Türkiye ve Suriye’nin geleceği

Prof. Dr. Fuat Keyman Independent Türkçe için yazdı

Ankara'daki Türkiye-Rusya-İran Üçlü Zirvesinden bir kare / Fotoğraf: iletisim.gov.tr

16 Eylül’de Ankara’da, Erdoğan-Putin-Ruhani Suriye için beşinci kez buluştular.

Beşinci “Astana Toplantısı”nın odağı, İdlib sorunu, Suriye’deki gelişmeler, ve savaştan yıkılmış bu ülkenin geleceğiydi.

Suriye meselesinin Türkiye’ye yarattığı riskler, güvenlikten mülteciler sorununa, devlet bekasından kutuplaşmanın derinleşmesine kadar uzanan bir yelpazede giderek artıyor.

İdlib sorunu Türkiye için, zaten taşımakta giderek zorlandığı mülteci krizinin daha da yaygınlaşması ve derinleşmesi; terör ve güvenlik sorunlarının daha da artması ve ülkedeki toplumsal uyum ve düzen sorunlarının katlanması anlamına geliyor.

Bu anlamda, Türkiye için Suriye’de çatışma ortamının sona erdirilmesi ve çatışma-sonrası döneme girilmesi, mültecilerin gönüllü olarak ülkelerine dönmelerinin sağlanması ve olasılı terör saldırılarının engellenmesi açısından ivedi öneme sahip.  

Erdoğan-Putin-Ruhani görüşmesinden önce Cumhurbaşkanı Erdoğan, İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’yle bir araya geldi.  

Bu önemli görüşme, hafta sonu, Suudi Arabistan’da petrol rafinelerine yapılan ve dünya petrol tarihinin en büyük saldırısı niteliğindeki saldırıyla kritik önem kazandı.

Körfez Savaşlarında bile bu tür bir saldırı yapılmamıştı.

Astana toplantısı, Suudi Arabistan’a yapılan saldırının gölgesi ve endişesi içinde yapıldı.

Suudi petrol rafinelerine yapılan saldırı bize, Ortadoğu’da ne kadar tehlikeli bir sürecin yaşadığını; ne kadar “risk ve belirsizlik derecesi yüksek bir bölgesel türbülans”tan geçtiğimizi de gösterdi.

Suudi Arabistan’ı merkezinden vurmak

Hafta sonu Suudi Arabistan petrol rafinelerine silahlı insansız hava aracı (SİHA) yoluyla yapılan saldırı önemli ve meydan okuyucu nitelikteydi.  

Suudi Arabistan’ın günlük varil üretiminin 10 milyon varil olduğunu hesaba kattığımızda, SİHA ile bombolanan rafineri günde 6 miyon varil üreten, dolayısıyla günlük üretimin yüzde 60’ını yapan rafinireydi.  

Saldırı, diğer bir değişle, en güçlü ve merkez konumundaki rafineriye yapıldı.

Rafinenin bilinçli seçildiğini söyleyebiliriz: Suudi Arabistan’ı merkezinden, petrol altyapısının kilit niteliğindeki noktasından vurdular.

Saldırı sonucunda sadece petrol fiyatları Körfez Savaşı’ndan bugüne en büyük oranda artış göstermedi; aynı zamanda, saldırılan rafinerin merkezi ve kilit konumu ve Suudi Arabistan’ın böyle bir rafineyi koruyamaması temelinde de, uluslararası piyasalar ve toplum içinde, “petrolün güvenirliği” açısından ciddi endişeler yarattı.  

Her ne kadar saldırıyı Yemen’den “Husiler” üstlendiyse de onların bu tür bir saldırıyı gerçekleştirme kapasitesi ve iyeliği yok. 

Yemen’in, Suudi Arabistan-İran arasında yaşanan “vekalet (proxy) savaşı”nın geçtiği yer olduğunu düşünürsek, saldırının İran tarafından yapıldığı hemen Suudların birinci müttefiki Amerika tarafından açıklanması süpriz olmadı.  

ABD Dişişleri Bakanı Mike Pompeo, İran’ı saldırıdan sorumlu tuttu.  

Başkan Trump, “Saldırıyı yapan zanlıyı biliyoruz ve karşı atışa hazırız” açıklamasını yaptı.

İran, suçlamaları reddetti ama ABD, Batı’daki müttefikleri ve Suudi Arabistan gözünde saldırıyı yapan aktör olarak kalacaktır.  

SİHA saldırısının kesin sonuç alması, bir taraftan Suudi Arabistan’ın güvenlik alanındaki zayıflığını, kapasite eksikliğini ve saldırılara karşı kırılganlığını gösteriyor; diğer taraftan da ve daha önemli olarak, Suriye ve Ortadoğu’nun geleceğinin iç içe ve bağlantılı olduğunu ve bölgede “risk ve belirsizlik” faktörlerinin çok etkili olduğu bir dönemden geçtiğimizi bize hatırlatıyor.

SİHA’nın Yemen’den bile geldiği şüpheli.

Yapılan saldırının tek seferlik mi yoksa bir saldırılar sürecinin başlangıcı mı olduğu belli değil.

İran’ın saldırının sorumlusu olarak görülmesiyle “İran meselesi”nin kızıştığı bir durumla karşı karşıyayız.  

Gelişmelerin çok tehlikeli olduğu şüphesiz.

Endişeyle izlemeye devam edeceğiz.

Suriye’nin geleceği

Suriye meselesinin Türkiye için yarattığı çok boyutlu ve büyük riskler devam ediyor.  

Bu meselenin bugünkü odağı İdlib.  

İdlib demek:

Rusya ve İran’dan farklı olarak, Türkiye için, oradaki askerlerimizin can güvenliğine karşı tehlikenin artması demek;

Türkiye-Suriye ordularının karşı karşıya gelebilmesi demek;

Terör örgütleri üyelerinin ölümden kaçan insanlara karışarak ülkemize girmeleri demek;

Daha fazla mülteci ve mülteci krizinin taşınamaz boyutlara ulaşması demek.

İdlib’in kontrol altına alınması Türkiye’yi, Rusya ve İran’dan çok daha fazla ilgilendiriyor.

Türkiye, Suriye’de toprak bütünlüğünü ve çatışma-sonrası döneme geçilmesini istiyor.  

Ama Suudi Arabistan’a yapılan SİHA saldırısı gösterdi ki, Ortadoğu ve Suriye’yi hegemonya, iktidar, çıkar ve güç mücadeleleri şekillendiriyor.  

Suudi Arabistan’a saldırı üzerine liderler arası ikili görüşmeler ve Suriye üzerine Beşinci Astana toplantısı, Erdoğan-Putin-Ruhani görüşmesine kritik önem kazandırdı.

Suriye meselesinden ve bölgesel türbülanstan en fazla etkilenen Türkiye, hem Amerika-Rusya, hem de Suudi Arabistan-İran ilişkilerinde sıkışmış durumda.   

Türkiye’nin Suriye’nin geleceğine bakışı ne Amerika ne de Rusya ile tam olarak kesişiyor.

Amerika ve Rusya, Suriye ve bölgeye kendi çıkarları ve hegemonyaları içinden bakıyorlar. 

Bu bağlamda, Beşinci Astana Toplantısı önemliydi; fakat Türkiye, ne İdlib ne de Suriye meselesinde istediği sonucu tam olarak alamadı.

Gelecek hafta New York’ta Birleşmiş Milletler Genel Kurulu var. Orada da aynı konular üzerine Türkiye-Amerika ve Erdoğan-Trump görüşmeleri yapılacak. 

Suudi Arabistan’a saldırı hakkında daha fazla bilgiye sahip olacağız. 

Bölgedeki riskli ve korkutucu gelişmeleri izlemeye ve konuşmaya devam edeceğiz.

 

* Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU