Etyen Mahçupyan: PKK’yı suçsuz hale getirerek AK Parti’yi, AK Parti’yi tamamen suçsuz kılarak da PKK’yı suçlamak mümkün değil

Mahçupyan: PKK’yı suçsuz hale getirerek AK Parti’yi suçlamak doğru değil, AK Parti’yi tamamen suçsuz kılarak da PKK’yı suçlamak mümkün değil. İkisinin de içinde bunun yapılmamasını isteyenler var ve onlar kazandılar

Fotoğraf: Independent Türkçe

“Barış Pınarı Harekâtı”nı; Kürt sorununu;  bugün AK Parti’nin geldiği noktayı; Selahattin Demirtaş'ın tutukluluğunu; yeni siyasi partileri ve daha bir çok meseleyi konuştuğumuz Etyen Mahçupyan söyleşimizin dün ilk bölümü yayımlandı.    

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Mahçupyan ile, yeni parti çalışmaları süren Ahmet Davutoğlu ve Ali Babacan'ı; askerî vesayet ve geçmişle yüzleşme adına atılan adımları; Ergenekon ve Balyoz davalarını, çözüm sürecini; bir zamanlar sayfa komşusu olduğu yazarların hapisliğini, süren yargılamaları ve özeleştirisinin olup olmadığına kadar pek çok konuyu konuştuğumuz söyleşimizin ikinci (ve son) bölümü için buyrunuz;

   
- Ahmet Davutoğlu’nun ne kadar şansı var?

Arkadaşlarım derinlemesine mülakatlardan oluşan bir çalışma yapmışlardı, sahadan gelenler de var ve birbirlerine tamamen uyuyor.

Bu iki grubun, ayrı ayrı ya da birlikte olsalar da, yüzde 15 kadar bir tabanı var. Bu yüzde 15’in de 10 puanı AK Parti’den geliyor ve doğrudan ölçülebilir bir olgu.

15’i nasıl bölüşürler, sahaya çıktıklarında oran büyür mü, kalır mı, onlara kalmış bir şey. 

- Peki, şu an Ahmet Davutoğlu’nun parti programı, kadrosuna yer alacak isimler belirlendi mi?

Şu an hazırlanıyor. İki taraf da önümüzde aylarda açıklayacaklarını söylüyorlar. Davutoğlu’nun manifestosundaki fikirleri ve bakışı yansıtan bir programı olacaktır.

Türkiye’nin kendine benzeyen insanlarla cemaatsal siyaset yapma dönemi geçti.

Bu yüzden AK Parti’yi destekledim, bu yüzden Davutoğlu’nun danışmanlığını kabul ettim ve bu yüzden de yeni çıkacak partilere olumlu bakıyorum.

- Şu an danışmanlığını yapıyor musunuz?

Danışmanlıktan daha öte de olabilir. Danışmanlıktan daha öte bir ilişkimiz zaten var.

Türkiye’nin geldiği noktada kimse evimde oturayım, masamda oturup yanlışlara işaret edeyim gibi bir lükse sahip değil. Bu çok kibirli bir davranış oluyor.

İnsanların kendisine benzemese başka kişilerle birlikte farklı siyasi yapıların içinde elinden geldiği kadar uğraşılmasında yarar var. Sonuç her zaman umduğunuz gibi çıkmasa dahi…

Örneğin ben AK Parti deneyimine baktığımda kendimi yanılmış değil ama yenilmiş gibi hissediyorum. 

- Neden?

Çünkü bana çok benzeyen AK Partililer vardı. Yanılmadım. İslami kesime baktığım zaman aynı benim gibi; özgürlükçü, demokrat bir sürü insan var. Bu süreçte onların hepsi kaybetti. Ötekiler kazandı.

- Böyle söylüyorsunuz ama bugüne kadar yaşananlarda bir itirazlarının olduklarına tanık olmadık. Çözüm sürecinin yanlış yürütülmesi örneğin. Anayasal haklar konusunda ne yapıldı?

Bu ülke sadece Kürt sorunundan ibaret değil. Sonuçta çözüm sürecini kim yaptı, AK Parti.

- Ben başlatılmasını değil sürdürülme biçimini soruyorum. Sizce Kürt sorunu eşittir PKK sorunu mudur?

Değil. Ne var ki geriye doğru bir tek çizgi üreterek de Türkiye’yi anlamak mümkün değil. Akil İnsanlar Heyeti girişimi niye yapıldı o zaman?

- Yapıldı da raporları bile açıklanmadı…

Fark etmemiş olabilirsiniz ama hepsi yayınlandı. Mesele şu ki bu tür bir bakış, yani kendi doğrumuza geçmişte delil arama yaklaşımı zaten analize uygun değil. Böyle Türkiye’yi anlamak mümkün değil. 

- Hepsini kendileri yayınladı... Söylemediğim açık, çok somut bir şey söylüyorum. Yaşananlar ortada… Çözüm süreci gibi adımlar daha önceki hükümetler döneminde de atılmıştı. Zaten yapılmak zorunda. Bu aşamada devlet PKK ile görüşmeler de gerçekleştirebilir, kiminle savaşıyorsan onunla görüşürsün.

Ama Kürt sorunu PKK sorunu mudur? Ona eşitleyerek hareket etmek doğru mu diye soruyorum.

Değil. Ama böyle olduğunu söyleyenler var. Bunu anlamak çok mu zor?


“PKK’yı suçsuz hale getirerek AK Parti’yi suçlamak doğru değil, AK Parti’yi tamamen suçsuz kılarak da PKK’yı suçlamak mümkün değil”

- Bunu soruyorum işte; AK Parti’nin bu yaklaşımı doğru muydu?

Hayır, AK Parti’nin yaklaşımı bu değildi. Parti içindeki bazı insanlar bunu savundu; bazı insanlar ötekini savundular. Birinciyi savunanlar kazandılar.

Bunda PKK’nın büyük rolü var, davranışları o birincilerin kazanmasını sağladı. PKK’yı suçsuz hale getirerek AK Parti’yi suçlamak doğru değil, AK Parti’yi tamamen suçsuz kılarak da PKK’yı suçlamak mümkün değil.

İkisinin de içinde bunun yapılmamasını isteyenler var ve onlar kazandılar. Sonuçta yeniliyorsunuz.

Peki, yenileceksiniz diye hiç uğraşmamanız mı gerek? İşte sizin eleştiriniz bu anlama geliyor. O zaman hiç AK Parti’yle ilgilenme, muhafazakârlarla hiç işin olmasın.

- Hiç ilgisi yok. Anayasal boşluklardan doğan ihlallerden her kesim etkileniyor. Bu nedenle neden somut anayasal adımlar atılmadı diye soruyorum. Çok net. 

Peki, anayasada adımlar atılsın diye kim uğraştı? Yine AK Parti içinden insanlar uğraştı ve beceremediler.

Siz şimdi uğraşan ve beceremeyen insanları suçluyorsunuz. Bu bakış bile objektif bir bakış değil. Bu bakış siyasi olarak tarafını seçmiş bir bakış. 

- Gayet somut bir soru soruyorum. Burada siyasi taraf seçimi söz konusu değil. Soru gayet açık. Niçin somut anayasal adımlar atılmadı? Somut durumun gösterdiği üzerinden soruyorum.

Somut durum anayasada adım atılmadığını gösteriyor. Niçin?

- O dönemin başbakanının danışmanlığını yapmış olan size ben soruyorum; niçin?

Tamam. Ben de cevap veriyorum. Çünkü AK Parti’nin ve devletin içinde isteyenler de istemeyenler de vardı. PKK’nın davranışlarından da yararlanarak istemeyenler kazandı. 

- Bu kadar mı?

Siyaset zaten başka nasıl olabilir? AK Parti’nin tümüyle homojen olduğunu varsaymak kadar garip bir şey olabilir mi?

Tümüyle olumlu olsaydı zaten çözerdi, olumsuz olsaydı zaten hiç girişmezdi. Hem işe girişip hem de tedirginse demek ki orada daha karmaşık bir olay var. Orada en az iki taraf var.


“Davutoğlu ile Babacan bir araya gelebilir”

- Peki, biraz da Ali Babacan’ın yeni parti çalışmasıyla ilgili konuşalım. Sizin parti hazırlıklarına ilişkin, Davutoğlu ile bir araya gelebilirler mi konusunda bilginiz var mı? Ayrı ayrı hareket etmeleri seçmen üzerinde nasıl bir etki yaratır?

Şu anda ayrı ayrı hareket edecekler gibi gözüküyor, ama hayat onları bir araya getirebilir. Söyledikleri şeyler birbirinden çok farklı değil. İtiraz noktaları aynı...

Aldıkları oylarda da ayrı olmalarının getirdiği bir sinerjik durumdan bahsedebiliriz. Çünkü Babacan’ın kuracağı partiye laik kesimde daha olumlu bir bakış var.

Buna karşılık Davutoğlu’nun kuracağı partiye de AK Parti’nin rahatsız tabanından daha olumlu bir bakış var.

Beraber hareket ederlerse bunun getireceği ilave bir güç oluşması söz konusu olacaktır.

- Siz Babacan’la da görüşüyor musunuz?

Tabi. Ben ikisinin de başarılı olmasını istiyorum. 

- Ama Davutoğlu’nun partisinde danışmanlığın dışında görev de alırım diyorsunuz.

Benim Davutoğlu ile siyasetin dışında bir ilişkim var. Bu yaştan sonra siyaset ikincil kalabiliyor.

Şu an Türkiye için yapılması gereken şeyler var. Bunu nerede yaptığınızın çok bir önemi yok. Neresi sana bunu yapma şansını veriyorsa ve bunu koşulsuz verebiliyorsa, tercihim orası olur.

En azından Ahmet Davutoğlu’yla olan ilişkim bunu bana sağlıyor. 


“Ergenekon ve Balyoz’da kandırıldık, büyük kavga Gülenciler ile MHP arasında yaşandı, AK Parti’yle ilgisi yoktu”

- Peki, bir de Ergenekon ve Balyoz davaları vardı. Sizin tavrınız, bu davaların sürdürülmesi ve “derin devlet ortaya çıkarılmalı” görüşünü savunanlardandınız. Daha sonra bu davaların hepsi sonlandırıldı. Bu davalar “kumpas” olarak nitenlendiriliyor. 

Bugünden geri dönüp baktığınızda sizin gördüğünüz yanlışlar var mıdır? Varsa nelerdir? Siz kendinizi hatalı görüyor musunuz? Bugün de “Üstlerine gidilmeliydi” der misiniz?

Kesinlikle. Balyoz ve Ergenekon hikâyeleri gerçekti. Ama sonra Fethullah Gülen savcılarıyla, gazetecileriyle, hâkimleriyle olayı tamamen başka bir alana doğru götürdü. Sonra da işi zıvanadan çıkarttı.

Bu işin gerçeklik niteliğini değiştirmiyor. Şöyle bir olay var; eğer Balyoz hayali bir şeydiyse o zaman bu fesadı kuranların yakalanması gerekiyor.

Öyle bir soruşturma da açıldı, tek bir kişi yakalanmadı. O zaman bu Balyoz fesadını, bütün o evrakları, dokümanları kim üretmişti?

Bir kişi bir yakalayamıyorsun. Ki şu anda Fethullah Gülen kamuoyu nezdinde tamamen mahkûm edilmiş durumda. Bütün savcıları, hâkimleri temizlenmiş durumda.

Sen devlet arşivlerine sahipsin. Orduya da sahipsin. Bunlara rağmen ispatlayamıyorsun. Dolayısıyla çok açık; Balyoz da Ergenekon da vardı. Suistimal edildi; bu da çok açık.

Bunu biz daha geç anladık. Çünkü savcıların ya da adaletin sunduğu bilgilerle hareket ediyorsun. Onun dışında bir bilgiye sahip değilsin.

Dolayısıyla kandırılıyorsun. Ama kandırılmanın bir boyutu var. Bir noktaya geldiğinde ‘bu ne’ demeye başlıyorsun. Bence bütün Türkiye benzer zamanlarda bir gariplik olduğunu sezmeye başladı. 

Bu da Gülen hareketiyle AK Parti arasındaki çelişkinin tırmanmaya başladığı bir döneme denk geldi. Bir noktadan sonra zaten iş anlamsızlaştı, koalisyonlar değişti.

Eski düşmanlar ortak oldu. AK Parti bu sefer tamamen devletçi bir kanada geçti.

Şunu unutmamak lazım; esas büyük kavga Gülen grubuyla MHP arasında yaşandı. AK Parti’yle ilgisi yoktu.

Çünkü ikisi de bürokrasiyi ele geçirmek istiyordu. Gülen grubu geldi MHP’yi attı, kendi yerleşti. Şimdi de 15 Temmuz’la beraber Gülen grubu atılıyor, yerine MHP yerleşiyor.

- Cumhurbaşkanı Erdoğan’la bir ilgisi yok muydu?

Erdoğan, konjonktüre göre hangisiyle ortak olacağına karar verdi. Bürokrasiye hâkim değilsen, ona hâkim olan biriyle ortak olmak zorundasın.

AK Parti, Milli Görüş’ten geldiği için, tamamen devlet dışı kalan bir bakışa sahipti. Ve hatta o gelenekte devlet içinde çalışmak züldü. Dolayısıyla orada olan birileriyle iş birliği yapmak zorundaydı. 

- İşbirliğini yapacağı yer Avrupa Birliği olamaz mıydı?

Yaptılar zaten. Ama bürokrasiyi ne yapacaksın?

- Ergenekon ve Balyoz soruşmaları başladığı dönem AB reformları durmuştu.

Ama o reformlar bürokrasiyle yürüyordu. Buradaki ikilem şu; AB üyeliği için reformlar yapılmalı, iyi de bu reformları kim yapacak? Bürokrasideki okumuş, etmiş insanlar yapacak. Bunun için iyi eğitimli, kaliteli insanlar alıyorsun ve hepsi Fetullahçı çıkıyor.


“Gülen cemaati bir bütün olarak terör örgütü değildir, o bir cemaat”

- Peki, bugün devletin içinden tamamen temizlendiklerini düşünüyor musunuz? Bir de eski bir Zaman gazetesi yazarı olduğunuz için sormak isterim; Gülen cemaati sizce de bir terör örgütü mü?

Gülen cemaati bir bütün olarak terör örgütü olamaz, öyle bir şey olmaz. O bir cemaat. Ama Gülen cemaatinin bir bölümü, merkezinden çıkan bir dalı diyelim, bu işi terörü de içerecek şekilde darbeciliğe götürdü.

Buradan hareketle tüm cemaatin suçlanmasının çok anlamlı olduğunu düşünmüyorum. Çünkü bu işleri gazetelerde okuyup öğrenen binlerce insan var. 

- Sizinle aynı gazetede yazan insanlar Şahin Alpay, Mümtaz'er Türköne gibi birçok isim yargılandı, hapis yattı. Türköne halen hapiste. Sizin de benzer yargılanmayla karşılaşmanıza ilişkin bir endişeniz oldu mu? Bugün size bir soruşturma açılmamasını neyle açıklıyorsunuz?

Endişem olmadı… Yazdıklarım nedeniyle zaten Zaman gazetesinden atıldım.

Fetullah Gülen grubunun meşruiyetin sınırlarını zorlamakta olan işler yaptığını bizzat o gazetede yazabildim. Ama o gazetede bunu yazdığım için de atıldım.

Şunu da söyleyeyim; burada gizli kapaklı hiçbir şey yoktu. Şu an yargılanan, şu an hapiste olan bu insanların hapiste olmamaları gerektiğini düşünüyorum. Sonuçta darbenin bir parçası olan insanlar değiller.

Fakat Gülen gurubunun ne yapmak istediğini hepimiz gördük, çünkü her şey açıktı. Buna rağmen bazı arkadaşlar Gülen grubunu AK Parti’ye yeğlediler.

Siyaseten çok doğru bir şey yapmadılar. Hukuken değil. Onların hiçbirinin, bir tekinin bile bu darbe işine karıştığını sanmıyorum. 


“Darbe olacağını hepimiz biliyorduk, rağmen birçok kişi objektif pozisyon almadı”

- O dönemde önce Gezi eylemleri, ardından 17/25 Aralık soruşturmaları yaşandı ve hukukun dışına çıkıldığına ilişkin bir gurup yazar “Demokrasiye Darbe” adında bir bildiri yayımladı. İmzacılar arasında, Oya Baydar, Ahmet Altan, Hasan Cemal, Yasemin Çongar, Aydın Engin, Mehmet Altan gibi isimler de vardı.

Siz bunun üzerine Akşam’daki köşenizde; “Cemaate organ nakli” diye bir yazı yazmış ve Gülen'le bir olmakla itham etmiştiniz. Bugün Ahmet Altan’ın, Mehmet Altan’ın ve diğer yazarların yargılanıyor olmalarında bir payınız olduğunu düşünüyor musunuz?

Nasıl itham etmişim? Adamlar imza vermiş.

- İnsanlar demokratik bir yöntemle eleştirilerini ifade edemez mi?

Tabi ki. Ama cemaatin ne yaptığını biliyoruz. O kadar masum değil. Onlar da biliyordu, ben de biliyordum, herkes biliyordu.

Her şeye rağmen cemaat 2014 haziran veya mayıs tarihlerine gelene kadar şeffaf davranıyordu. Açıkça konuşuluyordu; “Tayyip Erdoğan, bir daha bu ülkede siyaset yapamayacak. Bunların sonu geldi” vesaire.

Buna rağmen siyaseten o destek verilemez. Bunu özgürlükçülük kılıfına sokunca bu özgürlükçülük olmuyor. Birçok yanlış var orada. Buna rağmen desteklemek çok ahlaki değil.

- Az önce “İnsanlar destekleri konusunda bir tercih yapabilir” demiştiniz.  Sizin AK Parti tercihiniz ahlaki mi?

Ben o türden bir tercih yapmadım. Ben AK Parti’yi eleştirdim de. Yolsuzlukları en çok ben yazdım. Toplumun yüzde 70’nin AK Parti’nin yolsuzluk yaptığını düşündüğünü ve yolsuzlukların gerçek olduğunu, 17/25 olayındaki dosyaların gerçekleri de içerdiğini yazdım.  

Burada açık siyasetle, kapalı siyaset arasında bir fark var. Darbecilikle, seçime gitmek arasında bir fark var. 

- Ahmet Altan darbeci mi yani?

Hayır. Değil tabi ki… Ama birçok kişi darbecilerin varlığını görmesine rağmen objektif pozisyon almadı.

Öte yandan şunu söyleyeyim; bana bunlar sorulmasa çıkıp da şu kişiler şöyle yaptı da demem. 

- “Cemaate organ nakli” yazınızı sormamak garip olurdu. Çünkü bahsi geçen bu isimler ömürlerini askeri darbelerle mücadeleyle geçirmiş, tek talepleri demokrasi olan yazarlar.

Hükümeti kendi çizgilerinden olanakları ölçüsünde eleştiren bir bildiri yayımlıyorlar ve siz bir dönem aynı şeyleri savunduğunuz bu isimleri “Cemaate organ nakli” diye bir yazı yazarak eleştiriyorsunuz.

Hedef göstermiş olduğunuzu düşünmüyor musunuz diye nasıl sormam?

Niye hedef göstermiş oluyorum? Bakın yaptığınız her şeyin siyasi bir anlamı var ve siyasi bir konjonktüre oturuyor. Ben bir analiz yapıyorum. O bildiri cemaatin işine yarayacak bir bildiri.

Sen bunu ister bilerek, ister bilmeyerek yap. Yaptığın şeyin bir anlamı var. Siyasi bir karşılığı olmadan, ben özgürlükçüyüm, ömrümü de askerle mücadeleye adadım diye bir imtiyaz yok.

Herkes siyasi düşünüyor. Herkes işine geldiğinde gayet entrikacı da bakabiliyor, benim lehime olan hangisi diye bakabiliyor, hesap yapabiliyor.

Böyle baktıktan sonra kamuoyunun karşısına çıkıp böyle algılanmamayı isteyemezsin.

Benim o arkadaşlarımı tasvip etmemem içerikle ilgili değil. Ben bu insanlardan hiçbir zaman çok fazla ayrı düşünmedim ki.

Ama yaptıkları şeyin siyasi bir anlamı, siyasi bir işlevi var. Bunu görmezden gelerek davranmak diye bir şey de söz konusu olamaz.

Siyaset her zaman bir miktar kir içerir. Elini taşın altına koymayı içerir. Elini taşın altına koyuyorsan sorumluluğunu da taşıman gerekir.

Sorumluluk aldığında belki istemediğiniz şeylerin parçası da olabilirsin ama sorumluluk almadan da bir şeyleri düzeltemezsin.

Bizdeki, daha genişleterek söyleyeyim, soldaki arkadaşların en büyük problemi kendilerine hiç gölge düşmeden, ellerine hiç kir bulaşmadan, hep doğruyu söyleyerek ömürlerini geçirme istekleri.

Niye CHP’ye girip siyaset yapmazlar? Niye HDP’ye girip siyaset yapmazlar?

- Siz sorumluluğu alıyor musunuz?

Alıyorum. Bana gelen her eleştiriyi kabulleniyorum. Ne yaptıysam yaptım. O anda öyle düşündüm, yaptım. Hoşuma gitti yaptım…

Bana pürüz gelmesin, ben kirlenmeyeyim ve hep doğruyu söylemiş olarak öleyim kaygısı liberal sol tayfanın ölümü demektir. Bugün Türkiye’de bu kadar etkisiz olmalarının nedeni de bence bu.

Bu arkadaşların, ben de kirleneyim önemli değil, katkıda bulanabileceğim bir şey varsa yapayım demeleri gerekiyor. Yoksa bildiri yazmak ne…

Çok açık söyleyeyim; bütün bu imza bildirileri aslında aczimizi gösteriyor. Hiçbir şey yapamıyoruz, bir araya gelip imza atıyoruz…


“Barış Akademisyenleri’nin imza bildirisi kendilerini tatmin meselesi”

- Barış Akademisyenleri’ni de böyle mi değerlendiriyorsunuz?

Evet. Keşke o bin kişi sahada, siyasetin içinde olsalardı, olabilselerdi.

- Aslında kendi imkânları ölçüsünde iktidara bu şekilde seslerini duyurmaları ve neler yapılabilir konusundaki taleplerini dile getirmeleri, kendi önerilerini ortaya koymaları normal değil midir? Bunlara kulaklarını kapatan siyasetçileri eleştirmek daha doğru olmaz mı?

İyi de nedir bunlar. Ne etkisi var. Bu bir kendini tatmin meselesi. Şunu da söylemeden geçemem; bu akademisyenler de canı istedikleri zaman siyaset yapamıyorlar.

Çünkü bu insanların siyaset yapmasını istemeyen bir sistem var. Bunun içinde siyasi partiler de var, ama devletin kendisi de var.

Devletin kanunları bu insanların tepesinde Demokles’in kılıcını sallandırdığı sürece onlarda imza atmaya yöneliyorlar haliyle. Bu işe tek taraflı bakmıyorum. Bunun kırılması gerekiyor.

Keşke bu akademisyenlerin bildirisi şöyle olsaydı; “Biz siyaset yapmak istiyoruz. Devletten talebimiz önümüzü açmasıdır.”

Hükümet şunu yapmasın türü bildiriler işin özünde işlevsiz. Sanki çok demokratik bir ülke olmuşuz da bazı şeyler yolunda gitmiyor, bu imza metni ile düzeltilebilirmiş gibi. Böyle bir yer değil Türkiye.

- Peki, ben çok uğraştım ama çıkmadı, bir de direk sorayım. Agos’u yönettiğiniz günden bugüne hiç kendinizde “Şu yaptığım doğru değildi” dediğiniz bir şey, bir özeleştiriniz var mı?

Var. Yapmam gerekirken, zamanında veya yeterince yapamadığım şeyler. Daha çok müdahaleci olmak, daha çok söylemek, daha çok insanları sıkıştırmak gibi...

Yaptığım şeyleri zaten isteyerek yaptım. Yanılmış olabilirim. Ne yapabilirim ki buna? Herkes yanılabilir. Açık davranıldığı sürece burada bir ahlaki sorumluluk görmüyorum. 

“Referansı İslam olan bir parti bir daha iktidar olamaz”

- Sizin için AK Parti içindeyken en büyük kırılma noktası ne oldu?

AK Parti içinde ve çevresindeyken çok daha önceden, daha eleştirel olsaydım daha iyi olurdu diye düşünüyorum. O anı yaşarken o kadar kolay değildi bunlar. 

- O zaman söylemediğiniz ama en çok şu eleştirimi söylemek isterdim dediğiniz ne var?

Bir, genellikle demokratlıktan ve özgürlüklerden sapma olduğuna daha çok işaret etmek.

İki, kurumsallaşmaların önünün kesilmesine yol açabilecek adımlar atıldığında daha hızlı refleks göstermek.

Herkesin benim ideolojimde olmasını talep edemem. Ama Türkiye’de bir kurumsallaşma olsaydı ve o yapı farklı zihniyetleri, farklı bakışları içerebilecek olgunlukta olsaydı, işte o zaman Türkiye bir şeyleri çözebilme adına çok daha farklı bir ülke olabilirdi.

- Bundan sonra olabilir mi? Yakın ve uzun vadede ne öngörüyorsunuz?

Osmanlı’dan Cumhuriyet’e, tek parti döneminden çok sınırlı, askeri vesayet altındaki bir demokratik deneyime (ki demokratik filan da değil)  bir sürü darbe…

Laikler yönetti ve 28 Şubat’ta batırdılar.

Sonra muhafazakârlar yönetti ve şimdi onlar da batırdılar.

Dolayısıyla artık biraz daha geniş bakarak; bu işi kimlik üzerinden kıvıramıyoruz, kimlikleri aşan bir biçimde; vatandaşlıkta, özgürlüklerde, demokratlıkta anlaşarak yeni bir kimlikleşme, yeni bir ideolojik bakış üretebilir miyiz?

Yeni nesil buna daha yakın. Böyle bir umut var.

- Yeni bir kimlikten kastınız?

Türkiyelilik. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı. Bu kadar...

Her türlü adam var bizde, diyebilmek; her din, her kimlik, her görüş, her dil, hepsi var.

Bunun olabilmesi için Türkiye’nin burnunu sürtmesi gerekiyordu. Şimdi biraz burnu sürtüldü. Yetti mi, emin değilim. 

- Sizce Türkiye’de referansı İslam olan bir parti yeniden iktidar olabilir mi?

Sanmıyorum. Siyasetin referansı din olamaz. Dinin kendine ait, ayrı bir yeri var, buna da kimse bir şey diyemez.

Siyaset, birbirinden farklı her türlü insanın bir arada yaşatılabilmesini ve onların bir arada olabilmesini sağlamayı amaçlamak zorunda. 


“Erdoğan az bilen, inatçı, yanlışlarını görmekte zorlanan, ataerkil biri”

- Son olarak size siyasi parti liderlerini sorup eşittir desem ve siz de birkaç kelimeyle tanımlasanız, ne dersiniz?

Hepsine haksızlık olur. Tek kelime olarak zor, insanlara yazık olur. Birkaç kelimeyle deneyebiliriz.

Recep Tayyip Erdoğan = Az bilen, kendi gücüne çok inanan, mobilize yeteneği kuvvetli, inatçı, kendi yanlışlarını görmekte zorlanan, ataerkil.

Ahmet Davutoğlu = Sentezci, dünyalı, akıllı,  ikna yeteneği yüksek, çok açık.

Abdullah Gül = Temkinli, tedirgin, Avrupalı

Ali Babacan = Doğrucu, düzgün, ideolojiye mesafeli, rasyonel.

Kemal Kılıçdaroğlu = Kendini değiştirmeye açık, dengelerden anlayan, öğrenen, klasik laik handikaplara sahip. 

Ekrem İmamoğlu = Canlı, atılgan, arayış içerisinde, zeki, sınanmaya açık. 

Selahattin Demirtaş = Sevimli (gülüyor), ayakta kalma becerisine sahip, sağduyulu ama savrulmaya müsait. (Haksızlık yapmayalım; tutuklu. Şu an tutuklu olmasaydı ve sahada eylem içerisinde olsaydı belki çok daha olgun bir Demirtaş görecektik. Dolayısıyla o ötekilerle eşit değil, çünkü hapiste.) 

Sezai Temelli = Bu isimlerin arasında alakasız oldu (gülüyor)

HDP’nin Eş Genel Başkanları.  Pervin Buldan’ı da sormuş olayım = Onların bu bağlamda pek önemi yok. (Şöyle söyleyeyim, kayda geçmesinde yarar var; 2013’te sahada araştırma yaparken PKK çemerinde olan birisiyle Diyarbakır’da konuşurken ben; “Demirtaş şöyle yaparsa” diye bir cümleye başladım. Bana, “Abi bırak Demirtaş’ı. Demirtaş kim? Biz istersek var, istersek yok” dedi. Bu PKK’nın Demirtaş’a bakışını çok iyi yansıtan bir meseledir. Niye çözüm süreci yürümedi konusunda da bir şey söylüyor. Dolayısıyla buradan geri gidersek şimdi Demirtaş’ı daha da takdir etmek gerekiyor. Çünkü Demirtaş, buna rağmen var olmaya devam etti. Şunu söylememiz lazım; devletin ve hükümetlerin muhatap alması gereken, kanal açması gereken insanlardan birisi, hapiste tutması değil.) 

Meral Akşener = O da zeki. Siyasetten anlayan, fırsatları dengeli bir biçimde doğru değerlendiren, aktif ve atak.

Devlet Bahçeli = Neyin olmaması gerektiği konusunda bize örnekler veren birisi.

 

 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU