Erkin Koray: Bir müzik öncüsünün hikayesi

O hep öğrenci oldu, müziğini yaparken hiçbir zaman bilmemekten utanmadı, hep öğrenmek istedi. O hep öğretmen oldu. Müziğini yaparken hiçbir zaman bilgisini saklamadı, sadece paylaşmak istedi. Türkiye'den bir Erkin Koray geçti

Kanada'nın Toronto kentinde hastaneye kaldırılan usta sanatçı Erkin Koray, 82 yaşında hayatını kaybetti / Fotoğraf: Roll

Estarabim'de sorduğunuz gibi buna da: 'Ne oluyo yani bu Mezarlık Gülleri?' diye soracak olursanız, o güzel kafanızı karıştırmamak ve fazla da yormamak için, kestirme tarafından: 'Biziz işte' derim.  Ve işte kahvaltım gelmeden önce ilk satırlar dökülüyor: Adamın biri vasiyet etmiş: 'Ben ölünce' demiş, 'Mezarımın üstüne gonca güller dikin…' İşte böyle..."

Erkin Koray öldü. Ölümle barışık, yaşamı sorgulayan insandı.

"Mezarlık Gülleri, Dökümanter'le Karışık Hikaye Kitabı"nda böyle tarif ediyordu yaşamın sonrasını. 
 


Türkiye'de rock müziği ilk uygulayanlardandı. 

Sazı elektro-bağlama yapan da Alman Lisesi öğrencisiyken kurduğu grupla okul salonlarının altını üstüne getiren de oydu. 60'lı yıllarda omuzlarına kadar dökülen saçları ve turuncu-siyah renkli geniş paçalı pantolonuyla hard-rock ile etrafı sallayan kişi de "Oy Tımbıllı" diye türkü çığıran da...

Nev-i şahsına münhasırdı, ayrıydı, kendine özgüydü, "Eğer anlatacak bir şeyin yoksa, hayatın anlamı da yoktur" diyendi.

Anlatacak çok şeyi oldu Erkin Koray'ın. 

Sadece solo çalışmaları kapsamında 1973'ten 1999'a kadar 15 albüm çıkardı.

Anadolu rock, elektronik türküler, psychedelic rock ve hard rock türlerinde çok sayıda özgün eser verdi.

1970'li yıllarda underground müziği anlatmak için Şişli Terakki Lisesi'nde seminer bile vermişti. 

Hiçbir sınır tanımayan underground'un içine çaça, rumba, rock, beat ya da doğunun mistik motifleri eklenmiş, iç içe geçmişti. 

Erkin Koray çok yönlü bir müzisyen olmaya daha o yıllarda karar vermiş, dahası kafasındakileri gerçeğe dönüştürmeyi başarmıştı. 

Türler arasında gezinen müzisyen

"Cemalim" şarkısını söylerken elektro bağlaması ve güçlü vokaliyle kurucularından olduğu Anadolu Rock'a selam ediyor, "Şaşkın" parçasına hayat verirken psikedelik rock, deneysel sesler, uzun enstrümantal bölümler ve sürrealist sözlerle başka bir kıtaya geçiş yapıyor, "Öyle Bir Geçer Zaman Ki" eseriyle distorsiyonlu gitarlar, güçlü davullar ve yüksek sesli vokaller ile hard rock'a elini ve gönlünü veriyor, "Sevince" derken insanları pop rock eşliğinde sevgi ve neşe denizinde yolculuğa çıkarabiliyordu.

Aynı zamanda arabeske de göz kırpan sanatçıydı Erkin Koray.
 


Hatta 1987'de "Çukulatam Benim" adında bir arabesk kaset bile çıkarmıştı…

Dönemin Kültür ve Turizm Bakanı Tınaz Titiz'in isteğiyle 1989'da Hakkı Bulut'un "Seven Kıskanır" şarkısının bir nevi denek olarak kullanıldığı alternatif arabesk girişimi için en çok kullanılan terimlerden biri acısız arabeskti. 

Erkin Koray ise gazetelerin sayfalarından inmeyen tartışmalar için "Acısız arabesk istiyorlarsa, 15 yıl önce Şaşkın'ı yapmıştım" diyordu. 

Aynı yıl Hasan Kaçan'ın Hıbır dergisinde başlattığı "Arabesk ve özgün Türk müziğinin TV ve radyoda özgürce yayınlanmasını istiyoruz" imza kampanyasına katılan isimlerdendi.

Yasağa, sınıra, kırmızı çizgiye karşıydı, özgünlükten taraf olduğu gibi özgürlükten de yanaydı.

Hasan Kaçan, "Yıllar önce Erkin Koray'ın yaptıkları, Barış Manço'nun yaptıkları arabesk değil de neydi? Elektro gitar ve darbukayı beraber çalmadılar mı?" diye soruyor, Koray kampanyaya "Arabesk dahil her türlü müziğin yayınlanmasından yanayım. Böylece mukayese imkanı doğar" sözleriyle destek oluyordu. 
 


"Hor Görme Garibi" isimli 45'liğin A yüzünde Orhan Gencebay'ın parçasını Heavy Metal'e yakın bir sertlikte yorumlayan, ezgiler arası astral seyahate çıkan kişiydi.

"Clinton'ın Monica'sı değiliz ki..."

Kendi deyişiyle iki yakası bir araya gelmeyenlerdendi Erkin Koray, nüktedandı. 

2006'da yayımlanan biyografik hikaye kitabı Mezarlık Gülleri'nde "Bazı şeyler hep 'birileri için' olduğundan değil midir ki, iki yakamız bir araya gelmemiş zaten şu fani dünyada? Bu da bu silsileden işte… Ayrıca biz, sayın Bill Clinton'un Monica Lewinsky'si de değiliz ki, elbisemizdeki beyaz lekeleri gazetecileri de etrafımıza toplayıp anlatalım… Olmayız da…" diyendi. 

İlk sahne deneyimlerini lise yıllarında yaşadı Erkin Baba. 

1950'li yılların ortaları, grubunun adı "Erkin Koray ve Ritimcileri"ydi. 

Alman Lisesi'nde eline gitarı alan, okul okul gezendi. 
 


1957'de Galatasaray Lisesi'nde konser verdiklerinde seyirciler arasında o zamanlar orta okul ikinci sınıf öğrenci olan Barış Manço da vardı.

Manço o zamanlar hayalleri içinde yolculuk ederken Erkin Koray 1962'de memleket metropollerinde dikkat çekmeye başlamıştı bile.

1960'lı yıllarda doğup büyüdüğü Kadıköy'ün duvarlarına ‘Rock'n Roll Kralı Erkin Koray' afişleri asılıyordu.
 


Liseyi bitirince atom mühendisi olmak istiyordu ama rock'n roll tutkusu daha ağır bastı.

Sıklıkla okuduğu elektronik kitaplarından edindiği bilgileri gitarlarını üst seviyede performansa taşıması için kullanan kişiydi.

5 yaşında nota, piyanodan elektro gitara geçiş...

Askerliğinin önemli bölümünü Orhan Sezener tarafından 1961 yılında kurulan Hava Kuvvetleri Hafif Müzik ve Caz Orkestrası'nda solist ve gitarist olarak Ankara'da yapmıştı.

Askerlik dönüşü çıkardığı 45'likte yer alan "Kızları da alın askere" sadece gönlünü kara gözlü esmerlere kaptıranların değil askerliğin naçarlığına bambaşka bir bakışla izahatına rast gelenlerin de şarkısıydı… 

Karanlığın içinden çıkan gökkuşağı gibiydi buğulu sesi…

Zamanın olmadığı bir yerden ansızın insanlara seslenendi...
 


Müziğe bir bakıma annesinin karnında başlamıştı.

Annesi sağ olsun, ilk öğrendiği enstrüman piyano oldu.

Belediye Konservatuarı'nda piyano öğretmeni anneden henüz 5 yaşında notaları öğrendi. 

Sonrasında memleket sathında elektrogitarı kullanan ilk kişi oldu, birçok müzisyenin aksine gitarlarına isim takmadı; modellerinin orijinal isimleri yeterliydi.

Gitarlarını severdi ama ihanet ettiklerinde gönül koyduğu da bilinirdi.

"Ter" grubuyla birlikte 15 bin kişilik salona verdiği konserde, altıncı şarkının tam ortasında gitarının teli kopunca sahneden ayrılmış, herkes geri dönmesini beklerken o konser alanını terk etmişti.

Gerçi babasının öldüğü gün Fitaş Sineması'ndaki konserini iptal etmeyen ve sahneye çıkan da aynı kişiydi…

Tuhaflıklar insanıydı Erkin Koray.

Underground Erkin Baba

Solo albümleri kadar öncesi de dikkat çekiciydi…

1969'da Cihangir'de tutulan küçük evde kurulan "Yeraltı Dörtlüsü" ilginç bir deneyimdi.

Aslında çaldıkları şarkıların pek çoğu dönemin popüler şarkı ve türkülerinin aranjmanlarıydı.

Dönemin türkü, Türk Sanat Müziği eserlerini underground tarzda yorumluyordu. 

Bir yandan batının bir yandan doğunun müziğini araştırıyordu. 

Sonrası sentez…

Sentezin kanıtları mı? 
 


Mesela popüler Neşet Ertaş türküsü "Kendim Ettim Kendim Buldum"... 

Ya da Türk sanat müziği eserlerinden "Nihansın Dideden" ve "Kıskanırım" parçalarının insanı hiç de rahatsız etmeyen metamorfozu… 

Ama sadece aranjmanlara imza atmıyordu Erkin Koray ve arkadaşları…

Batı dünyasının psychedelic rock grupları ile yarışır nitelikte eserler de çıkarıyorlardı.

"Meçhul" ya da "Gün Doğmuyor" gibi şarkılar birkaç örnekti…

Aynı yıllarda Erkin Koray'ın pek çok yabancı gruba dahi ilham kaynağı olduğu söylendi…

Rolling Stones ve Erkin Koray

1970'te yayınlanan 45'liği "Meçhul/Ve Var" şarkılarından Rolling Stones'un etkilendiği rivayet edildi. 

Hatta çok daha öncesi, Erkin Baba'nın 1962'de hazırladığı ancak imkansızlıklar yüzünden 1966'da basılan ilk 45'liğindeki "Bir Eylül Akşamı" şarkısı ile İngiliz The Rolling Stones'un seneler içinde kült parçası haline gelecek "Paint It, Black" şarkısının ezgilerinin çok benzer olduğu birçoğu tarafından dile getirildi. 

Ve yine hatta o dönem The Rolling Stones grubunun vokalisti Mick Jagger'ın ünlü müzik dergisi Rolling Stone'a verdiği röportajda Paint It, Black ile ilgili bir soruya "Kind of a Turkish song" diye yanıt verdiği ve bunun bir itiraf olduğu bile öne sürüldü. 
 


Şarkının ise The Rolling Stones'a ABD'nin önde gelen müzik yapımcısı Ahmet Ertegün tarafından dinletildiği… 

Döneminin ötesinde sanatçı

İhraç ettiği kadar ithal de edendi Erkin Koray. 

Avrupa'da David Bowie ile Alice Cooper'ın renkli yüz makyajlarını kendine uyguladı.
 


O dönemin Türkiye'sinde zaten uzun saç bırakmak yeteri kadar sıradışıyken gazetelerin "Hötöröf bozuntusu David Bowie yine sapıttı. Şu pozlara, şu hallere bak!" diye linç ettiği bir sanatçının kılığına girmek belki orijinal değildi ama cesaret işiydi. 
 


Doğu mistizmine kulak verdi, bir hippie gibi yaşadı, komün evlerinde takıldı; İran, Hindistan, Nepal ve Afrika'nın kuzeyini gezdi. 

Her gördüğü bir deneyim her tecrübe eserlerine bir yansımaydı. 

"Arap Saçı", "Şaşkın" ve "Fesuphanallah" böyle çıktı.

Türkiye'den gidiş, siyasetteki dalgalı yolculuk

Sokak-bar kavgaları, ucu bucağı görünmeyen konserler, turneler ve seyahatler, hastalıklar…

Ve 1970'li yılların politik ortamında Türkiye'den kopuş…

1980'de Almanya'da Lotus adlı bir grubun öncülüğü…

Bir beyin kanaması…

12 Eylül askeri darbesinden birkaç yıl sonra "Başarı önemlidir; ama rakı ve balık da" diyerek memlekete dönüş…

Sonra SHP'li Şişli Belediyesi'nde kültür işlerinden sorumluluk…

1988'de SHP saflarında yerel seçim mitinglerinde seçim otobüsünün üstünde "Fesuphanallah" söyleyen Erkin Koray…

Yıllarca SHP il örgütünde görev yaptıktan sonra 1991'de ani bir kararla DYP'ye transfer olan, seneler sonra ise politika macerasını "Memleketi kurtaracağız diye girdik, meğerse birileri kurtulsun diye mücadele vermişiz. Ben sağcı-solcu değilim, bunların üzerinde biriyim" diye tanımlayan Erkin Koray…
 


Milliyetçiliği "ülkesini seven insan" olarak tanımlayan Erkin Koray…

27 Mart 1994 yerel seçimlerinde şarkısı Fesuphanallah, Refah Partisi adayı Recep Tayyip Erdoğan tarafından "Tamam İnşaallah" diye uyarlanarak kullanılan Erkin Koray…

Binbir Erkin Baba...

Avrupa ve ABD siyasetine düşmanlık besleyen ama Barışa Rock yerine Coca Cola'nın Rock'n Coke'una "Bu paralar silah alımında kullanılmayacak" sözü alıp katılan Erkin Koray…

Türkiye'deki eğitim sistemini yeterli bulmadığı için kızı Damla'yı kendi okutup yetiştiren, nedeni sorulunca ise "Birinci sayfayı açıyorsunuz. Padişah üç oğlunun boynunu vurdurmuş. Şimdi çocuk soracak ‘Niye' diye. Ben ilk önce kitaplarına bakıyorum çocukların. Ne diyecektim ona? Bu boyun vurdurma falan tam bir dehşet… Veya mesela bir atasözü var, ‘İti an çomağı hazırla' diye. Hani bunu yazmışlar ama bir resim altında Nasrettin Hoca gibi kavuklu bir adam elinde sopa, köpeği kovalıyor. E, şimdi çocuğuma hayvan sevgisi aşılamak istiyorum. Kitabı bir açıyor, elinde sopayla hayvan kovalayan bir adam. Halbuki atasözü onu demek istemiyor ki… Saçma sapan! E o sayfayı da yırt, bu sayfayı yırt derken bakıyorum kitapta sayfa kalmıyor. Ben de kendim yetiştirmeye karar verdim kızımı" diyen Erkin Koray…
 


Sırf Bilecik'te çok sevdiği lokantada ayran içmek için kilometrelerce yol yapan, zevklerinden ödün vermeyen Erkin Koray… 

Ya da "Estarabim'in tercümesini hiç kimseden istemiyorum, çünkü o kelimeyi ben yarattım. Bırakın İngilizceye, Türkçeye tercümesi iş açar başımıza! Dansözlere, demokratlara, satılıklara, ülkesini satanlara kadar varır ucu, çıkamayız işin içinden" diyen Erkin Koray… 
 


Cannes film festivalinde gazeteci Arda Uskan ile birlikte John Lennon ile girişkenliği sayesinde tanışıp birlikte kahvaltı eden, Lennon'un gitarıyla ona "Mesafeler" şarkısını söyleyen, yıllar sonra John Lennon cinayeti için "Savaş karşıtı bir adamın ortadan kaldırılmasıydı olay. Bana hiç kimse anlatamaz kafadan sakat birinin gidip de John Lennon'u vurduğunu… Bunu biz dinlemeyiz. Bunu gazetede vatandaşa anlatabilirler de bana anlatamazlar" diyen Erkin Koray…
 

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)


Herkesin ayrı bir favori Erkin Koray şarkısı vardı elbette.

Yazar Kanat Atkaya, bizzat tanışıp sohbet etme imkanı bulduğu, hatta tarihi Galata Köprüsü yanana kadar (1992) Köprü6 Kemancı'da hasbıhal ettiği Erkin Koray'ın en çok "Krallar" şarkısını sevenlerdendi.

Erkin Koray 45'liğin arka kapağında Krallar'ın kim olduğunu şöyle anlatıyordu: 

Krallar vardır: Halk seçer veya herhangi bir şekilde gelirler; başlarında taç vardır. Sarayları, büyük servetleri, idare ettikleri halk kitleleri vardır. Bir de yeryüzünde krallar vardır, onları hiç kimse seçmiş değildir. Başlarında taçları yoktur, bazen hiç kimse tanımaz onları, paraları da yoktur belki. Belki hayatta kalabilmek bile en büyük sorunlarıdır. Krallardır onlar. Görünmeyen krallar, Allah'ın seçtiği krallar, ruhları kral olanlar. Yüceliklerini, bazen çok dikkatli bakıldığında düşünen gözlerinde veya dudaklarındaki suskunlukta görmek mümkün olabilir. Veya o da olmaz... Esas krallardır onlar"

82 yıllık ömrü sonlandıktan sonra ardından bıraktığı pek çok şarkı, pek çok anı üzerine en az ömrü kadar konuşulabilir elbette. 
 


Ama onun diğerlerinden nasıl diğerlerinden nasıl ayrıldığını bir anıyla, kendi sözlerinin özetiyle bu veda en doğrusu gibi:

Colin Maley'i (dönemin en bilinen elektro gitar virtüözlerinden) özel bulduğumdan dolayı Hamburg'da onunla küçük bir dostluk kurmayı hedefledim ve becerdim. Kendisini bu konuda zorlamış mıyımdır bilmiyorum. Sanmıyorum! Öyle olsa, kadar nazik bir kişi de olsa, hem o bunu belli eder, hem de ben işi çabuk rahatsız ettiğimi düşünerek uzaklaşırdım. Müzik provalarına kadar girdim. Hatta arada sırada gitarımla katıldım da… Bir gün bir çalma sırasında, içinden geldi herhalde ki, bana dönüp: -"Sen daha gitar nasıl çalınır bilmiyorsun ki!" dedi. O anda kulaklarıma inanamadım! Ben, gitar denen şol aleti "yiyorum" zannederken, o bana "bilmiyorsun" demişti. Kavgada bile söylenmezdi ama o söyledi işte… Kan beynime sıçradı: 'Nasıl yaani?" (Ingilizcesi: Wha'd'you mean, yeahni?) dedim kendisine... Hafif kızgın... Bu sert ton, biraz Türk usulü oldu ya, hâlâ utanırım. Bu tarz, benim gibi medeni bir insana ve onun gibi büyük bir gitarcıya karşı yakışmadı ama, orada öyle oldu işte... O, benim bu yarı sinirli halime hiç tepki göstermeden, gitarıyla beraber biraz yaklaştı. Çok sakin: "Look!", dedi "Bak! Sen de aynı, ben de aynı yere vuruyoruz. Ama benden böyle bir ses çıkıyor, senden öyle...!" Gerçekten onun parmaklarından başka bir ses çıkıyordu. Dondum kaldım! O kadar senedir gitar çalıyorum (zannediyorum) bu aletten benim vurduğumdan başka, onunkinden ses çıkıyordu. İnanılacak gibi bir şey değildi! İşte ilk defa orada, müzik denen nesnenin, oturduğun yerden "zımbır zımbır" yapmakla bitecek ve dışarıdan görüldüğü kadar da basit bir şey olmadığını anladım.  "Göster o zaman!" dedim. Üşenmedi, beni bir köşeye çekti ve yarım saat kadar bir zamanını bana ayırdı. Dedim ya! Onun da bende gördüğü bir şey vardı kesinlikle... Yoksa, kim uğraşır bununla! Bu tür durumların cevabı: "Hadi yavrum, öğren de gel!" dir meslekte genellikle… Ve o günden sonra, müziği başka göz ve başka kulakla gözlemlemeye başlamıştım artık. Dönünce de, Türk dinleyicisi bunu algılamakta gecikmedi evelallah: "Erkin Aga, diğerlerinden farklı çalıyor!" Nereden anlıyoruz? Çünkü, illaki gözünle görmene gerek yok! Duyduğun zaman karar kesin…"

"Yaşamak hatırlamaktır. Allah Baba gibi ölümsüz olsaydık, belki hatırlamasak da olurdu. Ama bizim Can'ımız sınırlı…" demişti Erkin Koray…

Egzantrik, biraz politik, özgün, üretken, tuhaf, biraz deli 1 yüz; notalar ve ezgiler arasında maharetle gezinen 1 insandı...

Bir müzik öncüsünü kaybetti Türkiye.

Mezarlığı güllerle kaplı, ardında bıraktıkları hem daim hem feyz olsun… 

 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU