“Medeniyet hafızasının silinmesi” tartışmalarının gölgesinde: Harf inkılabı

Mehmed Mazlum Çelik Independent Türkçe için yazdı

…üç yanı denizlerle çevrilmiş olan ülkemizin yanıdır oğlum Salim. Salim iki numara tıraşla o kocaman başını kaldırdı.

O ne demek oluyor Hikmet Amca?

Güney sınırlarımızın yarısı karadır da ondan. Yapma Hikmet Amca, öğretmen kızar böyle şeylere.

Kızmaz oğlum, gerçeklere kızılmaz.


Gerçek nedir Hikmet Amca?

Alıştırma defterini çıkar da yazdıralım gerçekler havada kalmasın. Gerçek, iki nokta üst üste koydun mu? Gerçek başkalarının bize uygulamaya çalıştığı tatsız bir ölçüdür.

Gerçeğin birimi var mı Hikmet Amca?

Birimi insandır Salim, kalemin mavi tarafını ağzına soktu ucunu ıslattı, insanın altını çizdi.

(Oğuz Atay / Tehlikeli Oyunlar)


Tarih dün yaşandığında hayattı; yani insan eylemlerinin kendi içinde barındırdığı tüm zıtlıkların bir neticesi ve kayıt altına alınmasından ibaret bir disiplindir.

Peygamberler dışında hiçbir faninin eylemlerinin kutsal bir güç tarafından sevk ve idare edilmediğini göz önüne aldıktan sonra “insan” kelimesinin altını çizerek meseleleri tartışmak daha isabetli olacaktır.

Geçen hafta Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Harf İnkılabı” faslını kamuoyunun tartışmasına açtı ve medeniyet hafızamızın bu inkılap sonrası sıfırlandığını belirtti.

Bu açıklamayla beraber bir kısım tarihçiler Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıklamalarının doğruluğunu ispata soyunurken bir kısım tarihçi de Atatürk’ün başından beri arkasında durduğu bu inkılabın faydalarından ve gerekliliğinden bahsetti.

Konu yalnızca tarihçiler arasında da tartışılmadı. Farklı partilerin temsilcileri de konuya dahil olarak açıklamalarda bulundu.

Filhakika, taraflar eşit düzeyde haklıydı; ama konuyu yalnızca “Harf İnkılabı” ile sınırlı tartışmak konunun anlaşılmasını zorlaştıran bir unsur olarak karşımıza çıktı.

Oysa Arapça harf sisteminin değiştirilmesi ilk defa gündeme gelmediği gibi bunu ilk tatbik etme teşebbüsü de Cumhuriyet sonrası yapılmış değildi. 

Bir gazetede yazdığı yazıda her şeyi düzelteceğini söyleyerek sonrasında Sultan Abdülhamid’e darbe teşebbüsünde bulunan Ali Suavi, bu konuyu aydınların gündemine yıllar önce taşımıştı.

Yine Harbiye Nazırı Enver Paşa harf kombinasyonunda yaptığı değişiklikle yazı dilinde değişikliğe ilk defa teşebbüs eden devlet adamıydı.

Ayrıca Cumhuriyet sonrası “Harf İnkılabı” Mustafa Kemal’in yakinen alakadar olduğu Güneş Dil Teorisi, Şapka Kanunu, Tekke ve Zaviyelerin Kapatılması, hafta sonu tatilinin yeniden tayin edilmesi ve camilerin hutbe, ezan gibi usullerinin yeniden tanzim edilmesi teşebbüsleriyle beraber ele alınması gereken bir mesele olarak karşımıza çıkıyor.


Harf sistemini ilk kez Enver Paşa düzenledi

Osmanlı Devleti’nin gözü kara ve genç Harbiye Nazırı Enver Paşa, Büyük Cihan Harbi’nden yaklaşık bir sene önce 1913 yılında Arapça harf sisteminde ilk ciddi değişikliği yapan devlet adamı olarak tarihteki yerini almıştı.

Osmanlı ordusunun harflerin yazımı sebebiyle bazı kritik telgraflarda sorun yaşaması üzerine Enver Paşa “Huruf-ı Munfasıla” ve “Hurufu-ı munkatıa” sisteminden değişiklikler yaptı.

Bu sayede harfler ayrı yazılacaktı. Osmanlı’nın kullandığı harfler birleşik yazılırken bazı değişikliklere uğruyordu ve bu durum yanlış okumaları beraberinde getiriyordu.

Bunun en önemli sebebi Osmanlı’nın kullandığı lisanın, farklı dil havzalarından beslenmiş olmasıydı.

Örneğin “deyn” sözcüğü ve “din” sözcüğünün yazımı aynıdır; ama fonetiği ve anlamları farklı olmasına rağmen yazımlarının aynı olması karışıklıklara sebep olabilmekteydi. 
 

enver paşa.jpg
Enver Paşa


Enver Paşa, askeri konularda daha da hayati bir mesele arz eden bu durumu ortadan kaldırmak için bir sistem geliştirdi; fakat dildeki bu değişiklikler aydınlar ve halk arasında bir karşılık bulmayınca silinip gitti.

Mustafa Kemal Atatürk, Enver Paşa’nın bu teşebbüsünü şöyle değerlendirecekti;

Pek güzel! İyi bir niyet, fakat yarım iş, hem de zamansız… Harp zamanı, Harf zamanı değildir. Harp olurken harfle oynamak sırası mıdır?

Ne yapmak için? Konuşmaları ve hassaten yazışmaları kolaylaştırmak için mi? Bu şimdiki şekil hem yazmayı hem okumayı hem de anlamayı ve binaenaleyh anlaşmayı eskisinden fazla geciktirir ve güçleştirir!

Hız isteyen bir zamanda, böyle yavaşlatıcı, zihinleri yorup şaşırtıcı bir teşebbüse girişmenin maddi, ameli ve milli ne faydası var?..

Sonra da mademki başladın, cesaret et, şunu tam yap, medeni bir şekil alsın

(Ruşen Eşref  Ünaydın /  Hatıralar)


Mustafa Kemal’in fikri dünyasında büyük bir tesiri bulunan Ziya Gökalp de “Harf İnkılabı” meselesini yüksek perdeden dile getiren ilk kişilerin başında geliyordu.

Yazdığı “Vatan” isimli şiirde meseleyi şöyle tasvir etmişti;

Bir ülke ki camiinde Türkçe ezan okunur,
Köylü anlar manasını namazdaki duânın.
Bir ülke ki mektebinde Türkçe Kur'ân okunur.
Küçük büyük herkes bilir buyruğunu Hüdâ'nın.
Ey Türkoğlu, işte senin orasıdır vatanın!

Bir ülke ki toprağında başka ilin gözü yok,
Her ferdinde mefkure bir, lisan, âdet, din birdir.
Meb'üsânı temiz, orda Boşolar'ın sözü yok,
Hududunda evlatları seve seve can verir;
Ey Türkoğlu, işte senin orasıdır vatanın!


Mustafa Kemal Cumhuriyet hedefinin altına “Harf İnkılabı” meselesini yazdı

Mustafa Kemal Atatürk’ün “Harf İnkılabı” meselesine sonradan kapılması söz konusu değildi.

Bu konuyu ilk defa 8 Ağustos 1919 yılında Mazhar Müfid Kansu’ya yazdırdığı hatıratında şöyle yer vermişti;

Zaferden sonra şekli hükümet Cumhuriyet olacaktır.
Padişah ve hanedan hakkında zamanı gelince icap eden muamele yapılacaktır.
Tesettür kalkacaktır.
Fes kalkacak, medeni milletler gibi şapka giyilecektir.
Latin hurufu kabul edilecektir.

(Mazhar Müfid Kansu / Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürkle Beraber)


Cumhuriyet'in ilanından sonra “Harf İnkılabı” meselesini ciddiyetle ele alan Mustafa Kemal bu konunun bir an evvel hayata geçirilmesini istiyordu.
 

falih rıfkı atatürk.png
Mustafa Kemal Atatürk ile Falih Rıfkı


Konuyla alakalı görevlendirdiği Falih Rıfkı, hazırlanan raporu Atatürk’e sunduğunda bu işin gerçekleşmesi için en az 15 yıla ihtiyaç olduğunu söyleyecek; ama Atatürk’ün cevabı beklediğinden farklı olacaktı.

-'Yeni yazıyı tatbik etmek için ne düşündünüz?' 

-'Bir on beş yıllık uzun, bir de beş yıllık kısa mühletle iki teklif var' dedim.

'Teklif sahiplerine göre ilk devirler iki yazı bir arada öğretilecektir. Gazeteler yarım sütundan başlayarak yavaş yavaş yeni yazılı kısmı arttıracaklardır. Daireler ve yüksek mektepler için de tedrici bazı usuller düşünülmüştür.' 

Yüzüme baktı; 

-'Bu ya üç ayda ya hiç olmaz' dedi. 

Hayli radikal bir inkılapçı iken, ben bile yüzüne bakakalmıştım.

'Çocuğum' dedi. 'Gazetelerde yarım sütun eski yazı kaldığı zaman dahi, herkes bu eski yazılı parçayı okuyacaktır. Arada bir harp, bir iç buhran, bir terslik oldu mu, bizim yazı da Enver’in yazısına döner. Hemen terk olunuverir'

 
Kazım Karabekir “Harf İnkılabı” meselesine karşı çıkıyor

Kazım Karabekir, Millî Mücadele’nin en önemli isimlerinden biriydi; fakat Cumhuriyetin ilan edilmesinden sonra Mustafa Kemal Atatürk ile yolları ayrılacaktı.

Atatürk ile Kazım Paşa’yı karşı karşıya getiren meselelerden birisi de “Harf İnkılabı” meselesiydi.
 

kazım karabekir.jpg
Kazım Karabekir Paşa 


Kazım Paşa, Müslüman dünya ile Anadolu’nun manevi bağlarını kopartacağına inandığı bu düşünceyi 1923 yılında İktisat Kongresinde yaptığı konuşmada şöyle eleştirmişti; 

... Bendeniz ecnebilerle iki sene Harb-i Umumi'de beraber çalıştım. Yazımız öyle kısadır ki onlarla aynı şeyi karşı karşıya not ederken ecnebiler bir sahife yazıncaya kadar ben on sahife yazar ve işimi bitirirdim.

Almanca, Fransızca hurufat hep böyledir. Sonra bizim dilimizi terennüm edecek hiçbir Latin hurufu yoktur. Bugün Fransızca huruf o kadar karışıktır ki, bizim dilimizi kabil değil terennüm edemez.

Bu mesele inceden inceye tetkik edilmiştir. Binaenaleyh istirham ediyorum, zararlı olan şeyin zararını bilhassa Müslüman bir kavim çekmiştir. Bu gibi meseleleri bırakalım. Böyle fikirler içimize girmesin.

Sonra da büsbütün lâl-ü ebkem olur ve bütün âlem-i İslâm'ı üzerimize hücum ettiririz. Ve bunun neticesi olarak kendi aramızda birbirimizi yeriz.

Gerçi bu teklif hiç şüphe etmiyorum ki, samimiyet ve hüsnü niyetle yapılmıştır. Fakat başka taraflardan da pek fena fikirler içimize zerk ediliyor. Bunlardan kendimizi sinayet edelim.


Fakat Kazım Karabekir ve sınırlı sayıdaki muhalefet “Harf İnkılabı” konusunu gündemden tamamen düşüremez.

Ankara Mebusu Şükrü Bey, 1924 yılında Mecliste yaptığı konuşmada memleketin geri kalmışlığının sebebini Arap harf sistemine bağladı.

Bu düşünce daha sonrasında resmi kurumlar tarafından da benimsenerek “Harf İnkılabı” için resmi bir savunma teşkil edecekti; 

...Avrupa'da Hristiyanlığın yasak olduğu yerlerde okumak yasak idi. Okumak, papazların, prenslerin, yed-i inhisarında idi.

Prensler, papazlar ve kanunlarla, jandarmalar halkı okutmamak için uğraşıyorlardı. Buna rağmen bütün ahalî okudu.

Bizim memleketimizde dinimiz okumayı emrediyor. Hocamız, hacimiz, zabitimiz, âdet ve ahlakimiz, kanunlarımız, her şeyimiz, 'Okuyunuz' diyor ve yüzlerce, belki binlerce seneden beri her köyümüzde bir mektebimiz yoksa bile bir hocamız vardır. O, köyümüzün çocuklarını okutmak için didindi, uğraştı.

Hacımızın, hocamızın, amirimizin, memurumuzun, hülasa tekmil maneviyat ve maddiyatımızın bizi okumaya sevk ettiği bir diyarda ve büyük fedakârlıklar yapılan bu memlekette, bu memleketin halkı hâlâ okuyup yazmak öğrenemediyse, bunu yalnız usulde aramak, yalnız maarifçilerin tarz-i tedrisi ve idareyi bilmediğini iddia etmek doğru olmaz.

Benim kanaatimce bu büyük derdin vahim noktası harflerdir. Eğer ben Arap harfi diyecek olursam, burada da acaba benim fikrime tuğyan ve isyan edecek olan var mı?


Burada satır aralarında dikkat çeken konu ise İslamiyet’i doğrudan hedef almak yerine Arap kültürünün bir ürünü olarak düşünülen huruf sisteminin hedef alınmasıydı.

Aslında Cumhuriyet İslamiyet’i hiçbir zaman doğrudan hedef almadı, bunun yerine din adamları ile iş birliğine giderek devletin benimsediği resmi dini benimsetmeyi deneyecekti.

Bunun için imamlar nüfusunun yüzde 70’ten fazlası köylü olan bir ülkede İhtiyarlar heyetinin doğal azası yapıldı ve Diyanet İşleri Başkanlığı kurularak geniş çaplı bir iş birliğine gidildi.

Benzer iş birliği “Ezanın Türkçeleştirilmesi” gibi konularda görülecekti.


“Harf İnkılabının” zihni arka planı

Ahmet Hamdi Tanpınar’ın başucu kitaplarından biri olan “Saatleri Ayarlama Enstitüsü” romanında “Şeyh Zamani Hazretleri” isimli hayali bir karakter bulunur.

Bu karakter tarihte hiç yaşamamıştır; ama romanın baş karakteri Hayri İrdal tarafından uydurulur ve büyük bir zat olarak takdim edilir.

Zamanla “Şeyh Zamani Hazretleri”nin kendisini uyduranlar tarafından dahi yaşadığına inanılır ve zamanı ayarlamak üzere çalışan Saatleri Ayarlama Ensititüsü’nün resmi ideoloğu kabul edilir.
 


Tanpınar, bu karakter üzerinden tarih meselesinin bugünün bir sorunsalı olduğunu ima ederek dünün bazen hayali olay ve karakterler üzerinden inşa edilen bir süreç olduğunu ironik bir dille hicveder.

Cumhuriyet'in ilanından sonra “Güneş Dil Teorisi” gibi projelerle tarih yeniden yazılmaya çalışılmıştı.

Bu teoriye göre bütün diller Türkçe'den doğmuştu; buna göre Arapça da aslen Türkçe idi Farsça da.

Buna rağmen Arapça ve Farsça kelimeler Türkçe olmadıkları gerekçesiyle Türkçe'den atılmak istenmesi bu fikrin absürtlüğünü ortaya koyuyordu.

Nitekim Zeki Velid-i Togan ve Fuat Köprülü gibi geniş bir dil birikimi olan entelektüeller bu fikre muhalefet etmesi sebebiyle büyük bedeller ödemişti.

Hatta Zeki Velid-i Togan benzer fikirlere yaptığı itirazlar sonrası Türkiye’den gitmek zorunda bırakıldı.

Güneş Dil Teorisi, Şapka Kanunu, Tekke ve Zaviyelerin kapatılması gibi konularla “Harf İnkılabı” meselesinin -aralarında zamansal farklılıkları bulunsa da- temel gayesi Türk’ün tarihini İslamiyet öncesine taşımaktı.

Bu sayede “Boynu bükük Türk” Avrupalı karşısında daha dik yürüyecekti.

İyi niyetler taşısa da birçok fikrin birer “Şeyh Zamani Hazretleri” yaratmak sonucunun ötesine taşınamaması büyük krizlere sebep olmuştu. 

“Harf İnkılabı”nın okumayı kolaylaştırdığı tezi de doğrudur; ama öte yandan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın dediği gibi hafızamıza verdiği zarar da doğrudur.

Meseleyi kendi bağlamı ve şartlarında değerlendirmek gerekiyor.

Yeni kurulan bir Cumhuriyet, kendisini ispat etmek istiyordu.

O dönemde Avrupa’da yoğun bir biçimde revaçta olan milliyetçi akımlar Ankara’daki idarecileri de etkilemişti.

 

 

* Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU