İstanbul trafiğine kestirme çözüm

Esedullah Oğuz Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: AA

İstanbul Beylikdüzü'nde Marmara Park AVM'nin arkasındaki bir sitede oturan Ender Kırmızıkan işe gitmek için hemen sitenin önünden geçen minibüse atladı.

Ender 15 dakika sonra Beylikdüzü'den Beşiktaş'a doğru hareket eden vapurda üst kattaki boş yerlerden birine oturmuş, bir yandan eşsiz deniz manzarası eşliğinde geminin çevresinde dolanan martıları seyrederken, bir yandan da günün son gelişmelerini öğrenmek için akıllı telefonunun ekranını sağa sola, yukarıya aşağıya kaydırıyordu.

Taksim Meydanı'na yakın özel bir televizyon kanalında kurgu yönetmeni olarak çalışan Ender için artık işe gidip gelmek işkence olmaktan çıkmış, adeta turistlerin Boğaz turunu andıran bir keyif haline gelmişti.

Vapurla Beylikdüzü'nden Beşiktaş İskelesi'ne 45 dakikada ulaşıyor, oradan da bir minibüse atladığı gibi 10 dakikada Taksim'de oluyordu.  

Büyükçekmece ve Beylikdüzü gibi uzak semtlerden şehrin göbeğine vapur seferlerinin düzenlenmesi iyi olmuştu, daha doğrusu iyiden de öte mükemmel olmuştu.

"Kim akıl ettiyse, Allah ondan razı olsun" diye düşündü Ender. Neydi metrobüsle yapılan o eski yolculuklar... Cehennem azabından farksızdı, tıka basa dolu otobüste koltuk kapmak için yapılan mücadeleler, itişip kakışmalar ve bazen yumruklaşmaya varan kavgalar.

Koltuk bulamadığınızda da hıncahınç dolu araçta diğer yolcularla burun buruna 1,5 saati bulan bir yolculuğa ayakta katlanmak zorundaydınız.

Ter, vücut ve ağız kokusu gibi yan etkenler de cabası. Üstelik bu işkenceye bir gün veya ara sıra değil hemen her gün katlanmak zorundaydınız. 

Oysa vapur seferleri başladığından beri tüm bunlar geride kalmıştı. Vapura koltuk sayısı kadar yolcu alındığından burada metrobüs veya metrodaki gibi izdiham, itiş kakış olmuyor, herkes insanca bir yolculuk yapmanın keyfini yaşıyordu.

Ender için en büyük keyif, bu vapur seferleri sırasında kitap okumaktı. Bir kitap kurdu olan Ender, Kafka'nın ve Murakami'nin kitaplarının çoğunu bu yolculuklar sırasında okuyup bitirmişti.

Metro veya metrobüste olduğu gibi kitaba dalıp ineceği durağı kaçırma ihtimali yoktu, zira seferler direktti ve vapur başka iskelelere uğramıyordu. 

Ender bir kez çantasından Murakami'nin bir kitabını çıkarıp tam okuyacakken karşısında oturan kızla göz göze geldi, kızın elinde de aynı kitap vardı.

Önce karşılıklı bir gülümseme, ardından Murakami'nin anlatım tarzı ve çözümlemeleri üzerine aralarında hararetli bir sohbet başladı. Sohbet öylesine koyulaşmıştı ki, 45 dakikalık yolculuğun nasıl bittiğini anlamamışlardı. 

Vapur iskeleye yanaşırken yolcularla birlikte kız da kalkmış ve herkes aynı anda kapılara doğru yöneldiği için o kalabalıkta Ender kızı kaybetmişti.

Vapurdan indikten sonra çevreye epey bakındaysa da kızdan eser yoktu, sanki yer yarılmıştı da içine girmişti.

Hayatının en mutlu 45 dakikası uçup gitmişti ve Ender yine eski tek düze sıkıcı hayatına geri dönmüştü.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Elbette buna benzer karşılaşmalar hemen her gün ve her yerde yaşansa da yukarıda anlattığım yolculuk ve karşılaşma tamamen bir hayal ürünü.

Bir an için bunun gerçek olduğunu, her gün Beylikdüzü ile Beşiktaş arasında vapur seferlerinin düzenlendiğini ve buna benzer karşılaşmaların, tanışmaların yaşandığını düşünün; harika olmaz mıydı?

Aslında anlattığım hikayeyi gerçeğe dönüştürmek, böylece Büyükçekmece-Beylikdüzü yönünden Mecidiyeköy-Taksim'e doğru her gün işe giden milyonlarca insanın yolculuk çilesine son verip onların keyifle işe gidip gelmesini sağlamak pekala mümkün. 

Yazının girişindeki kısa hikayede anlatıldığı gibi Büyükçekmece veya Beylikdüzü'nden Beşiktaş, Bakırköy, Kadıköy, Üsküdar gibi büyük semtlere her 15 dakika arayla vapur seferleri düzenlense, minibüsler ve otobüsler de iç mahallelerden ve semtlerden limanlara durmadan yolcu taşısa, E-5 gibi anayollar inanın bayramlardaki gibi boşalır, metrobüslerde ve metrolarda izdiham yaşanmaz, böylece İstanbul'un trafik çilesi de son bulmuş olurdu. 

Ayrıca, araçlardaki ve yollardaki fiziki yıpranma ve yakıt masrafı konusunda ayda yüzlerce milyon dolarla ifade edilebilecek bir tasarruf sağlanırdı. Hava kirliliğini azaltma konusundaki katkısı da cabası. 

Sabahları Beylikdüzü-Avcılar yönünden metrobüsle Mecidiyeköy'e doğru gidiyorsanız, E-5'e paralel giden Marmara Denizi'ne şöyle bir bakın, bomboş.

17 milyon insan çarpık çurpuk binalarla ve rengarenk araçlarla dolu sınırlı bir kara parçasında büyük zorluklarla hareket etmeye çalışırken, kimse uçsuz bucaksız bomboş denize bakıp "biz neden denizleri kullanmıyoruz" diye düşünmüyor; düşünmediği için de sormuyor. 

Avrupa'da Hamburg ve Paris gibi kentlerde belediyeler trafiği rahatlatmak için şehrin ortasından geçen ırmaklarda vapur seferleri düzenliyor.

İstanbul'da ise kentin üç tarafı denizlerle çevrili olduğu halde kimse denizleri kullanmayı akıl edemiyor. 

İstanbul'da dolaşırken taksicisinden minibüsçüsüne, erkeğinden kadınına, yaşlısından gencine pek çok kişiye "Denizleri neden kullanmıyoruz?" diye sorduğumda aldığım cevap ağızbirliği etmişçesine aynıydı:

Abi, kimse vapurla yolculuk yapmaz. Trafik bile olsa, adam arabasıyla gitmek ister.


Bunun aslında "Köprüler varken millet Marmaray tünelini kullanmaz" demekten bir farkı yok.

İnsanlar vapurda deniz manzarası eşliğinde rahat bir şekilde yolculuk etmek varken neden kümese tıkılmış tavuklar gibi tıka basa dolu metrobüslerde yolculuk yapsın ki?

Benim anlamadığım bir başka şey de İstanbul'da trafik sorunu bu kadar vahim bir hal almışken neden kentin yöneticileri denizleri kullanmayı düşünmez?

Onun yerine, neden inişli çıkışlı bir kentte habire metro ve tramvay hatları çekerek trafik sorununu çözmeye çalışır?

Yerel seçimlere birkaç ay kalmışken gerek merkezi hükümet gerekse büyükşehir velediyesi, İstanbul'un trafik sorununu çözmek için denizleri kullanmayı akıl edemez mi acaba? 

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU