Karakoldan insan manzaraları

Hakan Gülseven Independent Türkçe için yazdı

Geçenlerde bir karakolun nezarethanesinde yaşadıklarımı anlatmak istiyorum bugün.

Hapse girme maceramı çok uzatmamak için bunu ayrı anlatayım dediydim...

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Efendim, biliyorsunuz, kimi zaman yolda yürürken, hiç tanımadığınız resmi ya da sivil Emniyet mensupları size usulca sokulur ve "merhaba" der.

GBT denen uygulamaya TC kimlik numaranızı yazarlar ve aranma piyangosu çıkmışsa karakoldan Adliye'ye kadar uzanan zorlu etabınız başlar.

Özellikle geceleri bekçiler bu kimlik denetimini çok heveskar bir halde yapıyor.

Polisler kadar önemsenme isteğinden midir, pirim mi alıyorlar, bilemedim.

Zaten bu bekçilik müessesesi yeniden niye getirildi memlekete, onu da anlamış değilim.

Hayır, "bekçi" ismini de beğenmiyorlar, kendilerine "Gece Kartalları" densin istiyorlarmış, biz ne yapalım, geceleri Batman kılığında mı dolaşalım, bilemedim.

Neyse işte, bir süre önce gece sakin sakin evime giderken bir "Gece Kartalı" bana yanaşıp kimliğimi istedi. Çıkarıp verdim.

Bingo!

2013 yılında yazdığım bir yazıdan dolayı hapis cezası vermişler, o da para cezasına çevrilmiş, neticede hakkımda arama çıkmış.

Gecenin bir yarısı kelepçeleri taktılar, önce bir karakola, ardından sabaha kadar konaklayacağım bir diğerine götürdüler.
 


Filmlerden aşina olduğunuz parmaklıklı, 3 metreye 3 metre kadar bir hücre düşünün.

3 duvara dayalı 3 tahta bank mevcut.

Beni getirdiklerinde hücrede 2 kişi vardı. Karşılıklı tahta banklara uzanmışlar, öyle yatıyorlar.

Ben gelince kafalarını kaldırdılar tabii. Selam verdim. Tam anlaşamadık. Biri İranlı, diğeri Filistinli 2 genç arkadaş...

Yan hücrede de 6 Faslı kadın vardı. Anladığım kadarıyla bir kısım fuhuş mevzuu dönmüş.

Yani 2 hücreli ufacık nezarethanemizde fevkalade enternasyonal bir manzarayla muhatabız.

Aslında ben gençken enternasyonalizmi böyle hayal etmiyordum ama insan umduğu ile değil bulduğuyla yetinmesini öğreniyor neticede.

İranlı arkadaş neden oradaydı, tam olarak anlayamadım; Türkçe de bilmiyordu, İngilizce de.

15 gündür orada tutuluyormuş, tahta bankın üzerinde öylece yatıyor gariban.

Gerçi bize göre durumu daha iyiydi. Hücrede kıdemli olduğu için battaniyesi vardı. Üstelik battaniye standartlara göre temizce görünüyordu.

Nezarethanelerde genellikle battaniye bulunur ama önce almak istemezsiniz. Çok fena kokarlar çünkü.

Eğer hava soğuksa sonunda teslim olur, her koşulda uyuyabilen biriyseniz, kokuya alışma süresi sonunda biraz uykuya dalarsınız.

Allah'tan hava çok soğuk değildi de bu sefer memurlarla bir battaniye görüşmesi yapmak zorunda kalmadım.

Filistinli gençte ise ince, pike gibi bir şey vardı.

Neden mi oradaymış? Üzerinde reçeteyle satılan haplardan bulunmuş. Ayrıntısına girmedim. Zira sabaha epey var, ne kadar uyusak kâr.

Parmaklıkların tam karşısındaki boş banka da ben uzandım. Kafamı kolumun üzerine koydum muydu illa ki uyurum.

Gerçekten de daldım gittim.

Lakin nezarethanenin "müşterileri" henüz bitmemişti. 1-2 saat sonra başka bir genci getirdiler.

Önce, "Bu da mı yabancı?" diye düşündüm, polislerle olan konuşmaları tam anlaşılmıyordu.

Bizim hücreye attıklarında anladım ki amiyane tabirle kafası güzel olduğu için dili dolanıyormuş.

Hiç ses etmedim, uyumaya çalışıyorum ama bir yandan da sadece 3 bank var, biz 4 kişi olduk.

Neyse, son gelen vatandaşımız Filistinlinin ayak ucuna ilişti, sonra yavaş yavaş kendine orada bir yer açtı, uykuya daldı.

Uykusunda biraz debelenip bağırıyordu. Bizim Filistinli huylandı, pikesini alıp parmaklıkların önündeki boşluğa serdi, sırt üstü yatıp ayaklarını parmaklıklara dayadı.

Ama betonun soğuğu ilk gece insanı uyutmaz. Tekrar uykuya dalmasam nöbetleşe paylaşırdık benim bankı ama dalıp gitmişim. Gariban da sabaha kadar dolanmış öylece.

Sabah kaldırdılar bizi, Filistinlinin haline üzüldüm.

Sonradan gelip bankı işgal eden gence, "Sen de İsrail gibi çıktın yalnız ha!" dedim, "Önce bankın ucuna oturdun, sonra ufak ufak yerleşip sonunda adamı kovdun!"

Bizimkinin çok hoşuna gitti bu benzetme. Adliye'ye de beraber götürdüler bizi, yol boyunca, "İsrail gibiyim di mi abi?" deyip deyip güldü.

Bir de niye yakalandığını anlatıyor ama ben anlayamıyorum. Hikâyede aslında onunla ilgisi olmayan hırsızlıklar, uyuşturucu vakaları var ama sanırım devlet, mahkemeler, herkes onu yanlış anlamış.

Ben de laf uzamasın diye anlattıklarına kafa sallayıp durdum.

Adliye'den önce Nişantaşı karakoluna uğradık. Oradan 19-20 yaşlarında, su gibi güzel, sarışın, mavi gözlü bir kızı yanımıza eklediler.

Üstü başı gayet düzgün. Arada ağlıyor garibim. Kötü oldum, kızım geldi aklıma.

Böyle durumlarda insan soramıyor da ne ettiğini, neden yakalandığını falan...

Sonradan Adliye nezaretinde polisler kendi aralarında konuşurken duydum: Ünlü bir markanın Nişantaşı'ndaki bir alışveriş merkezinde bulunan mağazasından giysi çalarken yakalanmış...

Vicdansızlar. Ufacık kız bu. Biraz nasihat etseniz, hadi yetmedi, biraz korkutup bıraksanız sermayeniz mi eksilecek?

Adliye'deki en dip katta savcılığa, hakime falan çıkarılmadan önce "dağıtım merkezi" gibi işleyen bir büyük nezarethane var.

Orası mahşer yeri gibi. Kuştepe'den epey genci toplayıp getirmişler. Gasp var, kavga var, bir "suç potporisi" var ortada.

Mecidiyeköy'den alınan eli yüzü düzgün bir genç, "Beni siber suçlara çıkaracaklarmış. İnternette bahis falan oynuyorum, başka bir şey gelmiyor aklıma" diyor.

Haftada 2 gün çalıştığı bir "iş"i var. Bahisle, online casino ile para kazanmaya çalışıyor işte, ne yapsın?

Peki, bütün bunları niye anlattım size?

Yıllardır yazdıklarımın özeti niyetine...

Bu memleket çürüyor ve hızla çöküşe doğru sürükleniyor.

Gençlerin gözünde umut kalmamış. Gelen göçmenlerin hali de perişan.

Sokakları fuhuş, uyuşturucu, hırsızlık sarmış. Biçare göçmenler bunun bir parçası olmuş.

İşsiz gençler kumara dadanmış. Kimisi köşelerde torba tutuyor.

Gencecik kızlar üzerlerinde marka giysiler olsun, internette gördükleri makyaj malzemeleriyle suratlarını boyasınlar diye mağazalardan hırsızlık yapıyor.

Zengin arkadaşlarının yanında eksikli kalmasınlar, Instagram'a güzel kıyafetli fotoğraflar koyabilsinler diye...

Dahasını da yapabilirler.

Babaları emekli maaşıyla alamaz ki o "marka" giysileri...

İç parçalayıcı bir manzara...

Ve her gün, her gün bitmeyen bir döngü...

Dedim ya, Adliye'nin mahzenindeki o nezarethaneler mahşer yeri gibi.

Binlerce genç girip çıkıyor, acayip bir devridaim...

Gençliği çürüyen bir toplumun geleceği olabilir mi?

Ne yazık ki durum bu...

Ha, bütün bu manzaranın içine kendimi koymayı unuttum.

Adliyelerdeki o çılgın devridaimin içinde tüm bu olup biteni ve tabii Saray'ın bu manzaradaki sorumluluğunu bıkmadan usanmadan anlatmaya çalışan bizler de varız.

Ne yapalım, coğrafya kaderse, biz de kaderimizi yaşıyoruz işte, anlatmaktan vazgeçmeden...

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU