Futbola yabancı

Emre Sarıkuş Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: AA

Bilenler bilir, Shane Meadows’un ses getiren filmi This is England’da çarpıcı bir 80’ler İngilteresi gözler önüne seriliyor. Falkand Savaşı’nda babasını kaybetmiş ve ergenliğinin başında olan Shaun “İngiltere sadece beyaz İngilizlere aittir” diyen bir Nazi olan Combo’nun tuzağına düşüyor. 

Combo ve arkadaşları Shaun’u da aralarına alarak aşırı sağcı National Front Party’nin (Britanya Ulusal Cephesi) toplantılarına katılır, Pakistanlılara ait dükkânları yağmalar. Siyahlara ve Asyalılara savaş açmışlardır. 

Henüz izlemeyenler için filmin sonundan bahsetmeyeceğim ancak 80’ler İngilteresi’nde iyice açığa çıkan ırkçılık, o dönem futbol sahalarında İngiliz tarihinin en iyi futbolcularından biri olan John Barnes’a muz atılmasına kadar gitmiştir.

1966’da Bobby Moore’un kraliçenin elinden aldığı kupadan beri dünya kupası ya da Avrupa şampiyonası kazanamayan ve bunu büyük bir toplumsal travma olarak kabul eden İngilizler, zaman içinde bunun sorumlusu olarak lige gelen yabancı oyuncuları gördüler. 

Uzun topa dayalı tutucu İngiliz futbolunun yılmaz savunucularından olan menajer Neil Warnock, 2005’te BBC’deki köşesinde yazdığı bir yazıda yakın zamanda İngilizlerin ve Avrupa’daki birçok ülkenin yabancı oyuncularını sınırlamak zorunda kalacağına inandığını söylemişti.

Hatta Warnock’un yakın dostu menajer Sam Allerdyce da “Soyunma odasında 10 farklı milletten futbolcuya sahip olup da takım ruhunu nasıl oluşturabilirsiniz?” diyerek yabancı oyunculara sınırlama getirilmesi gerektiğini savunmuştu.

Simon Kuper ve Stefan Szymanski’nin birlikte kaleme aldığı Futbolun Şifreleri isimli kitapta Euro 2008’e katılma fırsatını kaçıran İngiltere’nin o dönem Premier Ligde çok sayıda yabancı oyuncu oynatılmasından dolayı bu başarısızlığı yaşadığına inanan önemli figürlerden bahsediyorlar.

Kitapta o günlerde yalnız takımın orta sahadaki yıldızı Steven Gerrard’ın değil, Manchester United’ın menajeri Alex Ferguson'un, FIFA Başkanı Sepp Blater'in ve UEFA Başkanı Michel Platini’nin de benzer açıklamalar yaptıkları hatırlatılıyor.

Hatta Michel Platini’nin “Benim felsefem kulüplerin ve ülkenin kimliğini korumak üzerine kurulu. Manchester United ve Liverpool birbirlerine karşı Manchester ve Liverpool bölgesinden oyuncularla mücadele etmeli. Ama artık İngiliz futbolcularınız yok denecek kadar az” sözü oldukça dikkat çekici.

Bir milli takımdaki sorunu o milli takımla alakası olmayan yabancı oyunculara yönlendirmenin temelinde İngiliz futbolcuların ligde çok az süre almasına yönelik eleştiriler vardı.

“Genç bir İngiliz ligde oynamadan nasıl gelişebilir?” ya da “Milli takıma faydalı olabilecek bir seviyeye nasıl ulaşabilir?” sorularını soranlar bu İngiliz oyuncuların -hiçbir ciddi rekabete girmeksizin- ülkenin en üst liginde direkt oynamaları gerektiği düşüncesini de savunmuş oluyorlardı.

Kuper ve Szymanski’nin dediği gibi:

Mantık, yabancı işçiler onların yerini aldığı için kendi işçilerimizin şans bulamamasıyla aynı mantık.

Yani arkadaşlarına “Bir Pakistanlının para kazandığı ülkemizde biz neden 2. sınıf vatandaşız?” diyen National Front Party üyesi Combo’nun düşünceleriyle neredeyse aynı… 

İngiltere özellikle son 10 senede bu konuda aşama kaydetti.

Şimdi iyi bir jenerasyon var ve son dünya kupasında bir yarı final gören milli takımı bu jenerasyondan oyuncular temsil etti.

Sorunun ligdeki yabancılar olmadığı da kabul görmüş gözüküyor.

Yabancı futbolcularla ilgili en büyük sıkıntı, muhtemel bir Brexit uygulamasının yaratacağı bürokratik kaos ve sonrasında ligi etkileyecek belirsizlikler…

Türkiye’de de yıllardır süregelen yabancı tartışmaları neredeyse tamamen aynı eksende yaşandı.

Özellikle de bu sene, hem de Türkiye’nin yurt dışına çok sayıda futbolcu ihraç ettiği bir dönemde, yabancı oyuncuların ligde daha fazla süre almasından rahatsızlık duyan hem federasyon hem de kulüp yetkilileri konuyu hamasi reflekslerle açıklama gereği duydular.

Federasyon Başkanı Nihat Özdemir Özdemir bazı takımların sahaya 11 yabancı ile çıktığını söylerken konuyu seremonide İstiklal Marşı okunurken bir tane Türk oyuncu olmamasına kadar getirdi.

Yine sayıyı fazla bulan Milli Takım Teknik Direktörü Şenol Güneş “Ne zaman ki Avrupa Birliği’ne gireriz o zaman yabancı sınırı olmaz” açıklamasını yaptı. 

Rizespor Başkanı Hasan Kartal ise Albert Camus’nun ‘Yabancı’ 2 kitabında söylediği “İnsan bilmediği şeyler hakkında daima abartılı düşüncelere kapılır” sözünü doğrularcasına “Ne zaman ki bir kulüp başkanının soyunma odasında ne dediğini futbolcular anlar, o zaman Türk futbolu kurtulur” diyerek aslında hiç girmemesi gereken soyunma odasında Türkçe konuşan oyuncularla bir kurtuluş reçetesi yazdı. (Rizespor Beşiktaş ile 1-1 berabere kaldığı maçta sahada 9 yabancı bulundurmuştu.)

Birbirinden tuhaf bu üç açıklama ülke futboluna yarar getirecek bir çözümden son derece uzak olmakla birlikte bir insanın bir şeyi yanlış ya da kusurlu bulmasının nedenini açıklamak için neden mantıklı bir sebebe, delile ya da iddiaya sahip olması gerektiğini hatırlatıyor.

Ve bu üç açıklamanın her biri futbolun en önemli gücünü yok sayıyor: Evrensellik.

Futbol evrensel bir oyundur. Milletler, ırklar, etnisiteler üstü bir oyun...

Vize ülkeler arasındaki sınırlarda olsa da, saha içi ile saha dışını ayıran çizgi için en belirleyici şey hak edenin saha içinde yer almasıdır.

Oyunda yer almanın şartı çalışmak, koşmak ve belli bir kaliteye sahip olmaktan fazlası değil. 

Ancak Türkiye’de yabancı sınırı isteyenler yabancı oyuncuyu getirince “hak etmese de oynamak zorunda” algısına sahipler.

Böyle bir şey yok.

Ama diyelim ki bu doğru ve hak etmeyen yabancı oyuncular hak eden yerli oyunculardan daha fazla saha sahada yer alıyorlar.

O zaman hak edene sahada yer vermeyen kişileri, kurumları değiştirmek gerekmez mi?

Yabancı sınırı istemek bu durumda eşitsizliğin yeniden üretilmesinden başka bir anlam taşımıyor.

Yabancı sınırlaması getirilsin diyen zihniyete sahip birçok yönetici ve teknik adam 17 yaşında bir oyuncuyu A takımlarda oynatmanın erken olduğunu düşünüyor.

Altyapıdan gelen oyunculara güvenmeyerek günü kurtarmak için sadece maç tecrübesi olan yaşlı oyuncuları tercih ediyorlar.

Bu bilinen bir gerçek…

Bugün altyapılarda A takıma çıkmayı bekleyen yüzlerce genci U21’lere atıp onları orada âtıl duruma getirenler, yani onlara o rekabet şansını vermeyenler yabancı futbolcular değil.

Bu şansı vermeyenler vizyonsuz yöneticiler, günü kurtarmak isteyen teknik adamlar ve kulüpleri bir hortumlama alanı olarak gören feodal ağları kuvvetli yerli menajerler… 

Hamaset “bir zamanlar” tutardı.

Ama futbol öyle bir oyun ki kendini geliştirmeyenleri, vizyonu olmayanları, günü kurtarmaya çalışanları er ya da geç açığa çıkarıyor.

Futbol onu oluşturan her unsuruyla, en başta sahadaki oyuncularla evrensel bir oyun ve seyirci her şeyin farkında…

 

1 Simon Kuper & Stefan Szymanski, Futbolun Şifreleri (İthaki Yayınları)
2 Albert Camus, Yabancı (Can Yayınları)

* Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU