Türkiye televizyonlarının hal-i pür melâli

M. Xalid Sadînî Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: Pixabay

Türkiye gibi kadim bir devletin, imparatorluk bakiyesi değişik etnisitelerin oluşturduğu bir toplumun bugün itibariyle içinde bulunduğu tek seslilik insanı endişelendirecek boyutlardadır. 

Herkesin aynı şeyi söylediği ve aynı şeye inandığı bir toplumun gelişmesi tekamüle uğramış, artık hiç bir endişe ve kaygısı kalmamış bir toplum olabilir. 

Ancak Türkiye böyle değil.

Bırakın gelişmesini tamamlamış olsun, belki birçok konuda gelişmeye bile başlamamıştır. 

Gelişmeden maksadım, doğayla uyum içerisinde sağlıklı bir yaşam sürdürmektir. 

Sosyal, siyasal, toplumsal ve kültürel olarak doğa ile uyumdan bahsediyorum. 

Türkiye toplumu ve yönetimi hali hazırda doğayla uyum içinde değil.


Zira Türkiye, Osmanlı bakiyesi olarak onlarca değişik kültüre sahip insandan etnik kökenlerden oluşan bir topluluk. 

Bu kültürlerden farklı olarak, aynı topluluğun içinde bile değişik tarikatlar, felsefeler ve ideolojik yapılanmalar da var. 

Dolayısıyla insanların değişik meseleler konusunda farklı düşünmesi, farklı görüşlere sahip olması ve bu farklılığı dillendirmesi çok doğaldır. 

Ancak gelin görün ki durum hiç de öyle değil.

Bazı konularda aynı şeyi düşünmek, aynı duyguları hissetmek, aynı tavırları göstermek de elbette ki çok tabii. 

Mesela milli maçlarda veya başka branşlarda yarışan sporcuları desteklemek gibi. 

Ya da ekonomik sorunların bütün halk tabakalarında hissedilmesi gibi. 

Lakin bu daha çok halk tabakalarının geliştirdiği reflekslerdir. 

Aydın, entelektüel, yazar, gazeteci, üniversite hocası ve hukukçular gibi elit insanların olayları farklı yorumlaması, farklı görüşler ileri sürmesi icap eder. 

Bu da çok tabiidir. 


Eleştiri hakkı, düşünce özgürlüğü, farklı yorumlama ve bunu ifade etme gerekliliği aslında ilmin ve bilimin olmazsa olmaz gelişme sebebidir.

Düşünce özgürlüğü, eleştirebilme imkanı olamayan yerde kısırlaşma ve gerileme olur. 

Esasen ülkemizde gördüğüm esas sorunlardan biri de budur. 

Çok kültürlülük, çok görüşlülük bizde hayli azaldı.

Farklı düşünen, eleştiren, herkesin inandığı ve söylediğinden farklı bir şey söyleyen insan ya kalmadı ya da sesi iyice kısıldı.

Farklı bir ses çıkaran, herkesin görüşünden farklı bir düşünceye sahip olan her kimse hain damgasına muhatap oluyor. 

Gaflet, delalet ve hatta ihanet içinde olduğu ima edilebilecek bir aydın, yazar veya gazeteci kendi tabii görüşlerini dile getirmekten korkuyor. 

Bu da onu ketleştiriyor; tutukluyor ve insani olarak da doğayla uyum içinde olmasına engel oluyor.

Bu durağanlık ve tutukluluk hali son iki, üç yıldır daha fazla gözle görülür hale geldi. 

Özellikle de medyada bu daha fazla hissediliyor.


Mesela çok ünlü bir televizyonun günler öncesinden konu ve konuyu tartışacak konuklarının duyurulduğu bir programı açıyorsunuz. 

Konu önemli. Konuklar daha da önemli. 

Bir Büyükelçi, bir araştırmacı- yazar, bir araştırmacı-gazeteci, bir güvenlik ve terör uzmanı,  bir siyasetçi ve nihayet her konunun uzmanı anayasa profesörü duayen hukukçu bir beyefendi oturmuş karşılıklı tartışacaklar.

Sunucu hanım, programı “Herkese iyi akşamlar” diyerek açıyor ve devam ediyor;

Bugün çok önemli birkaç başlığımız var, onları detaylı bir şekilde konuşacağız. 

Konulara başlıklar dahilinde gidelim. Konu önemli. 

İçinde beka meselesinden zeka meselesine kadar çok önemli konular var.


Önce konuklarını tanıtıyor. Esasen tanıtmaya gerek bile yok. Zira son dört yıldır muhalif veya farklı bir şey söyleyecek insanı TV'lere çıkarmıyorlar. Bundan dolayı da konukların hepsi bilinen insanlardır.

Sunucu hanım bu girizgahtan sonra şöyle devam ediyor;

Önce şu meseleyi değerlendirelim.

Ali'nin gelmesi iyi mi oldu?

Biliyorsunuz konu mühim, zira Ali çoktan beridir gelmiyordu.

Ama şimdi geldi. Acaba gelmesi iyi mi oldu?


Konuklardan üçü birden boğazını temizleyip söz hakkı istiyor ve “Ali'nin gelmesi” ile ilgili engin görüşlerini bir an önce halkımıza serdetmek istiyor.

Sunucu, konukların aceleciliğini, konuya hazırlıklı geldiklerini tebessümle karşılıyor ve önce sözü gazeteci-yazara veriyor.

Çünkü adam kulağı delik bir gazeteci ve her şeyi herkesten duyuyor. 

Gerdanını kırarak, önce sunucu hanıma ardından televizyonlarının önündeki milyonlara “iyi akşamlar" diliyor ve devam ediyor; 

Elbette sizin de söylediğiniz gibi konu çok önemli.

Ali'nin ülkemize gelmesi çok önemli.

‘Niye başka ülke değil de bizim ülkemiz?’ diye sormamız lazım.

Gerçi bazı haber kaynaklarım, bundan çok önce Ali'nin ülkemize geleceğini söylemişti.

Ama yine de bakmamız lazım, Ali nedir, nereden, nasıl, niye ve neden geliyor ve daha da önemlisi Ali kimdir ve kim getiriyor?

Bütün bu soruları cevaplamamız gerekiyor.


Adam gazeteci ya, doğal olarak meseleyi 5N+1K çerçevesinde derinlemesine analiz etmek istiyor. 

Ama sunucu hanım işin burasında gazetecimizin hevesini kursağında bırakacak müdahaleyi yapıyor ve “Tamam efendim, diğer konuklarıma döneyim, bakalım onlar nasıl değerlendiriyor görelim” diyor. 

Lakin gazeteci-yazar basit bir gazeteci-yazar değil, acar denilen kısmından ve son bir-iki cümle daha söyleme hakkını alıyor ve “Yaptığımız araştırma sonucunda diyebilirim ki Ali'nin gelmesi gayet iyi oldu” diyerek sözlerini tamamlıyor.

Sunucu hanım, terör ve güvenlik uzmanına dönüyor. 

“Sayın …” diye başlıyor ve aynı soruyu ona soruyor. 

Gerçi beyefendinin “terör ve güvenlik uzmanı” kariyerini nerede yaptığı, nasıl yaptığı, kaç senede bu payeye ulaştığı bilinmiyor. 

Herhangi bir gazete veya güvenlikle ilgili dergide makalesine de rastlanmamış. 

Bütün kariyeri bu programa benzer programlarda yaptığı televizyon konuşmalarında sesini yükselttiği zamanlardaki YouTube'a düşen birkaç dakikalık 5-10 adet videodur.

Ama önemli değil, önemli olan onun kendisini “terör ve güvenlik uzmanı” olarak pazarlamış olmasıdır.

O da olayı terör ve güvenlik açısından değerlendirecek; sunucu hanıma ve televizyonlarının başındaki 82 milyonu selamlayarak başlıyor; 

Elbette Ali'nin gelmiş olmasını terör ve terör bağlantılı meselelerle ilgili olarak değerlendirdiğimizde, memleketimizde etkinliği bulunan, ancak buna rağmen kahraman güvenlik görevlilerimizin kahramanca mücadelesi sonucunda neredeyse bitme noktasına gelen, özellikle de hükümetimizin güvenlik kuvvetlerimize verdiği etkin desteğini de göz önünde bulundurarak şunu diyebiliriz ki, 

…aslında onu demeden şunu diyeyim ki güvenlik kuvvetlerimize karşı basınımızda çıkan bazı haince yazı ve söylemler güvenliğimizden sorumlu olan gözbebeğimiz ve canımızı emanet ettiğimiz güvenlik kuvvetlerinden bazılarıyla yaptığım görüşmeler sunucunda evet, evet diyebilirim ki Ali'nin gelmesi güvenlik kuvvetlerimiz içinde bir moral kaynağı olmuştur.


Tam olarak ne söylediğini, niye söylediğini kendisi de anlamamıştır. Ancak muhalif olmaması sunucu hanımı rahatlatıyor.

Sunucu hanım, gözlerinin önüne dökülen kısa saçlarını arkaya doğru iterek gönül rahatlığı ile dünyanın değişik başkentlerinde ülkeyi temsil etmiş büyükelçilik yaptıktan sonra emekli olmuş ve yıllardır her televizyonda hiçbir şey söylememek üzere yemin etmiş gibi sadece konuşan, ama bugüne kadar sadre şifa tek cümlesi bir insanın aklında kalmamış büyükelçiye dönerek sorar;

Efendim olayı bir de uluslararası ilişkiler açısından değerlendirelim. Gerçekten de Ali'nin gelmesi iyi oldu mu?


Hayatının 50 yıldan fazlasını kesin cümleler kurmamış, sadece ve sadece konuşmak için konuşmuş, sözlerinin her yana çekilebileceği büyükelçi tebessümle; 

Teşekkür ederim. Sandım ki bize söz hakkı vermeyeceksiniz. Oysa Ali'nin gelmiş olmasının ülkemizde yarattığı önemli etkinin uluslararası ilişkiler açısından da değerlendirilmesinin önemini arz etmeden önce, televizyonları başında bizi seyreden 82 milyon insanımıza arzı hürmet ettikten sonra, 

Uluslararası hukuk ve uluslararası ilişkiler açısından baktığımızda, elbette ki Beyaz Saray'ın olaya henüz bir tepki vermemiş olması, gerek Çin'den ve gerekse Rusya'dan olumsuz bir tepki gelmemiş olması, 

Hatta Arap dünyasının, aslında Arap dünyası demek de ne kadar doğru olur onu da tartışmamız lazım, çünkü artık Arap devletlerin bir tane değil 20 tane görüşü var. 

Ha ayrıca Arabistan, Mısır ve diğer ülkelerde farklı kliklerin de değişik görüşlerini dikkate alırsak, aslında gördüğümüz gibi, başka ülkelerin ne dediğine bakmaksızın, kendi göbeğimizi kendimiz kesmeliyiz diyeceğim, ama ne de olsa hali hazırda Birleşmiş Milletler örgütü var ve onun da görüşlerini dikkate almalıyız. 

Yani netice itibariyle diyebiliriz ki, aslında diyeyim mi ondan da emin değilim, ama yine de diyeyim, ha Fransa ve İngiltere de ekonomik olarak, özellikle Almanya ve hatta bütün Avrupa ülkeleri önemli.

Çünkü biz de 1960 yılından beri Avrupa Birliği’ne girmeye çalışıyoruz, bundan dolayı da ve tabii ki dolayısıyla Ali'nin ülkemizi teşrif etmesinin önemini yadsıyamayız.


Sunucu hanım bu arada iki defa 15'er dakikalık reklam arası vermişti. Ama onlardan bahsetmeme gerek yok. 

Lakin son dört beş yıldır bütün televizyonların gülü, anayasa hukuku, ulusal hukuk ve uluslararası hukukun bütün kelime, kavram ve terimlerini ezberlemiş, bütün kanunları gerekçeleriyle bilen, bütün önemli davaların encamını bütün safhaları ile yutmuş olan yakışıklı Profesör, son söz hakkının kendisine verileceğinden emin bir şekilde sunucu hanım gözlerine bakıyor. 

Sunucu hanım bu konuyu bağlamanın zamanının geldiğini fark ediyor ve sanki her şeyi kendisi söylemiş edasıyla Sayın Profesöre dönüyor; 

Evet, efendim başta da söylediğim gibi, konu çok önemli, daha önemli konularımız da var.

Zira daha beka ve zeka meselesine giremedik bile, ama önce sayın hocamızı dinleyelim.


Profesör hocamız, önce gerdanını yana kırarak şöyle bir canlanır ve gür sesiyle başlar;

Elbette ki olay değişik safhalarıyla değerli konuklar tarafından değerlendirildi. Özellikle Sayın Büyükelçiden çok istifade ettik. 

Ancak şunu da söylemek lazımdır ki, gerek uluslararası hukuk açısından gerek ulusal hukuk açısından olsun, tabii ki Amerika, Rusya ve Çin hukuklarını da göz ardı etmeden, ama yine ulusal hukuk açısından mesela ceza hukuku, medeni hukuk hatta ticaret hukuku açısından ve özellikle de terörle mücadele yasasının 3717 sayılı kanununa göre ve tabi ceza muhakemeleri usulü kanunun 619 sayılı kanunu ve seçim kanunun seçmen kaydı açısından da değerlendirmek açısından söylüyorum ki, 

Aslında diğer kanun maddelerini göz ardı etmeden diyebiliriz ki Ali'nin gelmiş olmasının hukuki bir mahzuru olduğu kanaatinde değilim.


Profesör hocamız böylelikle birinci konuyu bağlar.

İkinci mevzuya girmeme lüzum yok.

Hepiniz durumu görüyorsunuz.

Peki, bu normal bir şey mi?

 

 

* Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.  

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU