Vizyonda bu hafta: Orta Anadolu’da bir aile draması; “Kız Kardeşler”

Mehmet Erduğan Independent Türkçe için vizyondaki filmleri yazdı

Yönetmenliğini Emin Alper'in üstlendiği, başrollerini Cemre Ebüzziya, Ece Yüksel, Helin Kandemir'in paylaştığı "Kız Kardeşler" filmi afişinden bir kare

Rap müzik ile tanışmam “Cehennemden çıkan çılgın Türk” sloganıyla 90’lı yıllara damgasını vuran Cartel sayesinde olmuştu.

Gruba adını veren şarkı dönemin akımıyla o zamanlar her ne kadar dilime pelesenk olduysa da bu müzik türüyle ilişkim tek şarkıdan öteye gidemedi.

Nedeni ise Türkçe rap müziğinin serbest stil ve doğaçlama ile Amerika’nın gettolarından çıkan bu türün şiirselliğine, derinliğine ulaşamamış olmasıdır.

Ancak kısa bir süre önce, on yedi rap şarkıcısının kolektif bir şekilde bir araya gelerek sessiz kalanların sesi olmak için yayınladığı #Susamam çalışması beni tam anlamıyla kalbimden vurdu.

Bir anda milyonlara ulaşan bu şarkı geç de olsa bu müzik türünün hakkını vererek bence tüm zamanların en iyi müzik klibi ve şarkısı oldu.

Rap ısınamadığım bir müzik türü olmasına rağmen 14 dakika 54 saniyede Türkiye’nin en önemli sorunlarını eleştirel bir şekilde ele alan bu şarkıyı dinlerken gözlerim doldu.

Çevre sorunlarından hayvan haklarına, adalet ve hukuktan korku kültürüne, yaşadığımız ülkenin dinamiklerinden metropol şehirlerin tükenmişliğine, gurbetçisinden tutun da ülkenin kendi yurttaşına varan insanlık hallerinden eğitim sistemine kadar pek çok soruna parmak basan şarkıda Deniz Tekin’in seslendirdiği ve kadın haklarına dair farkındalık yaratan bir bölüm var ki dinlerken boğazım düğümlendi.

Cahiliye toplumundan günümüze çok şey değişmesine karşın kadınların bu değişim sürecinde hala pek çok konuda vermek zorunda kaldıkları mücadeleye dikkat çeken o dizeler şöyle:

Ben bilmem hiç kendimi korumak zorunda kalmadım.
Bilmem ben bi' çocuğu düşünmek zorunda olmadım.
Hiç evlendirilmedim.
Evde dayak görmedim.
Kendi evimde kendi odama zorla hapsedilmedim.
Sözlerinizi kusmadım.
Yurdumdan edilmedim.
Nefretinizle yanmadım.
Yakılarak can vermedim.
Hiç kardeşim olmadı.
Hiç abimden korkmadım.
Okuldan alınmadım.
BEN HİÇ ÖLDÜRÜLMEDİM!


Orta Anadolu’da bir aile draması; “Kız Kardeşler”

Yönetmen: Emin Alper / Oyuncular: Cemre Ebüzziya, Ece Yüksel, Helin Kandemir, Kayhan Açıkgöz, Müfit Kayacan, Kubilay Tunçer / 108 dakika
 


Herkesin eşit haklara sahip olduğuna inandığım için pozitif ayrımcılık denen üstten bakan eril söylemi pek sevmem. Cinsiyetler siyaseti yapmaktan da çok hoşlanmam. Ama erkeklerin baskın olduğu bir dünyada kadınların sesinin bastırılmış olması bilmediğimiz bir şey değil.

Kadınların her zaman sessizdi. Onların hikayeleri, hayalleri, arzuları, yaşamak zorunda kaldıkları nicedir ya cehaletten ya da korkudan görmezden gelindi. Mağduriyetleri hep hasıraltı edildi ve gizlendi. 
 


Günümüzde ise bu sessizlik bozulmaya, karanlıklar yavaş yavaş aydınlanmaya başlıyor. Kitlesel bir erişim gücüne sahip olanlar şarkısıyla, türküsüyle, yazısıyla, filmiyle, ellerindeki imkanlar dahilinde sessizce yaşamak zorunda kalanlara ses oluyor. 

Emin Alper’in 38. İstanbul Film Festivali’nin Ulusal Yarışma kategorisinde seyretme imkanı bulduğum, festivalin Altın Lale Ödülü’nün yanı sıra En İyi Yönetmen, En İyi Kadın Oyuncu, En İyi Özgün Müzik ve FIPRESCI Ödülleri’ni kazanan “Kız Kardeşler” isimli filmi de Anadolu kadının yaşadığı hayata dair anlattığı ironik ve metaforik hikayesiyle farkındalıkların yükseldiği böylesi bir dönemde seyredilmeyi kesinlikle hak ediyor.
 


Emin Alper, şüpheci ve paranoyak bir aileyi ele aldığı “Tepenin Ardı” ve bir siyasi gerilim filmi olan “Abluka” gibi erkeklerin baskın olduğu hikayelerin aksine bu defa yeni bir tarz ve temaya yönelerek üç kız kardeşi kadrajına alıyor.

Onların bu masalsı ve akıcı hikayesi bu hafta gösterime giren filmler arasında da açık ara öne çıkıyor.

Orta Anadolu’da geçen mistik bir aile draması

Karlı dağları, patika yolları, taş ve ahşap evleriyle perdede kartpostal gibi panoramik bir görüntü görünce artık Nuri Bilge Ceylan sinemasını hatırlamamak, “Bir zamanlar…” kelimelerini düşünmemek mümkün değil.

Yine de biçimsel olarak NBC sinemasıyla benzerlikleri olsa da ele aldığı özgün hikayesiyle farklılaşan, herhangi bir zamana ve mekana ait olmayan Emin Alper’in üçüncü filmi Orta Anadolu’nun bir köyünde geçen bir aile draması sunuyor.
 


Kadınlar için gelecek vadeden tek kurtuluşun onları himayesine alacak bir ailenin emrinde çalışmak olarak görüldüğü yüksek dağlarla çevrili bu köy, ürperten gizemli atmosferinde yavaş yavaş sırlarını deşifre eden bir olay örgüsüyle ilerliyor.

Hikayenin merkezinde, yoksul bir babanın kız çocuklarını daha iyi bir yaşam umuduyla besleme geleneği adı altında çocuk bakıcısı ve ev hizmetçisi arasında bir görevle zengin ailelere yerleştirmesi var.
 


Besleme kavramı esasında günümüz Türkiye’sinde kaybolmuş bir gelenek. Bu seyircinin empati kurarak filmi seyretmesine engel değil fakat nihayetinde güncel bir sorunsal olmadığı için gerçeklikten biraz uzaklaşıyor.

Bu da filme mistik ve masalımsı bir hava katıyor. Ama yine de kendisine bir aidiyet arayan insanların sıkıntılarını ve umutlarını anlamaya yönelik bir zemin hazırladığı için eminim seyirci bu kavrama yabancı kalmayacaktır. 

Baba evi

Filmde, annelerinin ölümünün ardından besleme olarak değişik evlere gönderilen kardeşlerden en küçüğü baktığı çocuk öldüğü ve artık ona evde ihtiyaç kalmadığı için, ortancası baktığı çocuğu dövdüğü için, en büyüğü ise belirsiz bir ilişkiden evlilik dışı hamile kaldığı için yıllar sonra yeniden köylerindeki baba evine dönerler.
 


Babalarının gördüğü-bildiği eski gelenekleri referans alarak yaşam sürdüğü bu evin ve köy hayatının artık onlara göre olmadığını düşünen kız kardeşler yeniden şehre gitmek için kendi aralarında bir rekabete girdiklerinde bazı gerçeklerle de yüzleşmek zorunda kalırlar. 

Bir araya geldikleri baba evinde hem bireysel hem de toplumsal çözülmelerle kız kardeşlerin ataerkil bir dünyada var olmak için girdikleri rekabet filme tatlı bir mizah katıyor.
 


Bu rekabetle birlikte kadınların yaşamak istedikleri hayat için sergiledikleri pasif direniş ise bu filmi Türkiye’nin taşra filmleri arasında özel bir yere taşıyor.

Kız kardeşlerin katmanlı hikayesi, kendilerine biçilmiş hayatları yaşarken karşılaştıkları zorlukları ve ihtiyaç duydukları şefkati oldukça özgün bir şekilde tasvir ediyor.

Epilog

Kız kardeşlerin her biri aslında bir mücadele içinde olsa da aslında pek de akıllı değillerdir. Küçük çocuklar gibi, babalarından defalarca dinledikleri bir hikayeyi yine de ondan tekrar duymak isterler. Bu onların kendi hayatlarının bir rutinidir.

Kızların babaları tarafından tekrar tekrar anlatılan bu hikaye ise onların yaşamak zorunda oldukları kısır döngünün bir epiloğudur.
 


Benzer felaketlerin aynı sahnelerle tekrar etmesi, karakterlerin hatalarını tekrarlama eğilimine en güzel işarettir.

Bir zamanlar ortanca kız kardeşle aynı pozisyonda olan ama hamile kaldıktan sonra baba evine gönderilen büyük kız kardeşin bu utancını örtbas etmek için apar topar evlendirildiği köyün çobanı Veysel filmdeki hem en problemli hem de en önemli karakterlerden biridir.
 


Okuma yazma bilmeyen, karısı tarafından küçümsenen, kayınpederi tarafından itilip kakılan, kendi korkularıyla kendisine verilen kadar yaşamaya mahkum olan bir karakterdir. Ama o da en az karısı kadar olanların farkındadır ve en az onun kadar ona ve çocuğuna iyi bir hayat yaşatmak istemektedir.

Onun bir gece vakti bir ateşin etrafında dile getirdiği bu arzusu ise görünmeyenleri gösteren, ortamı yangın yerine çeviren en etkili kıvılcımdır.
 


Aile sevgisi ve içindeki rekabeti, küçük tutkuları ve büyük zalimlikleri ele alan bu kısır döngü hikayeyi büyüleyici bir köy atmosferiyle birleştiren film mizah ile dramı, absürt bir gerçekliği etkileyici çatışmalarla uyumlu bir şekilde bir araya getiriyor.

Şehirdeki korunaklı hayatın aksine her an bir yerden bir tehlikenin çıkabileceği tedirgin eden bir atmosfere sahip köy, insanı kendi korkularıyla da yüzleştiriyor.

Mizah ve sıkıntıyı başarılı bir şekilde yan yana getiren yönetmen tüm oyunculardan mükemmel bir performans alıyor.
 


Veysel hassas olduğu kadar pragmatiktir.

Reyhan evin büyüğü olarak sorumluluk duygusuna sahiptir.

Aynı zamanda, ataerkil bir dünyada kadının cinsel arzusunun cesur bir tasviridir.
 


Kardeşlerin ortancası Nurhan değişken ruh haliyle olayların tetikleyicisidir. Kardeşlerin en genci Havva ise küçük olmasına rağmen kendi seçimlerinden daha emin bir halde istediklerini elde eden biridir.

Monologlarla dolu olmasına rağmen muhteşem geniş açı çekimleriyle teatral bir yapıya düşmekten kurtulan film bu sayede karakterlerin ortam ile bütünleşerek olanları kavramamıza büyük imkan sağlıyor.

Filmin özenli teknik ayrıntıları seyircisini sıkmadan finalin gergin atmosferine doğru sürüklüyor. Hikayeye eşlik eden tatlı ve nostaljik melodiler o köyün büyülü dünyası ve geceleri bilinmeyenleri gizleyen tehlikelerine karşı eşsiz bir kompozisyon sağlıyor.

Haftanın diğer filmleri

Arkadaşım Benjamin

Televizyonların sevilen çocuk animasyon dizisi Benjamin the Elephant, canlı çekimler ve gerçek oyuncularla 2019’da sinema filmi olarak geri geliyor! Benjamin iyi kalpli, biraz şapşal ve epey sakar bir fildir.

Yaşadığı hayvanat bahçesindeki tüm hayvanlar onun ailesi gibidir. En yakın arkadaşı ise onu okul çıkışları ziyaret eden dokuz yaşındaki Otto’dur.

Fakat bir gün, mutlu dünyası tehlikeye girer. Çünkü hayvanat bahçesi yıkılıp yerine apartman daireleri dikilecektir! Hal böyle olunca iki arkadaş, Benjamin ve diğer hayvan arkadaşlarının yuvasını kurtarmak için heyecan dolu bir maceraya çıkar.

Casus

Diane Kruger'in başrolünde yer aldığı The Operative, kimliği açığa çıkmış bir ajan olan Rachel'ın içerisinde bulduğu son bir görevi anlatıyor.

Rachel’a bir gün telefonda iki kelime söylenir: ‘Baban öldü.’ Bunun anlamı, Mossad ajanı olan Rachel’ın kimliğinin açığa çıkması demektir.

Kendi teşkilatı için bile bir risk haline gelen Rachel, biriminin en iyi casusu olduğu için son bir görevde kullanılmak istenir. İran’da gizli bir göreve gitmek zorundadır ancak orada takip ettiği adama aşık olunca yalanlarla dolu dünyası bir kere daha alt üst olur.

Bu noktadan sonra kendini, sevdiğini, ülkesini ve masumların hayatını etkileyecek kararı vermesi gerekecektir.

Cehennem Gecesi

Mike Gan'in yazıp yönettiği Burn, çevresi tarafından çok ilgi görmeyen Melinda'nın, çalıştığı benzin istasyonunda gerçekleşen bir soygun girişimi sonrası aldığı inisiyatifle gelişen olayları konu ediniyor.

Yalnız ve dengesiz bir kadın olan benzin istasyonu görevlisi Melinda, kendine aşırı güvenli ve dışa dönük bir kişilik olan iş arkadaşı Sheila’nın gölgesinde kalmaktan bıkıp usanmıştır. Nakit paraya acil ihtiyaç duyan Billy benzin istasyonunu soymaya karar verir.

Melinda soyguncu ile bir bağlantı kurma fırsatı yakalar ancak bundan kimin zarar göreceği ise hiç umurunda değildir.

Cin Azabı

Onur Aldoğan'ın yönettiği Cin Azabı, kocasının işinden ötürü hamileliğinin son safhasında eşinin annesiyle birlikte tenha bir köyde yalnız başına kalan Zeynep'in cinlerle imtihanını anlatıyor. Kemal ve Zeynep severek evlenmiş mutlu bir çifttir.

Kemal bir holding müdürünün özel şoförlüğünü yapmakta, eşi Zeynep ise ev hanımlığı ile meşguldür ve yakında doğacak bebeklerine hamiledir. Yaşadıkları şehir İstanbul’da ise kimi kimseleri yoktur.

Zeynep’in ailesi o küçük yaştayken ölmüş, Kemalin ise köyde yaşayan bir annesi vardır. Kemal çalışma şartlarından dolayı Zeynep ile çok fazla ilgilenememektedir ve bu yüzden doğum yapmadan önce eşini annesinin yanına götürmek için bir plan yapmıştır.

Kendisi de hafta sonları ve izin günlerinde köye yanlarına gidecektir. Zeynep bu durumdan her ne kadar mutlu olmasa da hayat şartlarından dolayı buna mecburdurlar.

Zeynep doğum yapmak üzeredir... Kemalin köyde yaşayan annesi Fatma; Kemal ve Zeynep’i karşılar. Kemal bir gece kaldıktan sonra istemeye istemeye İstanbul’a işe dönmek zorunda kalır. Fatma ise Kemal'in İstanbul’a gitmesinden hoşnutsuzdur! Çünkü Fatma’nın inanışına göre hamile bir kadın evde yalnız bırakılmamalıdır.

Çünkü köydeki yaygın olan inanışta cin gelir ve yalnız olan hamile anne ile bebeğe zarar verir diye bilinir. Bunun birçok örneği bu köyde yıllar öncesinde yaşanmıştır ve köy devamlı göç verdiği için de tenhalaşmıştır, yalnızca 5-6 hane kalmıştır.

Kemal annesinin bu inanışını kızgınlıkla reddeder ve Zeynep’e bu düşüncesinden kesinlikle bahsetmemesini ister. Fatma oğluna maalesef derdini anlatamaz. Gelini ve torunuyla artık yalnız kalmıştır. Fatma’nın korktuğu başına gelmek üzeredir. Cin çoktan eve gelmiştir…

Elektrik Savaşları

Benedict Cumberbatch'in Thomas Edison'a, Michael Shannon'ın George Westinghouse'a ve Nicholas Hoult'un Nikola Tesla'ya hayat verdiği The Current War isimli film, 1880'lerde Amerika'da elektriğin yaygın dağıtımı için doğru akımı uygulamak isteyen Thomas Edison ile Avrupa'da denediği alternatif akımı Amerika'ya da getirmek isteyen George Westinghouse arasındaki "akım savaşları"nı ve günümüzde bile bir tartışma konusu olarak popülerliğini koruyan Edison-Tesla mücadelesini konu ediniyor.

Thomas Edison, George Westinghouse ve Nikola Tesla... Endüstriyel çağın en büyük mucitlerinden üç kahraman.

19. yüzyıl sonlarında elektrik sistemi üzerine, adeta bir savaşı andıran kıyasıya bir rekabete girişirler.

Entrikalarla dolu süreçte rakiplerini alt eden isim, 1893 Dünya Fuarı’nı aydınlatacak akım türünün patent sahibi olacaktır. Kazanan ise tarihin akışını, dünyanın kaderini değiştirecektir.

Eş Anlamlılar

Nadav Lapid'in senaryosunu yazıp yönettiği Synonymes, bir türlü kendini ait hissetmediği İsrail'den yaşamayı çok istediği Paris'e gitmenin yolunu bulan Yoav'un hikayesini ele alıyor.

Filmin başkarakteri Yoav, hiç hazzetmediği ülkesi İsrail’den, sonuna kadar benimsemeye karar verdiği Paris’e taşınır. Kökenlerini silmek, Fransız olmak, Père Lachaise mezarlığına gömülmek ister ama özü, bedenindedir, çifte kimliği onu hiç bırakmaz.

Ölümcül Temas

Juliane Block'un yönettiği 3 Lives, kendisini kaçıranlardan kurtulmasına yardım eden insanlardan birinin 15 yıl önce kendisine saldırıda bulunan kişi olduğunu fark eden Emma'nın hikayesini anlatıyor.

Sevimli Evcil Hayvanlar

Funny Pets 2, evdeki insanların gitmesiyle kendi hayatlarını yaşayan bir grup evcil hayvanın hikayesini anlatıyor. Jerry isminde bir köpek, Mandy isminde şımarık bir kedi ve onların şövalye arkadaşı Frank papağan evde tamamen yalnız kalmıştır.

Sahipleri işe gittiğinde hayvanlarının yaptığı her şeyi TV'de, komik hallerini izlemektedirler. Üç arkadaş, hayvan krallığının en komik, en çılgın ve en evcil hayvanının kim olduğuna karar vermek için yarışma düzenlerler.

 

 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU