Geçmişten bugüne istihbarat savaşlarının sıcak hattı: Türkiye

Mehmed Mazlum Çelik Independent Türkçe için yazdı

Türkiye Cumhuriyeti, sahip olduğu jeostratejik konumdan dolayı geçmişten günümüze istihbarat örgütlerinin müdahale sahalarının başında geliyor. 

Bu teşkilatların gerçekleştirdikleri eylemler, yalnızca bilgi toplamakla sınırlı kalmadı; Rusların Çeçen cinayetleri, İranlıların (rejim) muhaliflerini temizlemesi gibi vakalar artık alıştığımız istihbarat hesaplaşmaları olarak literatürdeki yerini aldı. 

Fakat son yıllarda istihbarat teşkilatlarının gerçekleştirdiği bazı eylemler bizi 1940-1945 yılları arasında Türkiye’de gerçekleşen istihbarat savaşlarının bir benzeri ile karşı karşıya bırakıyor.

Bu yıllarda sınırlarımıza dayanan bir dünya savaşı vardı ve büyük güçler bizden bir taraf seçmemizi bekliyordu. Suikastlar, bombalamalar ve çift taraflı ajanlar köşe başlarını işgal etmiş durumdaydı. 

Filmin şeridini daha gerilere sarmadan evvel son yıllarda yaşanan bazı olayları tekrar hatırlamakta fayda var.


Üsküdar’da bir katliam

Orouba Bakarat ve kızının cinayeti son yıllardaki en barbar istihbarat cinayetlerinden biriydi.
 

Orouba Bakarat ve kızı.jpg
Orouba Bakarat ile gazeteci kızı Halla Barakat / Fotoğraf: ultrasawt.com


Tamamen, Türkiye’de bulunan Suriye rejimi muhaliflerine mesaj gönderme kaygısı taşıyan bu eylemin politik bir figürden ziyade bir aktivisiti hedef alması tesadüf değildi;

Suriyeli aktivist Orouba Bakarat ile gazeteci kızı Halla Barakat Üsküdar'da yaşadıkları evde öldürüldü. 2-3 gün önce bıçaklanarak öldürüldükleri anlaşılan anne ve kızının vücudunda boğulma izleri olduğu belirlendi. 

Hürriyet'ten Çetin Aydın'ın haberine göre, 22 yaşındaki Halla Barakat'a telefon ile ulaşamayan arkadaşları evine geldi. Kapının açılamaması üzerine kızın arkadaşları durumu polis ekiplerine haber verdi. İhbar üzerine olay yerine gelen ekipler, çilingir yardımıyla kapıyı açtırdı. Eve giren polis ekipleri Orouba Barakat ve gazeteci kızı Halla Barakat'ı ölü buldu.

(Sputnik)


Bu kez İranlı bir istihbaratçı    

Şah rejiminden bu yana İran’ın, ülke dışında yaşayan vatandaşlarını infaz etmek konusunda bir hayli kabarık dosyası bulunuyor.

Türkiye ise eylemlerini yoğun bir biçimde icra ettiği sahalardan birisi olarak karşımıza çıkıyor.
 

mesut-mevlevi.jpg
Mesut Mevlevi / Fotoğraf: Twitter


Son haftalarda ise İran yine bir infaz haberi ile karşımıza çıktı;

İran istihbaratnın eski üyesi olduğu iddia edilen rejim muhalifi Mesut Mevlevi, İstanbul'un göbeği Şişli'de arkadaşıyla yürüdüğü esnada sokak ortasında silahlı saldırıya uğrayarak öldürüldü.

Mevlevi, 15 Kasım gecesi saat 21.45 sıralarında arkadaşıyla birlikte Şişli Esentepe Mahallesi Ecza Sokak’ta yürüdüğü sırada arkadan yaklaşan kimliği belirsiz kişinin saldırısına uğradı. Görgü tanıklarına göre şapkalı saldırgan tabanca ile 11 el ateş ederek Mevlevi'yi vurdu ve kayıplara karıştı.

Saldırıda ağır yaralanan Mevlevi yapılan tüm müdahalelerin ardından hayatını kaybetti.

Olay yerine gelen inceleme ekipleri çevrede geniş çaplı çalışma başlattı. Yapılan çalışmada kovanları numaralandıran ekipler, olay yerinde 11 adet kovan tespit etti.

(Independent Türkçe)


Eski İngiliz istihbarat görevlisi İstanbul'da ölü bulundu

Son haftalarda Le Mesurier’in aydınlatılamayan ölümü de bir başka tartışma konusu.
 

James Gustaf Edward Le Mesurier.jpg
James Gustaf Edward Le Mesurier  / Fotoğraf: Twitter


Öldürüldüyse bu infazın kimler tarafından yapılmış olabileceği ise bir muamma olarak karşımıza çıkıyor;

Beyoğlu’nda ceseti bulunan kişinin, Suriye’de ’Beyaz Baretliler’ olarak bilinen gruba desteği ile tanınan eski İngiliz istihbarat subayı James Gustaf Edward Le Mesurier olduğu tespit edildi. 

İstanbul Valiliği, İngiliz uyruklu James Gustaf Edward Le Mesurier’in ölümüyle ilgili geniş kapsamlı idari ve adli tahkikat başlatıldığını duyurdu.

Olay, Karaköy Kılıç Ali Paşa Cami yanında saat 05.30 sıralarında yaşandı. Cami görevlileri, caminin yan tarafında bir kişinin yerde hareketsiz yattığını görünce durumu polis ve sağlık ekiplerine bildirdi.

Olay yerine gelen sağlık ekipleri, yerde hareketsiz yatan kişinin öldüğü belirledi. Bu sırada polis ekipleri de çevrede güvenlik önlemi aldı. Cesedin yüzünde kesici alet yarası, elleri ve ayaklarının ise kırık olduğu tespit edildi. Ceset ilk incelemeler sonrası otopsi için İstanbul Adli Tıp Kurumu morguna götürüldü.

(Hürriyet)


İstihbarat teşkilatları Türk ordusunu da hedef aldı

Tekil işlenen hesaplaşma infazlarının dışında Türk ordusu ve vatandaşları da istihbarat savaşlarının doğrudan hedefi oldu.

Özellikle 2016 yılında pek çok bombalı eylemde sivil vatandaşlarımız hayatını kaybederken, Suriye'nin El Bab bölgesinde silahlı kuvvetlerimize yönelik gerçekleştirilen hava saldırısında 3 askerimiz şehit oldu, 10 Mehmetçik de yaralandı. 

Bu saldırının Suriye rejimi tarafından gerçekleştirildiği iddia edildi; ama bazı güvenlik uzmanları yaptığı açıklamalarda, "operasyonun teknik özellikleri göz önüne alındığında bulguların Rusya veya ABD gibi büyük bir gücü işaret ettiğini" vurguladı.

Şehit olan Mehmetçiklerin başına gelen vahim durum yıllar önce batırılan Refah şilebindeki şehit Mehmetçiklerin akıbetinden farklı değildi.
 


Büyük bir istihbarat savaşının ortasında kalmış olmaları muhtemeldi. En güçlü ihtimal düşürülen Rus uçağın intikamı olabilirdi ya da Rusya ile yakınlaşmaya başlayan Türkiye’nin Rusya ile arasının tekrar bozulması için başka bir gücün müdahalesi söz konusu olabilirdi.

Henüz bir düğüm çözülememişken Karlov suikastı gibi eylemler her taşın altından bir istihbarat örgütünün çıkmasına sebep oluyordu.

Ne yazık ki sayısız örnekle artırabileceğimiz vakaların benzerlerini bu denli yoğun bir biçimde en son 1940-1945 yılları arasında yaşamıştık. 


Refah Vapuru’nu kim vurdu

Uzun süredir Türkiye’yi oyalayan Birleşik Krallık, Türkiye’nin sipariş ettiği 4 denizaltının hazır olduğunu bildirdi. Bu kararın verilmesindeki en önemli gerekçe Türkiye ve Nazi Almanya’sının son dönemde yakınlaşmaya başlamasıydı. 

21 Haziran 1941 yılında yaklaşık 201 Türk askeri mürettebatını taşıyan Refah isimli şilep Mısır’a doğru hareket ederken belirlenemeyen bir sebeple havaya uçarak Akdeniz’in soğuk sularına gömüldü.
 


Refah’ın batması sonucu 169 Türk askeri şehit olmuş; yalnızca 28 kişilik mürettebat sahile ulaşırken İngiliz arama gemilerin desteği sonucu yalnızca 4 asker daha kurtarılabilmişti.

Hükümet haberi alır almaz konuyu gizlemeye çalışmış; fakat olayın duyulması sonucu geniş bir tahkikat başlatmıştı.

Ortadaki asıl soru ise şuydu: Refah Şilebini kim patlatmıştı?

İngilizler, Almanları suçlarken Naziler ise İngilizleri hedef göstermişti.

Sonraki yıllarda da olay aydınlatılamamış olmasına rağmen Refah’ın bir istihbarat eylemi sonucu İtalyanlar tarafından patlatıldığı iddialar arasındaydı.

İddialara göre; askeri dalgıçlık eğitimi almış Luigo Ferraro isimili İtalyan komandosu diplomat kılığında birçok ülkeye gidiyor ve silah ticareti yapan gemilere hareket etmeden önce bir tür zaman ayarlı patlayıcı işlevi gören mıknatısa benzer dinamitler yerleştiriyordu. 

Buna göre İtalyan istihbaratı, Ferraro’nun gerçekleştirdiği iddia edilen eylemde Refah Şilebi'ne limpet mayını yerleştirerek 169 Mehmetçiği Akdeniz’de şehit etmişti.

Emekli Deniz Subayı Osman Öndeş, Milliyet gazetesindeki röportajında Ferrano’nun yalnızca Refah’ın değil, Mersin’den açıldıktan sonra kim tarafından batırıldığı belirlenemeyen 4 geminin daha faili olduğunu iddia etmişti;

Ferrano, 2 yıl sonra İskenderun’a İtalyan diplomat olarak atandı. Haziran-Ağustos 1943’te Giovanni Roccardi işbirliği ile Mersin’den denize açılan krom yüklü 4 gemi daha aynı şekilde batırıldı.

S.S Kaituna adlı gemi, Ferraro’nun fark edilmesini sağladı. Batmayan gemi Kıbrıs’tan gelen İngiliz eskort gemiler ile karaya oturtulduğunda kıç tarafında patlamamış limpet mayını bulundu.

(Milliyet)


Refah’ı; Fransızlar mı, Almanlar mı, İngilizler mi, yoksa İtalyanlar mı batırdı asla tespit edilemedi veya bu bilgi kamuoyu ile hiçbir zaman paylaşılmadı.

Tıpkı 2016 yılında Suriye’de gerçekleşen saldırıda şehit olan 3 Mehmetçiğin akıbeti gibi muğlak ve akim bir bilgi olsa da arkasında geniş bir istihbarat savaşının olduğu açık bir vakaydı.


Nazilerin Büyükelçisi Von Popen, Rus Karlov’un akıbetinden son anda kurtuldu

1942 yılına gelindiğinde Avrupa’da savaş şiddetini artırmıştı. Bu durum Türkiye’deki istihbarat savaşlarının da ivme kazanmasına sebep olmuştu. 

Bir dönem Almanya Başbakanlığı da yapmış olan Von Popen’in bombalı saldırıya uğraması Türk kamuoyunu yine şoke etmişti.
 

Von Popen.jpg
Von Popen / Fotoğraf: Sartle


Akıllardaki yegane soru şuydu: Bu eylemin arkasında kim vardı?

İlk bakışta böyle bir saldırıyı İngilizlerin gerçekleştirmiş olması güçlü bir ihtimal gibi dursa da eylemi gerçekleştiren kişinin bir Müslüman olması işlerin tuhaf bir hal almasına sebep oldu.

Yapılan tahkikatta eylemi gerçekleştiren kişinin bir Yugoslav Türk’ü Ömer Tokat olduğu ortaya çıktı.

Sonrasında yaşananlar ise daha sıra dışıydı. Türk yetkililer olayın azmettirici olarak ulaştığı istihbaratçıların SSCB elçiliğinde saklandıklarını tespit etti ve Sovyet Elçiliği kolluk kuvvetlerimiz tarafında çevrilerek suçluların teslim edilmesi talep edilecekti.


Von Popen Ankara’daki büyük istihbarat savaşını İlyas Bazna ile şiddetlendirdi

Von Popen uğradığı saldırıdan yaklaşık bir yıl sonra İlyas Bazna ile tanıştı. İlyas, ailesinin ölümünden İngilizleri suçlayan bir Balkan Türk’üydü. Güzel sesi sayesinde Ankara’daki İngiliz Büyükelçiliği'ne sızarak Huge Knatchbull-Huessen ile yakın dostluk kurdu.

Bazna’nın belli bir para karşılığı Von Popen’e getirdiği istihbaratlar neredeyse savaşın gidişatını değiştirecekti.

Neyse ki İngilizlerin şansı dönmüş ve Almanların büyük kibri Çiçero 1 koduyla istihbarat alınan İlyas Bazna’yı İngilizler ve ABD lehine çalışan bir çifte ajan olarak görmüştü. 
 


Oysa İlyas Bazna, Normandiya Çıkarması başta olmak üzere Müttefik kuvvetlerinin pek çok operasyonunu Nazi Almanya’sına bildirmişti.

Kimilerine göre nam-ı diğer Çiçero, İlyas Bazna, aslında Türk istihbaratına çalışan bugünkü adıyla bir MİT elemanıydı.

Atatürk’ün yanında dahi hizmet etmiş olan Çiçero’nun öyküsü de her istihbarat eyleminde olduğu gibi bir sır perdesi olarak kalacak gibi görünüyor.


İstihbarat savaşları devlet kademesine uzanır

16 Ekim 1945 yılında gerçekleşen bir cinayet ise artık rutinleşen istihbarat cinayetlerini farklı bir safhaya taşıdı; çünkü SSCB elçisinin doktoru Neşet Naci Arzan, Genelkurmay Başkanı Kazım Orbay’ın oğlu Haşmet Orbay ve onun arkadaşı Reşid Mercan tarafından öldürülmüştü.

Aslında olay gerçekleştikten sonra Reşid Mercan cinayeti üstüne almıştı. İddialara göre tutuklama öncesi Reşid Mercan ile görüşen dönemin kudretli Ankara Valisi Nevzad Tandoğan süreci tamamen Reşid Mercan’ın üzerine yıkılmasına sebep olmuş ve Genelkurmay Başkanının oğlu Haşmet Orbay’ın cinayetten sıyrılmasını sağlamıştı.

Fakat dönemin basınından beklenmeyecek bir şekilde olayın üzerine gidildi ve dosya tekrar açıldı. Sonrasında Haşmet Orbay’ın olayın içinde olduğu ve hatta tetiği bizzat onun çektiği anlaşıldı; fakat olay göründüğünden daha karışıktı.

Öncelikle Haşmet Orbay ABD Büyükelçiliği ile iletişim halindeydi. Yani Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Genelkurmay Başkanı Kazım Orbay’ın oğlu Haşmet Orbay ABD adına casusluk, hatta tetikçilik yapıyordu. 

Elbette her istihbarat vakasında olduğu gibi bu da tam anlamıyla aydınlatılamadı; fakat bu dava Genelkurmay Başkanı Kazım Orbay’ın istifasıyla sonuçlandı.
 


Daha kötüsü ise mahkemeye sanık olarak çıkartılan Nevzad Tandoğan bu muameleyi izzet-i nefsine sığdıramayarak intihar etti. Olayın savcısının dava sürecinde ölmesi ise başka bir soru işaretiydi. 


Son yıllarda istihbarat savaşları neden arttı?

Son yıllarda Türkiye’de 1940-1945 yılları arasındakine benzer şekilde istihbarat savaşlarının arttığı gözlemleniyor.

Dünyanın her yerinden gizli servisler bir şekilde Türkiye’de eylem yapıyor. Bu eylemlerin bazısı James Bondvari yöntemlerle arkasında büyük bir sır perdesi bırakarak icra edilirken Orouba Bakarat örneğinde olduğu gibi mesaj vermek amacıyla açık bir biçimde de yapılabiliyor.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

“Ortadoğu’ya Dair Yirmi Tez” isimli eserinde Taha Kılınç’ın aktardığı üzere; Dünyanın neresinde olursanız olun dünya siyasetinde söz sahibi olabilmeniz için Ortadoğu’da söz sahibi olmanız gerekiyor.

Bugün dünyanın en büyük Müslüman nüfusa sahip Malezya gibi ülkelerin dünya siyasetinde esamisinin dahi okunmamasının sebebi Ortadoğu bölgesinde bir varlık gösterememeleridir.

Öte yandan dünyanın öbür ucundan ABD, Rusya, İngiltere, Almaya gibi ülkeler dünya siyasetindeki gücünü konsolide edebilmek için bir şekilde Ortadoğu’daki varlığını sürdürmeye çalışıyor.

Bu konsolidasyonun en önemli sac ayaklarından biri de istihbarattır. 

Türkiye dünya siyaset dengesinde bir askeri sıcak bölge olmaya uygun değildir; çünkü bunun bütün bir dünya için ağır bedelleri olacaktır, fakat bu noktada istihbarat savaşları Türkiye’deki eylemlerin en önemli enstrümanı haline gelmektedir.

Bu sebeple ne yazık ki daha pek çok vakanın yaşanması muhtemel görünüyor. Bu vakaların pek çoğu aydınlatılamayacağı gibi önemli bir kısmından da hiçbir zaman haberdar dahi olamayacağız gibi görünüyor.  

 

 

Daha ayrıntılı bir okuma için;

Yıldıray Oğur - “Alternatif Türkiye Tarihi -1” (Vadi Yayınları)
Elyasa Bezna – “Ankara Casusu”(Karizma Yayınları)
Osman Öndeş – “Refah’ı Kim Batırdı” (Denizler Kitabevi)
Reiner Möckelmann – “Franz von Papen-Hitler'in Türkiye Büyükelçisi” (Kitap Yayınevi)

* Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU