Vizyonda bu hafta: Yeryüzündeki cehennem; “Alcatraz”

Mehmet Erduğan Independent Türkçe için vizyondaki filmleri yazdı

Yönetmenliğini Andrew Jones'un üstlendiği Alcatraz film tanıtımından bir kare

Her üretken insanın hayatının bir döneminde tribünlere oynamak yerine gerçek anlamda içinden ne geliyorsa onu yapmak istediği anlar olabilir. Biz bunu o kişinin tökezlediği şeklinde yorumlasak da bu durum o kişinin nefes almaya ihtiyaç duyduğu anlamına gelebilir. Bugüne dek gerek senaryosunu yazdığı gerek yönetmenliğini üstlendiği yirmiden fazla filme katkı sağlamış bir bağımsız film yapımcısı, senarist, yönetmen ve editörü olan; bağımsız tür filmler üretmek için İngiltere merkezli prodüksiyon şirketi North Bank Entertainment'ı kuran Andrew Jones için de Alcatraz böyle bir çalışma olmuş gibi. Şahsen bu film benim için bir kazadan ibaretse de belki de onun için gerçekten bilmediğimiz bir anlam ve öneme sahip olabilir.

Dolayısıyla British Film Institute (BFI) Araştırma ve İstatistik yıllığındaki prodüksiyon şirketleri listesinde ticari başarı açısından ilk onda yer alan ve dünyanın dört bir yanına dağıtım sağlayan North Bank Entertainment için bu film bence bir hezimet olsa da onların bu üretkenlik içinde ticari itibarlarına eminim gölge düşürmeyecektir. 

Yeryüzündeki Cehennem; “Alcatraz”

Yönetmen: Andrew Jones / Oyuncular: Derek Nelson, Gareth Lawrence, Lee Bane, Mark Homer, Patrick O'Donnell, Jared Nelson, Harriet Rees / 90 dakika

 

 

San Francisco (Kaliforniya), sene 1946. Kara parçasından bir buçuk kilometre uzaklıkta, etrafı dondurucu suyla çevrili bir kale. Bir suçlu ve insan olarak artık hiçbir itibarları olmayan, hayatları dışarıdaki dünya tarafından artık umursanmayan, Amerika’nın en tehlikeli mahkumlarının evi.

 

 

Buraya nakledilenleri rehabilite etmeyi değil aksine onları tam anlamıyla cezalandırmayı misyon edinen, kaçmayı düşünenler için hiçbir umut vermeyen yeryüzündeki cehennem. Alcatraz’ın dünyasına yeniden hoş geldiniz.

 

 

Yeniden diyorum, çünkü pek çok film ve diziye konu olmuş bu yer ve temcit pilavı gibi ele alınmış bu hikâye; Alcatraz Adası üzerinde bulunan, ülkenin en yüksek güvenliğine sahip hapishanesinden tek başarılı kaçış denemesini farklı bir yorumla dramatize eden yeni bir versiyon. Ancak bir hapishane kaçışının fiziksel zorluklarının üzerinde durmak yerine mahkumların kendi aralarındaki ilişkilerine ve yüzeysel de olsa onların psikolojik durumlarını ele alan bu film belki de emsalleri içinde seyredecekleriniz arasında en kötüsü.

 

 

Hikayesi gerçek olaylara ya da bir edebi esere dayanan çoğu film kaynağına tam manasıyla bağlı kalmayabilir. Hatta zaman zaman bu öyle bir boyuta ulaşır ki hikâye beyaz perdeye uyarlandığında tanınmayacak şekilde değişir. Böyle de olsa nihayetinde ortaya iyi bir şey çıkarsa bu değişikliğe bir yere kadar anlayış gösterilebilir ama aksi durumda bu farklılığa tahammül etmek pek mümkün olmayabilir.

Emsallerinden ders almamış bir film 

 

 

Andrew Jones’un kaynağına kısmen bağlı kalarak yönetmen koltuğuna oturduğu bu film görünüşte 1946 yılındaki o ünlü firarın öyküsü. Ancak konu o kadar baştan sağma ele alınmış ki bu hikâyeyi bir yerden duymuş ve ayrıntılı bir şekilde araştırmadan, kulaktan dolma bilgilerle bunu alelacele filme çekmeye çalışmış gibi bir izlenim bırakıyor. Tarihsel doğruluğunu bıraktım, diğer kurgusal emsalleriyle bile kıyaslandığında hikâyede çok fazla manipülasyon ve tutarsızlık olduğu görünüyor.

 

 

Kötü kurgu, vasat senaryo, zayıf oyuncu kadrosu, Brighton, Bristol ve San Francisco'da çekilen, Alcatraz'ın iç mekanları için kullanılmış olan ancak hapishanenin atmosferini yansıtmanın yanına bile yanaşmayan o yapay setleri, referans verdiği tarihe ait olmayan modern saç kesimleri, kamuflaj ve üniformaları ile her şeyiyle çok özensiz bir yapım.

 

 

Filmin gerçeklikle bağlantısını bir kenara bırakarak özetlemek gerekirse; toplumun kanunlarını çiğneyenler hapishaneye, hapishanelerin kanunlarını çiğneyenler ise Alcatraz Adası’na gönderilir. Clarence da buraya nakledilen mahkumlardan birisidir. Onu hem hapishane müdürünün gözünde hem de diğer mahkumlar nezdinde burada özel kılan şey ise gençliğidir.

 

 

Gençliğinin ona bir ayrıcalık fırsatı sunduğu bu yerde Clarence, hapishane müdürü için muhbir olma, diğer mahkumlar için ise kendi çıkarlarına yönelik bir cazibe uyandırmaktadır. Üstelik bu cazibesi ona bir konfor sağlamak yerine başını belaya sokacak bir dezavantajdır. Ancak artık dışarıdaki ailesinin de ondan ümidini kestiği Clarence’ın Alcatraz’da ayakta kalabilmek için neler yapabileceğine dair hiç kimsenin bir fikri de yoktur.

 

 

Bir gün kendisini müdafaa etmek için karıştığı bir kavganın sonucunda hem kapalı hücre cezası alır hem de Alcatraz’ın en belalı kişisinin nefretini kazanır. Kendisini beladan koruyabilmenin tek yolu ise onu içerdeki tehlikelerden korumayı teklif eden bir grupla arkadaş olmaktır. Fakat elbette bu korunaklı arkadaşlığın da onun için bir bedeli olacaktır.

Bir çıkış yolu

 

 

Alcatraz hapishanesi ülkenin, sürgüne layık görülmüş en tehlikeli suçlularına ev sahipliği yaparak onları zapt eden, aşılması mümkün görünmeyen bir kalesi olarak kabul edilir. Ta ki eski bir çete lideri olan silahlı bir soyguncunun önderlik ettiği bir grup mahkum bu sınırları ihlal edene kadar.

 

 

 

Hapishane yetkilisi ve sadist gardiyanların boyunduruğunda yaşamaktan bunalan bu beş mahkum bir kaçış planı oluşturlar. Kendileri için çizdikleri bu özgürlük yolunda birkaç gardiyanı rehin alarak çıkış yolu için ihtiyaç duydukları anahtarı elde etmeye çalışırlar. Ancak hapishane müdürünün Alcatraz’ın o korkunç itibarını korumak adına neler yapabileceklerini hesaba katmayı unutmuşlardır. Esas tehlikenin onları engellemeye çalışan subaylardan değil, aralarına yerleştirilmiş olan bir muhbirden geleceğini anladıklarında belki de iş işten geçmiş olacaktır. Yine de bu entrikanın içinden bir çıkış yolu bulan birisi vardır.

 

 

 

Artık dünya sinema tarihinin klasikleri arasında girmiş olan John Frankenheimer’in yönetmenliğini üstlendiği 1962 yapım Alkatraz Kuşçusu (Birdman of Alcatraz) ya da Don Siegel'in yönetmenliğini üstlendiği ve Clint Eastwood'un başrolünde yer aldığı 1979 yapım Alcatraz'dan Kaçış (Escape from Alcatraz) filmlerini seyrettiyseniz bu filmi bir vakit kaybı olarak görebilirsiniz. Ancak bu klasikleri seyretmeyenler için bir karşılaştırma yapmak için bu iyi bir fırsat olabilir. 

 

 

Haftanın diğer filmleri

Angry Birds Filmi 2

Thurop Van Orman'ın yönettiği The Angry Birds Movie 2, ilk filmde karşı karşıya gelen kuşlar ve domuzların, adalarını tehdit eden başka bir unsura karşı bir araya gelmesini anlatıyor. Uçamayan Kızgın Kuşlar ve entrikacı yeşil domuzcuklar Angry Birds Filmi 2'de çatışmalarını bir başka düzleme taşıyorlar!

Hem Kuş, hem Domuz adalarını tehlikeye atan yeni bir tehdit ortaya çıktığında, Red, Chuck, Bomb ve Mighty Eagle istikrarsız bir ateşkes başlatmak ve yurtlarını kurtaracak sıra dışı bir süper takım oluşturmak için Chuck’ın kızkardeşi Silver’ı işe alır ve domuzlar Leonard, onun asistanı Courtney ve teknik uzman domuz Garry’yle işbirliği yaparlar.

Gece Kuşu

Emma Thompson ve Mindy Kaling'in başrollerinde yer aldığı Late Night, uzun süredir sürdürdüğü talk şov programını kaybetme riskiyle karşı karşıya olan Katherine Newberry ile kendisinin büyük hayranı olan ve usta isme yardımcı olmak isteyen Molly'nin hikâyesini anlatıyor.

30 yılı aşan söyleşi programında değişiklik yapmadığı takdirde şöhretini kaybedeceğini anlayan Katherine Newberry (Emma Thompson), program yazarlarından kendisini tekrar komik ve güncel göstermelerini ister. Onun büyük hayranı olan Molly’nin (Mindy Kaling) ise kendini göstermek ve idolünün kariyerini eski haline getirmek için yapabileceği çok şey vardır.

Kaçış Oyunu

Franck Thilliez’in romanından uyarlanan Play or Die filminin yönetmen koltuğunda Jacques Kluger oturuyor. Oyunsever iki arkadaş olan Lucas ve Chloe, Paranoya’ya katılmaya karar verir. İlk bulmacayı çözdükten sonra, finalde ıssız bir ormanın içerisinde bulunan terk edilmiş bir akıl hastanesine ulaşırlar. Burada onları dört oyuncu daha beklemektedir. Bir süre sonra buradan sadece birinin sağ çıkabileceğini anlarlar.

Küçük Beyaz Yalanlar Devam Ediyor

Ünlü oyuncu Guillaume Canet'nin yönettiği Nous finirons ensemble (Little White Lies 2), ilk filmden 8 yıl sonra, Max'in sürpriz doğum günü kutlaması için bir araya gelen eski dostların hikâyesini anlatıyor.

Her şeyden uzaklaşmak için yazlık evine inzivaya çekilmek isteyen Max, doğum günü sürprizi olarak yıllardır görmediği eski arkadaşlarını karşısında bulunca işler karışır. Max, yanlışlıkla hapsolduğu bu komedi filminde zorlama bir mutluluk için çabalarken; davetsiz misafirlerinin ise başlarına gelmedik kalmayacaktır. Yıllar önce bıraktığı arkadaşlarının çocukları çoğalmış, öncelikler değişmiş, hayatlar farklılaşmıştır. Ancak kahkahaların dozu hala aynıdır. Peki ya artık küçük beyaz yalanları saklayacağınız bir yer yoksa eski dostluklardan geriye ne kalır?

Sesinde Aşk Var

Osman Taşçı'nın yönettiği Sesinde Aşk Var'ın başrollerinde Burak Tozkoparan ve Hayal Köseoğlu yer alıyor. Deniz’in, lisenin son sınıfında, hayatına yön vereceği dönemde, karşısına çıkan Rüzgar’a âşık olarak bütün dengesinin bozulmasının hikâyesidir.

Rüzgar, Deniz’in sesindeki aşkı, tutkuyu ve tadı keşfeder. Önce sesini duyar ve daha görmeden âşık olur. Deniz, 17 yaşında, gözü çok başarılı olduğu dersleri dışında bir şeyi görmeyen, cıvıl cıvıl, neşe dolu bir genç kızdır.

Anne babasını çok küçükken kaybeden Deniz, dedesinin hissettirmeden baskılaması ve yönlendirmesi sonucunda kendisini derslerine vermiştir. Oysa Deniz’in en büyük zevki ve yeteneği, şarkı söylemesidir. Fakat dedesi Şükrü, kendi geçmişinde yaşadığı bir travma nedeniyle Deniz’i öyle baskılar ki, Deniz en büyük yeteneğinin bu olduğunu bile fark etmemiştir. Ta ki okula yeni gelen bir rüzgara kapılıp gidene kadar.

18 yaşındaki Rüzgar, elinden gitarı düşmeyen tam bir müzik aşığıdır. Deniz, Rüzgar’a ve müziğe kendini kaptırıp gerçekten yapmak istediği şeyi keşfetme yolculuğuna çıkar. Bu yolculukta aşkı ona hem kılavuz olacaktır hem de yoldaş. Fakat Deniz’in hiç hesaplayamadığı şey, tüm bu yaşadığı keşif sürecinin dedesinin rahatsızlığını tetiklemesidir. Deniz kendisini büyüten, tek başına ona aile olan dedesi ile aşkı ve müzik tutkusu arasında bir tercih yapmak zorunda kalır.

Deniz, hayatının en zor kararını vermek üzereyken anne ve babasıyla ilgili büyük sırrı öğrenir ve her şey bir anda tersine döner. Deniz, içine düştüğü büyük kararsızlıktan Rüzgar’a ve müziğe olan aşkının yardımıyla çıkabilecek midir?

Sır Tutabilir Misin?

Sophie Kinsella'nın aynı isimli romanından uyarlanan Can You Keep a Secret?, uçakta bir gerilim anında yabancı olarak gördüğü bir adama sırlarından bahseden Emma'nın, bu adamla tekrar karşılaşması sonrası gelişen olayları anlatıyor.

Emma Corrigan’ın hepimiz gibi sırları vardır. Ama bir gün hepsini uçakta tanıştığı bir yakışıklıya anlatıverir. Aslında sırlarımızı bir daha hiç görmeyeceğimiz birine anlatmamız oldukça doğal. Ancak onun bir yabancı olmadığını öğrendiğimizde işler biraz karışabilir.

 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU