Doğal afetlerin gölgesinde ceza hukuku: Türkiye'de depremlerden kaynaklanan kayıplarda cezai sorumluluğa bir bakış

Prof. Dr. Caner Yenidünya Independent Türkçe için yazdı

6 Şubat 2023 depremlerinde 4 milyondan fazla bina hasar gördü / Fotoğraf: Reuters

İçerisinde bulunduğumuz 1-7 Mart tarihleri ülkemizde "deprem haftası" olarak belirlendi.

Bu tarihlerde depreme karşı farkındalık oluşturulması, alınacak önlemlerle depremin olumsuz etkilerinin sınırlandırılması, deprem öncesi ve sonrası doğru davranış kodlarının topluma aktarılması, deprem kültürünün oluşturulması adına etkinlikler düzenlenmesi hedeflendi.  

Deprem, fay hattı adı verilen yerkabuğundaki kırılgan özelliğe sahip levhaların sıkışma, gerilme veya bükülme altında kırılmasıyla oluşan ve yeryüzünde sarsıntıya yol açan bir doğa olayı.

Bu yönüyle doğal afet olarak nitelendirilen depremden kaynaklanan can ve mal kayıplarının ceza hukuku yönünden nasıl değerlendirileceği sıklıkla tartışılan konulardan biri. 

Sel, heyelan, fırtına, çığ düşmesi ve deprem gibi doğa olaylarına muhatap olan insanların bu durumu kaderin bir cilvesi olarak değerlendirmesi alışageldiğimiz bir reflekstir.

Ancak doğa olaylarının etkilediği alanlarda insanoğlunun çevreye ilişkin tasarruflarının irdelenmesi ve gerçekleşmesi muhtemel afetlere ilişkin ne gibi önlemler alındığının araştırılması, güvenlik içinde yaşama hakkına sahip bireylerden oluşan bir toplumun temel ödevlerinden biri.

Maalesef ülkemiz doğa ile uyumlu yaşamak yerine onunla mücadele etme seçeneğini tercih eden bir yönelime rant adına yenik düştü ve düşüyor. 

Geçen günlerde tekrar hafızalarımızda canlanan 6 Şubat 2023 depremi sonrasında yaşanan kayıplarımız da bu sorunun bir örneğidir.

Fay hatları üzerine inşa edilen yahut mevzuata uygun yapılmayan, doğru malzeme kullanılmayan binaların yıkılması sonucunda gerçekleşen kayıpların sorumlularının tespiti, yargılanması ve cezalandırılması bu dramların tekrar tekrar yaşanmaması için elzem.

Ancak sadece son 50 yıla göz attığımızda gerekli dersin alınmadığı, sorumluların üzerine caydırıcı, sorunun üzerine de yaşam güvenliğini esas alan vakur devlet yaklaşımı ile bütüncül olarak gidilmediği kabul edilmeli.


Türkiye'de büyük depremler, yaşanan kayıplar ve çıkarılacak dersler

Son 50 yılda Türkiye'de 6 şiddetinin üzerinde can ve mal kaybına yol açan pek çok deprem meydana geldi.

Ülkemizde yaşanan, binlerce vatandaşımızın ölümüne yol açan ve çok sayıda binayı kullanılamaz hale getiren büyük depremleri aşağıdaki gibi özetleyebiliriz:

  • 06 Eylül 1975 tarihinde Lice Diyarbakır'da 6.6 şiddetindeki depremde 2 bin 385 vatandaşımız ölmüş, 8149 bina yıkıldı.
     
  • 24 Kasım 1976 tarihinde Van Muradiye'de meydana gelen 7.5 şiddetindeki depremde 3 bin 840 vatandaşımız vefat etti, 9232 bina hasar gördü. 
     
  • 13 Mart 1992 tarihinde Erzincan'ı etkileyen 6.8 şiddetindeki deprem, 653 vatandaşımızın ölümüne, 8 bin 57 binanın hasar görmesine sebebiyet verdi. 
     
  • Halihazırda halen hafızalarımızda bulunan 17 Ağustos 1999 tarihinde İstanbul, Gölcük/Kocaeli, Sakarya, Düzce ve Yalova'yı etkileyen 7.8 şiddetindeki depremde 18373 can kaybı yaşandı, 236 bin 866 bina hasar gördü. 17 Ağustos depreminden etkilenen Düzce'de 12 Kasım 1999 tarihinde 7.5 şiddetinde gerçekleşen depremde ise 763 can kaybı yaşandı, 35 bin 519 bina hasar gördü. 
     
  • 08 Mart 2010 tarihinde Başyurt-Karakoçan Elazığ'da gerçekleşen 6.1 şiddetindeki depremde 42 vatandaşımız hayatını kaybetti.
     
  • 23 Ekim 2011'de Van'da 7.2 şiddetinde meydana gelen depremde 644 vatandaşımız vefat ederken, 17 bin 5 bina da hasar gördü.  
     
  • 24 Ocak 2020'de Sivrice Elazığ'da 6.8 şiddetindeki depremde 41 kişi hayatını kaybetti, 1631 kişi yaralandı, 263 bina yıkıldı, 7 bin 698 bina da ağır hasar aldı.
     
  • 30 Ekim 2020 İzmir Seferihisar ilçesi yakınlarında meydana gelen 6.6 şiddetindeki deprem sonucu 113 vatandaşımız hayatını kaybetti, 1035 vatandaşımız yaralandı, 985 bina hasar gördü.
     
  • Ve 6 Şubat 2023 tarihinde Kahramanmaraş, Adıyaman, Malatya, Hatay, Adana, Osmaniye Diyarbakır, Şanlıurfa, Gaziantep, Kilis ve Elazığ illerini etkileyen 7.7 şiddetindeki depremde 53 bin 537 kişi hayatını kaybederken, 115 bin 353 kişi yaralandı. Bölgede 263 bin 573 bina hasar gördü. Akabinde 20 Şubat 2023 tarihinde Hatay Samandağ'da 6.4 büyüklüğündeki depremde de 11 kişi vefat etti ve 592 kişi yaralandı.

Ülkemizde AFAD'ın resmi rakamlarına göre 2022 yılında 20280, 2023 yılında 74226 ve 2024'ün ocak ve şubat ayı itibarıyla 6609 deprem meydana geldi. 1

Bu bilgiler depremin bir arada yaşamamız gereken gerçeğimiz olduğunu gösteriyor ve süreçle ilgili önemli veriler sunuyor:

50 yıl boyunca gerçekleşen her depremden sonra mevzuatta düzenlemeler yapılsa da, bu düzenlemelere uyulmadı, uymayanlar denetlenmedi, çürük binaların, fay hatlarına yapılan inşaatların bu ölümlere sebep olduğu söylendi, "deprem değil bina öldürür" sloganları eşliğinde günler geçirildi ancak yeni imar uygulamalarında bu gerçekler göz ardı edildi, çıkarılan imar affı yasalarıyla da ruhsata ve imar kanununa aykırı kaçak yapılara yıkım uygulanmadı.

Konu, bir yönüyle devletin yaşam hakkını güvence altına almak noktasındaki pozitif yükümlülüğü kapsamında değerlendirilmeli.

Bu mükellefiyet (usuli yönüyle) yaşanan kayıpların sorumlularının tespitini ve fiillerine uygun yaptırımlara muhatap olmalarını da zorunlu kılıyor.

Örneğin, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin 17 Kasım 2015 tarihli M. Özel ve Diğerleri / Türkiye Kararında 17 Ağustos 1999 depreminde Çınarcık'ta yaşanan can kayıplarından dolayı imar planı hazırlayan ve uygulayan kamu görevlileri hakkında cezai takibat yapılmaması, diğer sorumlular yönünden de etkin soruşturma ve kovuşturma yürütülmemesi sebebiyle devletin Sözleşmenin 2'nci maddesinde düzenlenen yaşam hakkını güvence altına alacak usuli yükümlülüklerini ihlal ettiği sonucuna ulaşıldı.

Bu hususta Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin 30 Kasım 2004 tarihli Öneryıldız/Türkiye kararı da yol gösterici.

Karar, 28 Nisan 1993'te sabah saat 11.00 sularında Ümraniye/İstanbul çöp alanında meydana gelen bir metan gazı patlaması sonucunda, çöp yığma sonucu ortaya çıkan basınçtan kaynaklanan kaymanın ardından, çöp yığınından kopan atıkların, başvurana ait konutun da içinde bulunduğu, çöplüğün kurulduğu vadinin tabanına yerleşmiş 10 civarında gecekondunun üzerine kayması sonucu 39 kişinin hayatını kaybetmesi ile ilgili.

Mahkeme, "…ilk derece mahkemesinin, kazanın son derece ciddi sonuçlarına gereken önemi verdiğini düşündürmemektedir; sorumlu tutulan kişiler sonuçta gülünç sayılabilecek cezalara çarptırılmış, dahası bu cezalar ertelenmiştir. Buna göre, Türk cezai adalet sisteminin trajediye yaklaşım biçiminin, bu Devlet görevlilerinin veya makamlarının olaydaki mesuliyetlerini tamamen tespit ettiğini ve yaşama hakkına saygı duyulmasını garanti eden iç hukuk hükümlerinin, özellikle de Ceza Kanunu'nun caydırıcı işlevinin etkin bir şekilde uygulanmasını sağladığını söylemek mümkün değildir. Kısacası, söz konusu davada, tehlikeli bir eylemin yürütülmesinden kaynaklanan ölümcül kazayla bağlantılı olarak, yaşama hakkının "kanunla" yeterince güvenceye alınamaması ve gelecekte insan hayatını tehlikeye atan benzeri davranışların caydırılamaması nedeniyle.." AİHS'nin 2'nci maddesinin usuli yönden ihlal edildiği sonucuna ulaştı.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Depremden korunmak adına mevzuatta yapılan düzenlemeler: Deprem yönetmeliklerinin tarihi gelişimi

Türkiye, cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren depremin etki ve sonuçlarıyla yüzleşti.

Ülkenin doğusundan batısına, kuzeyinden güneyine farklı bölgelerinde meydana gelen irili ufaklı depremlerin ortaya çıkardığı riskler dikkate alınarak, yaşamsal ve ekonomik bakımdan yıkıcı etkilerin en aza indirgenmesi için pek çok düzenleme yapıldı. 

Ülkemizde ilk deprem yönetmeliği 1939'da 7.8 şiddetinde meydana gelen ve 33 bin kişinin yaşamını yitirdiği Erzincan depreminden sonra 1940 yılında yürürlüğe giren Zelzele Mıntıkalarında Yapılacak İnşaata Ait İtalyan Yapı Talimatnamesi'dir.

1944 yılında yürürlüğe giren Zelzele Mıntıkaları Muvakkat Yapı Talimatnamesi 1942 Niksar, 1943 Adapazarı, 1943 Tosya-Ladik ve 1944 Adapazarı depremlerinin etkisiyle hazırlanan ikinci deprem yönetmeliğidir.

Yönetmelikte üzerine yapı inşa edilemeyecek yerler; bataklık, yumuşak zemin ve 1/3 eğimden yüksek araziler olarak tanımlanıyor.

Ayrıca, bu yönetmeliğin en önemli özelliklerinden biri taşıyıcı sistem türlerine göre bina yükseklikleri ve kat sayısı sınırlarının belirlenmiş olmasıdır. 2

1947'de Türkiye Yersarsıntısı Bölgeleri Yapı Yönetmeliği, 1949'da Türkiye Yersarsıntısı Bölgeleri Yapı Yönetmeliği yayımlanarak deprem haritası çıkarıldı, kat sayıları ve yükseklikleri revize edildi. 

1953'te Yersarsıntısı Bölgelerinde Yapılacak Yapılar Hakkında Yönetmelik, 1961'de Afet Bölgelerinde Yapılacak Yapılar Hakkında Yönetmelik, 1968'de betonarme yapıların tanımlandığı Afet Bölgelerinde Yapılacak Yapılar Hakkında Yönetmelik yürürlüğe girdi. 

1975 yılında yürürlüğe giren Afet Bölgelerinde Yapılacak Yapılar Hakkında Yönetmelik günümüz koşullarına en yakın düzenleyici işlemlerden biri oldu.

Halihazırda kentsel dönüşüme tabi pek çok bina bu yönetmelik sonrasında inşa edildi.

Bu yönetmeliği 1997 tarihli Deprem Bölgelerinde Yapılacak Binalar Hakkında Yönetmelik izledi.

Günümüzde yaşanan depremlerde yıkıma uğrayan pek çok bina yönünden sorumluluğun tespitinde bu yönetmelikteki standartlara uygunluk araştırılıyor.

17 Ağustos 1999 depreminin yıkıcı etkileri ve inşaat sektöründeki ilerlemeler gözetilerek 2006 yılında Deprem Bölgelerinde Yapılacak Binalar Hakkında Yönetmelik yayınlandı, hemen bir yıl sonra revize edilerek 2007 tarihli aynı adlı yönetmelikle yürürlükten kaldırıldı. 3

Bu yönetmeliklere depreme dayanıklı betonarme binaların tasarım ve hesap kuralları eklendi, hazır beton ve yapı denetim sistemi zorunlu hale getirilip depremlerin ortaya çıkardığı can kaybı ve ekonomik kayıplar en aza indirgenmeye çalışıldı, yönetmelik öncesi inşa edilen yapıların bakımı ve güçlendirilmesi için şartlar getirildi ve mevcut yapıların performans analizleri eklendi.

Nihayet 18 Mart 2018 yılında Resmî Gazete'de yayımlanan Türkiye Bina Deprem Yönetmeliği 1 Ocak 2019 yılında yürürlüğe girdi. Halihazırda 2018 tarihli yönetmelik yürürlükte.

Depremde hasar gören, yıkılan binaların yapıldıkları dönemin Deprem Yönetmeliğindeki standartları taşıyıp taşımadıkları, cezai ve hukuki sorumluluğun belirlenmesinde önemli.

Aşağıda ifade edeceğimiz üzere, sadece döneminin standartlarını karşılamasına rağmen yıkılan bir yapı yönünden depremin yıkıcı gücü ile nedensellik bağı kurulabilir. 4


Depremin ceza hukukuna yansımaları

Yukarıda aktardığımız üzere teknolojik ve bilimsel gelişmelerle bağlantılı olarak çağın ihtiyaçları gözetilerek inşaat standartlarını belirlemeye matuf sürekli revize edilen yönetmeliklerle depremlerin yıkıcı etkileri azaltılmaya çalışıldı.

Ne var ki yaşanan her depremde, getirilen standartlara rağmen imal edilen binalar deprem sınavını geçemedi, en son deprem yönetmeliklerine uygun yapılması icap eden yapıların yıkılmasıyla binlerce vatandaşımızın ölümüne, yaralanmasına sebebiyet verildi.

Yıkıcı depremlerin hemen ardından ortaya çıkan kayıpların boyutları, yaşanan acıların etkisiyle kusur ve ihmalleri noktasında sorumluların tespiti, takibi, yargılanması ve cezalandırılması gündeme gelen ilk konulardan oldu.

Ancak aradan bir müddet geçince bu yargılamalar tamamlanması gereken süreçler olarak görüldü ve sorumlular yaptıkları haksızlığın içeriğini karşılamaktan uzak yaptırımlara muhatap oldu.

Depremden kaynaklanan kayıplarda cezai sorumluluğu gündeme gelebilecek kişileri ana hatlarıyla; mevzuata uygun, doğru bina inşa etmeyen müteahhitler, proje sorumluları, fay hatları üzerindeki bölgeleri imara açan, yapıların ruhsata ve mevzuata uygunluğunu denetlemeyen, ruhsata ve imara aykırı binalara iskan veren belediye organ ve görevlileri ile yapı denetim uzmanları, fenni mesuller ve kullandıkları dükkan ve dairelerde tadilat adı altında kolonları ortadan kaldıran sakinler şeklinde özetlemek mümkün.

Ülkemizde yaygın olan Yargıtay uygulamasına bakıldığında 1999 Kocaeli, Gölcük, Sakarya, Yalova, Düzce ve 2011 Van depremi sonrası yaşanan yıkımlar dolayısıyla görülen davalarda, sanıkların cezalandırılmasında taksirli sorumluluk esas alındı.

Yargı kararlarında somut olayın özellikleri de gözetilerek bilinçli taksire ilişkin bir tatbikat geliştirildiği de ifade edilmeli.  

Aşağıda cezai sorumluluk konusunda ortaya çıkan tartışmalı alanlara ilişkin görüşlerimizi açıklarken taksirli sorumluluğun peşinen kabulünün doğru olup olmadığına da değineceğiz.


Depremden kaynaklanan cezai sorumlulukta zamanaşımı 

Depremden kaynaklanan cezai sorumluluk yönünden ilk tereddüt doğuran husus zamanaşımı konusu.

Zamanaşımı süresi TCK'nın 66'ncı maddesinin 6'ncı fıkrasında tamamlanmış suçlarda suçun işlendiği günden itibaren başlayarak hesap ediliyor.

Bu itibarla depremde yıkılan, çöken binaların mevzuata ve imara aykırı yapıldıkları tarihten itibaren mi yoksa yıkıldıkları günden itibaren mi zamanaşımı süresinin hesaplanacağı sorunu özellikle 1999 depreminden sonra tartışıldı.

Belirtelim ki taksirli suçlarda zamanaşımının hesabında dikkate alınacak tarih, kusurlu hareketin değil, bu kusurlu hareketten kaynaklanan zararlı neticenin gerçekleştiği andır.

Depremde olduğu gibi netice taksirli hareketten çok daha sonra meydana gelebilir.

Nitekim Yargıtay 4. Ceza Daires'inin 16 Haziran 2003 tarih ve 1826/5970 sayılı, Yargıtay 9. Ceza Dairesi'nin 30 Mayıs 2006 tarih 1320/2947 sayılı kararlarında suç tarihinin depremin meydana geldiği 17 Ağustos 1999 olduğu, yıkılan binaların yapılış tarihlerinin zamanaşımının hesabında dikkate alınamayacağı ifade edildi.

Bu konu 23 Ekim 2011'de Van'da gerçekleşen deprem sonrasında da tartışma konusu oldu, Yargıtay 12. Ceza Dairesi 18 Ekim 2023 tarih 4569/4118 sayılı içtihadında; taksirle öldürme suçu bakımından zamanaşımı süresinin, zarar doğurucu sonucun gerçekleştiği 23 Ekim 2011 tarihinden itibaren başladığını, bu nedenle de zamanaşımı süresinin inceleme tarihi itibarıyla dolmadığını belirtti.


Depremin şiddetinin yüksekliği, yıkıcı etkileri nedensellik bağını kaldırır mı?

Konuyla ilgili bir diğer tartışma alanı, doğal afetlerin yıkıcı etkilerinin cezai sorumluluktan kurtulmada bir mazeret olarak ileri sürülmesidir.

İfade edelim ki kişi, zararlı neticeleri önleme imkan ve iktidarında bulunmasına rağmen, mevzuatın ve toplum yaşamının kendisine tevcih ettiği yükümlülüklere aykırı davranmış ve bu kusurlu hareketinin etkisi ile netice gerçekleşmişse, "yükümlülüklerine uygun davransaydı dahi bu netice gerçekleşirdi" şeklinde bir varsayımdan yola çıkılarak sorumluluktan kurtulması mümkün değil.

Bu itibarla meydana gelen neticeye etkili kusurlu bir davranışın bulunmadığının ortaya konulması şarttır.

Örneğin, yeterli zemin etüdü yapılmaksızın, döneminin deprem yönetmeliğindeki standartlara uygun olmayan, eksik malzeme kullanılarak, kaçak imalatlar eklenerek inşa edilen binanın 7 şiddetindeki bir depremde çökmesi halinde, kusurlu davranışlarıyla bu duruma etkileri olduğu belirlenen kimselerin "biz düzgün yapsaydık da depremde bu bina yıkılırdı" şeklindeki savunmalarına itibar edilemez.


Manevi unsurun tespiti: Taksir mi, yoksa kast mı?

Meselenin can alıcı kısmı kusura dayalı sorumluluğun taksirli mi yoksa kasıtlı mı olduğu noktasında toplanıyor.

Uygulamada depremden etkilenen bir binanın yapımı sırasındaki mevzuata ve imar kanuna aykırı davranışlar dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık olarak değerlendiriliyor ve zararlı neticenin gerçekleşmesi halinde taksirli sorumluluk üzerinde duruluyor.

Ülkemizdeki deprem gerçeği ve deprem mevzuatının önemine ilişkin tecrübeler nazara alınarak böyle bir binanın depremde yıkılma tehlikesinin öngörülebileceği ancak bu neticenin istenmediği, gerçekleşmeyeceği düşünülerek hareket edildiği kabulü ile bilinçli taksir hükümlerinin uygulanmasıyla yetiniliyor.

Örneğin, Yargıtay 12. Ceza Dairesi'nin 18 Ekim 2023 tarihi ve 7981/4116 sayılı içtihadında; 23 Ekim 2011 tarihinde Van'da meydana gelen depremde çöken Vural Apartmanı davasına ilişkin verdiği kararda, binadan alınan karot numunelerinin incelenmesi neticesinde 1997 Yönetmeliği'nde aranan minimum standardı sağlamadığı, beton içerisinde olmaması gereken malzeme kullanıldığı, etriye aralığının koşullara uymadığı ve yetersiz olduğu, binanın taşıyıcı elemanları ve donatılarındaki bu yetersizliklerin binanın yıkılmasında etkili olduğu dikkate alındığında müteahhit ve inşaatın teknik uygulama sorumluluğunu üstlenen inşaat mühendisinin bilinçli taksirden sorumlu oldukları (TCK 22/3, 85/2) sonucuna ulaşıldı.

Aynı dairenin 18 Ekim 2023 tarih ve 4569/4118 sayılı içtihadında; 23 Ekim 2011 tarihinde Van'da yıkılan ve 16 kişinin ölmesine sebebiyet veren Göldaş Apartmanı davasında da binanın yapıldığı 1997 tarihinde kabul edilen standartlar gözetildiğinde beton içerisinde kullanılan malzeme, demir etriye koşulları ve taşıyıcı eleman donatı yetersizliklerinin binanın yıkılmasında etkili bulunduğu, dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı davranan sanığın bilinçli taksirden sorumlu olduğu kabul edildi.

Kanımızca ülkemizde deprem yönetmeliklerinin her birinin depremden kaynaklanan yıkımları engellemek için hazırlandığı, getirilen standartların uygulanması mümkün minimum koşulları içerdiği, tecrübelerin bu standartlara uyulduğu takdirde binaların yıkılmadığını yahut ağır zarar görseler de sakinlerine zarar verecek sonuçların doğmadığını gösterdiği, bu hakikate rağmen sadece bir binanın metrekare maliyet biriminden tasarruf etmek, rant elde etmek adına yönetmeliklere aykırı bina yapımına devam edildiği saptamasını dürüstçe yapmak gerekir. 

Son 50 yılda meydana gelen 6 şiddetinin üzerindeki hemen her depremde sırf bilimin öngördüğü ve mevzuatla belirlenen standartlara uygun yapılmadığı için çöken binaların altında kalarak binlerce vatandaşımız vefat etti.

Bugün gelinen aşamada, depremi bu kadar sık yaşayan bir coğrafyada, eksik malzeme, standarda uygun olmayan teknikler, düşük kaliteli beton kullanıldığında depremde o yapının çökmeyeceği, yıkılmayacağı yönündeki bir inançtan bahsedilmesi mümkün değil.

Burada artık bir kabullenme, olursa olsun düşüncesi ve günü kurtarma fikri hakim.

Bu sebeple cezai sorumluluğun tespitinde olası kastın (TCK 21/2, 81) varlığı gözetilmeli.

Aksi halde depremde çöken binalar altında hayatını kaybeden vatandaşlarımızın yaşam haklarını arama sorumluluğunun üstlenilmesi cesareti gösterilmedikçe, rant peşinde koşan zihniyetler bu tür çürük binaları yapma cesaretini göstermeye devam edecektir. 

Yargıtay Ceza Genel Kurulu olası kast ve bilinçli taksir ayrımını değerlendirdiği 09 Eylül 2021 tarih ve 1-314/373 sayılı "sahte rakı" davasında, tüm uygar hukuk düzenlerinin insan yaşamını en üstün değer kabul ettiğini, insan hayatının sadece bireyin çıkarı olduğu için değil, aynı zamanda toplumun da menfaati olduğu için ceza himayesinin konusu yapıldığını zikrettikten sonra, dükkanının bodrum katında sahte içki üretimi yapan sanığın sahte rakının insan sağlığı için tehlikeli olup ölümlere yol açabileceğini öngörebilecek bilgiye ve tecrübeye sahip olduğunu, sanığın, bu şekilde rakı sattığı kişilerin sağlıklarının bozulabileceğini veya ölebileceklerini öngörmesine rağmen sonucu kabullenerek eylemini gerçekleştirdiğini, olası kastla öldürme suçundan sorumlu tutulması gerektiğini belirtildi. 

Ülkemizde artık herkes biliyor ki deprem değil, bina öldürüyor.

Bu slogan her depremde kamusal makamların da dile getirdikleri bir olguya işaret ediyor.

Bu itibarla son 50 yılda binlerce insanın depremde mevzuata uygun inşa edilmeyen binalar altında kalarak yitip gittiği ülkemizde, herkesin mevzuata ve imar kanununa uygun inşa edilmeyen yapıların depreme dayanmayacağı, çökeceği ve insanların öleceği, yaralanacağı bilgi ve tecrübesine sahip olduğu bir gerçek.

Doğaldır ki işleri bina yapmak, inşaat yapmak olan kişilerin (müteahhit, inşaat mühendisi, fenni sorumlu vb.) bu bilgi ve tecrübeye sahip olmadığını söylemek mümkün değil.

Özellikle 17 Ağustos 1999 depreminde elde edilen tecrübeler, yaşanan acılar sonrasında kusurlu davranışları ile mevzuata uygun yapı inşa etmeyen, denetlemeyen sorumluların zararlı neticeleri görerek, "olursa olsun" düşüncesi ve "kabullenme" iradesiyle hareket ettikleri hukuki bir hakikattir.
 


Resmî makamların konumu

Ülkemizde depremde gerçekleşen yıkımlarda fay hatları üzerindeki bölgeleri, zemini uygun olmayan bataklık, nehir yatakları gibi alanları imara açan, zemin etütlerini doğru yapmayan, ruhsat verdiği inşaatları denetlemeyen, projeye aykırı yapılara iskan veren kişilerin, yetkililerin, belediye organ ve görevlilerinin sorumluluğuna da burada değinilmesi gerekir. 

Bu kişiler kusurlu davranışlarıyla gerçekleşen neticede pay sahibi olduklarından, eylemleri ile meydana gelen netice arasında nedensellik bağı bulunduğundan artık doğrudan zararlı neticeyi yaptırıma bağlayan normdan sorumlu tutulmaları gerekir.

Yargıtay 12. Ceza Dairesi'nin 18 Ekim 2023 tarih ve 7981/4116 sayılı kararında Van depreminde çöken binada bulunan yetersizliklerden proje müelliflerinin, müteahhidinin, teknik uygulama sorumlusunun yanı sıra, yapı ruhsatını düzenleyen belediye fen memurunun, kontrol eden belediye fen işleri müdürünün, onaylayan belediye başkanının, belediyenin iskan veren görevlilerinin de (üzerlerine düşen yükümlülüklere aykırı davranarak mevcut sonucun gerçekleşmesinde etkili olduklarından) sorumlu oldukları sonucuna ulaşıldı.

Kanımızca, imar planlarının yapılması da dahil olmak üzere bu sürece katılan tüm aktörler ülkemizdeki deprem gerçeği ve toplumsal bilgi ve tecrübe itibarıyla gerçekleşen ölüm ve yaralanmalardan olası kastlarıyla sorumlular. 


Mevcut uygulama yönünden taksirle öldürme suçunun yaptırımının yetersizliği

Yazımızı bitirirken taksirle öldürme suçuna ilişkin 85'inci maddenin yaptırım sistemine de burada dikkat çekmek istiyoruz.

Taksirle öldürme suçunda fail, birden fazla insanın ölümüne ya da bir veya birden fazla kişinin ölümü ile birlikte bir veya birden fazla kişinin yaralanmasına neden olmuş ise artık tüm bu neticelerden 2 yıldan 15 yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

Uygulamada özellikle deprem yargılamalarında pek çok insanın ölümüne sebebiyet veren sanıkların cezalandırılmasında bu yaptırımın etkisizliği sebebiyle Yargıtay çoğunlukla alt sınırdan uzaklaşılarak üst hadde yaklaşılması gereğine vurgu yapıyor. 5

Yukarıda belirttiğimiz üzere bu suçlarda taksirli sorumluluğu kural olarak kabul etmediğimizden, olası kastından sorumlu tutulan bir kişi sebebiyet verdiği ölümlerden (TCK 81, 21/2, 43/3) ayrı ayrı cezalandırılır.

Geçen günlerde TCK 85/2'de öngörülen yaptırımın Anayasa'ya aykırılığı sorunu Anayasa Mahkemesi önünde tartışıldı.

Mahkeme, 30 Kasım 2023 tarih ve 2023/106 E., 2023/205 K. sayılı kararında; Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi'nin, TCK'nın 85'inci maddesinin 2'nci fıkrasında (taksirli fiil, birden fazla insanın ölümüne ya da bir veya birden fazla kişinin ölümü ile birlikte bir veya birden fazla kişinin yaralanmasına neden olmuş ise kişi iki yıldan on beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır) yer alan cezanın alt sınırının suçun temel şekli olan maddenin birinci fıkrasında da alt sınır olması sebebiyle suçun önlenmesi ve kamu düzeninin korunması amaçlarını sağlayamadığından adil bir hukuk düzeninin kurulmasını öngören Hukuk Devleti ilkesini ihlal ettiği gerekçesiyle iptali istemli başvurusunu incelemiş ve  kuralın Anayasaya aykırı olmadığına karar verdi. 6

Kanımızca, TCK 85/2 hükmü hem alt sınırı hem de üst sınırı itibarıyla adil olmayıp, içerdiği haksızlık unsurlarını karşılayacak bir ceza sistemi içermemekte, toptancı bir yaklaşımla vahim hallerde onlarca, yüzlerce insanın ölümüne, pek çok kişinin nitelikli yaralanmasına (m.89/2,3) sebebiyet verenlerin fiillerine orantılı şekilde cezalandırılmamaları ve hatta bu anlamda sadece bir kişinin taksirle ölümüne sebebiyet verene nazaran göreceli olarak korundukları intibaını uyandıran özellikleriyle, ülkemizde yaşanan iş kazaları, deprem gibi olgularda sorumluların hak ettikleri yaptırımları almasını engelleyen, devletin yaşam hakkını korumaya dönük pozitif yükümlülüğünü ihlal eden bir hüküm niteliğindedir. Bu anlamda bilinçli taksire ilişkin kuralın varlığı da (cezanın üçte birden yarısına kadar artırılması) bu sonucu değiştirmiyor.

Anayasa Mahkemesi'nin bu kararıyla hükmün adil ve hukuk devletine yaraşır bir şekilde düzenlenmesi fırsatı kaçırıldı.

 

 

Kaynaklar:

1.  Bkz: deprem.afad.gov.tr/event-statistics (erişim tarihi:27.02.2024).
2.  Cansız, Sinan, Türkiye’de Kullanılan Deprem Yönetmeliklerinin Özellikleri ve Eşdeğer Yatay Deprem Yükü Hesabının
Değişimi, Kırıkkale Üniversitesi Uluslararası Mühendislik Araştırma ve Geliştirme Dergisi, Cilt :14, Sayı:1, Kırıkkale, Ocak
2022, s.60.
3.  Tunç, Gökhan, Deprem Yönetmeliklerinin Tarihçesi ve Mevcut Durum, Mimarlık Tasarım Kültür Sanat Dergisi (
https://yapidergisi.com/deprem-yonetmeliklerinin-tarihcesi-ve-mevcut-durum/,erişim tarihi: 27.02.2024)
4.  Günümüzde kentsel dönüşüm ve tespiti süreçleri de illiyet bağının, kusur sorumluluğunun tespitinde nazarı itibara
alınmalıdır.
5.  Örneğin Yargıtay 9. Ceza Dairesi 02.05.2006 tarih ve 507/2509 sayılı kararı, Yargıtay 12. Ceza Dairesi 20.09.2023 tarih ve
4862/3148 sayılı kararı.
6.  Anayasa Mahkemesi bu kararının gerekçesinde özetle; taksirli suçlarda temel cezanın tespitinde temel ölçüt olan Kanunun
22’nci maddesinin 4’üncü fıkrasındaki “failin kusuru” ile 61’inci maddenin 1’inci fıkrasında yer alan “suçun işleniş biçimi,
işlendiği yer ve zaman, konusunun önem ve değeri ile meydana gelen zarar veya tehlikenin ağırlığı” ölçütlerinin birlikte
gözetilmesi gerektiği, belirlenecek cezanın fiilin ağırlığıyla orantılı olması gerektiği sebebiyle ceza alt sınırının iki yıldan az
olamayacağının öngörülmesinin orantılılık ilkesine aykırı olmadığı, kaldı ki suç sebebiyle birden fazla kişinin
ölmesi/yaralanması durumunda kişilerin sayı bakımından dikkate alınmasının çifte değerlendirme yasağı kapsamında ele
alınmayacağından zararın ağırlığına göre cezanın alt sınırından uzaklaşılmasının mümkün olduğu ve ayrıca söz konusu
kuralda basamaklı bir ceza öngörüldüğü ve bu suretle cezanın bölünebilir niteliği de gözetilerek belirlenen cezanın faile göre
bireyselleştirilmesine ve hakkaniyete uygun bir ceza verilebilmesine imkan tanıdığı gerekçeleriyle söz konusu kuralın
Anayasa’ya aykırı olmadığı hususlarına yer vermiştir.

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU