Hacklenen demokrasi

Gazeteci Cengizhan Çelik, dünyada teknolojinin demokrasiye verdiği zararı ve Türkiye'deki “organize ama amatör kötülüğü”, Londra, San Francisco ve Üsküdar sakinleriyle konuşarak kaleme aldı

Fotoğraf: Twitter

ABD'nin Kaliforniya eyaletindeki San Jose bölgesinde yaşayan, Demokratlardan sıkılan, ancak bu zamana kadar asla Cumhuriyetçilere oy vermemiş bir seçmen, Facebook hesabını açtığında karşısındaki videoda Hilary Clinton’un bir konuşmada titrediğini görüyor. 

Bu paylaşımın hemen ardından yerel yayın yapan bir gazetecinin Clinton’ın ağır hasta olduğunu ve seçilmesi halinde Amerika’nın güçsüz bir yönetimi olacağı vurgusunu yapan YouTube videosu izliyor.

Facebook sayfasında bir sonraki paylaşımda ise,  Trump’ın “Make America Great Again” şapkasını takarak Meksikalıların artık Amerikalıların işlerini alamayacağını söylediği konuşmasını izliyor. 
 

trump sapka reuters.jpg
Donald Trump'ın 2016'daki ABD Başkanlık Seçimleri için yürüttüğü kampanyasından bir kare/ Fotoğraf: Reuters


San Jose’de yaşayan bu kararsız seçmen sandık çıkış anketörüne şu cümleyi kuruyor: Hayatımda ilk kez bir Cumhuriyetçi adaya oy verdim.

Enfield / Londra... 

Londra’da hukuk okuyan bir öğrenci, Arsenal - Tottenham derbisini izlemek için okulun karşısındaki bir bara girdi. 

Normal şartlarda Londra’da hayatın durmasına neden olan derbi,  Londra’yı bir başka seven bu genç için beklenmedik şekilde başka bir anlama dönüştü. 

Maçın başlamasına beş dakika kala Brexit yanlılarıyla, Brexit karşıtlarının neredeyse kavgaya dönecek tartışmasına tanık olan genç, maçı izlemeden eve gitti. 
 

Brexit.jpg
Avrupa Birliği yanlılarının Eylül 2018'de İngiltere Parlamentosu önünde gerçekleştirdikleri protestodan... Fotoğraf: Reuters


Facebook sayfasını açtığında da karşısına Brexit yanlısı ve Brexit karşıtının çok sayıda çiğ, bağnaz gönderileri çıkan genç, bilgisayarını kapatarak Ursula K. Le Guin'in "Mülksüzler" isimli kitabını okumaya başladı. 

Ve bu genç Londralı, ayrılmak istemediği Avrupa Birliği ile ülkesinin kaderini derinden etkileyecek Brexit oylamasına da katılmayacaktı.

Çünkü Facebook’da ana sayfasına düşen anketlere bakılırsa Brexit’in çıkması gibi bir delilik olmayacaktı.

Zaten  Arsenal - Tottenham maçını bile izletmeyen bu tartışlamardan bıkmıştı.

 

Yukarıdaki iki hikâye de yaşanmış hikayeler...

Peki, bu iki hikâyenin öznesi insanların manipüle edilmesi sonucunda neler oldu?

Bu soruya verilecek cevap, 20 yıl sonra olacakların gerekçesini açıklayacak nedensellik ilişkileri barındırmakta.

Londra merkezli Cambridge Analytica adlı veri analiz şirketi, Facebook'ta 50 milyon kullanıcı profiline ait verileri usulsüz kullanmış, ABD ve İngiltere seçimlerinde kullanıldığı düşünülen veriler, tarihin akışını değiştirmişti. 

Cambridge Analytica’nın görevden alınan CEO'su, "Trump'ın seçilmesinde önemli bir rol oynadık" ifadesini kullanmıştı.  

Cambridge Analytica skandalı, Facebook'a bir haftada 50 milyar dolar kaybettirmişti. 

Cambridge Analytica, 'tüketici, takipçi, seçmen davranışlarını değiştirmek isteyen' iş dünyası ve siyasi partilere hizmet sunan bir veri analiz şirketi.

Şirket, tüketici verilerini analiz edip, davranış bilimini kullanarak, kuruluşların pazarlama araçlarıyla hedef kitlesi olarak belirleyeceği kişileri tespit edebildiğini iddia ediyor.

Ayrıca bir de dipnot; Trump destekçisi ve kampanyasının en büyük bağışçılarından Robert Mercer, The Cambridge Analytica'nın kuruluşunda 15 milyon dolar mali kaynak sağlamıştı. 
 

Robert Mercer.jpg
Renaissance Technologies'in kurucu CEO'su Robert Mercer / Fotoğraf: Twitter


Sağ görüşlü Breitbart internet sitesinin de kurucusu olan Mercer'i şirketle tanıştıran isim ise Steve Bannon.  

Bannon, 2014-2016 yılları arasında şirketin yönetim kurulundaydı. Daha sonra Trump'ın seçim kampanyasına geçti ve baş stratejisti olarak çalıştı. 

Bannon’un sicilinde ayrıca Rusya ile ilgili "seçim manipülasyonu" meselesi de var.
 

Bannon Reuters.jpg
Trump'ın eski başstratejisti Steve Bannon / Fotoğraf: Reuters


Konuyla ilgili olarak eski CIA ve NSA çalışanı Edward Snowden, Facebook'un skandalda "kurban" değil "suç ortağı" olduğunu söylemişti. 

Özetle yazılımcıların politikacılardan daha fazla mesai harcadığı ve kaynak yaratıcıların da politikacılara değil de bu yazılım dünyasına para akıtmasıyla, önümüzdeki yıllarda Londra, Moskova ve Washington hattında, James Bond filmlerinde görebileceğimiz kurgularda yaşananlar Trump’ın seçilmesine ve Brexit oylamasında tarihi bir katılım azlığı yaşanmasına neden olmuştu. 

Aslında başlıkta da dediğimiz gibi Demokrasi bir nevi hacklenmişti! 

Hacklenen demokrasinin sonuçlarının ne denli ağır olabileceğini bugün görüyoruz ve yarını da endişeli gözlerle izliyoruz.

Peki, ülkemizde durum nasıl?

Gelin yukarıdaki iki hikâyeye ek olarak bir hikâye de bizden anlatalım durumu özetlemesi açısından...

 

Üsküdar / İstanbul 

Her sabah uyanır uyanmaz önce Twitter’a, ardından maillerine bakıyordu.

Twitter’a bakma sebebi gece "troll lincine kimin" maruz kaldığını öğrenmek istemesiydi.

Çünkü artık her gece organize kötülüğün mimarları,  kollektif şekilde, politik ajandalarına uygun olarak birilerini linç ediyordu.

Ve son kurban İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkan Adayı Ekrem İmamoğlu’ydu.

İmamoğlu, katıldığı bir televizyon programında aldığı bir soruya uzun bir yanıt vermişti. 

O yanıtın başını kesip, arada söylediklerini kırpıp, sondaki söylemiyle birleştirince gerçekten de akla mantığa sığmayan bir anlam çıkıyordu.

Ve bu korkunç manipülasyonu yapmışlardı.

Bu ülkede yaşıyor olması, onu her bilgiden şüphe etmesine neden olan bir savunma refleksi doğurmuştu.

Gördüğü video sonrasında "Bunu dememiştir herhalde" diyerek altyazıları kontrol ediyor, ekranın sağ altında beliren dolar/TL  kurunun göstergesindeki olası bozukluğa bakarak adeta kendi içinde bir haber doğrulama sürecine giriyordu.

Videodan sonra gitti kanalın yayınını buldu ve orijinal versiyonunu izledi.

Çok öfkelenmişti! 

Sandıktan çıktığında şöyle demişti:: Hayatımda ilk defa CHP’ye oy verdim.

O seçim iptal olduğunda ise daha da öfkelenmiş ve hayatında ilk defa sandık görevlisi olmuştu.

 

Bu hikâye Londra’daki ve San Jose’deki hikayelere benziyor olsa da büyük bir farklılık vardı.

Diğer ikisinde sonuç bu hacklemeyi, manipülasyonu yapanların amacına ulaşmasına neden olsa da Türkiye’de tam tersi bir etki yarattı.

Bunda da en önemli neden diğer ülkelerde bu korkunç süreci, milyonlarca dolar harcayarak, işinde çok iyi olan yazılımcılarla gerçekleştiren isimler vardı.

Türkiye’de ise adeta manuel bir "Cambridge Analytica" kurgulanıyordu ve organizatörler çok amatördü!

Adeta organize, ama amatör bir kötülük vardı

Özetle;

Dünyada demokrasi hackleniyordu, bizim ülkemizde de başarısız ve amatör bir hackleme teşebbüsüne maruz bırakılmıştı. 

 

Independent Türkçe olarak yukarıdaki hikâyeleri yaşayan insanlarla aynı şehirde okuyan öğrencilerle konuştuk.

Londra’da hukuk yüksek lisansı yapan Ömer Şahbaz’a Brexit'i, Stanford’dan mezun olduktan sonra Silikon Vadisi’nde başarılı işlere imza atan Mehmet Ozan Kabak’a da Trump’ın seçilmesi sürecindeki yaşananlarla ilgili olarak tek bir soru sorduk: 

Nasıl bir hack teşebbüsüyle karşılaştınız?

Ömer Şahbaz: Brexit referandumu, seçim 'hackleme' işinin ne kadar etkili olabileceğinin en somut örneğidir

Her şey David Cameron’ın Birleşik Krallık’ta yükselmeye başlayan popülist akıma uyup, partideki ve ülkedeki yerini sağlama alma gayesi ile Avrupa Birliği’nden ayrılma konusu hakkında bir seçim vaadi vermesiyle başladı. 

Birleşik Krallık’taki birlikten ayrılma düşüncelerini, elbette ki daha öncelere dayandırabiliriz. Ancak hiçbir zaman bu kadar gündeme geleceği düşünülmemişti. 

Seçim “hackleme” işinin ne kadar kolay ve bir o kadar da etkili olabileceğinin en somut ve bariz örneğidir Birleşik Krallık’taki Brexit referandumu. 

Her ne kadar birlikte kalma yanlıları tarafından sevilmese ve nefret edilse de, Brexit’in mimarlarından Dominic Cumming’in başarısından ve Cambridge Analytica’dan söz etmemek olmaz.

Cumming’in “Avrupa’ya Türkler girecek, kalmak istiyor musunuz?” minvalinde başını çektiği, “Leave (Birlikten çıkılsın)” kampı ve Cambridge Analytica şirketinin kararsız ve kararı değiştirilmeye uygun profildeki seçmenlere yönelik uyguladığı hedefli Facebook reklam saldırıları netice verdi...  

“Leave” cephesi, hatırı sayılır bir farkla 23 Haziran 2016’da yapılan referandumu başarı ile tamamladı. 

Ancak bugüne gelindiğinde, seçmenler bunun aslında o günlerde kendilerine yapılan yalan haber ve propaganda bombardımanından başka bir şey olmadığını farketmeye başladılar. 
 

Ömer Şahbaz  Londra.jpg
Ömer Şahbaz, Londra / Fotoğraf: Independent Türkçe


Birleşik Krallık seçmeni, Türkiye’nin AB’ye 76 milyon vatandaşı ile birlikte gireceği, Birleşik Krallık’ın komşularının artık, terör ve çatışmadan kırılan Irak ve iç savaşın iyice sıradanlaştığı Suriye olacağı reklamlarına, Dominic Cumming tarafından maruz bırakıldı. 

"Çıkalım" kampanyasının iki ana reklamlarından bir diğeri ise, Birleşik Krallık’ın her ay birliğe üye olduğu için 350 milyon sterlin ödeme yaptığı idi. 

"Çıkalım" kampanyasını yürüten ekip, bu paranın, krallığın Sosyal Güvenlik Kurumu’na (National Health Service/ NHS) aktarılabileceğini ve böylelikle Birlik'in onlardan haraç kesemeyeceği bağımsız bir geleceğe yol alacaklarını da belirlenen hedef kitle seçmene yönelttiler. 

Söylemedikleri şey ise haftalık yapılan üyelik ödemesinin, 100 milyon sterlin kadarını, kendilerine özel çıkarılan vergi geri ödemesi (rebate) düzenlemesi ile Birlik'ten geri alabildikleriydi. 

Tabii gelir gider dengesine bakıldığında, ülke cebinden para çıkıyor olsa bile Birlik'te kalmanın getirisi çok daha fazlaydı. 

Facebook özelinde, sosyal medyada paylaştığımız ve rızamız ile verdiğimiz bilgilerin nasıl kullanılacağına ve işleneceğine dair üyelik sözleşmelerini okumadan onaylayıp geçiyoruz. 

Bilginin dünyadaki bütün emtialardan daha kıymetli hâle geldiği zamanlarda kullanıcılara “büyük istatistiklere” dâhil olmama hakkının tanınması elzemdir. 

Nitekim toplumsal hukuk anlayışımız ve kanunlar insan içindir; sosyolojik gelişmelerden etkilenip ona göre kendisini güncellemelidir.

Mehmet Ozan Kabak: Sosyal medya üzerinden manipülasyon olgusu yapay bir olgu

Sosyal medya ile seçimlerin manipüle edildiği savı büyük ölçüde abartılı ve doğru değil.

Bu savı en şiddetli şekilde savunanlar da sosyal medyanın yükselişi ile önemini ve gücünü yitiren geleneksel medya organları.
 

Mehmet Ozan Kabak  San Francisco.jpg
Mehmet Ozan Kabak, San Francisco / Fotoğraf: Independent Türkçe​​​​​​​


Sosyal medyanın kendi içeriklerini yayabilecekleri bir kanal olmasını istiyorlar, ama kendileri dışında oyuncuların bu kanalı özgürce kullanmasından rahatsızlar. Bu da çelişkili bir tutum.

Sorduğun soru bir varsayımda bulunuyor, o varsayımın kendisinde sıkıntı var. "Sosyal medya üzerinden manipülasyon" olgusu yapay bir olgu olduğunu düşünüyorum.

Sosyal medya ve seçim manipülasyonları konusunda fikirlerim sanırım "ana akımın" biraz dışında kalıyor. 
 


Sade vatandaşların, gündelik hayatlarında tanımadıkları diğer sade vatandaşlar ile siyasi içerik üzerinden iletişim kurabilmesi, eskiden "sessiz çoğunluk" diye adlandırdığımız toplumsal kesimlerin siyasete daha angaje olmasını sağladı. 

Sosyal medya öncesi dönemde toplumun depolitize kesimleri, genelde geleneksel ana akım medyanın oluşturduğu gündem üzerinden bir siyasi tutum alırdı. Bu da geleneksel ana akım medyaya çok önemli bir güç, görev ve sorumluluk veriyordu. 

Sosyal medyanın yükselişi bu gücü önemli ölçüde azalttı: Halka siyasi bir mesaj ulaştırmak artık çok daha kolay ve bu mesajı ulaştırmak isteyenler, geleneksel medyanın işbirliğine muhtaç değiller.

Haliyle geleneksel ABD medyasının amiral gemileri (örneğin, yazılı medya için New York Times, görsel medya için CNN) bu güç/prestij kaybından çok rahatsızlar.  

Trump seçildiğinden beri bu konu ile ilgili şikayetlerinin de temelinde bu tedirginliğin olduğunu düşünüyorum.

Peki, eleştirilerinde hiç mi haklılık payı yok? Tabii ki var.

Sosyal medya üzerinden yanlış bilgilerin yayılabilmesi, kara propaganda yapılabilmesi vs. gibi bazı sıkıntılar var elbette. 

Ancak unutmamalıyız ki "Tarafsız görünümlü taraflı" medya kuruluşlarının da bu konularda geçmişleri pirüpak değil. 

Peki, gelecekte bizi ne bekliyor?

Bence sosyal medya az önce bahsettiğim sıkıntıları aşacak mekanizmaları kendi içinde geliştirecek ve siyaset için çok önemli bir aygıt olmaya devam edecek; geleneksel medya ise eski imtiyazlı statüsünü hiç bir zaman geri kazanamayacak. 

Geleneksel medya bu yeni dalga ile mücadele etmek yerine bu dalgaya liderlik edecek bir pozisyon alırsa, belki bahsettiğimiz sıkıntılar daha hızlı bile aşılabilir.


 

* Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.


 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU