur, hareket eder ama tükenmiştir. Kendi sınırlarını ve özgürlük alanlarını belirlerken karşılaştığı tüm tehlikeler onu bir kurbana dönüştürür.

Kurban artık hayatta kalmama çabalarına girişir, yaşamı tatsız, boğuk, karanlık olarak görmeye başlar, çünkü tutunacağı hiçbir şey kalmamıştır.

İlerleyemediği yerde tortu biriktirerek binlerce ağırlığın altında can çekişir. Her daim toplum set olarak belirir, bireyin öz acısını dönüştürme ve bunun üzerinden gelecek inşa etme çabasını yok eder.

Bedenin dili buna uyarak bireyin donuklaşan hayatını keskinleştirir. Aile katıldığında bireyin akışına duyguların, düşüncelerin iç içe geçmiş boğuşmalarıyla çıkmazı sürdürür.

Bireyin depresyon ile hastalık arasında bir yerde konakladığı bu yoğunlaşma pratiği, onu geçmişin tüm ayrıntılarında dolaştırırken bugünün anlamsız yakarışında donuk ve sessiz bırakır.

Ve bunların getirdikleriyle birey, keskin bakışını aldırmaz ve alaycı bir yere denk düşürür. 

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Ingeborg Bachmann "İnsanın gerçek ölümü, hastalıklardan değildir; insanın insana yaptıklarındandır" derken yeryüzünde insanın insanı ötekileştirerek susturduğu, iterek yalnızlığa bıraktığı bir manzara çiziyordu.

Bireyleri ruhsal bunalımlara sürükleyen tam da insanın yaptıklarının sonucuydu. Her ruh, içini anlaşılacak bir dinleyiciye bırakmak ister.

Onu yangınlara sürükleyecek ne bir bakışa ne de ağıza denk gelmek ister. Ölümlü dünyada yaşarken insanın ruhunu yerle bir eden toplumda, yaşamda kalmanın yolunun kendini ifade edebilmek olduğunu bilmek gerek.

Sakat bırakılan her ruh aynı sakatlıkla başkalarına gittiğinde, birbirini paramparça eden bir ilişki biçimi ortaya çıkarır.

Yaşam kutsal olduğu kadar, yaşamın kutsal yanını insanda da yaşatmak bilinciyle bakışımızı birinin ruhuna doğrulttuğunda öncelikle onu dinlemenin ve anlamanın yollarında dolaşmalıyız.

Yoksa dünya bildiğimiz yer gibi kalır, ne dönüşen bir güzellikten ne de dayanılacak bir bağın varlığından bahsedebiliriz.

İnsan, sadece başlı başına bir duygu ya da düşünce yaratmaz, bunun yaratıcı olmak ve bu yaratıcı yanı sürdürmenin en büyük yolu ahlaksal bir sorumluluk olan insan olmaktan geçer.


Meg Mason: Keder ve Mutluluk

Meg Mason, Keder ve Mutluluk romanında bir anda çıkmazlara savrulan Martha'nın psişik sınırlardaki hikayesine odaklanıyor.

Meg Mason, tamiri güç hezeyanların kenarında bulunan Martha'nın varlık içindeyken yoksunluğa varan duygu durumunu hem mizahi yanlarıyla hem de hakikatli duygularıyla ele alıyor.

Martha'nın girdiği yeni döneme tüm bakış açılarını gözeterek anlatılanı şaşırtıcı bir yere konumlandırıyor.

Ama okuru kendi depresif durumuna itmiyor, aksine kendiyle eğlenebilen bir yapıda ilerletiyor. Romanda böyle bir yapının olması da metinde sonuna kadar okuru diri tutuyor.

İki yapılı duygu ahengi üzerinde ilerleyişini sürdüren roman, Martha'nın içsel yolculuğu ve kendini arayışıyla seyrini değiştiriyor.

Aynı zamanda anlatıcı rolünde olan Martha, duyguların metne yayılması ve metne hükmetme çabasında olsa bile yazarın sesini tamamen kısıyor.

Yazarın, Martha'yı 40 yaşında olayların etrafına toplaması ve eve dönüş imgesi yaratması, evrensel insan algısına ve aklına göre şekil aldığını bize hissettirir.

Esrarlı yerlerden seslenir yazar, bireyin iç bunalımını sözcüklerinin dökümüyle birlikte kararlı yerde olanı duruşunu, aynı zamanda özgün bir yerde tutarak kendini diğer bireylerden ayrı tutmayı gözden kaçırmaz, kendi bakış açısıyla açıklar: 

Normal insanlar,  bu kadar kötü hissetmeyi hayal bile edemediklerini, muhtemelen ölmek isteyeceklerini söylerdi. Bunun ölmek istemekle alakalı olmadığını açıklamaya çalışmadım. Daha çok yaşamıyor olman gerektiğini düşünmekle, yorgunluğu iliklerinde hissetmekle ve bu yorgunlukla gelen aşırı derecede korkuyla bir ilgisi vardı. Yaşamanın doğal olmayan gerçeğiyse önünde sonunda bir şeyleri onarmak zorunda olmaktı.
 

 

Kederin günah, mutluluğun utanç sayıldığı Batı ve Doğu toplumlarında hala varlığını sürdüren bu düşünce, iki duygunun temelini cinsiyetler atfıyla labirentlere sıkıştırarak tartışmaya mahal vermez, sığ bir yerde durmaya bilinçlenir.

Labirente sıkıştırdığı genel olarak yetişkin kadınlardır. Erkekliğin daha doğmadan iktidar tahtına oturduğu tüm toplumların genel bakışı bununla perçinleşirken, kadınlara ya ayıp ya günah atfı yapılarak iktidarı bu genelgeçer kabullerle taçlandırır.

Kadın ne kederi yaşayabilir uluorta ne de mutluluğu dolu dizgin gösterebilir. Duygularını yaşayabileceği bir imkan tanınmadığı gibi düşüncelerini de ifade etme yollarında bocalar.

Meg Mason ise toplumun set kurduğu yolları yıkar, bireyin içe dönüş sarmalına odaklanır.

Martha öfkenin eklemlenmiş yollarında, güvenilmez ve alaycı tınıları arasında insanlarla iletişim kurabilmesi zorlaşır.

Bunun yanında zekayı harekete geçiren mizahıyla sevgiye dayalı bir hayranlık da uyandırır: 

Önce aptalca şeylerden bahsettim; ıslak görünümlü saçlarından, stilinden, yürümeye başlamadan önce arabadan inmemi asla beklememesinden, yedi yıldır onun için çalışmasına rağmen temizlikçisinin adını bile bilmemesinden, bir odasında bateri ve ona bakan bir ayna dışında bir şey olmayışından… Sonra bardağımın kapağını açtım ve en kötüsünün, söylediği her şey kulağa şaka gibi geldiği için onu komik biri sanmam olduğunu söyledim. 'Ama söylediği her şeyde ciddiydi. Sonra da bir anda fikrini değiştirip tersini söylerdi. Önce güzel ve zeki olduğumu söyledi, sonra da deli. Ben de hepsine inandım.' Bardağımın içine baktım. Keşke aynalı odadan bahsedip sussaydım diye düşündüm. 


Öyle ki Meg Mason, Martha ile Patrick odağında sürdürdüğü metni kimi zaman çelişki ve çatışmayı yükselterek bireyin yüzyıllardan beri gelen içsel karmaşasını gösterir.

Ruhsal hastalıklara modern tıpın uyguladığı tedavi yöntemlerinin ve ilaç kullanımının yer yer Martha'da eksen kaymasına yol açsa bile ruhsal biricikliğin koşulsuz ritmiyle bu sanrılar da ortadan kalkar.

Çünkü bireylere dayatılan ruhsal tedavi yöntemleri de bireylerin ölüme yaklaşmalarını hızlandırır ve toplumun dayatmacı yanını açığa çıkarır.

Hal böyleyken Meg Mason, ikili koşullar etrafında hikayeyi sürdürerek bireyi anlama koşullarına yönlendirir okuru.

Ruhsal olana hasredilen her şey bir anda soru sorma ihtiyacını doğurur. İlaçların ve telkinlerin çağında bireyin durup kendini anlatabilme, düz mantığında iyileşebilme imkanına kimse kulak asmıyor.

Herkesin hasta diye kodlandığı, hastaların ilaç kullanması gerektiği yönündeki teşhirci baskılama insanın kendine giden tüm yollarını kapatıyor.

Meg Mason ise bunun ikili yönüne eğilerek doğal ve olması gerekenin kapısının aralar. 


Meg Mason, Keder ve Mutluluk romanında insanların basite aldığı tanımalamalar üzerinden yoğunlaşarak toplumsal bilincin yitimini bireyin sömürüsüyle düze çıkarıyor.

Sadece bireyin monoton, mutsuz tarafıyla ilgilenmiyor mutlu yanlarını derinlemesine işleyerek de üstesinden geliyor.

Keder ve Mutluluk romanı, her bireyin sıradanlık çerçevesinde yaşama uyarlanabilir yanını görmesine müsaade ediyor. 

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU