Vizyonda bu hafta: Bir 21. yüzyıl portresi; “Vox Lux”

Mehmet Erduğan Independent Türkçe için vizyondaki filmleri yazdı

Brady Corbet'in yazıp yönettiği,  Natalie Portman'ın başrolünü üstlendiği Vox Lüx filminden bir kare

Bu sene dünya sinemasında Bir Yıldız Doğuyor (A Star Is Born), Bohemian Rhapsody, Rocketman, Türk sinemasında da Müslüm gibi oldukça başarılı müzikal biyografiler seyretme imkanımız oldu.

Her bir filmin eksileri ve artıları varsa da hepsinin buluştuğu ortak nokta şöhret denilen şeyin göründüğü gibi her zaman keyif vermediği, şöhret olmanın mutluluk getirmediği konusuydu.

Çoğunun kalabalıklar için yalnızlaştığını, kitlesel bir hayranlık durumunun bir noktadan sonra rahatsız edici boyuta ulaştığına değinen yapımlar, bu insanların kariyerlerinde ne tür zorluklarla karşılaştığına dair bazı ipuçları da verdi.

Ancak gerçek biyografilere dayanan bu filmlerin hiç biri kurgusal bir biyografi filmi olan bu hafta vizyona giren Vox Lux kadar çarpıcı bir konuyu ele almadı.

Bir 21. yüzyıl portresi; “Vox Lux”

Yönetmen: Brady Corbet / Oyuncular: Natalie Portman, Raffey Cassidy, Jude Law, Stacy Martin, Jennifer Ehle, Willem Dafoe / 112 dakika
 


Popstarlar ve terörizm. Popüler kültürün misyonuna aykırı olduğu için ilk anda ilişkilendirmekte zorlanacağımız birbirine zıt iki konu.

Ancak, Brady Corbet gözü karalığı ve yeni şeyler deneme cesaretiyle, bir hayali pop müzik yıldızının etkileyici ve kışkırtan hikayesiyle baş döndüren bir seyir sağlayan Vox Lux* isimli ikinci filminde bu iki konuyu birbirine bağlıyor.
 


Üstelik geçmişte Lars von Trier ve Michael Haneke gibi kült yönetmenlerin önemli filmlerinde rol alan ve aktörlükten yönetmenliğe geçiş yaptıktan sonra da bu yolda emin adımlarla ilerleyen Corbet çalıştığı usta yönetmenlerden neler öğrendiğini de filmin belli noktalarında kendine has anlatımıyla deşifre ediyor.

Trajediden yükselen bir şöhret

“Prolog” ve “Epilog” olarak iki bölüme ayrılan Vox Lux’un 90’lı yılların sonunu kadrajına alan “yaratılış (genesis)” isimli prolog evresi, lise öğrencisi Celeste’in hayatını sonsuza dek değiştirecek şiddetli bir olay ile başlıyor. 
 


Bir Amerikan lisesinde okuyan Celeste ders sırasında baskın yapan silahlı bir saldırganın rehin aldığı sınıftadır.

O, insanlarla dolu bir odada durumu kontrol altına almaya çalışan ve durumun kontrol edilememesi sonucu gerçekleşen katliamdan kurtulan tek öğrencidir.

1999 yılında yaşanan bu olayın trajedisiyle kasaba yas içindedir. 
 


Bu sırada, katliamın tek kurtulanı olan Celeste hastanede tedavi olurken kız kardeşiyle birlikte hislerine tercüman, dertlere derman mahiyetinde huşu dolu bir şarkı besteler.
 


Hayatını kaybedenleri anmak üzere düzenlenen toplu cenaze töreninde kardeşiyle birlikte seslendirdiği bu şarkı, henüz internet kullanımının çok yeni olduğu milenyum çağında viral yolla yayılınca bir nevi ulusa sesleniş olarak yüreklere su serper.

Karşılaştığı ilgiyle birlikte bir fenomene dönüşen Celeste bu şarkı ile insanlara bir umut vadeder.
 


Bu beklenmedik ilgi karşısında kendisine yardım etmek isteyen bir menajer sayesinde imza attığı anlaşmalar yeni bir yaşamın fırsatlarını onun önüne serer. 

Böylelikle Celeste, kız kardeşi ve menajeri ile birlikte bir albüm kaydetmek için Stockholm’e gitmek üzere yaşadığı şehri terk eder.
 


Korkunç ve şiddetli bir saldırının kurbanı olan, ölüme oldukça yaklaşan Celeste, kısa süre içinde geçmişini geride bırakarak adım adım şöhret basamaklarını tırmanarak terör trajedisinden beslenen dünyaca ünlü bir pop yıldızı olma yolunda ilerler.
 

Evrenin başlangıcını ve zamanla gelişimini modelleyen kozmolojik bir an olan büyük patlama misali, yaratılış hikayesinde anlatıldığı gibi; başlangıçta hiçbir şey yoktu.
 


Celeste gezegende parlayan bir yıldız olmadan önce küçük bir kız çocuğuydu.

Sonra Tanrı, “ışık olsun” diye buyurdu ve ışık oldu.
 


Tanrı ışığın iyi olduğunu gördü ve onu karanlıktan ayırdı. Böylece Celeste hayatın karanlığında ışığın sesi oldu.

Şöhret ve bağımlılık

Yaşanan olaydan on sekiz yıl sonrasını kadrajına alan filmin “ikinci yaratılış (regenesis)” isimli epilog evresinde 2017 yılına gelindiğinde, bir yetişkin olarak gördüğümüz Celeste artık skandallarla dolu kariyerinde neredeyse raydan çıkmış bir durumdadır.
 


Kendisini var eden kitlesel şiddete karşı duyarsızlaşmış, uyuşturucu ve alkol bağımlılığında, sinir krizinin eşiğinde bencilce sürdürdüğü yaşam tükenmişlik sendromu ve travmalarla dolu bir hayattır.

Müzik yaparak kendisini iyileştirmeyi amaçlarken onu meta haline getiren dünyaya karşı oldukça kızgındır.

Bir zamanlar aralarından su sızmayan kız kardeşi ile ilişkisi kötüleşmiştir.

Üstelik Albertine adında bir de kızı vardır. Kızı için endişeleniyorsa da onunla ilgilenecek vakti pek yoktur.
 


Altıncı albümü için çalışan ve çıkış noktasından bugüne uzanan kariyerinin bir özeti olan turne programı için hazırlık yapan Celeste’in kişisel ve ailevi pek çok konuyla ilgili mücadele verdiği ortadadır.
 


Yaşamın soğuk gerçeklerine yer veren Vox Lux; 1999’daki Columbine Lisesi katliamı, 2001’deki İkiz Kuleler saldırıları ve 2015’deki Tunus sahil beldesi katliamıyla ilgili referanslarla günümüzdeki terörizm ve Batı dejenerasyonuna dikkat çekmeye çalışsa da anlatmak istediği şey aslında çok daha kapsamlıdır. 
 


Modern bir distopyada tüm değerlerini yitirmiş bir ünlünün portresini çizen Vox Lux böylesi nihilist bir hikayenin arka planında ortalığı kana bulayan saldırılar altında büyüyen bir neslin ortaya çıktığını anlatmaktadır.
 


Kısmen uyarıcı bir masal, kısmen hayatta kalanların manifestosuna dönüşen bu kurgusal biyografi, milenyuma doğmuş kendi neslinin sözcüsü olma yolunda baskıyla kuşatılan, aşırılıklarda kaybolan bir çocuk yıldızın öfke dolu performansına dayanmaktadır.

Masumiyetin kaybı

Hassas ve kırılgan bir genç kadını acımasız bir divaya dönüştüren Amerikan kültüründeki şiddeti, kendisine sunulan teklifler karşısında kaybolan bir masumiyeti, cazibe ve tuzaklarla dolu modern dünyadaki sıkışmışlığı anlatan Corbet’in aklında, Celeste’in yaşadığı kişisel sıkıntılardan daha fazlası olduğu açıktır.
 


Film, ünlü olmanın doğası üzerine bir şeyler anlatırken politikaya, medyaya, sosyal çevreye ve gündelik hayatımızda olan bitene değinmeyi de ihmal etmemektedir.
 


Hikayenin anlatıcısı olarak varlık gösteren Willem Dafoe’nun mitler ve dini doktrinlerle ironik bir anlam kazandırdığı film pop müzik endüstrisini çeşitli yönlerden eleştirirken halkla ilişkiler olayının insanlık dışı durumunu da ortaya koymaktadır.

Pop kültür, uyuşturucu, seks, müzik incelemesi olarak dağınık bir kurguya sahip olsa da filmde tarih tekerrür ediyor.
 


Nihayetinde bir terör olayından ilham alan sanat, yıllar sonra başka bir terör olayına ilham veren bir hal alıyor.

Bununla ilgili yapılan bir basın toplantısında gazeteciler sorularıyla Celeste’yi zorlarken aslında sistemin bir kurbanı olduğu gerçeği anlayan Celeste’in tüm duygu dünyası yeniden alt üst oluyor.
 


Vox Lux belki bir şaheser değil, ama, müzik dünyasında hayranlık duyulan sanatçıların aşırılıklarla dolu abartılı dünyalarındaki perdeyi aralayarak onların bilinmeyen yaşamlarını çok güzel canlandırıyor.

Bize hayatlarımızdaki travmaların ve trajik olayların üstesinden gelerek günlük hayata devam edebilmenin önemini hatırlatıyor.
 


Ancak, filmin yoğunlaştırılmış ikinci yarısının vermek istediği bir ana mesaj varsa, o da sanırım her koşulda gösterinin devam etmesi gerektiği yönünde bir sonuç ortaya çıkıyor.

Şov devam etmeli
 


Celeste’in bir popstar olarak sergilediği kötü davranışları, annelik görevlerinde sınıfta kalması, evvelden basınla iyi olan ilişkilerinin kontrolden çıkması yıldızı her geçen gün dibe doğru sürüklüyor.

Menajeri ise onun bu gidişatını önlemek için neredeyse hiçbir şey yapmıyor. Onun ilgilendiği tek şey ruhsal çöküntüsüne aldırmaksızın Celeste’in sahneye çıkmasını sağlamak.
 


Ama zaten tüm hayatı bir performanstan ibaret olduğu için Celeste de bu durumu yadırgamıyor.

Tüm yaşadıklarından sonra sahneye çıkması bir mucize olsa da Celeste her koşulda bu gösterinin devam etmesi gerektiğini biliyor.
 


Filmin son on beş dakikası Celeste’in sahne performanslarıyla zirve yapıyor.

Bir noktada pop müzikle ilgili sevdiğim şey bu; insanların fazla düşünmesini istemiyorum, sadece kendilerini iyi hissetmelerini istiyorum.


Bu sözlerle kendini ifade eden yıldızın tüm manik depresif hali sahneye çıktığı anda son buluyor.

Sahne artık onun en güvenli bölgesi, kendini en rahat ve enerjik hissettiği bir yer oluyor.
 


Bu final, yıldızın sahne almadan önce yaşadığı olayların hiçbiri olmamış gibi kendini her şeyden soyutladığı büyüleyici bir ışık gösterisiyle sonlanıyor.
 


Jude Law, bu filmde belki de kariyerinin en zayıf performansıyla seyirci karşısına çıkıyor.

Ancak Natalie Portman oyunculuk, şarkı söyleme ve dans etme yeteneklerini ortaya çıkaran oldukça dikkat çekici bir performans sergiliyor.
 


İlk bölümde genç Celeste’yi ikinci bölümde ise Celeste’in kızı Albertine olarak seyirci karşısına çıkan Raffey Cassidy filmde hayat verdiği iki farklı karakterde de övgüyü hak ediyor.

 

* Latince’de Vox Lux ışığın sesi anlamına gelmektedir.


Haftanın diğer filmleri

Fırıncının Karısı

Murat Onbul’un yönettiği Fırıncının Karısı, kocası Mustafa'nın hali ve karakterindeki değişimden sonra kocasını takip etmeye başlayan Ferdane’nin hikayesini anlatıyor.

Naif bir kadın olan Ferdane’nin kocası fırıncı Mustafa ile sıradan bir yaşamı vardır. Maskülen ve kıskanç bir adam olan Mustafa’nın davranışlarına alışan Ferdane, bir süre sonra beklemediği durumlarla karşı karşıya kalır.

Kocasında büyük değişiklikler fark eden Ferdane, bunun geçici bir şey olduğunu düşünse de işler pek de onun düşlediği gibi değildir. Olduğunun tam aksi davranışlar sergileyen Mustafa’nın bu hali Ferdane’yi büyük bir merakın içine sürükler.

Kocasındaki bu büyük değişimin nedenini öğrenmek isteyen Ferdane, Mustafa’yı takip etmeye karar verir. Kendisine yardım etmesi için kardeşi Ramazan’ı da yanına alan Ferdane, kocası Mustafa’nın peşine düşer.

Tüm bu kargaşaya neden olan olayın açığa çıkmasıyla Mustafa, Ferdane ve Ramazan, kendilerini büyük bir maceranın içinde bulur.

Oyunbozan

Nora Fingscheidt’ın yazıp yönettiği Systemsprenger (System Crasher), hayatını sürdürdüğü sosyal hizmetlerin kendisine bulduğu her koruyucu ailenin yanından kaçan dokuz yaşındaki asi Benni’nin hikayesini anlatıyor.

Öfkesini içinde tutamayan ve sık sık saldırganlaşan 9 yaşındaki Benni için annesi çareyi onu sosyal hizmetlere teslim etmekte bulur. Ancak tek isteği annesinin yanında olmak olan Benni, sistemde kendine yer edinemez ve gönderildiği her geçici ailenin yanından öfkesi yüzünden ayrılmak zorunda kalır.

Kaldığı bakımevinden onu okula getirip götürmekten sorumlu olan Micha, bu renkli kişilikli küçük kızla çabucak bağ kurar ve insanlardan uzakta doğada olmanın Benni’ye iyi geleceğini düşünür.

Gittikleri doğa kampında Benni, hayatının en mutlu üç haftasını geçirir. Ancak gerçek hayata döndüklerinde Benni kendini yine evsiz bulunca öfkesini durdurabilecek midir?

Saka Kuşu

John Crowley’nin yönettiği The Goldfinch, annesi Metropolitan Sanat Müzesi’ne yapılan bombalı saldırıda hayatını kaybettikten sonra varlıklı bir aile tarafından evlat edinilen Theodore Decker’ın hikayesini anlatıyor.

Annesinin Metropolitan Sanat Müzesi’nin galerilerinden bir diğerine girişi, on üç yaşındaki Theo Decker’ın onu son görüşü olur. Birkaç saniye sonrasında ise bir bomba patlayarak paha biçilmez sanat eserlerini ve Theo’nun hayatını sonsuza dek paramparça eder.

Hayatını değiştiren bu trajedi, onu matem ve suçluluk, yeniden doğuş ve kefaret, dostluk ve hatta aşk ile harmanlanmış, sarsıntılı bir yolculuğa sürükler. Theo, yetişkinliğe uzanan çalkantılı ergenlik yılları boyunca, gizlice, bir tek nesneye sıkı sıkıya tutunur.

O korkunç günde kaybettiği annesiyle arasındaki yegane bağ olan bu paha biçilmez nesne, tüneğine zincirlenmiş küçücük bir kuş tablosudur: Saka Kuşu.

Sir-Ayet 2

Kayhan Başoğlu’nun yönettiği Sir-Ayet 2, lanetli bir servete konduktan sonra ölen bir adamın mezarını soyan iki arkadaşın başından geçenleri anlatıyor.

Çok zor günler geçiren ve çaresiz kalan Bilal ağa, yaptığı bir anlaşma ile lanetli bir servetin sahibi olur. Daha sonrasında pişman olan Bilal ağa bu anlaşmadan vazgeçmek ister. Ancak bu isteği Bilal ağanın ölümüne neden olur.

Aynı köyde yaşayan iki genç arkadaş, bir plan yaparak ölen Bilal ağanın gece mezarını kazarlar ve altın olan dişlerini sökerek paraya çevirirler.

Bununla birlikte gençlere ve etraflarında bulunan diğer insanlara sırasıyla lanetli servetin belası bulaşıcı bir virüs gibi sirayet etmeye başlar.

Şişman Harekat Timi

Bei-Er Bao’nun yönetmenliğini üstlenip başrolünde yer aldığı Fat Buddies, bir ajan olmak isteyen fakat fiziksel kondisyonundan ötürü bu hayaline ulaşmakta engellerle karşılaşan bir güvenlik görevlisinin hikayesini anlatıyor.

Japonya’da bir hastanede güvenlik görevlisi olan Bei-Er Bao’nun karakterinin hayalinde hep ajan olmak vardır, fakat obezite olduğundan bu hayalini gerçekleştiremez.

Bir gün çalıştığı hastaneye bir hasta gelir ve kendisine özel ajan olduğunu söyler. Fakat kendisi de obezitedir. Bunun üzerine güvenlik mesleğini bırakarak ajanlığa bürünür ve Japon mafyasına karşı savaş açarlar.

Vampir İstilası

Jeff Sinasac’ın yönettiği Red Spring, vampir istilasından bir şekilde sağ çıkan bir grup insanın, hayatta olabileceklerini temenni ettikleri yakınlarına ulaşmaya çalışmalarını konu ediniyor.

Dünya vampirlerin istilasındadır. Dünyayı talan eden vampirler, insanlığın neredeyse yok olmasına neden olur. Yaşanan bu korkunç istiladan kurtulmayı başaran bir grup insan, hayatta kaldıklarını umdukları sevdiklerini bulmak için bir araya gelir.

Grup, öncelikle kendileri için güvenli bir yer bulma arayışına girer. Korunaklı olduklarını düşündükleri bir yere sığınan grup, bir süre sonra beklenmedik durumlarla karşı karşıya kalır.

Yeti Efsanesi

Abominable, çatılarında bir Yeti ile tanışan genç Yi ve arkadaşlarının Şangay sokaklarından Himalaya’nın zirvelerine kadar uzanan macerasını anlatıyor.

Genç Yi Şangay’daki apartmanının çatısında genç bir Yeti’yle karşılaşır. Haylaz arkadaşları Jin ve Peng ile birlikte ona “Everest” adını verirler ve sihirli yaratığı dünyanın en yüksek noktasında ailesiyle buluşturmak için efsanevi bir yolculuğa çıkarlar.

Fakat üç arkadaşın Everest’in evine gitmesine yardım etmek için Yeti’yi yakalamaya çalışan bir zengin olan Burnish ile zoolog Dr. Zara’dan bir adım önde olmaları gerekmektedir.
 

 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU