Ziller kimin için çalıyor?

Yusuf Tosun Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: AA

‘…ölünce bir insan eksilirim ben, çünkü insanoğlunun bir parçasıyım; işte bundandır ki sorup durma çanların kimin için çaldığını; senin için çalıyor.’ 
John Donne

Yapraklar sararıp kavis çizerek yerlere dökülürken, yollar eğitim fabrikalarına doğru düz gidiyor. Grup grup yollara döküldük. Boy boy sıralandık. Rengârenk desenler oluşturduk üretim bandında.  Böylece hep birlikte okullu olup sıraları doldurduk yeni tek tip mamuller için. Eğitim Fabrikası zilleri çaldı ve üretim start aldı. Hayırlı olsun!

Evet, sıcak bir yaz mevsiminin ardından Eylül serinliğinde, hem de bir bayram ertesinde ziller milyonlarca genç için çaldı. O çalınan zil daha çok anne babalar için. Aslında öyle de, değil de!... 

Gerçekçi olalım ve baştan başlayalım: İlk önce zilin düğmesine öğretmenler için basmamız lazım belki de. Çünkü eğitimin gözesi orada başlıyor. Membadan akan suyun berraklığı, saflığı, içerdiği mineraller suyolu boyundakileri etkiler haliyle.

Tekrar dönmek üzere bu notu bir kenarda tutalım.

Üniversiteli yıllarda Hemingway’ın ‘Çanlar Kimin İçin Çalıyor’ romanını okumuş fakat pek hazlanmamıştım. Buna rağmen kitap ismi hiç hafızamdan çıkmadı. Biliyorum sizde de öyle… Sonradan öğrendim; zaten kitabın ismi de Hemingway’a ait değilmiş. Kitabın adı, şair John Donne'ın bir katedralde başrahip olduğu dönemdeki vaazlarından birinden alınmış.

Öyle diyor John Donne:

Ada değildir insan, bütün hiç değildir bir başına; anakaranın bir parçasıdır, bir damladır okyanusta; bir toprak tanesini alıp götürse deniz, küçülür Avrupa, sanki yiten bir burunmuş, dostlarının ya da senin bir yurtluğunmuş gibi, ölünce bir insan eksilirim ben, çünkü insanoğlunun bir parçasıyım; işte bundandır ki sorup durma çanların kimin için çaldığını; senin için çalıyor.


Aslında ‘Ziller Kimin İçin Çalıyor’, çağrışımı da oradan geliyor. Ziller hepimiz için alarm veriyor ve toptan eğitime ihtiyacımız var. Ama ‘hangi eğitimle?’ diye sormadan edemiyor insan. Ortalama on iki yıl okulda eğitim ve öğretim gördük, lakin bize kazanımını yererince sorgulamadık hala da doğru-dürüst tartışamıyoruz. Tartışmak; sadece eleştirmek de değildir. Şayet sorunları, çözüm önerileri ile birlikte tartışırsak ancak bir neticeye ulaşabiliriz. Aksi karanlığa tekme savurmaktan başka bir şey değil.

Bu arada ‘Eğitim’ denince aklıma hep o kitap gelir; ‘Düzene Uygun Kafalar Nasıl Yetiştirilir?’ Bizim kuşağın üniversiteli yıllarında elden düşmeyen Ernst Alexsander Rauter’in o meşhur kitabı yani. Aslında hala haklı eleştirileriyle eskimeyen bir kitap. Özellikle kitap kapağındaki farklı boy ve kilodaki çocukların fabrika binası gibi bir okula giriş ve çıkış resmi tam da günümüz eğitimini anlatır gibi. Tıpkı bir mamul gibi okul çıkışında tek tipleşiyorlar. Aynı boy ve kiloda paket paket insan mamulleri yani. Temel eleştirimiz buna. Bir de üretilen o mamullerin çoğunun defolu çıktığına. Bu mu eğitim?

Doğrudur; Avusturya kökenli Rauter’in 1970’li yılların Federal Almanya’sındaki burjuva eğitim sistemi eleştirisi kitapçığı hala güncelliğini koruyor. Aşağıdaki tespitler ona ait:

Bir zenginin aptal çocuğunun profesör ve bir işçinin akıllı çocuğunun bant kölesi ‘yapılabildiği’ ne kadar gerçekse, yıllar boyu belirli makinelerde aptalca hareketler yapmaktan başka işe yaramayan bir insan ordusunun yapılabileceği de o kadar gerçektir.

...
Okulda insanlar imal edilir. Bu insan yapma sürecine eğitim denir.

...
...Üstelik neden her zaman aynı kişiler ayak işlerini yapsınlar ki? Hareketsizlikten dolayı nasıl olsa daha erken öleceklerse neden profesörler çöp bidonlarını boşaltmasınlar ki?

...
Değil mi ki ‘Eğitim’ A. Einstein’in ifadesiyle; ‘İnsanın okulda öğrendiği her şeyi unuttuğunda arta kalandır.


Peki, bizde öyle mi? Eğitim fabrikasından çıkan ürünlerimiz böyle mi?

Neredeyse on yıldan fazla, her yıl İngilizce dersi gören bir çocuk neden ‘Thank you…’ ‘My name is…’ ötesine geçemez?

Ortalama ömrünün dörtte biri örgün eğitim kurumlarından geçen biri neden gazete okumanın ötesine geçemez? 

Sorun eğitim tasavvurumuz ve mantalite ile alakalı. En önemlisi de eğitimcinin zihinsel dönüşümü…

Öğrenciyi bir papağan olarak görmemeli. Bir yığın bilgiyi de bilgisayara yükler gibi öğrenciye yüklememeli.

Nihayetinde okul bir fabrika değildir ve olmamalıdır da!

Şayet öğrenci bilgiyi yorumlayabiliyor ve zihninde yeni menfezler açabiliyorsa, amaç hâsıl oluyor demektir.

Aksi taktirde öğrenciyi papağanlaştırdığı gibi, var olan yeteneklerini küllendirir ve hevesini de alıp götürür beraberinde. Birçok öğrencinin ders fobisinin sebebi bu değil mi?

Şayet bir çözüm arayışı içerisindeysek; bu ince kalınlığa dikkatimizi yoğunlaştırmak zorundayız.

Eğitim sadece okullarla sınırlı tutulmayacak kadar hayati bir meseledir. En önemli ve gerçekçi eğitim; görerek, yaşayarak yapılan eğitimdir.

O nedenle de örgün eğitimin fabrikalarda deney koşullarından kurtarılarak hayatla örtüştürülmesi şarttır. Öğrendiklerimizi ne kadar gündelik hayatta kullanabiliyorsak, eğitimde o kadar başarılıyız demektir.

Mesele kendimiz olmaya çalışmaktır. Örgün ve özgün bir eğitim anlayışına ihtiyacımız var. Savaş aritmetiği değil, yaşam matematiğini öğrenmemiz ve yaşamamız gerekiyor. İnsanın insanın kurdu değil, yurdu olduğunu öğreten ve yaşatan bir eğitime ihtiyaç hisseder durumdayız.

Türkiye’nin yeniden şekillendiği şu dönemde ‘Eğitimi’ iyileştirmeden yol almak zor gözüküyor. Zihinlerde yeni bir dönüşüm ve kalıcı bir değişim için ‘eğitim ve öğretim’ mantalitemizin acilen masaya yatırılıp problemlerin teşhisine ve akabinde tedavi yöntemlerinin belirlenmesine ihtiyaç var. 

Eğitim zilinin batı modelini taklit ve insan zihnini köreltmek için değil, kendi değerlerimizi merkeze alan bir anlayış ve ufuk açıcı şekilde çalması gerekiyor. Her ne kadar son zamanlarda eğitim modelinin iyileşmesi için bir çaba görüntüsü olsa da, netice itibariyle yeterli olmadığı da aşikârdır.

Tekrar başa dönelim ve noktalayalım:

Yağmur hafiften çiseliyor. Sonbahar hüzün yüklü rengiyle vedalaşıyor.

Yeniden dirilmek, daha gür filizlenmek için ağaçlar ağırlıklarını toprağa gömüyor.

Som bir bahar için öğrenciler boy boy sınıflara kümeleniyor.

Gençler yeni bir Türkiye baharında filizlenmek üzere gıdalarını dijital tahtalardan alıyor.

Kara, kışa, dona, kasırga ve fırtınaya karşı daha mukavim olmak ve baharda daha gür filizlenmek için genç dimağlar yetişiyor.

Yeni bir baharda gür fidanların yeşermesi duasıyla…

 

 

* Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU