Düzenlemede sınırları doğru belirlemek…

Prof. Dr. Sadi Uzunoğlu Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: AA

Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) 17 Eylül’de resmi bir açıklama yaptı:

Kurumumuz tarafından yapılan güncel mali bünye değerlendirme çalışmaları neticesinde bankacılık sektöründe takip hesaplarına aktarılması gereken, ağırlıklı olarak inşaat ve enerji sektörlerine kullandırılmış, toplam 46 milyar Türk Lirası büyüklüğünde kredi tespit edilmiştir.

İlgili bankalara 2019 yıl sonuna kadar söz konusu krediler için gerekli sınıflama değişikliklerinin yapılması ve beklenen kredi zarar karşılıklarının ayrılması konusunda bildirimde bulunulmuştur.


Bu açıklama ile birlikte; bankaların sermaye yeterliliğinin yüzde 18,2’den 17,7’ye gerilediği; kredilerin takibe dönüşüm oranın da yüzde 4,6’dan yüzde 6,3’ler düzeyine yükseldiği belirtildi.

Bankaların batık kredileri de 2019 Haziran’da 116 milyar lira iken Temmuz’da 162 milyar liraya yükseltilmiş oldu.

Bankalar ticari kurumlardır. Dolayısıyla kârlılık gibi hedefleri vardır. Ancak faaliyet alanları oldukça riskli olduğu ve yaşayabilecekleri bir sıkıntının ekonominin geneline hızla yayılacağı bilindiğinden bankaların belirli bir düzen ve güven sınırı içinde çalışması istenir.

Güven sadece bu kurumların denetlenip düzenlenmesinden değil şeffaflıktan da beslenir. BDDK bunun için de vardır.

Bankaların aktif kalitesi yani kredilerinin sağlamlığı sektör açısından en önemli güven göstergesidir.

Bankaların denetim raporlarından ve Meclis’te son torba yasası tartışmalarından takip ettiğimiz kadarıyla bankaların yeniden yapılandırdığı önemli miktarda “yakın izlemede” bulunan kredileri var.

Hiç kuşkusuz bu kredilerin bir bölümü destek verildiğinde sürdürülebilir ancak bir bölümünün sürdürülebilirliği yoktur.

Nitekim BDDK bakmış ve bu durumda olanların belki bir bölümünü “tespit” etmiş…

Bir firmanın faaliyet gelirleri; bırakın ana parasının bir bölümünü, borç faizlerini vadesinde ödemeye yetecek durumda değilse “ponzi” şirket haline gelmiştir.

Bu şirketler sürekli borçlanmak ya da varlık satmak zorundadır. Bu tür şirketleri daha fazla borçlandırma yerine tasfiye etmek; hem söz konusu sorunlu şirketin faaliyet gösterdiği sektör hem de bankacılık sektörü açısından sağlıklıdır.

Çünkü bu tür firmalar her iki sektörü de sorunlu hale getirir.

Yaklaşık 10 yıllık süreçte aşırı borçlanarak yatırım yapmış ve sorunlu hâle gelmiş firmaların “yeniden yapılandırmalar” ile ayakta tutulmaya çalışılması piyasa disiplinini bozmuş; verimlik ve rekabet sekteye uğramıştır.

Ekonomi politikası aslında bir “dengeleme” sanatıdır. Devletin müdahalesinin nereye kadar olacağının sınırlarının çizilmesi bu sanatın icrası açısından önemlidir.

Verimlilik ve özgürlüğü koruyarak hastalıklarla mücadele mümkündür.

Ekonomi politikası “makro” açıdan toplam arz ve talebi dengeleme rolü üstlenebilir.

Toplumsal katmanların üretimden alacakları “pay” dağıtımını dengeleyebilir. Ancak batık firmaların çalışmasına izin vererek “kazanan ve kaybedeni” seçmemelidir.

Bu ayıklanma piyasa disiplini içinde “üretici ve tüketicilerin“ özgür kararları ile yapılır.

Böylece verimli çalışmayan, kaliteli üretim yapmayan, piyasa işleyişini bozan “çürük elma” kasadan kendiliğinden ayıklanmış olur.

Geçen haftalarda TCMB tarafından yayınlanan zorunlu karşılıklarla ilgili bir düzenleme yapıldı:

Kredi büyümesi oranı Zorunlu Karşılıklar Hakkında Tebliğ’de belirlenen referans değerler arasında olan bankalar için Türk lirası cinsinden tesis edilen zorunlu karşılıklara uygulanacak faiz/nema oranı yüzde 15, diğer bankalar için yüzde 5 olarak dikkate alınır.


Bunun anlamı şu: Eğer bir bankanın kredi büyüme oranı yüzde 10-20 aralığında ise daha az zorunlu harşılık tesis edecek ve daha fazla zorunlu karşılık getirisi alacak. 

Kamu otoritesinin bu kadar detaylı müdahalesi bankaların aktif-pasif yönetimini etkisizleştirirken, daha fazla risk almasına neden olabilir.

Bir banka ekonomik ortam nedeniyle, verdiği kredilerin dönmesinde sürekli sorunlar yaşıyorsa kredi verme konusunda daha seçici davranmak isteyebilir.

Aktif kalitesini korumaya çalışan bankaya “Daha fazla kredi ver” demek “Çürük elmaları kasanda tutmaya devam et” demekle aynı anlamı taşır.

Sağlam kalmaya çalışan cezalandırılmış daha fazla kredi verip risk alan da ödüllendirilmiş olur. 

Bundan başka değiştirilen bankacılık zimmet düzenlemesiyle batık kredi vermek ve sürdürmek suç olmaktan çıkartılmıştır.

Denetleme ve şeffaflık sağlama tamam, ama düzenleme fonksiyonunda bu denli detaylarlara yönelme bankaların işleyiş mekanizmasını etkisizleştirirken rekabet ortamını da bozucudur. 

Yok eğer ekonomi sıkıntıda, bankalar ellerini taşın altına koysun deniyorsa, bankaların güvenilirliğini sarsmamak için gerekli ortamın hazırlanmış olması gerekir.

Kamu yerinde ve zamanında müdahale ile ekonomide “ponzi” haline gelmiş olan kredileri tasfiye etmiş olsaydı bu müdahale “makro ekonomi” açısından anlamlı ve etkili olabilirdi.

Bankalar sağlam firmalarla yollarına devam eder; verilen krediler de tekrar borç ödemesinde kullanılma yerine ekonomik faaliyetlerin canlanmasında kullandırılmış olurdu.

 

 

* Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU