İslam ekonomisi, İran, Arabistan, Türkiye, Almanya, Japonya

Altan Tan Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: Pixabay

Üniversiteyi 1976-1980 döneminde okudum. 

Türkiye’nin sağ-sol, Alevi-Sünni çatışmalarıyla alabora olduğu, sokakların savaş alanına döndüğü, kardeşin kardeşe kırdırıldığı, iplerin şeytanların elinde olduğu, “Allah bir daha göstermesin” dediğimiz yıllar. 

Hemen her öğrencinin vatan kurtarma uğruna mutlaka dini, mezhebi, etnik ve ideolojik bir “dava” peşinde koştuğu, “davaların, davalarla” çarpıştırıldığı yıllar. 

İdeolojik tartışmalarda fikri üstünlük solun elindeydi. Türkiye’nin “okumuş, yazmışlarının” önemli bir kesimi ve medya onlardan yanaydı. Aydın, entelektüel olmanın neredeyse birinci şartı solcu olmaktı.

Tartışmaların ana ekseni ekonomi üzerineydi. Memleketin bozuk düzeni, ağaların zulmü altındaki topraksız köylülerin dramı, sanayi işçilerinin sömürülmeleri, acımasız kapitalizmin vahşiliği, şiş göbekli fabrikatörlerle iş birliği içindeki sarı sendikalar, Amerikan emperyalizmi… ile ilgili yüzlerce eser peş peşe yayınlanıyordu.

İslami kesimin bu konularla ilgili ekonomik söylemleri yetersiz bulunuyor; çoğu kez tartışmalar ekonomiden ideolojiye, din-iman-Allah-ahlak konularına kayıyordu.

Ülke sorunlarını objektif, gerçekçi ve soğukkanlı bir yaklaşımla konuşmak yerine “Allah’sız Komünistler” ve “Gerici Yobazlar” sığlığında patinaj her iki tarafın militanlarına da daha kolay geliyordu. Aslında “birileri” tam da bunu istiyordu.  

Ecevit’in; 

Hak verilmez alınır

Toprak işleyenin su kullananın

Ne ezilen ne ezen, insanca hakça bir düzen


sloganları kitleleri efsunluyordu.

Yunanistan’daki Çipras’ın söylemleri gibi çok hoş ama içi bomboş sözler olduğunun anlaşılmasına daha yıllar vardı.

Müslüman gençlerin, komünistlerin kutsal kitabı 'Das Kapital'in karşısına koyabilecek derli toplu bir kitapları yoktu.

Günümüzde Iraklı Şiilerin en önemli liderlerinden biri olan Mukteda Es Sadr’ın amcası Muhammed Bakır Es Sadr’ın tuğla kalınlığındaki ‘İslam Ekonomi Doktrini’ adlı kitabı bizlere adeta bir ilaç gibi geldi.

Muhammed Bakır Es Sadr ve kız kardeşinin Saddam tarafından hunharca öldürülmeleri kitabın ününü daha da arttırdı.

O yıllarda her iki kitabı da tam olarak anlayamasak da ‘Kitap’a karşı artık bizim de bir ‘Kitap’ımız vardı!

O günlerden bu günlere 40 yıldan fazla bir zaman geçti.

Sosyalist uygulamalar, Rusya, Çin, Arnavutluk, Kuzey Kore, Nikaragua, Küba, Angola… Hemen her yerde çöktü.

İslami iddiaları olan kadrolar ise İran, Suudi Arabistan, Türkiye, Filistin, Fas, Sudan, Afganistan, Bosna-Hersek gibi ülkelerde iktidara geldi.

Malesef bırakınız alternatif olmayı, kapitalizme ‘sarık bağlamaktan’ öteye geçemediler.

Üstüne üstlük de çok kötü bir kapitalizme. 

“Kapitalizmin iyisi var mı ki?” diye soracak olursanız haklısınız.  

Bu ülkeler ve bu ülkelerde yönetime gelen kadrolarla ilgili “Bunların İslam’la ne alakaları var” diye de itirazlarınız olabilir.

Amacım polemik yapmak değil, amacım meramımı anlatmak.

Meramıma gelince;

İsterseniz konuya “İslam ekonomisi nedir?” sorusunu sorarak girelim ve basit cevaplarla devam edelim.

Gerçek bir İslami düzende:

Emek kutsaldır. Hiç kimsenin emeği sömürülmez, sömürülemez.

Haksız kazanç ve ranta izin verilmez.

Göreve gelme ve getirmede liyakat esas, rüşvet ve kayırmacılık yasaktır. 

İsraf haramdır.

Faiz yasaktır. Ekonominin temeli faizsiz düzendir.

Sosyal adalet şarttır, mal ve can emniyeti olmazsa olmazdır. 

Hiç kimse hasta, aç ve açıkta bırakılamaz, “Komşusu aç olan tok yatamaz.”

Herkes eğitim hakkından eşit olarak faydalanır.

Adalet önünde “Padişah ve dilenci” eşittir. Bu konuda temel ölçü hak ve haklılıktır…

Bu basit cevaplardan sonra birkaç basit soruyla konuyu açmaya devam edelim;

Almanya veya Japonya’da gözümüze kestirdiğimiz tarım ve orman arazilerini 1 liradan kapatıp imar geçirdikten sonra 100 liraya satmak, 

Gümrüklerde pozlar ve tarifelerle oynayarak “yasal”, sınırlarda jandarmayla anlaşarak yasal olmayan kaçakçılık yapmak, 

Devlet ihalelerini davetiye yöntemiyle dilediğine peşkeş çekmek, 

Medya patronları ve hatırlı mütahitlere milyar dolarlık kredileri en düşük faizler ve en uzun vadelerle vermek,

Borsada manipülatif eylemlerle şirket hisselerini düşürüp, yükselterek milyarlar götürmek, mümkün müdür?

HES’lerden, memleketin dört bir yanındaki madenlere kadar tüm yer altı ve yer üstü kaynaklarını istediğiniz kişilere tahsis edebilir misiniz?

Eş, dost, akraba-taallukatı istediğiniz işe, istediğiniz şekilde alabilir misiniz? 

Almanya veya Japonya’da iş güvenliği ve işçi ücretleri ne kadar? 

Sigortasız işçi çalıştırıp, hileli iflaslarla işçilerin hakkını yiyebilir misiniz?

Sokakta aç, açık ve sahipsizlikten ölen kaç kişi var? 

Mal ve can güvenliği nasıl? Malınıza mülkünüze bir gecede el koyulabilir mi?

Yüzlerce milyar dolarlık petrol serveti bir kaç prens ve iş adamının olabilir mi?

Almanya’da rahipler, Afganistan’daki mollalar gibi uyuşturucu işi; İran’daki mollalar gibi ayrıcalıklı ithalat ve ihracat işleri yapabilir mi?

Neden tüm Asya ve Afrika’daki çaresizler İran, Arabistan veya Sudan’a Almanya’ya göç etmek istiyor?

Türkiye’ye gelenler neden ilk fırsatta kapağı Avrupa’ya atmak için Ege’de boğulmayı göze alıyor?

Bu sorulara onlarca soru daha eklemek mümkün. Aslında hepsinin cevapları açık ve net.

1993 yılında İran Kültür Bakanlığı’nın davetlisi olarak aralarında Necmettin Türinay, Mehmet Akif İnan, D. Mehmet Doğan, Ahmet Taşgetiren, Cevat Özkaya’nın da bulunduğu bir grupla İran’a gittik.

Tebriz, Tahran, Kum, İsfahan, Meşhed, Şiraz şehirlerinde ağırlandık.

Şeriatla yönetilen İran’da Türkiye’nin 1960-1980 arasında uyguladığı ithal ikamesine dayalı, karma ekonomik model uygulanıyordu. Rüşvet ve kayırmacılık had safhadaydı.

Bizler bu dönemi daha önce yaşadığımız için sistemin bütün açık ve olumsuzluklarını iyi biliyorduk.

Sohbetin bir yerinde Almanya ve Japonya ekonomileri şeriata İran’dan daha yakın dediğimde ortalık karıştı.

O günden bu güne değişen bir şey yok. Eski tas, eski hamam devam ediyoruz! 

İslam’a göre faiz en büyük haramların başında gelir. Türkiye, İran, Sudan gibi ülkelerde direkt veya indirekt faiz oranları (Aynen bir banka gibi çalışan, sözde İslami finans kuruluşları da dahil)  yüzde 30, 40, 50’lerde.

Sayın Tayyip Erdoğan’ın ifadesiyle bu oranlarla değil ticaret yapmak esrar eroin satarak bile para kazanmak mümkün değil.

Almanya ve Japonya’da ise faiz neredeyse sıfırlanmış gibi, yüzde 1, 2’lerde. Bazı dönemlerde mevduata eksi faiz bile uygulanıyor.

Sizin anlayacağınız paranızı bankaya yatırdığınızda üstüne sizden paranızı koruma parası alıyorlar.

Faizcilerin, rantiyenin halkın iliğini sömürdüğü başta Türkiye gibi ülkeler mi “İslam ekonomisi”, yoksa faizi kurutan,“yok” seviyesine indiren, tasarrufları şirketlerin hisse senetlerine, yatırım, istihdam ve üretime yönlendiren Almanya ve Japonya gibi ülkeler mi?

Sizce?

 

 

* Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU