Türkiye’yi bekleyen felaket…

Hakan Gülseven Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: Twitter

ABD’nin Colorado eyaletinde bir çocuk ‘dağ aslanı’ saldırısına uğradı. Çocuk saldırıdan yaralı kurtuldu ama civarda bulunan iki dağ aslanı geçen hafta, olaydan bir gün sonra ‘şüphe üzerine’ öldürüldü. Ölü bedenleri, “saldırgan onlardan biri mi” diye araştırılmak üzere DNA testine yollandı.

Associated Press’in haberine göre, son zamanlarda yaşanan benzer saldırılar insan yerleşiminin yayılmasından ve haliyle dağ aslanlarının doğal yaşam alanlarının daralmasından kaynaklanıyor. ‘Doğal yaşam’ itiraz ediyor ama ancak bir yere kadar… İstanbul’un Kuzey Ormanları’nın katledilmesi sonucunda doğal yerleşim alanlarını kaybedip İstanbul Boğazı’nı yüzerek geçen yaban domuzlarının itirazını kimse dikkate aldı mı? Elbette hayır. İzmir civarındaki ormanlar kül olurken yanan tavşanlar, kaplumbağalar ise itiraz bile edemedi…

Orman yangınlarının ‘birileri’ tarafından taammüden çıkarılmış olduğu yönünde kuvvetli şüpheler var. Yangınların kül ettiği ormanlık arazilerin maden sahaları olduğu iddiası ortaya atıldı. Biz bu ülkede alıştırıla alıştırıla her acayipliği normalleştirdik. Bu da mümkündür. Neticede Kaz Dağları’nda on binlerce ağacın kesilmesi hem bir maliyet doğurdu, hem de toplumsal tepkiyle karşılaştı. ‘Hazır yakılmış’ arazilerde başlayacak madencilik faaliyetlerinin böyle maliyetleri olmaz diye düşünülmüş olabilir.

Türkiye’de her şey olabilir.

Bundan sonrası tufan…

İktisadi olarak tepetaklak giden bir ülkeden söz ediyoruz. Bir önceki yazıda üretim üzerine kurulmayan ekonominin kendi dinamikleri ile mevcut derin krizi atlatamayacağını, iflasın kaçınılmaz olduğunu tartışmıştık. Satıp savarak, dış borçları kabartarak beslenmiş üretime dönük olmayan sektörler üzerinden yaşanan ekonomik büyümenin sonuna gelindi. Artık satacak kamu iktisadi teşekkülü yok. Türk Telekom örneğinde olduğu gibi, özelleştirilenler de sonradan ülkeye zarar olarak döndü.

Peki, iktidar şimdi ne yapacak?

Yapabilecekleri birkaç şey var: Birincisi, ip cambazlığı gibi uluslararası siyaset yürütmeye çalışacaklar ve borcu büyütüp iflası geciktirmeye çalışacaklar. İkincisi, Varlık Fonu’ndaki kuruluşlar başta olmak üzere elde avuçta ne varsa onları satacaklar. İş Bankası’na yeniden ve ciddi biçimde musallat olarak onu satmaya çalışacaklar. Şehri, sahili, dağı, taşı satacaklar…

Evet, satacaklar.

Şehir içindeki askeri arazilerin satışa çıkarılması yetkisini aldıkları kanunlar zaten çıkarılmıştı. Böylelikle sadece İstanbul’da Beykoz’dan başlayarak Kuleli Askeri Lisesi’nin tarihi binasına, oradan Selimiye Kışlası’na sıçrayan bir ‘satış trendi’ görmek şaşırtıcı olmaz. Sadece askeri araziler değil tabii, değerli kamu binaları ve arazileri de satış tehdidi altındadır. Harem Otogarı’ndan Marmara Üniversitesi tarihi binasına, Haydarpaşa’ya, TCDD personeli lojmanlarına, Haydarpaşa demiryolu üzerindeki geniş araziye, hatta Kadıköy sahiline kadar her yer satılabilir. Geçin Avrupa yakasına, Yıldız Sarayı parıl parıl parlıyor orada. Bir dünya markası otel olarak alamaz mı orayı?!

Meralar satılacaktır. Ormanlar ve orman ürünleri şirketlere pazarlanacaktır. Karadeniz’in yaylaları, halihazırda epey yol alındığı üzere, petrol zenginlerinin mülkiyetine geçecektir. Katarlılar, Suudiler, Emirlikler başta olmak üzere parasının hesabını bile bilmeyen geniş bir kesim Türkiye’yi parça parça satın alıyor zaten…

Dağlar çokuluslu maden şirketlerine peşkeş çekildi ve hiç kimsenin şüphesi olmasın, bunun devamı gelecek. Su kaynaklarımız uluslararası tekellerin malına dönüştü, daha beterini de göreceğiz.

İşte bunun daha ötesini düşünmek mümkün değil. Bundan sonra zaten bir ‘gelecek’ tahayyülü yapılamaz. Suyu şirket malı olmuş, toprakları siyanürle zehirlenmiş, her yanı deşilmiş, betona gömülmüş bir ülkenin, bir halkın geleceği olabilir mi?

Doğanın intikamı…

Doğanın kolektif bir hissi olmalı. Yaktığınız orman intikamını alır, hiç kuşkunuz olmasın.

Bakın, Karadeniz’de tahrip edilen, HES’lerle dengesini kaybeden her dere yatağı, beton yüzünden toprağa ulaşamayan her yağmur damlası, yakılan ağaçların kökleriyle tutamadığı her toprak zerresi sellerle, heyelanlarla intikamını alıyor.

Ormanla beraber yanarak ölen tavşanların ruhu yaşadığımız toprakları lanetliyor. Ve bu intikamın toplumsal faturası çok daha büyük olacak.

Buradan devam edeceğiz…

 

 

* Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU