Enflasyon ile mücadelede iki yol: Talebi kısmak ya da arzı artırmak

Prof. Dr. Mete Gündoğan Independent Türkçe için yazdı

2023 cumhurbaşkanlığı seçimleri bitti. Ve şu anda ekonomik gerçeklerle karşı karşıyayız. 

Bundan önce sizlere "Ekonomide üç tarz-ı siyaset" diye bir video konuşması yapmıştım.

Ve orada da geçmişte görev yapan üç tane bakanın uygulamalarına göre nasıl sonuçlar edinildiğini ifade etmiştim.

Ve o videoda demiştim ki;

Önemli olan öncelikle seçeceğiniz tarzdır. 

Hangi tarzda, yani dışarıdan borç alarak içerideki faiz bedellerini ödeme pahasına mı gelişecek, gelişeceğiz?

Yoksa içerideki iç borçlanmayı artırarak ama bunun mukabilinde de enflasyon bedelini ödeyerek bir gelişeceğiz?

Ya da üçüncü bir tarz olarak da biz idare mi edeceğiz?... 


Ne gelişeceğiz ne olacağız ne öleceğiz türü üç tarzı analiz etmiştim. 

Şimdi bugün sizlere ülkemizin karşı karşıya olduğu ve hepimizin canını yakan enflasyon konusunda bir şeyler söylemek istiyorum. 

Önümüzde hükümetin karşı karşıya geldiği, geleceği en büyük problem enflasyonla mücadele problemidir.

Şimdi enflasyonla mücadelenin iki yönü, iki vardır.

Yani üçüncü bir yol yok. 

Birinci yol, talebi kısacaksın;

İkinci yol, arzı artıracaksınız. 

Enflasyonla mücadele etmek istiyorsanız; özetle ya talebini kısacaksınız ya da arıza artıracaksınız.

Şimdi birinci yol; talebin kısılması: Bu hemen hemen ülkemizdeki bütün ekonomistlerin, mevcut Ortodoks ekonomi anlayışının ortaklaşa takip edeceği yoldur. 

Nedir o; faizlerin artırılması. 

Faizleri artırmak kolay bir şeydir. Halbuki diğer ikinci yol; arzın artırılması zor ve meşakkatli bir yoldur.

Ben şimdi faizlerin artırılması, yani talebin kısılmasıyla ilgili kısımda ardışık olarak neler olabileceğini sizlere takdim edeyim öncelikle. 

Faizleri artırdığınız zaman ne yaparsınız; işletmeler yavaş yavaş zora girer. İşletmelerin bir kısmı batar. 

Daha sonra yatırımlar durur, kamu yatırımları durur. 

Diğer yatırımlarda da azalma yavaşlama görürüz.

Bu işsizliğin artması, ücretlerin düşmesi demektir. 

Şöyle düşünün;

Küçük ve orta ölçekli işletmeler zor girdiği zaman, işçi ücretleri maliyetin bir payı olduğu için, maliyetlerini düşürmek için işçilerine iki seçenek sunacaklar:

Ya sizi işletmeyi kapatacağım, iflas göstereceğim, hepiniz kapı dışarı edileceksiniz;

Ya da bu sene herhangi bir şekilde ücretlere zam yapmayacağım. Ücret artışı yapmayacağım.


Tabii ki insanlar böyle zor zamanlarda ücretlerini kaybetmemek, işlerini kaybetmemek için zam almamayı göze alacaklar. 

Diyecekler ki; "Peki, bu sene herhangi bir zam olmasın. Yeter ki bizim işimiz devam etsin. Yeter ki bu işletme çalışmaya devam etsin."

Bu da ne demektir? Kişilerin gelir kaybı demektir. 

Ücretlilerin, orta direğinin gelir kaybı, işte onun alıştığı bir hayat standardı var ve o hayat standardının karşılayacak kadar harcamasını yapacak kadar geliri olmasa ne yapacak; o zamana kadar edinmiş olduğu varlıklarını, servetlerini bozdurmaya başlayacak.

Örnek verirsek;

Diyelim ki bir evde hem kendisinin hem eşinin hem de bir çocuğunun arabası varsa öncelikle çocuğun almış olduğu arabayı satacak. Bir müddet sonra şimdi ikinci bir arabayı da satacak. Üç tane araba varsa evde bire düşecek. 

Varlığını, servetini transfer edecek. Birikimleri varsa, o gelir kaybını birikimlerinden karşılayacak, harcayacak. 

Ve dolayısıyla bu şekilde düşük gelirli gruptan serveti ya da varlığını sermaye ederlere transfer etmiş oluyoruz. 

Şimdi bu transferler nereye kadar devam edecek? 

Bu transferler belli bir olgunluk seviyesine kadar, yani servis transferi tamamlayınca döngü başa dönecek.

Peki, işletmeler ne yapacak? 

İşletmeler batacak ama işletmeler bir şeyi öğrendi; 2001 krizinde yani kendilerini kurtarmasını öğrendiler. 

Nasıl öğrendiler? 

Tüzel kişiliklerinin içini boşaltacaklar.

Bakacaklar ki durum çok kötü, tüzel kişilik, yani şirketlerin içini boşaltacaklar.

Şirketler de var olan varlıkları, paraları, alacaklarını, bunları kişilerin üzerine yapacaklar. 

Kendi şahsı üzerine, eşinin üzerine ya da yakınların ya da mutemet itimat edebildikleri insanların üzerine yapacaklar. 

Ve dolayısıyla kredilerini geri ödemedikleri takdirde şirketlere el konulduğunda, içi boş şirketlere el konulmuş olacak. 

Yani şirket iflas edecek ama alacaklar hiçbir şey alamayacaklar. 

Bu durumda krediler geri ödenmeyecek. Krediler geri ödenmeyince Kredi Garanti Fonu devreye girecek. 

Kredi Garanti Fonu bunları ödeyecek ama Kredi Garanti Fonu’nun borçlarını, batıkları iki şeyi yapabilecekler bankalar:

Birincisi, borç tahsilat şirketlerine, varlık şirketlerine bazı tahsilatları devredecekler.

Ki onlar da yine bir şey elde edemeyecekler. Çok yok pahasına bazı alacakları almaya çalışacaklar. Ya da hazineye devredilecek. 

Hazineye devredilmesi ne demek? Hep beraber ödeyeceğiz demektir. 

Yani milletin işini boşaltmış olduğu şirketlerinin yükümlülüklerini 85-90 milyon insan olarak hep beraber ödemek mecburiyetinde kalacağız. 

İşte bu şekilde talep daralmış olacak. 

Talebi daralttığınız zaman enflasyonla mücadelede başarılı olmuş olursunuz. 

Ne pahasına?

Düşük ve orta gelirli insanların servetlerinin varlıklarının, sermaye sahiplerine transfer edilmesi pahasına. 

Ne pahasına? 

Şirketlerin büyük bir kısmının batması, iflas etmesi pahasına. 

Şimdi benim modern dönemde bu Ortodoks ekonomi politikaları uygulandığı sürece yapmış olduğum araştırmalar şunu gösteriyor:

Bu tür servet transferleri 20 yıl civarında oluyor. 

Şimdi biz yaklaşık 20 yıldır aynı hükümet içerisinde olduğumuz için, bu servet transferinin döngüsünü baştan sona gözlemleyebiliyoruz, görebiliyoruz.

Bu döngünün başında; bol miktarda düşük faizli krediler ortaya çıktı, enflasyon da düşüktü; insanlar çalıştı, çabaladı, varlık edindiler, servetleri oldu.

Daha sonra faizler yükselmeye başladı, enflasyon yükselmeye başladı ve kendi gelirleri azalınca; şirketlerinin batma durumu ya da zor durumu vesilesiyle şirketlerin içini boşalttığı bir müddet, kendi varlıklarını bozdurduğu, servetlerini bozdurdu ve bu servetler sermaye sahiplerine transfer edildi. 

Bu 20 yıllık döngü.

Bu transfer belli bir zaman sonra tamamlanınca tekrar düşük faiz, düşük enflasyonla yeni döngü başlamış oluyor. 

Yani kabaca 20 yıllık döngü bu:

Çalış, çabala, kazan, servetin olsun, varlık edin. Daha sonra bunları sermaye sahiplerine transfer et. 


Bu birinci yol; faiz artırımıyla başlayan, "talebi daralt" talimatına uygun süreç bu şekilde gelişiyor.

Bir de bir ikinci yol var.

İkinci yol zor bir yol tabii. 

O da arıza artırmak.

Arıza artırabilmeniz için yapmanız gerekenler var tabii. 

Öncelikle kapsamlı bir para politikası uygulayacaksınız.

Para kredi sistemini kapsamlı bir şekilde yeniden yapılandıracaksınız.

Merkez bankasını yeniden yapılandırıp maliye politikalarını destekleyecek şekilde konuşlandıracaksınız.

Şimdi nedir merkez bankasına görev olarak yüklenen? 

Fiyat istikrarını korumak. 

Fiyat istikrarı ve para istikrarını birlikte koruyacak. 

"O, onun içerisinde vardır" gibi bir iddia, boş bir iddiadır.

Şimdi burada esas olan nedir? 

Arzı artırarak enflasyonu kontrol etmekte esas olan insanlar elde ettikleri gelirlerle birikimleri olacak, o birikimlerle varlık ve servet edinmeleridir.

Kendi birikimleriyle ve aynı zamanda kazançlarıyla.

Esnaf, zanaatkar kazanacaklar, onunla servet edinecekler, varlık edinecekler. 

Ya da işte üreticiler, çiftçiler, köylüler kazanacak, onunla servet edilecek. 

Şimdi ne oluyor? 

Şimdi siz mesela sözleşmeli tarım yaptırıyorsunuz. Ta bir sene sonra fiyatların ne olacağını bilemiyorsunuz, iklim koşullarının ne olacağını bilemiyorsunuz. Bir fiyat veriyorsunuz; tarlada 3 lira, aynı ürün tezgaha geldiğinde 40 lira, 50 lira. 

Aradaki parayı, sermaye sahipleri yiyor. Diyelim ki büyük yatırımcılar alıyor.

İşte bu şekilde olmaz. Siz diğerlerini kendinize asgari ücretle çalışan, köle gibi çalışan insanlar durumuna sokuyorsunuz. 

Arzı artırmak bu şekilde olmaz.

Arıza artırmak piyasadaki parayı istenildiği anda var olacak şekilde para kredi sistemini yeniden yapılandırmak, Merkez bankasını yeniden yapılandırmak ile olabilir.

Şimdi bunun yanı sıra, bu patron sermayesine de bir son vermek lazım. 

Diyelim ki bir patronun, bir işletmenin üretimi var ama üretimi rekabet edemiyor. İşletme rekabet edebilir kabiliyette değil.

Ne olacak? 

İki şey yapabilirsiniz:

Ya işletmeyi rekabet edebilir hale getirirsin. Teknolojik renovasyon yaparsın, yenileme yaparsınız. Ondan sonra rekabet edebilir hale geldikten sonra devam edersiniz. 

Ya da bırakırsınız batar.

Peki, mevcut Ortodoks anlayışta ne yapılıyor?

Patron eğer iktidara yakınsa kamu kaynaklarından kredi kullanıyor. 

Rekabet edemeyen işletmeyi hazineden bütün milletin imkanlarıyla sürekli biz vatandaşlar olarak desteklemiş oluyoruz. 

Bunu da arz kaynaklı enflasyon kontrolü noktasını ortadan kaldırmak gerekiyor. 

Bunları yaptığınız takdirde, milletin varlıklarını birikimlerle elde edeceği için borçlanma olmayacak. 

Arz kaynaklı enflasyon kontrolünde, borçlarla, kredilerle varlık edilmeyecek birikimleriyle varlık edinecek.

Birikimleriyle varlık edindiği zaman enflasyon da olmayacak. 

Şu anda siz borçla, krediyle varlık edindiriyorsunuz. Yani talebi öne çekiyorsun. 

Talebi öne çektiğiniz zaman bol miktarda talep var, arz kısık. 

O zaman işte enflasyon olmuş olacak. O talebin yani kredinin arkasından enflasyon gelecek.

Kısacası devletin sistemini para ve maliye politikaları ile birlikte yöneteceksiniz. 

Yani para konusunu "özel bir şirket olan merkez bankası para politikaları yönetir", "maliye politikalarını hazine, maliye bakanlığı ve hazine birlikte bütçe kanunuyla yönetilir"  anlayışını bırakacaksınız. 

Para kredi sistemiyle maliye sistemini, bütçe sistemini birlikte değerlendireceksin. 

Bu da yeniden yapılandırmayı gerektirir. 

Dolayısıyla sonuçta arz kaynaklı ve enflasyon kontrolünü sağlamış olursunuz.

Özetlersem; iki yol var, bir üçüncü yol yok. 

Ya talebi daraltacaksınız; bu faizleri artırmayla başlar. İflaslar ve ücretlerin gelir kaybı, orta direğin ve düşük ücretlerin enflasyon karşısına ezdirilmesiyle sona erer. Sermaye transferi olur. İşte fakir fukaradan orta gelirliden esnaf sanatkardan, üreticiden sermayedarlara sermaye transferi olur, servet transferi olur, varlık transferi olur. 

Diğerinde, arz kaynaklı enflasyon kontrolünde ise ülke gelişir, herkes birikimleriyle servet edinir, varlık edinir. Enflasyon varlığın birikiminin arkasında olacağı için çok da fazla olmaz. Yani sadece mevsimsel bazı doğal kısıtlamalar neticesinde enflasyon olabilir. Diyelim ki işte yağmurlar yağmadı, arzda problem oldu; tabii arz azalırsa enflasyon oluşabilir. Şu anda talep kaynaklıdır, ama arz kaynaklı olması tamamen doğal koşullara dayalı olarak olur.

İşte bu iki yoldan biri seçilecek. 

Daha önce ifade ettiğim gibi, ekonomide üç tarz-ı siyaset, üç tarzı belirliyorsunuz. 

Tarzını bile belirleseniz, diyelim ki "Biz şu tarzda bir ekonomi çalışması yapacağız" dediniz;

Peki, enflasyonun nasıl kontrolünü altına alacaksınız?

Talep daraltarak mı? 

Arzı artırarak mı? 

Buna da karar vereceksiniz. 

Ondan sonra bu işi komple kimin işte koordinasyonunda ya da bakanlığında nasıl yönetileceğine karar vereceksiniz. 

Bu şekilde yapılırsa isabetli netice alınır. 

Yoksa yine kısır döngüye gireceksek, önümüzde şu var demektir:

Yine bir varlık transferi sermaye transferi sermayedarları olacak. Bu transferler tamamlandıktan sonra tekrar döngünün başına döneceğiz. 

20 yıllık döngüde yine "çalış, çabala, varlık edin, sermayeni artır, servetini arttır; git onu sermayedalara transfer et" döngüsüne gireceğiz. 

Umarım böyle bir döngüye tekrar girmeyiz.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU