Güney Afrika şiddet ve yabancı düşmanlığı: Gökkuşağının farklı renklere tahammülü yok

Yusuf Kenan Küçük Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: AP

“Tarihin sonu” adlı kuramın sahibi ünlü siyaset bilimci Francis Fukuyama geçtiğimiz yıl yayınlanan bir makalesinde, ABD ve İngiltere örneklerinden yola çıkarak dünya genelinde kimlik siyasetinin ön plana çıkmakta olduğunu, popülist ulusalcı siyasetçilerin halka, “öteki” tarafından tehdit edilen itibarlarını geri kazandırmayı vadettiğini belirtmektedir.

Aynı makalede Fukuyama, “Ülke elden gidiyor” ve “Kendi ülkende bile adam yerine konmuyorsun” gibi sloganlar etrafında şekillenen bu siyaset tarzı sonucunda da halkın, karşı karşıya olduğu problemlerin kaynağında göçmenleri, mültecileri ve azınlıkları görmeye başladığına işaret etmektedir. 

Geçtiğimiz günlerde Afrika’nın en demokratik, özgürlükçü, bünyesinde birçok ırktan, dilden ve dinden insanları barındıran Güney Afrika Cumhuriyeti’nde yaşananlar, Fukuyama’nın bu gözlemini doğrular nitelikte. Nitekim son dönemde ülkede ağırlıklı olarak kıtanın diğer ülkelerinden gelen göçmenlere yönelik saldırılarda en az yedi kişi öldürüldü ve göçmenlerin işyerleri yağmalandı.  

Olaylara başta Afrika Birliği olmak üzere Sahra-altı Afrika’nın ekonomik ve siyasi ağır topları olan Nijerya, Kenya ve Etiyopya tepki gösterdi. Saldırılarla aynı tarihlerde gerçekleşen Afrika Ekonomik Forumu’na katılan Ruanda ve Malavi devlet başkanlarının, söz konusu saldırılara tepki olarak etkinlikten ayrıldıkları iddia edildi. Zambiya ve Madagaskar, Güney Afrika ile oynanacak futbol dostluk maçlarını “güvenlik gerekçesiyle” iptal ettiklerini duyurdu.
 

g.afrika.jpg
Güney Afrika'da yabancı düşmanlığına bağlı şiddet olaylarından bir kare / Fotoğraf: AP


Öte yandan, misilleme olarak Nijerya’da halkın Güney Afrikalıların işyerlerine zarar vermesi ve iki ülke arasında diplomatik kriz çıkması da olayların ne kadar “radyoaktif” olduğunu gösterdi. 

Ancak böylesi bir vaka Güney Afrika’da ilk kez meydana gelmiş değil. 2008 yılından itibaren ülkede yabancı düşmanlığı kaynaklı şiddet ve saldırılarda ciddi bir artış olduğu göze çarpıyor ve bunun çeşitli nedenleri bulunuyor. 

Sosyo-ekonomik arka plan

1. Öncelikle belirtmek gerekir ki, göçmenler ve göçmen işçiler, Güney Afrika için yeni bir olgu değil. 1850’lerden itibaren göçmen işçiler, Güney Afrika ekonomisi içerisinde faaliyet göstermeye başladılar. Irk ayrımcılığına dayalı Apartheid rejiminin, özellikle İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra işçi ücretlerini düşük tutabilme adına altın madenlerinde yüzde 70 oranında yabancı işçi istihdam ettiği biliniyor. 

Apartheid rejiminin bu politikası, nüfusun büyük çoğunluğunu oluşturmalarına rağmen ülke yüzölçümünün sadece yüzde 13’ünde yaşamak zorunda bırakılan ve geçimlerini sağlayamadıkları için madenlerde veya çiftliklerde işçi olarak çalışmak durumunda bırakılan siyahi Güney Afrikalılar ile göçmen işçiler arasında sınırlı istihdam olanaklarını elde etme rekabeti ortaya çıkardı. Büyük oranda İngiliz sömürge yönetimince “inşa edilen” kabileler bu dönemde yabancı işçi “rakipler” karşısında dayanışma aracı olarak kullanıldı. 

2. Sömürgeciliğe maruz kalmanın verdiği hoşnutsuzluğun yanı sıra Apartheid yönetimiyle mücadele yöntemi de bugünkü şiddetin nedenleri arasında gösterilebilir. Zira özellikle 1980'li yıllarda işçi sendikalarının öncülüğünde genel grevlerle Apartheid yönetiminin gayrı insani uygulamalarına karşı yoğun protestolar gerçekleştirilmişti.

Siyahi Afrikalıların haklarını savunmak üzere 1912 yılında kurulan, Nelson Mandela liderliğinde demokratik Güney Afrika’nın ilk siyahi yönetimi olacak Afrika Ulusal Kongresi (African National Congress-ANC) bu dönemde perde gerisinden şehirlerin protestolarla “yönetilemez” hale getirilmesini salık veriyordu. İşsiz gençlerin oluşturduğu çete gruplarının radikal eylemleriyle birleşen bu protestolar, Güney Afrika toplumunda şiddetin önemli oranda zemin bulmasına yol açtı. 

Bu bağlamda, Birleşmiş Milletler Uyuşturucu ve Suç Ofisi verilerine göre Güney Afrika’da her yıl yaklaşık 20 bin kişi cinayete kurban gidiyor. Bu rakam, Güney Afrika’dan sonra oransal olarak en fazla cinayetin işlendiği Uganda’nın dahi yaklaşık üç katına tekabül ediyor. Yine her yıl yaklaşık 40 bin kişi tecavüze maruz kalıyor. Bu ve benzeri yüksek suç istatistikleri, Güney Afrika’yı dünyanın en fazla suç işlenen ülkelerinden birisi haline getiriyor. 
 

1-2.jpg
Fotoğraf: A​​​​​​P


Geçtiğimiz Temmuz ayında Cape Town’da çeteler arası infaz vakalarıyla mücadelede polisin yetersiz kalması üzerine ordu birliklerinin göreve çağrılması, kanunsuzluğun boyutunu olduğu kadar, yönetimin suçla mücadelede yetersizliğini de gözler önünde seriyor. 

3. Apartheid döneminde Güney Afrikalı siyahiler, bir taraftan beyazların ayrımcı yönetimine karşı mücadele verirken diğer taraftan kendi aralarında çatışıyordu. Rejim işbirlikçisi olarak görülen Zulu etnik grubu örgütü Inkatha ile ANC arasında çok sayıda karşılıklı siyasi infazlar gerçekleşiyordu.

Dolayısıyla, “Güney Afrikalılık” bir üst kimlik olmakla birlikte, kendini bağlı olduğu etnik grup, kültür ve din ile tanımlayan Güney Afrika toplumunda siyahiler arası şiddet olaylarının vuku bulmasının maalesef mümkün ve hatta tarihsel bir vakıa olduğu anlaşılıyor.

4. Sosyolojik bu faktörlere Güney Afrika’nın kronik sorunları olan işsizlik, yoksulluk, gelir dağılımındaki eşitsizlik ve yolsuzluğu da eklemek gerekiyor. Çünkü bahsekonu sorunlar güncel şiddet olayları üzerinde daha büyük etkiye sahip.

Bu çerçevede, 2008 yılından bu yana son 10 yılda Güney Afrika ortalama yüzde 1,5 gibi çok mütevazi bir büyüme sergiliyor. Açıkçası, 2014 yılından itibaren GSYİH büyüme oranı nüfus artışının gerisinde kalmaya başlaması, ülke ekonomisinin esasen küçüldüğüne ve kişi başına milli gelirin azaldığına işaret ediyor. Bunun yanında işsizlik de 2008 yılından bu yana artıyor.

Geçtiğimiz yıl bu oran, Güney Afrika gibi G20 üyesi bir ülke için astronomik olarak addedilebilecek yüzde 27 düzeyine çıkmış bulunuyor. Bu bağlamda ekonomik verilerin kötüleşme trendine girdiği 2008 yılından itibaren yabancılara yönelik şiddet olaylarında görülen artış dikkat çekiyor. 

5. Dünya genelindeki eğilime paralel olarak Güney Afrika’da da popülist siyasetin yükselmesi, geçim sıkıntısı çekmekte olan yoksul ve işsizlerin yabancılara tepkisini meşrulaştırıcı bir işlev görüyor. Nitekim “Ekonomik Özgürlük Savaşçıları” (Economic Freedom Fighters) adlı popülist parti son seçimlerde halk desteğini iki kat artırarak yüzde 10’un üzerinde oy almış bulunuyor.
 

Julius Malema aa.jpg
Julius Malema / Fotoğraf: AA


Anılan partinin genel başkanı Julius Malema’nın, sömürge dönemi ve ülkedeki beyazların (Afrikaaner) sorumluluğuna ilişkin “(Afrikalıları katleden) beyazların öldürülmesi çağrısı yapmıyoruz, en azından şimdilik” şeklindeki ifadeleri, yoksul halkın radikalleşmesine ve beyazlarla birlikte tüm yabancıları tehdit olarak görmesine zemin hazırlıyor. Zira ülkenin yerlisi olan ve kendi güvenlikli bölgelerinde yaşayan beyazlara kıyasla toplum içinde yaşayan göçmenler “kolay hedef” olarak algılanıyor. 

6. Diğer taraftan iktidar partisi ANC, ne ülkedeki şiddetin temelinde bulunan işsizlik, yoksulluk ve gelir dağılımındaki eşitsizliğin azaltılması, ne de son yaşanan yabancı düşmanlığı motivasyonlu saldırılarla mücadele istikametinde -şiddetle kınamaktan başka- bir stratejisi olduğu izlenimi vermiyor.

Dahası, ANC resmi sözcüsünün “Halkın adaleti kendi ellerine almaması” gerektiğini, hiçbir yabancı uyruklunun “Güney Afrika’nın istikrarını bozma hakkı olmadığını”, ülkeye sığınma amaçlı gelenlerin “uyuşturucu ticareti yaptığını” ifade etmesi, tüm göçmenleri ve saldırıların mağdurlarını suçlu gösterdiği gibi, ANC içerisinde yabancı düşmanlığından kaynaklanan saldırıları meşrulaştıran tehlikeli bir anlayışın varlığını gün yüzüne çıkarıyor. 

Muhtemel sonuçlar 

Yaşanan olayların, ekonomik açıdan sıkıntılı bir dönemde bulunan Güney Afrika’nın yabancı yatırımcı nezdindeki cazibesinin daha da düşmesine neden olacağını söylemek mümkün. Zira hiçbir ekonomik aktör, kendisini ve yatırımlarını fizîken ve hukuken güvende hissetmeyeceği yere gitmek istemez. 

Diğer taraftan ANC’nin, şiddet ve yaygın suç oranlarının ülkeyi bir noktada yönetilemez hale getirebileceğini idrak edemediği anlaşılıyor. Ancak yetki ve sorumluluk sahibi olarak, kökleri Apartheid dönemine dayanmakla birlikte demokratik dönemde de çözüm üretilememiş sosyo-ekonomik sorunlarla yüzleşmesi ve bunları en azından hafifletecek politikalar üretmesi gerekiyor. Aksi takdirde, esasen bu sorunlardan kaynaklanan, ancak yabancı düşmanlığı şeklinde günyüzüne çıkan saldırıların artarak devam etmesi kuvvetle muhtemel.

Benzeri olayların kıta ülkelerinde yabancılara yönelik genel algıyı olumsuz etkilemesi de mümkün görünüyor. Nitekim, mültecilere yönelik açık kapı politikası uygulayan ve Almanya hariç tutulduğunda AB’nin tamamı kadar mülteciye evsahipliği yapan Uganda’nın, Güney Afrika’daki son olayların hemen akabinde bu politikasını gözden geçireceğini duyurması tesadüf gibi görünmüyor.

Ülkeler arasındaki iyi komşuluk ilişkilerini de zedeleyen bu tür şiddet olaylarının tekrarlanması, yaklaşık iki ay önce yürürlüğe giren Afrika Kıtasal Serbest Ticaret Anlaşması’nın uygulanmasını da olumsuz etkileyebilir. Dahası, anlaşmanın kritik bir bileşeni olan kişilerin serbest dolaşımına ilişkin protokolün hayata geçirilmesinin güçleşebileceğinin de gözönünde bulundurulması gerekiyor. 

Öte yandan, Türk Dışişleri Bakanlığı verilerine göre Türkiye’nin Sahra-altı Afrika’daki en büyük ticaret ortağı ve en fazla doğrudan yatırımının bulunduğu ülke olan Güney Afrika’da artma eğiliminde olan yabancı düşmanlığının, sadece ikili ekonomik ilişkileri değil, ülkede yaşayan 3 bin civarındaki Türk toplumunun güvenliğini de tehdit etme potansiyeli taşıdığını dikkate almak gerekiyor.
 

nelson mandela.jpg
Nelson Mandela / Fotoğraf: AA


Güney Afrika’nın efsanevi lideri Mandela, 10 Mayıs 1994 tarihinde Cumhurbaşkanlığı görevine başlaması vesilesiyle yaptığı konuşmada, ülke toplumunu “gökkuşağı halkı” olarak nitelemişti.

Bu tabirle Mandela esasen, ülkedeki farklı toplulukların barış içinde bir arada yaşaması temennisini ve idealini dile getiriyordu.

Son yaşanan olaylar, Mandela’nın ortaya koyduğu bu idealden giderek uzaklaşıldığını gösteriyor. Bu nedenle, müreffeh ve huzurlu toplum hedefleyen sorumlu siyasetçiler ile insan hakları savunucularının, Mandela’nın mirasına sahip çıkma istikametinde daha fazla çaba sarfetmesi gerekiyor.

 

 

* Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU