Halk ayaklanması ile Doğu Ortodoksluğu yanılsamaları arasında Lübnan uzlaşısı

Lübnan'daki ayaklanmaya eşlik eden resmi açıklamalar iktidarın yaşadığı şizofreni ve gerçekten kopuş halinin büyüklüğünü gösterdi

Fotoğraf: Reuters

Lübnan’da yaşananları takip edenler ülkenin yeni bir aşamaya girdiğine artık ikna olmuş görünüyor. Nitekim Basil’in bir haftadan az bir süre içerisinde yaptığı bir dizi kışkırtıcı açıklamayı takip eden büyük boyutlu ve geniş çaplı halk ayaklanması da bu yeni aşamayı açıkça gösterdi. Basil’in bu açıklamaları, güçlü müttefiki Hasan Nasrallah ile partisinin liderlerinin önceki açıklamalarıyla ilişkilendirilmeden okunmamalıdır.

Özgür Yurtsever Hareketi lideri ve Cumhurbaşkanı’nın damadı münferit açıklamalarına Arap Birliği kürsüsünde başladı. Arap Birliği Dışişleri Bakanları toplantısında, “uzaklaştırılan oğlun geri dönmesinin ve Arap uzlaşısının zamanının geldiğini” söyleyerek Esad Suriye’sine askıya alınan üyeliğinin iade edilmesi talebinde bulundu. Bu uzlaşıya adanmış bir Arap zirvesi yapılması çağrısında bulundu.

Basil ikinci ateşli konuşmasını Özgür Yurtsever Hareketi kutlamasında yaptı. Masayı devirme, yüzleşme ve zafer ile tehdit etti. Araplar arasında tek olsalar da Suriye’nin egemenliğini savunacaklarını vurguladı. Göçmenlerin iadesini görüşmek amacıyla Suriye’yi ziyaret etmekte kararlı olduğunun altını çizdi. Basil bu konuşmasında ayrıca “Lübnan’ın hem egemenlik hem de ekonomik açıdan nefes almasını” istediğini ve Suriye’nin Lübnan’ın ekonomik akciğeri olduğunu söyledi.

Dışişleri Bakanı Basil, Doğu Hristiyanları buluşmasında yaptığı üçüncü konuşma ile zirveye ulaştı. Bu konuşma en tehlikelisiydi. Çünkü Basil bu konuşmasında Doğu Ortodoksluğu “Irak, Suriye, Ürdün, Lübnan ve Filistin’i kapsayan bir sahaya uzanan kültürel ve medeni bir beşik” olarak tanımladı. Kendisini Arap, Kürt ve Aramileri kucaklayan duyusal bir coğrafi beşiğe, modern bir Doğu Ortodoks cepheye dönüştürmek istediğini belirtti.

Özgür Yurtsever Hareketi liderinin Suriye’nin egemenliği ve Doğu Ortodoksluğu ile meşgul olduğu bir zamanda, 18 Ekim’de Lübnan’ın tamamında daha önce görülmemiş protesto gösterileri ile Lübnanlıların sesleri yükseldi. Lübnanlıların ayaklanma nedeni Basil’in tanıttığı bu yeni konsept değil. Çünkü çok azı bunun ne kadar tehlikeli ve Hizbullah’ın Lübnan’ın varlığının temellerini hedef alan darbesinin tamamlanmasını sağlayacak anahtar olduğunu idrak ediyor. Bilakis Lübnanlılar yolsuzluk, riyakârlık, klientalizme (kayırmacılık-himayecilik) karşı ayaklandılar. Sanki bu kötü durumun sorumlusu kimliği ve şekli belirsiz bir hayaletmiş gibi Lübnanlı yetkililerin halk ile dayanışma içinde olduklarını söyledikleri tumturaklı konuşmalara karşı isyan ettiler.

Bu ayaklanmaya eşlik eden resmi açıklamalar iktidarın yaşadığı şizofreni ve gerçekten kopuş halinin büyüklüğünü gösterdi. Özellikle Lübnan’da durumun kötüleşmesinin sorumlusu konusunda birbirini suçlayan Dışişleri Bakanı Basil ve Başbakan Saad Hariri’nin açıklamaları adeta bunun kanıtıydı.

Deneyimlerin bize öğrettiklerinden yola çıkarak göstericilerin çoğunluğunu acı ile kendi topluluklarının liderlerini eleştiren kişilerin oluşturduğunu ancak aralarında bu hareketten istifade etmek isteyenler tarafından yönlendirilen kişiler bulunduğunu da söyleyebiliriz. Bu taraflar, geride eski Lübnan’ı hatırlatan ne kalmışsa ortadan kaldırmayı istiyorlar. Lübnan’ın önde gelen isimlerini net bir yönelime sahip ve İran’ın liderlik ettiği direniş eksenine bağlı kişiler ile değiştirmek, İran’ın elde ettiği bölgesel zaferleri Lübnan’da kökleştirmek istiyorlar. Bazıları olayların mevcut hükümetin istifa etmesi ve tam anlamıyla bu eksene bağlı birinin hükümetin başına getirilmesi ile sonuçlanacağını fısıldıyor. Bazıları da Başbakan Hariri’nin değiştirilmesine gerek olmadığını çünkü uzlaşının ardından zaten Hizbullah’ın tarafından rehin alındığını söylüyor.

Nitekim Hasan Nasrallah’ın gösterilerden bir gün sonra yaptığı açıklamada mevcut hükümete bağlı kalması, hatta Başbakan Hariri’yi sorumluluğundan vazgeçerek istifa etmemesi için neredeyse tehdit etmesi bunun açık bir kanıtı. Nasrallah’a göre Lübnan’ın, Basil’in Lübnan Kuvvetleri, İlerici Sosyalist Parti, Lübnan Ketaib Partisi’ni ima ederek “yeni egemenciler” adını verdiği güçleri hükümetten uzaklaştırarak net bir yönelime sahip bir hükümete ihtiyacı vardır.

Bunun yanında Lübnan’daki mevcut sistemi başkanlık sistemine çevirme projesi çerçevesinde Cumhurbaşkanı’nın görev süresi sona ermeden Dışişleri Bakanı olan damadı lehine görevinden ayrılabileceği olasılığından bahsedenler de bulunuyor. Kaldı ki kendisinin de eğiliminin ne olduğu bellidir. Kısacası ortalıkta hangisinin doğru olduğunu zamanın göstereceği bunun gibi birçok söylenti ve fısıltı dolaşıyor.

Bugün Lübnan’da yaşananları ciddi ve önemli bölgesel gelişmelerden ayırmamız da mümkün değildir. Dışişleri Bakanı Basil’in Esad Suriye’sini savunup kendisine Arap Birliği üyeliğinin iade edilmesini talep etmesinden ayrı bir şekilde inceleyemeyiz. Arapçılık ve liberal İslam gibi adlandırmaların alternatifi olarak sunduğu Doğu Ortodoksluktan ve bunun tesis edebileceği kimi dini kimi etnik ama hepsi de Arap ve Sünni olmayan azınlıklardan oluşan bir koalisyondan ayrı ele almayız.

Buna karşılık Basil’in bu tutumu, Erdoğan liderliğinde Türkiye’nin Kürt silahlı grupları ortadan kaldırmak ve Fırat’ın doğusunda Araplar ile Kürtler arasında bir güvenli bölge tesis etme çabalarının ışığında da okunabilir. Türkiye, bu güvenli bölgeye Türkiye’de yaşayan ama Suriye’nin başka bölgelerinden olan Sünni Arap mültecileri yerleştirmek istiyor. Sünni ve popülist bir seferberlik ile Suriyeli Müslüman Kardeşler, Filistinli Hamas örgütü ve Katar tarafından desteklenen Erdoğan’ın bu macerası ilk olarak Suriyeli Kürtlerin Esad rejiminin kucağına geri dönmesini sağlayarak Arap olmayan azınlıkları koruduğu iddiasını güçlendiriyor. İkincisi, Esad rejiminin meşruiyetini genelleştirme sürecini tamamlamasını da kolaylaştırıyor.

Aynı şekilde Basil’in bu tutumunu Şii topluluğun birliğini korumak gerekçesi ile cesur muhalif Şii sesleri korkutmak amacıyla Irak’ın tanık olduğu güvenlik operasyonları merceğinden okumak da mümkündür. Çünkü bugün Irak’ta yaşananlar tek bir anlama geliyor. O da İran projesi etrafında toplanmak ve onu korumak gerektiği.

Hizbullah’ın hazırlayıp yönettiği ve Basil’in uyguladığı Lübnan olayı, başta Vladimir Putin ve uzman ile düşünürlerden oluşan ekibi olmak üzere geçmişte Rus liderlerin, Rusya’nın Doğu Hristiyan azınlıkları himaye etme rolüne ilişkin söylediklerini hatırlatıyor.

Bütün bunların ortasında İsrail tarafında ise şüpheli bir sessizlik görülüyor. Bu vesile ile direniş grubundan bunu unutmuş gibi görünenlerin hafızalarını tazeleyelim. İsrailli lider ve stratejistlerin İsrail’in en etkin aktörü ve oluşumları arasındaki ilişkilerin itici gücü olduğu böyle bir azınlık koalisyonunu desteklediklerini, hatta bunu planladıklarını daha önce açık bir şekilde deklare ettiklerini hatırlatalım.

Son yaşananlar ile Lübnan sahnesine eklenen bu bölgesel gelişmeler, zafer sarhoşluğuna kapılan yerel-bölgesel grubun yürüttüğü darbe planının son aşamasına geçmesinin ve kendisi ile birlikte masada bulunanlardan kurtulmanın zamanının geldiğini düşüncesini ele veriyor. Bu ülkeyi siyasi ve ekonomik olarak kazanan İran eksenine ekleme dizisinin son bölümünün başladığının işaretini veriyor. ABD’nin Suriye’den çekilmesi, Türkiye’nin operasyonu ve bu eksenin bütün taraflarına sunduğu fırsat da bunu gerçekleştirmesini kolaylaştırıyor.

2005 yılında gerçekleşen Başbakan Refik Hariri suikastı ve kendisini takip eden diğer suikastlar ile  7 Mayıs 2008’de Hizbullah’ın Kara Gömlekliler hareketi... Anlaşmayı uzlaşıya dönüştürerek sağlamlaştıran ve Mişel Avn’ın cumhurbaşkanı seçilmesini sağlayan Doha Anlaşması ve direniş ekseninin meclis ve hükümette çoğunluğu sağlamasına neden olan melez seçim yasası… Doğrusu bütün bunlar; anayasası ve rejimi ile Lübnan oluşumunu, hatta sosyal yapısını değiştirmek, dost bir oluşum olarak hamisi İran’a teslim etmek amacıyla Hizbullah’ın yönettiği ve bazılarını özellikle de Hristiyan müttefikleri aracılığıyla hayata geçirdiği uygulamalardır. Batılı ülkelerin kabuğuna çekilmesi ve İran’ın uzantıları aracılığıyla bölgede uyguladığı ufak parçalar halinde koparma politikalarına karşı suskun kalması Hizbullah’a bu planında başarılı olma fırsatı veriyor.

Yerel ve bölgesel derinliği ile Lübnan’ın içinde bulunduğu bu durumun sonucu, 1989’da imzalanan Taif Anlaşması’nı ortadan kaldırma çabası ile kurum, örf ve yasaların ardı ardına yıkılmasıdır. Lübnan, mezhep merkezli ve etnik fanatiklikleri seferber etme seviyesini aşarak bölgedeki bazı ülke ve rejimlerin yapısına dahil olma seviyesine geçmesini sağlayacak bir sürece yönlendirilmektedir. Lübnan, mezhep ve dini azınlıklar ile çoğunluklar arasındaki çatışmanın ulusal kimliğinin tek belirleyicisi olduğu, ulusal bağ, demokratik değerler, anayasal bağlılık ve vatandaşlığın önceliğine dayalı sivil bir devlet kurma umudunu tam anlamıyla ortadan kaldırmayı amaçlayan bir sürece sevk edilmektedir.

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

Şarku'l Avsat

DAHA FAZLA HABER OKU