“Lübnanlılar, bağımsızlığını kazandığından beri ilk defa bir ulus gibi hareket ediyor”

Protestolar ile birlikte Lübnanlıların ilk defa bir ulus olarak hareket ettiğini söyleyen araştırmacı Selim Sezer, ülkede siyasetçilere olan güvenin kaybedildiğini söyledi. Sezer, “Tüm sorunların kaynağı olarak mezhepsel temsil sistemini görüyorum” dedi

Fotoğraf: Reuters

Irak, Mısır, Azerbaycan, Lübnan, İngiltere, Hong Kong, Katalonya, Şili, Ekvador, Meksika, Paris... 

Dünyanın dört bir yanında insanlar, özgün nedenler ve taleplerin de dillendirildiği protesto gösterileriyle; ekonomik kriz, yolsuzluk, gelir adaletsizliği, zamlar, iklim krizi, siyasi özgürlük ve reform gibi müşterek taleplerle ayaklanıyor. 

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

WhatsApp'a getirilen ek vergiyi protesto etmek için 17 Ekim günü başlayan eylemlerin sürdüğü Lübnan'da, yaşananları ve toplumsal krize sürüklenen süreci Independent Türkçe için Ortadoğu araştırmacısı Selim Sezer ile konuştuk.

Günlerdir süren eylemlerin, siyasi partilerin yönlendirmesinin dışında kendiliğinden geliştiğini söyleyen Sezer, ülkedeki yönetilemezlik halinin protestolarda öne çıkan tema olduğunu belirtti. 
 

Selim Sezer.jpg
Selim Sezer / Fotoğraf: Independent Türkçe 


Sezer, “Öte yandan şu an gördüğümüz tablo, belki de tarihte hiç görmediğimiz türden bir “Lübnanlılaşma” tablosu. Bağımsızlığını kazandığından beri hiçbir zaman tam anlamıyla ulus olamamış bir topluluk, belki şimdi ilk defa bir ulus gibi hareket ediyor diyebiliriz” diye konuştu.


- Dünyanın dört bir yanında zamlara, yolsuzluklara, krizlere karşı protesto eylemleri sürüyor. Kimi yerde bu gösteriler ülke polisi ve ordusunun sert müdahalesiyle karşılaşıyor.

Lübnan’da da hükümetin iletişime ve özellikle WhatsApp’a vergi getirme girişimleriyle beraber 17 Ekim günü başlayan eylemler basına yansıyan görüntülere göre ‘festival’ havasında devam ediyor.

Protestolara giden süreci ve günlerdir devam eden eylemleri nasıl değerlendiriyorsunuz? Lübnanlılar ne istiyor? 

Lübnan’da 17 Ekim tarihinden bu yana gerçekleşen eylemleri, son yıllarda çeşitli aralıklarla kendini gösteren bir eylemlilik dizisinin en son ve en kitlesel halkası olarak değerlendirmek yanlış olmayacaktır.

Birkaç yıl önce tanık olduğumuz “çöp eylemleri” -belediyelerin çöp toplayamaz hale gelmesi nedeniyle düzenlenen kitlesel protestolar- dahil olmak üzere bu gösterilerin birkaç belirgin özelliği var. 

Eylemler, birinci olarak, siyasi partilerin dahli veya yönlendirmesi olmaksızın büyük ölçüde kendiliğinden başlayıp kitleselleşiyor.

İkinci olarak, ülkenin yönetilemez hale gelmesinin sonucunda vuku buluyor ve bu yönetilemezlik hali, vurgulanan başlıca tema oluyor.

Üçüncü olarak, bir program dahilindeki somut bir siyasi hedefe yönelmek yerine, genel bir toplumsal tepkinin ve bıkkınlığın ifadesi biçimini alıyor. 

WhatsApp vergilerine karşı başlayan son gösteriler de bu üç temel karakteristik özellik temelinde gelişti ve verilen rakamlar doğru kabul edilecek olursa, Lübnan nüfusunun neredeyse dörtte birini içine aldı.


“Lüblanlılar, bir bütün olarak siyasetçilere olan güvenlerini kaybetti”

Bazı örneklerde, 2011 “Arap Baharı” gösterilerine benzer bazı temaların ve söylemlerin, örneğin “halk düzenin düşmesini istiyor” gibi sloganların öne çıktığını görüyoruz.

Keza “Arap Baharı” sürecinde otoriter yöneticilere hitap eden “irhal”(git) sloganı da “irhalu”(gidin) biçiminde kendisini gösteriyor. 

Bazı gösterilerde açılan pankartlara yahut şehirlerin çeşitli noktalarına asılan bazı afişlere baktığımız zaman, “gitmesi” istenen kişilerin Cumhurbaşkanı Mişel Aun, Başbakan Saad Hariri ve Meclis Başkanı Nebih Berri olduğunu görüyoruz.
 

Lünban AFP.jpg
Lübnanlı protestocular üzerinde “irhalu”(gidin) yazılı afişler taşıyor / Fotoğraf: AFP


Ancak bu üç ismin hedef olmasının sebebi esasen, bu kişilerin mevcut sistemde en üst düzey yönetimi temsil ediyor olması. 

Lübnan Cumhuriyeti’nin çeşitli tarihsel süreçlerde revize edilmiş kurucu metinlerine göre cumhurbaşkanı Maruni Hıristiyan, başbakan Sünni Müslüman, meclis başkanı ise Şii Müslüman olmak zorundadır.

Dolayısıyla bu üç isim bir anlamda Lübnan’daki üç büyük cemaati temsilen oradalar.

Ancak bu kitlesel protesto gösterileri, mevcut yöneticilerin temsil vasıflarını kaybettiği ya da toplumdan yaygın şekilde kabul görmediği şeklinde de yorumlanabilir. 

Bununla birlikte sokak gösterilerinin esas hedef aldığı noktanın bahsi geçen liderlerden ziyade, genel anlamıyla “siyasetçiler” olduğunu söylemek daha yerinde olacaktır.

Lübnan nüfusunun geniş kesimleri, bir bütün olarak “siyasetçilere” olan güvenlerini kaybetmiş durumda. 


“Teknokratlar hükümetinin kurulması talebi güçleniyor”

Yıllarca hükümet kurulamaması ve cumhurbaşkanı seçilememesi de dahil olmak üzere yaşanan büyük siyasi istikrarsızlıklar, bunun sonucunda yıllardır ülkeyi etkisi altında tutan ekonomik kriz ve halkın temel sosyal hizmetlere erişmekte zorlanır hale gelmesi, Lübnanlıların bir bütün olarak sisteme ve onun işleyiş mekanizmalarına karşı kitlesel tepki üretmesi sonucunu getirdi. 

Şu an “festival havasındaki” sokaklardan somut bir alternatif gelmese de, mevcut hükümetin istifa etmesi ve yerine partisiz bakanlardan oluşan bir teknokratlar hükümetinin kurulması talebi de günden güne kendisini daha güçlü bir şekilde gösteriyor.   
 

lübnan 2 reuters.jpg
Fotoğraf: Reuters


- Ülkeyi mevcut eylemlere sürükleyen etmenlerin başında iç savaş sonrası ülke siyasetinde ‘inanç’ temelli temsiliyet sisteminin yarattığı bir çözümsüzlük ve kriz halini gösterebilir miyiz? 

Aslına bakılırsa, mevcut siyasi ve ekonomik krizin temelinde bu mezhep temelli temsil sistemi bulunduğundan, mevcut toplumsal altüst oluş sürecinin de esas sebebi olarak bu sistemi görmemiz gerekir.

Zira “denge ve istikrar” adına getirilmiş olan bu sistem, tam tersine devamlı olarak dengesizlik ve istikrarsızlıklar üretti. 

Bununla birlikte, sistemin reforme edilmesi gündeme getirilebilirse de, tümüyle kaldırılması pek de kolay olmayacaktır.

Zira bu sadece iç savaş sonrasında oluşmuş bir yapı olmadığı gibi, kökenleri de bağımsız Lübnan Cumhuriyeti’nin kuruluşunun çok öncesine gitmektedir. 


“Lübnan'da 180 yıllık bir sistemden bahsediyoruz”

Çok kısa bir özet yapmak gerekirse, Osmanlı idaresine bağlı Lübnan’ın kuzeyde Maruni, güneyde Dürzi olmak üzere çifte kaymakam tarafından yönetilmesi, böylelikle dine/mezhebe dayalı bir siyasi ve idari yapılanmanın kurulması, 1840 gibi erken bir tarihe kadar dayanıyor.

1860’da yaşanan “iç savaş” sonrasında 1861 yılında Avrupa ülkelerinin girişimiyle, farklı cemaatlerin idare meclisinde temsiline dayanan mutasarrıflık sistemi kurulduğunda, bu inanç temelli temsil sistemi daha da güçlü bir şekilde kök salmaya başladı. 

Fransız mandası altında kurulan Lübnan Cumhuriyeti’nin ilk anayasası ve keza 1943 tarihli Ulusal Pakt, aynı sistemi daha da geliştirdi.

1975’te başlayan iç savaşı bitirmek üzere imzalanan Taif Antlaşması ise sistemi sadece revize etti. 

Dolayısıyla, en eski kökenleriyle birlikte 180 yıllık bir sistemden bahsediyoruz.

Üstelik Lübnan’da dinsel/mezhepsel aidiyetin aynı zamanda siyasi ve sosyal bir kimlik olması sebebiyle, bazı yorumcuların söylediğinin aksine, toplumun sekülerleşmesiyle sistemin dayanaklarının zayıflayacağını düşünmüyorum. 


“Tüm sorunların temel kaynağı mezhepsel temsil sistemi”

Bilakis bu sistem, “Lübnan modernleşmesi”nin başlıca ürünü oldu.

Özellikle 20. yüzyılın ikinci yarısında mezhep temelli temsil sisteminin kaldırılması yönünde girişim ve talepler olsa da, bu talepleri dillendirenler genellikle sistemin işleyişinde dezavantajlı konumda olanlardı ve avantajlı konumda olanların itirazlarıyla karşılaştılar. 

Şu anda da, dışarıdan takip edebildiğimiz kadarıyla, sistemin tümüyle lağvedilmesi yönünde çok da belirgin talepler dillendirilmiyor – az önce belirttiğimiz gibi, en somut talep bir teknokratlar hükümetinin kurulması gibi görünüyor. 

Dolayısıyla, tüm sorunların esas kaynağının mezhepsel temsil sistemi olduğunu düşünüyorum, ancak bu zeminde bir değişikliği en azından şu aşamada beklemiyorum.  

- Protestolara ‘ortak amaçlar’ ile toplumun her kesiminden katılımın olduğu ifade ediliyor. Bu durumun Lübnan halkı ile hükümet açısından ifadesi sizce nedir? 

Bunun hükümet ya da genel olarak yöneticiler için anlamı, sokağın tepki ve taleplerine kulakları tıkamanın imkansız olduğudur.

Gösterilerin sayıca son derece kalabalık olmasının yanında aynı zamanda her kesimden katılımların olması, bu hareketi gerçek anlamda bir “halk hareketi” haline getiriyor. 


“İlk defa bir ulus gibi hareket ediyorlar”

Öte yandan şu an gördüğümüz tablo, belki de tarihte hiç görmediğimiz türden bir “Lübnanlılaşma” tablosu.

Bağımsızlığını kazandığından beri hiçbir zaman tam anlamıyla ulus olamamış bir topluluk, belki şimdi ilk defa bir ulus gibi hareket ediyor diyebiliriz. 

Bu durum, az önce belirttiğimiz sebeplerden ötürü toplumsal yapının orta yerine inşa edilen din ve mezhep duvarlarının tamamen aşılması sonucunu getirmese bile, yepyeni bir siyasi kültür oluşturmuştur ve bunun yakın ve uzun vadede önemli sonuçları olacaktır. 
 

lübnan afp-.jpg
Fotoğraf: AFP


- Hükümet vergi konusunda geri adım attı. Ayrıca milletvekillerinin maaşlarının yarı yarıya indirileceği de konuşuluyor. Fakat protestolar devam ediyor. Eylemlerin geleceği hakkında bir öngörünüz var mı?

Olağan koşullarda eylemlerin devam edeceğini tahmin ediyorum.

Şu ana kadar atılan adımlar ekonomik anlamda kısmi bir rahatlama getirse de, derin bir ekonomik krizden çıkmak hemen ve kolay bir şekilde olmayacaktır.

Ayrıca mevcut yönetimde ve bu yönetimin oluşma şeklinde hiçbir değişiklik meydana gelmezse, bir süre sonra gösterilerin hızı kesilse bile daha sonra bir başka katalizör olayın etkisiyle yeni gösterilerin başlaması


“Toplumsal barış açısından bazı riskler mevcut”

Bununla birlikte, şu anda bir birlik havası korunsa da, sürecin Lübnan’daki toplumsal barış açısından bazı riskler üretmesi ihtimali de mevcuttur ve bunun göz ardı edilmesi mümkün değildir.

Şu anki tabloda özellikle Emel örgütü, mevcut ayrıcalıklarını kaybetmemek için sokağa karşı tavır almış durumda.

Bu tavır, Beyrut’ta “gözdağı verme”, güneydeki Sur ve Nebatiye’de ise göstericilere saldırma biçimini aldı. 

Diğer yandan bazı yerlerde, mevcut sorunlarla doğrudan herhangi bir alakası olmadığı halde Hizbullah’ın silahsızlandırılması ve ordunun tek silahlı güç olarak kalması talebi de dillendiriliyor. 


“Hizbullah'ın silahsızlandırılmasının istenmesi ciddi gerilimler üretir”

Lübnan ordusu gerçek anlamda bir ordudan ziyade 75 bin kişilik bir polis-jandarma gücü gibidir ve ne ülkeyi olası İsrail saldırılarından koruması, ne de etkili bir caydırıcılık meydana getirmesi mümkündür.

Durum böyleyken Hizbullah’ın silahsızlandırılmasını istemeye başlayacak olası bir sokak yönelimi çok ciddi bir gerilim üretecek ve “fay hatlarının harekete geçmesi”, zincirleme başka toplumsal, siyasi, hatta askeri gerilimleri doğurabilecektir. 
 

lübnan afp.jpg
Fotoğraf: AFP


“Protestoların, barışçıl ve birleştirici şekilde devam etmesi çok önemli”

Son olarak, Arap Baharı’nın yaşandığı tüm ülkelerde halk hareketlerinin bölgesel ve küresel düzeydeki çeşitli aktörler tarafından manipüle edildiği ve hedeflerinden saptırıldığı, yahut başlangıçta amaçlananla ilgisi olmayan sonuçlar ürettiği düşünüldüğünde, aynı risk elbette Lübnan için de mevcuttur. 

Bu saydıklarımız, sürecin içerdiği başlıca handikap ve risklerdir. Ancak bu olumsuz senaryoların yaşanması kaçınılmaz da değildir.

Temennim, sürecin hep barışçıl şekilde devam etmesi, toplumu ayrıştırıcı değil, birleştirici bir rol oynaması ve Lübnan’da somut ve kalıcı değişim sonucu üretmesidir. 
 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU