Gerçekler ve efsaneler arasında harem

Mehmed Mazlum Çelik Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: Pinterest

Venedik elçiliğinde tercüman olarak çalışan Signor Grellot için Osmanlı haremi bir tutkuya dönüşmüştü.

Özellikle Avrupalı seyyahların hatıratlarında haremde olup bitenler hakkında yazdıkları her Avrupalı için baştan çıkartıcı şeylerdi ve Grellot da bunlardan bir hayli etkilenmişti.

Söz gelimi, Batılı seyyahlara göre, birbirinden güzel ve hünerli cariyeler en güzel halleriyle hükümdarın önünde sergilenir ve hükümdar da o gece arzu ettiği cariyesinin önüne mendil bırakarak akşam odasına davet etmiş olurdu. 

Bu rivayetin, aslında Enderun gibi bir mektep olan haremle uzaktan yakından ilgisi yoktu ve haremle ilgili anlatılanlar arasında en masum hikayelerden birisiydi; fakat bu ve bunun gibi sayısız hikaye pek çok Batılı seyyah ve diplomatın aklını başından almıştı.

Bunlardan birisi de Venedik elçiliğinde tercüman olarak çalışan Signor Grellot’tu. 

Grellot, Osmanlı haremi hakkında duydukları ile kendisinden geçmiş bir Venedik tercümanıydı.

Osmanlı haremi hakkındaki her bilgi onu heyecanlandırıyordu; fakat Grellot için duymak yetmiyordu.

Bu yüzden Topkapı sarayını karşıdan gören evine büyük bir teleskop yaptırarak Osmanlı Sarayını ve bilhassa da haremi “dikizlemeye” başladı. 
 

topkapi-sarayi-.jpg
Topkapı Sarayı / Fotoğraf: Pinterest


Grellot, kendisini iyiden iyiye teleskopa kaptırmıştı. Sarayın içinde olup bitenleri görebilmek için düzenli olarak haremi inceliyordu.

Grellot’un bu sapkın davranışı kısa süre içinde fark edildi ve saraya haber verildi.

Grellot yine kendisini kaptırmış bir biçimde sarayı izlediği bir sırada Yeniçeriler kapıyı kırarak içeri girdi ve onu tabir-i caiz ise iş üstünde yakaladı.

Grellot’un bu yaptığı affedilmedi ve derhal başı vurularak idam edildi.

Batılı seyyahların bu türden sapkın davranışları Grellot ile sınırlı değildi. Hareme kaçak yollardan girebilmek baştan olmak üzere sayısız teşebbüsleri söz konusuydu.

Haremi Batılılar için bu kadar efsunlu yapan şey hakkında bilgi sahibi olmamaları değil, harem hakkında bildiklerinin pek çoğunun yanlış olmasıydı. 

Bu durum günümüzde de pek çok kişi için geçerlidir. Harem; içerisinde yalnızca kadın kovalanan veya her türlü cinsel arzunun giderildiği yer zannediliyor. 


Haremin güvenliği ve içyapısı

Harem, sözlüklerde 'girilmesi yasak yer' olarak tanımlanır ve aynı zamanda kişi zevcesi içinde harem ifadesini kullanabilir.

Genel anlamda kişinin eşi ve çocuklarıyla yaşadığı bölgeyi tanımlamak için kullanılır.

Osmanlı sarayında hükümdarın ailesinin ve çocuklarının yaşadığı yere harem denilmiştir.

Bu kelime yerine, zaman zaman perde, Enderun, zenane, dar’üs-saade gibi ifadeler de kullanılmıştır.

II. Mahmut zamanına kadar saray kadınlarının dışarıya çıkmaması sebebiyle harem hakkındaki malumatımız sınırlıydı; fakat bu tarihten sonra ferace giymeye başlayan saray kadınları birçok mesire ve etkinliğe katılmaya başlamıştı. 

Bu tarihten önce özellikle Batılı seyyahların gözünden harem hakkında yazılanların çoğu uydurma bilgilerdi, çünkü saray içinden bilgi alınabilecek kişiler harem ağaları veya kadınlardı.

Oysa kadınların dışarıya çıkması yasaktı, harem ağalarınınsa herhangi bir bilgi kırıntısını sızdırmaları söz konusu dahi değildi.

Saray kadınlarının bir yabancı ile teması, ancak hastalığına bir şifa bulunamamışsa bir yabancı doktorun müşahede etmesiyle mümkün olabilmişti. Bu da sınırlı birkaç örnekle karşımıza çıkıyor.

Haremin dünyaya kapılarını tamamen açması ise 1909 yılında Sultan Abdülhamid’in tahttan indirilmesiyle mümkün olmuştu.

Bugün başta, hareme dair hatıratlar olmak üzere pek çok kaynak söz konusudur; fakat harem üzerindeki şayia ve sır perdesi aralanabilmiş değildir.

Haremin kurumsal yapısı Fatih Sultan Mehmet zamanında inşa edilen Saray-ı Atik (Eski Saray) ile başlamış sonrasında Saray-ı Cedid-i Amire’ye (Topkapı Sarayı) oradan da Dolmabahçe Sarayı’na taşınmıştı.

Topkapı Sarayı’nda bulunan harem bölümünü bizzat Mimar Sinan inşa etmişti.

Bir vakit sonra Saray-ı Atik, hayatını kaybetmiş ya da tahttan indirilerek boğdurulmuş hükümdarların eşleri ve kızları için bir sürgün yeri olarak kullanılmıştı.

Buraya gönderilen sabık hükümdarın eşi ve kızları eğer ki evlendirilmemişlerse ömürlerinin sonuna kadar burada tutulurdu.

Haremin güvenliği dış kapıda nöbet bekleyen askerler, iç kapıda nöbet bekleyen harem ağaları ve son kapıda (dar’üs-saade kapısı) nöbet bekleyen hadım harem ağalarıyla sağlanıyordu. Yani haremde üç aşamalı bir güvenlik tedbiri vardı.

Haremin nüfus yoğunluğunun artması ise şehzadelerin sancağa çıkma usulünün kaldırılmasından sonra olmuştu.

Sancağa çıkan şehzadenin annesi ve genellikle kız kardeşlerini de yanında götürmesi sebebiyle haremde ciddi bir nüfus olmuyordu; fakat bu uygulamanın kalkması ile beraber haremde yaşayan kişi sayısı ciddi rakamları bulduğu oldu.


Haremde bulunan cariyeler

Ondan evvel Orhan Bey zamanından itibaren Osmanlı sarayında köleler mevcuttu; fakat kölelerle evliliğin bir gelenek halini alması II. Beyazıt ile itibar kazanmıştı.

İlerleyen süreçte Osmanlı sarayına cariyeler rastgele değil, belli kıstaslar gözetilerek alınmaya başlandı.

Bu noktada en önemli iki koşul güzellik ve zeka idi; ama bunun dışında cariyenin ahlakı da çok önemli bir koşuldu.

Bunun yanında cariyelerle ilgili de ciddi bir hukuki altyapı söz konusuydu.

İslamiyet’in gelişi kölelik sistemini tamamen kaldırmamıştı; fakat bilhassa Hz. Muhammed kölelik müessesinden rahatsızdı.

Bu yüzden konuyla ilgili pek çok hadisinde kölelerin hukukunu korumuş ya da azat edilmesini önermiştir;

Müslüman esiri azat eden cehennem ateşinden kurtulur.

 

Yediklerinizden ve içtiklerinizden onlara da veriniz.


Osmanlı sarayında cariyelerin hakkı ve hukuku korunmuşsa da cariyelik müessesesi toplumsal bir yara alarak, bilhassa Tanzimat romanının başlıca teması olacaktı. 

Osmanlı sarayına kabul edilmiş cariyelerin Müslüman olmasına dikkat edilirdi.

Cariyelerin eğitiminden sorumlu olan Safiye Ünvar, cariyelerin eğitim aldıkları sınıfın kapısına “Namaz kılmayan, oruç tutmayan dershaneden içeri giremez” levhasını asmıştı.

Cariyelere niteliklerine göre isimler verilirdi. Bu isimler Handeru, Ebrunigar, Neşedil, Feleksu, Rengimelek gibi Farsça tamlamalarla oluşturulurdu. 

Bir hükümdarın maiyetinde bulunan cariye sayısı ise padişahın beklentilerine göre değişiklik gösterebilirdi.

Örneğin, I. Mahmut’un hareminde 456, Abdülmecit’in hareminde 688, Abdülaziz’in hareminde 809 cariye bulunuyordu.

Elbette ki bu sayıların tamamı odalık olarak kullanılmıyordu, içlerinden pek çoğu yaşlı olan bu cariyeler haremin bir okul gibi çalışmasını sağlardı.


Haremde yaşananlar

Haremde bulunan sultanların tamamı aynı tıynette değildi. Bazıları çapkındı; örneğin, III. Mustafa gibi.

Bazıları kadınlardan nefret ediyordu, III. Osman gibi. Hatta III. Osman kadınlarla karşı karşıya gelmemek için gürültü çıkartan takunyalar giyerdi.

Bu sayede hükümdarın geldiğini anlayan cariyeler kaçışarak sultanı rahatsız etmemiş olurlardı.

Bir de cariyelerin ilginç huyları mevcuttu ve bunların başında kıskançlık geliyordu.

Örneğin, Sultan II. Abdülhamid’in kızı Şadiye Sultan’ın aktardığına göre;

Hükümdarın birbirinden güzel üç cariyesi vardı; fakat bunlar Sultan Abdülhamid’i birbirlerinden kıskanırlardı.

Bir gün hükümdar onları marangoz atölyesine çağırdı; fakat cariyelerin marangoz atölyesinden ayrılmalarından kısa bir süre sonra Yıldız Sarayı’ndan dumanlar yükselmeye başlamıştı.

Marangoz atölyesi tutuşarak yanan Sultan Abdülhamid, cariyeleri tekrar huzuruna çağırttı ve bu yangının sorumlusunun kim olduğunu sordu.

Kızların cevap vermemesi üzerine özel eğitimli köpeği Chenic’e yalan söyleyen cariyeyi buldurttu.

Suçunu itiraf eden cariye diğer cariyeleri kıskanması sebebiyle bu yangını çıkarttığını itiraf etti. 
 

abdülhamid.jpg
Sultan II. Abdülhamid / Fotoğraf: Wikipedia


Yine Şadiye Sultan’ın aktardığına göre;

Sultan Abdülhamid’in yaklaşık beş yıl ikna için peşinden koştuğu bir cariyesi Sultan Abdülhamid’in evlenme teklifini reddetmişti.

Cariye evleneceği kişinin tek eşi olması şartını koşuyordu.

Sultan, cariyeyi ikna edemeyince kendi elleri ile onu iyi bir koca ile evlendirmiş; fakat gerdekten evvel beş gece üst üste kocasını acil olarak saraya çağırtarak beş senenin diyetini ödetmişti. 


Sultanlar, Müslüman eşleri arasındaki kıskançlık krizlerinin önüne geçebilmek için nöbet usulü geliştirmiş fakat, Abdülmecid, II. Abdülhamid ve Avcı Mehmed gibi sultanlar bazı eşlerini diğerlerinden daha çok sevmeleri sebebiyle nöbet geleneğini ihlal etmişlerdi.

Bu durum zaman zaman haremdeki kadınların saç baş birbirleriyle kavga etmelerine sebep olabildiği gibi kanlı cinayetlere de sebep olmuştu.

Avcı Mehmed’in çok sevdiği Gülnuş kadın, yeni bir cariye olan Gülbeyaz’ın Avcı Mehmed’in bütün alakasını kendine çekmesi üzerine bu duruma dayanamadı ve rivayete göre; Gülbeyaz kadını kayalıklardan aşağı atarak öldürdü.

Yine Sultan Abdülhamid döneminde Çerkesler, Edhem Paşa’ya Çerkes İttihat ve Taavün Cemiyeti vasıtasıyla gelerek haremde bulunan Çerkes cariye kızlarının çıkartılmasını rica etmişlerdi.

Haremde bulunan kızlar güzellikleri sebebiyle Çerkeslerden seçiliyordu; ama bu durum Çerkeslerin izzet-i nefsini yaralayan bir durumdu.

Başka bir açıdan Osmanlı Sarayı’na kadın sultan olma şansı olması sebebiyle “Osmanlı Sarayına cariye olasın” diye Çerkes annelerin küçük kızlarını sevmeleri bu durumun uzun süre kınanan bir durum olmadığını gösteriyor.

Özellikle 19'ncu ve 20'nci yüzyıllarda bunun artık bir sorun olduğunu Ahmet Mithat Efendi gibi Çerkes kökenli yazarların yazdığı romanlarda da görebilmekteyiz.


Kadın Sultanlar Osmanlı siyasetini ele alıyor

Osmanlı sarayında kadınların tek ilgi alanının eşleri olan Sultan olduğunu düşünmek hatalı olacaktır.

Hürrem Sultan, Kösem Sultan, Turhan Sultan gibi isimler adeta kendi saltanatlarını ilan etmişlerdi.

Bu isimler; sadrazam değişikliğinden, askeri darbe ve hükümdarın değiştirilmesine kadar pek çok kritik karara imza atıyordu.
 

hürrem sultan wikipedia.jpg
Hürrem Sultan / Fotoğraf: Wikipedia


Örneğin; Hürrem Sultan yaklaşık 25 yıl boyunca Kanuni Sultan Süleyman’ı haremde adeta avuçlarının içine almıştı.

Rüstem Paşa ile yaptığı iş birliği sonucu Şehzade Mustafa’yı öldürtmüştü.

Yine Veziriazam Makbul İbrahim Paşa ve Kara Ahmed Paşa’nın katledilmesinin arkasında Hürrem Sultan bulunuyordu.

Kaderin bir cilvesi tüm bu ölümlerin amacı Şehzade Beyazıt’ın tahta çıkmasıydı; ama Beyazıt tahta hiçbir zaman çıkamayacaktı.

Üstelik Hürrem Sultan’ın ölümünden sonra kızı Mihrimah Sultan, Hürrem Sultan’ın misyonunu üstlenerek Selim-Beyazıt kavgasının baş aktörlerinden biri olmuştu. 
 

kösem sultan.jpg
Kösem Sultan / Fotoğraf: Fikriyat


Osmanlı hareminde siyaseti kilitleyen bir diğer isim de Kösem Sultan’dı.

Sultan I. Ahmet’in eşi olan Kösem Sultan IV. Murat ve Sultan İbrahim’in annesiydi.

IV.Murat’ın çocuk yaşta tahta geçmesiyle beraber devlet idaresinde büyük bir güç elde etmişti. Bu durum Sultan İbrahim’in tahta geçmesinden sonra da sürmüştü.

Kösem Sultan, devlet idaresinin sinir uçlarına kendisine yakın isimleri atıyor ve iktidarını korumak adına hiçbir fedakarlıktan çekinmiyordu.

Bunun için kendi oğlunun iktidarına son verebilecek kadar hırslıydı. 

Sultan İbrahim’in kadınlara olan düşkünlüğü Kösem Sultan’ın saraydaki gücünü zedelemeye başlamıştı.

Sultan İbrahim’in eşleri ve cariyeleri Kösem Sultan’ın sarayda bu denli etkili olmasının Sultan İbrahim’in gücüne gölge düşürdüğü söyleyerek Kösem Sultan’a karşı dolduruşa getirmeyi başardı.

Sultan İbrahim bunun üzerine annesi Kösem Sultan’ı saraydan sürdü.

Oysa Kösem Sultan bunu öylece kabul edebilecek bir Valide Sultan değildi. Yeniçeri Ağaları ile anlaşarak Sultan İbrahim’e darbe yaptırdı ve onu tahttan indirmeyi başardı.

Kösem Sultan oğlu İbrahim’in yerine 7 yaşındaki IV. Mehmed’i tahta getirtti. Kösem Sultan’ı bu güç sarhoşluğundan bu kez başka bir Valide Sultan Turhan Sultan uyandırmıştı.

Padişahın annesi olan Turhan Sultan, Kösem Sultan’ın oğluna bir zarar vermesine fırsat vermeden Kösem Sultan’ı boğdurarak öldürtmüştü.

Böylelikle ilk defa bir Valide Sultan da boğdurulmuş oluyordu.

Son dönemde özellikle Valide Sultan’ın hayatlarını konu alan TV dizileri oldukça popüler durumda.

Muhteşem Yüzyıl ve Kösem Sultan dizileri bir hayli ses getirmişti. Haremin esas alındığı bu dizilere büyük eleştiriler de yapılmıştı.

Bu eleştirilerin bir kısmı haklıydı; örneğin, saray kadınlarının yakaları bir erkeği tahrik edecek biçimde açık değildi.

Bunun yanında saray kadınları en güzel kumaşları giyer, yüzlerine makyaj yapar ve çok ağır kokular sürerlerdi.

Öyle ki bu kokular henüz kadın sultan huzura gelmeden burunlara ulaşmasıyla meşhur olmuştu.

Bele takılan kemerler ve onların üzerine işlenen elmaslar son derece ince işlenmiş sanat harikalarıydı.

Ayrıca kişmir şalları, kürkler ve daha birçok aksesuar saray kadınlarının vazgeçilmezleri arasındaydı. 

II. Mahmut dönemiyle beraber bu şatafatlı giyim yerine ferace ve çarşafa bırakmıştı.

Bunun da sebebi kadınların artık saray dışına çıkarak çeşitli etkinliklere katılmaya başlamasıyla açıklanabilir.

 

 

Daha ayrıntılı bir okuma için;

Çağatay Uluçay “Harem” (1971)
Çağatay Uluçay “Haremden Mektuplar” (1956)
Çağatay Uluçay “Osmanlı Sultanlarına Aşk Mektupları” (1950)
Şadiye Sultan “Hayatımın Acı ve Tatlı Günleri”

* Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU