Seçimler, politikacılar ve kutuplaştırma siyaseti

Dr. Kerem Yavaşça Independent Türkçe için yazdı

Seçimler yaklaştıkça siyaset dilinin gittikçe sertleştiğine bir önceki yazımızda dikkat çekmiştik. Maalesef geçen bir haftada bu sertliğin daha da arttığı gözlemleniyor.

Burada, paradoksal bir noktanın altını çizmekte fayda var. Bir taraftan seçim mitingleri ve saha gezileri aracılığıyla politikacılar ile halk arasındaki temas ve tabiatıyla ilişki artarken, öte yandan politikacıların toplumu geren, sinir uçlarına dokunan söylemleri ise halkı bir bütün olarak siyaset kurumundan uzaklaştırmaktadır. 

Siyaset nedensel açıdan bakıldığında ve en temel haliyle "iktidarı elde etme aracı" olarak tanımlanabilir.

Tabiatıyla iktidar mücadelesinin tamamen soft ve steril olmasını beklemek anlamlı değil.

Ancak bu hususta sınırlar olduğu da bir gerçek. Modern siyaset anlayışında bu sınırlar, iktidar mücadelesinin meşruiyetini de belirliyor. 

Öte yandan, günümüzde iktidar mücadelesinin mahiyetini, demokratik rejimlerin kuralları tayin etmektedir.

Esasen demokrasinin en büyük işlevlerinden biri de iktidar mücadelesinde oyun kurallarının belirli olduğu yani sınırların net olarak çizildiği bir sistem ortaya koymasıdır.

Ne var ki özellikle seçim dönemleri bu çizgilerin kolayca silikleşebildiğini ve hatta sıklıkla aşılabildiğini gösteriyor.

Bu çerçeveden, ülkemizdeki manzara-i umumiyeye bakıldığında, politikacıların seçimler öncesinde toplumda gerilim üreten konuları kaşıyarak kutuplaşmayı arttırmasının maalesef vaka-i adiye haline geldiği görülüyor.

Keza politikacıların bu alanda rahatça at oynatmasında, Türkiye’de sivil toplumun çok sınırlı ölçülerde gelişmiş olmasının öneminin de altını çizmek gerekiyor. 

Yani aslında büyük oranda seçkinlerden oluşan politikacılar, büyük oranda sıradan insanların oluşturduğu toplumda iktidarı elde etmek amacıyla gerilimleri artırmakta herhangi bir beis görmüyorlar.

Seçimleri darbe ile, seçim sonuçlarını hayat tarzının galibiyeti ile ilişkilendirmek başka ne ile açıklanabilir ki.

Dahası kutsallarımızı, değerlerimizi, kimliklerimizi hoyratça iktidar mücadelesinin içine derç etmek ne kadar demokratik iktidar mücadelesi olabilir ki... 

Abraham Lincoln demokrasiyi "halkın, halk tarafından, halk için yönetimi" sözleriyle tanımlamıştı.

Ancak bugünlerde ülkemizde görüldüğü üzere, seçim dönemlerinde bu tanımı "Halkın, politikacılar tarafından, iktidar için kutuplaştırılarak yönetilmesi" olarak okumak daha gerçekçi görünmektedir...

Bu noktada, hepimizin aşina olduğumuz bir konunun altını çizelim. Her seçim dönemi dillere pelesenk edilen bir ezber var.

Politikacılar kendi çıkarlarını maksimize etmek için yani iktidarı elde edebilmek ya da iktidarın bir parçası olabilmek için seçimleri bir hayat-memat meselesi haline getirmek ve dahi tüm toplumu buna inandırmak istiyorlar. 

Bu meyanda, seçimler, bir kader seçimi olarak niteleniyor. Ancak burada sormak gerekiyor:

Bundan önceki hangi seçim kaderleri tayin etmedi ki?

Bundan sonraki hangi seçim kaderleri tayin etmeyecek ki?

Esasen, kader, halkın kaderi değil de politikacıların kaderi olarak ele alınırsa, sanırım bu tanımlamayı anlamlandırmak daha kolay hale gelmektedir.

Hülasa, şu günlerde biraz aykırı gibi gelebilir ama gerçeği söylemekten geri durmamak gerekir.

Seçimler en geç 28 Mayıs'ta bitecek. Ve aynı gece yeni bir siyaset düzeni ve yeni bir siyaset dünyası kurulacak.

Ve tüm siyasi aktörler bu dünya içinde yerini alacaklar. Seçimler bazı kesimlerin hayatını daha çok etkileyecek olsa da bu gerçek değişmeyecektir.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU