Êzîdîlik

Vahdettin İnce Independent Türkçe için yazdı

Ezidiliğin ana figürü olan Şeyh Adi'nin mezarının bulunduğu yer olan Laleş / Fotoğraf: Reuters

Hakkari’de geçen (Hakkari’de geçiyor ama çekim Van’da yapılmış) “Vizontele Tuuba” (yumuşak g’si yok) filminin bir sahnesinde kütüphanesi olmayan şehrin kütüphane müdürünün huzurunda solcu gençler tartışıyor. Tartışma dediysem de öyle değil, birbirlerine kitap fırlatıyorlar, arada bir “Adam yazmış kardeşim” sesleri duyuluyor. Buna benzer bir olay geldi başıma. Geçenlerde Twitter’da “Êzîdî” meselesiyle ilgili bir tartışmaya ucundan şöyle bir müdahil oldum, olmaz olaydım, kendisi de Vizontele’nin baş kahramanı “Deli Emin” gibi Hakkarili (o da Hakkarili ama Van’da yaşıyor) olan “ilgili ve de malumat sahibi ve hatta mesnetli” bir dostum bilumum belgeleri, kitapları, yetmedi bazıları tarafından yazılan tweetleri üzerime boca etti “Al… Oku oku…” diye buyurarak. 

Arada bir iğneler tarzda “Sen Arapça-Farsça biliyorsun, şu sitelere gir” diye de yol gösteriyordu (Aslında ‘Hay senin bildiğin dillere…’ demek istiyordu, ama belgesi olmadığı için söylemiyorum). Wiki miki miydi neydi! Okudum. “Wallahi adam yazmış” dedim, demek ki görmemişsem!…Tüh sana dedim (yine kendi kendime). 

Hakkarili dostumun buyurgan edasından dolayı kendimi “Ali, oku oku adam ol” diye başlayan “Ali Okulu” derslerinden birinde ezikliğin dibine vurmuş okuma yazma bilmeyen Kürt bir asker gibi hissettim. 

Böyle bir ezikliği üniversite yıllarında da yaşamıştım. Bir arkadaşım vardı. Ne zaman bir konu açılsa peş peşe Arapça onlarca kitabın adını, yazarını sayardı. Biz de ilmine hayran hayran bakardık. Sonra anlaşıldı ki bu arkadaş sırf entelektüel görünmek için kitapların ve yazarlarının adını ezberliyor. Keşke kitapların ve yazarların adlarını ezberleyeceğine üçte birini okusaydı diye hayıflanırım hala. 

Neyse bana doğru fırlatılan belgeler ağırdı ve dostum resmen bir “doğramacı” gibi beni doğruyordu. Hızarının beni ikiye biçmemesi için kendimi sosyal mecradan dışarıya attım. Beynime biraz oksijen gittikten sonra tekrar döndüm. 

Bu sefer gazetelerde yazdığı köşe yazılarında bile onlarca belgeye ve bir o kadar dipnota yer vermesiyle maruf, bu yüzden benim kendisine “Ebu’l Wesaiq” (Belgelerin babası) dediğim Müfid Yüksel (Şimdilerde Medine civarındaki kaya yazıtlarını ve tercümelerini yayınlamakla meşgul, biz de müstefid oluyoruz, kendisi gerçekten ‘müfid’ bir arkadaş) dostumun devreye girdiğini gördüm. Artık okumak farz oldu dedim kendi kendime, Müfid abê yazmışsa.

Müfid abê’nin yazdıklarından ve üzerime boca edilen diğer belgeler yığınından söz etmeden önce bu tartışmaya nereden bulaştığımı anlatayım. 

Malum Kürtler arasında kendileri de Kürt olan bir topluluk var. Kendilerine özgü inançları olan gayrimüslim bir grup. Genelde Kürtler, daha özelde kendileri Êzîdî adını kullanırlar. Arapça ve Türkçe konuşulduğu zaman hem kendileri hem de başkaları Yezidi ifadesini kullanır. İşte bu yezidi tabirinden hareketle bazıları onları Yezid b. Muaviye ile irtibatlandırıyorlar. Ben de Yezidilerin kim olduklarına ve neye nispet edildiklerine bakmaksızın (aslında hiç de beni ilgilendirmez, kim kendine ne diyorsa odur) salt dil açısından bir değerlendirme yaptım. 

Dedim ki: Farsça ve Kürtçede Yezdan ve İzed (êzed) tanrı demektir. En eski Farsça ve Kürtçe metinlerde de geçer. Bu yüzden bu ismin Yezid b. Muaviye ile bir ilgisi yok. Yezdan ve Îzed’e nispetle verilmiş bir isimdir, yani tanrıya inananlar. Ayrıca Abbasi zamanında bir topluluk tutacak kendini Yezid b. Muaviye’ye nispet edecek bu mümkün değil. Adamı doğrarlar alimallah.

Tabi başta belgeleri fırlatmasıyla meşhur dostum olmak üzere dört bir koldan saldırı başladı. Yok, solcular icat etmiş Êzîdî kelimesini, yok kimse bunu bilmezmiş, yok Yezid ismini Kürtler başındaki “y” harfini hazfederek söyledikleri için böyle olmuş… vs. İnanır mısınız telefonumun ekranında belgeler uçuşuyordu. 

Belgelerle konuşmak ilmin gereğidir, amenna. Mesnetsiz konuşmayacaksın. Doğranabilirsin de. Molla Kasım’lar eksik olmaz bu memlekette. Belgelerle konuşmak gerekir de mesele salt belgeden ibaret değildir. Asıl önemli olan bu belgelerden çıkarılan sonuçtur. 

Tamamen belgelerden ibaret bir ilim de yoktur. Ona arşivcilik denir. Ama Türkiye’de bu bir hastalık halini almış. Ağzını açmadan karşındaki belge dediği sayfaları, evrakları sallamaya başlıyor. Daha entelektüel görünüyorlar üstelik; işi gücü kitap adı ezberlemek olan okul arkadaşım gibi. 

Geçmişte bu belge hastalarına “Hattabu’l Leyl” (gece oduncuları) denirdi. Karanlık olduğu için önlerine ne çıkarsa toplarlar gece oduncuları. Sabah olunca da içlerinden bir iki tanesi hariç hiçbir işe yaramadıkları görülür. İslam aleminde bu gibi gece oduncularının belge namına topladıkları yüzünden bin seneyi aşkın süredir düzmecelikleri, sahtelikleri, saçmalıkları, yalanları, çarpıtmaları ayıkla ayıkla bitmiyor. İlgili, malumatlı ve hatta mesnetli kişiler de bu gece oduncularının yaş kuru demeden topladıkları odunları ocağa koyarlar ve bakarsın ilim dünyasını entelektüelliğimizi kanıtlayan bir azık sunarız ümidiyle tutuşsun diye dibine diz çöküp püfür püfür üfürürler. Yüzlerine bulaşan simsiyah isten başka da bir şey elde edemezler ama farkında değiller. Çünkü o kadar ilgili ve malumatlı ve hatta mesnetlidirler ki aynaya bakma gereğini duymazlar.

Şimdi gelelim “gece oduncuları”nın önümüze serdikleri belgelere. Bunların ağırlıklı kısmının Yezidilerin önceleri Müslüman olduklarını, daha sonra dinden çıktıklarını kanıtlama gayreti içinde oldukları görülüyor. 
Adeviye tarikatının kurucusu ve de Emevi hanedanından gelen Şeyh Adiy b. Müsafir’in müritleri olan ve Emevilere mensubiyetlerini göstermek için de kendilerine Yezidi diyen bu insanlar Şeyhten sonra dinden çıkmışlar ve Yezidilik denen bu inanç sistemini oluşturmuşlar. 

Söylenen bu, onca belgenin dediği bu. Müfid Yüksel dostumun sunduğu belgelere ve bunlara dayalı olarak yazdıkları da gene bu minval üzere değerlendirilebilir. Çünkü Müfid Yüksel de Yezidileri yazarken Şeyh Adiy b. Müsafir’i merkeze alarak bir Adeviye tarikatı tarihini yazıyor. Dolayısıyla ona göre de Yezidiler Müslüman iken dinden çıkan bir gruptur. Yezidi ismi de Yezid b. Muaviye’den gelir. Kürtçede Yunus’un Unis olması gibi Yezid Êzîd olmuş.

Müslüman iken dinden uzaklaşan veya tamamen dinden kopan grupların karakteristik bir özelliği vardır oysa. Hindistan’da Kadiyanilik, İran’da Bahailik, İran ve Türkiye’de ehl-i Hak gibi kimi dinden tamamen kopmuş, kimi de epey uzaklaşmış tüm gruplara baktığımız zaman İslam’ın ve diğer semavi dinlerin üç sacayağı olan ilah, peygamber ve kitap olgularını ismen mutlaka korudukları, ama aşırı bir yoruma tabi tuttukları görülür. 

Bugün Müslüman sayılmayan Kadiyanilerde bu üçlü mevcuttur; Allah, Peygamber ve Kur’an. Ama Hz. Muhammed son peygamber değildir ve gönderilişinden bin yıl sonra vazifesi sona ermiştir. Kur’an’dan sonra da vahiy devam ediyor ve Gulam Mirza Kadiyani de vahiy alıyor… Bahailik de aynı şekilde üçlüyü çarpıtarak, aşırı yorumlayarak muhafaza ediyor. 

Ehli hak ise isimleri muhafaza etmekle beraber bildiğimiz temel anlamlarını tamamen mecrasından çıkararak batıni bir dipsizliğe götürmüştür. Bunların dışında da bugün İslam’dan koptu kopacak veya geçmişte iyice marjinalleşmiş birçok grubun sapması bu karakterdedir. 

Yani İslam’dan uzaklaşmış gruplar İslam toplumu içinde yeni bir açılımla ortaya çıktıkları için dinin bu üç sacayağını kendilerine göre yorumlasalar da hep korumuşlardır.

Yezidilerde ise durum farklı. Bu sacayağından sadece bir tanesi var. Xweda, Yezdan, êzed (ilah). Yezidilerde peygamber kavramı hiçbir şekilde, imaen de olsa yoktur. Kur’an ise asla onlarda mevcut değildir. Ama özellikle tarikatı çağrıştıran İslami gelenekten gelen şeyh, mürit, gibi kavramlar mevcuttur.

Buna dayanarak şöyle diyebiliriz: Yukarıda saydığımız gruplar İslam’dan uzaklaşma trendinde iken Yezidiler ise tamamen apayrı bir grup iken Şeyh Adiy b. Müsafir’in etkisiyle İslam’a yaklaşma trendi içinde olmuştur. Şeyh Adi’nin ömrü vefa etmediği için ondan aldıkları İslami ritüellerle birlikte eski dinleri üzere kalmaya devam etmişler. Çünkü dinin temel prensibi olan saç ayağı hiçbir şekilde mevcut olmamış ve hiçbir belgede de rastlanmamaktadır. 

Şunu da biliyoruz; İslam devletleri baştan itibaren onları İslam’a davet etme işine önem vermişler ve Şeyh Adiy b. Müssafir de ya görevlendirilmiş ya da kendine vazife bilmiş biri olarak bu işe girişmiş. 

Bu niyet Osmanlıda da devam etmiş. Nitekim yine Müfid Yüksel dostumuz tarafından yayınlanan bir belgede Osmanlı devletinin Said Nursi’yi ve Şerif Mardin’in dedesini “Kürd ırkından olan Yezidileri” İslam’a davet etmeleri için görevlendirdiği anlaşılmaktadır. Buradan hareketle Şeyh Adi’nin de böyle bir amaçla Yezidi topluluğunun arasına geldiği, onları irşat etmek için çabaladığı ve belli bir oranda da etkili olduğu, ama bu etkinin onun hayatıyla sınırlı olduğu ve öldükten sonra da eski hallerinde ufak bir değişiklik olsa da yollarına devam ettikleri anlaşılıyor.

Bunu destekleyen, yani Yezidilerin İslam’dan önce de var olduklarını ortaya koyan bir diğer husus da Müslüman orduların İran’ı fethettikten sonra Musul’un kuzeyinde güneşe ve yıldızları taptıkları için sabiilere benzettikleri bir topluluktan söz etmeleridir.

Yani belgelere dayanarak konuşan dostlarım Şeyh Adiy b. Müsafir’le Yezidilerin çakıştıkları noktadan başlatıyorlar tarihi ve bu Yezidilerden çok Şeyh Adi’nin veya Adeviye tarikatının tarihidir. Yezdan’a, êzed’e, Yezd’e kadar gitmeniz gerekir.

Kısacası inançları, hayatları, inançlarının barındırdığı dini kavram ve figürleri göz önünde bulundurduğumuz zaman İslam’dan dışarıya yönelik olmaktan ziyade, dışarıdan İslam’a yönlendirilmeye çalışılmış, ama bugün artık belli bir istikamette durmuş bir inanç sistemidir Yezidilik.

Hakikaten ilim bir noktaydı, ne bulursa toplayan gece oduncuları içinden çıkılmaz hale getirdiler.

 

 

* Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU