Tırmanan şiddet Kürt kültür dünyasını vurdu

Çözüm süreciyle tarihin en verimli dönemlerini geçiren Kürt kültür dünyası, şiddetin yeniden tırmanmasıyla yasaklı dönemlerdeki durgunluğuna geri döndü. Kürt yayın evleri kapanma tehlikesiyle karşı karşıya

Kürt yayıncılığı zor günler yaşıyor / Fotoğraf: Avesta

Kürt basını ve yayıncılığı, Mısır’ın başkenti Kahire’de 1898 yılında Bedirhan Bey’in oğlu Mikdad Midhat Bedirhan tarafından çıkarılan Kürdistan Gazetesi ile başladı.

Cumhuriyet’in kurulmasından sonra Bedirhan Bey’in torunu Celadet Ali Bedirhan öncülüğünde Fransa sömürgesindeki Suriye’de çıkan Hawar ve Ronahi dergileri Kürt basınının modern bir hüviyete bürünmesini sağladı.

Kürt kültür ve yayıncılık dünyası, Osmanlı’nın çalkantılı dönemlerinde Motkili Halil Hayali’nin idaresinde yayımlanan Kürt Teavün ve Terakki Gazetesi, Müküslü Hamza ile Memduh Selim yönetiminde neşredilen Jin Dergisi ve yine Bedirhaniler tarafından çıkarılan Kürdistan Gazetesi ile en verimli yıllarını geçirdi.

Kürt basını Cumhuriyet’in kurulmasından sonra 1990’lı yıllara kadar geçen sürede ise tabiri caizse "fetret dönemini" yaşadı. 

1960’larda Musa Anter ve arkadaşlarının girişimiyle yapılan küçük çaplı çalışmaları bazı gramer kitapları izledi ve 1970’lerde Kemal Burkay’ın liderliğindeki sol gruplar Özgürlük Yolu adıyla bir dergi çıkardı ve 1980’lere kadar farklı birçok çalışmaya imza attı.

Burkay’ın ekibi içinde yer alan Eski Lice Müftüsü Mehmet Emin Bozarslan, bu tarihlerde Ahmedi Hani’nin meşhur Memuzin adlı eserini otosansürlü olarak Türkçeye çevirdi. Ancak sıkıntılı bir şekilde neşredebildi. Bozarslan, Burkay’ın diğer ekibi gibi daha sonra Avrupa’ya gitti. 

 

Kitap
Kürt kültür dünyası zor günlerden geçiyor / Fotoğraf: Independent Türkçe

 

Türkiye’deki 1980 askeri darbesi öncesi ve sonrasında Avrupa’ya çıkan Kürt aydınlarının buluşma noktası İsveç, modern anlamdaki Kürt basını ve yayıncılığının da ana merkezlerinden biri haline geldi. 

Tüm bu süreçlerde gazete, dergi ve kitap yayıncılığı bir arada yürüdü ve Turgut Özal’ın reformlarının ardından 1990’lı yıllarda dil yasakları kalkınca, İsveç ekolünün de etkisiyle ardı ardına İstanbul merkezli Kürt yayınevleri kuruldu.

2002 yılında Avrupa Birliği müktesebatı çerçevesinde önü açılan Kürtçe yayıncılık da günden güne gelişti. Başlatılan çözüm süreci ile 2010’ların ortalarına kadar dil, tarih, edebiyat ve dini alanda binlerce Kürtçe eser yayımlandı. 

Şiddet dalgası en çok Kürt yayınevlerini etkiledi

Yayınevleri, çözüm sürecinde Güneydoğu illerinde düzenlenen fuarlarla okuyucuya daha kolay ulaşmaya başladı. Diyarbakır ve Van’daki fuarlara büyük ilgi gösteren Kürt okuyucusu, sektörün seviye atladığını da gösterdi. 

Çözüm sürecinin sona ermesi ve Güneydoğu’nun farklı şehirlerinde başlayan çatışmalar Van, Batman, Mardin ve Diyarbakır gibi kentlere kayyum atanması, birçok sektör gibi Kürtçe yayıncılığı da olumsuz etkiledi.

Oluşan bu siyasi atmosfere, ekonomik kriz de eklenince, sektör derin bir çıkmazla karşı karşıya kaldı.     

Kürtçe kitap yayınlayan Avesta, Nûbihar ve Do yayınlarının genel yayın yönetmenleri ile İstanbul’da Kürtçe kitap denince ilk akla gelen Medya Kitabevi’nin sahibi, gelinen süreci Independent Türkçe’ye değerlendirdi. 

Kürtçe eserler basan ve satanlara göre, Kürtçe yayıncılık sakıncalı bir duruma geldi. Metro ve otobüs gibi toplu ulaşım araçlarında Kürtçe eserler okumak korku sebebi ve insanlar bu dilde kitap bulundurmaktan çekiniyor. 

 

Avesta
Kürt kültür dünyası zor günlerden geçiyor / Fotoğraf: Independent Türkçe

 

Kürt yayıncılığın gelişebilmesi için sağlam ve sürekli kaynaklardan beslenmesi gerekiyor. Bu da Kürtçe’nin eğitim, sanat, kültür ve ticaret dili olmasını zorunlu kılıyor. 

Bu alanda çalışma yapan isimlere göre, oluşan bu zor süreci atlatabilmek için en büyük sorumluluk, Kürt okuyucuların sırtında. Süreç böyle devam ederse, yayınlanan Kürtçe eserler sadece tozlu raflarda kalacak.

‘Yasaklar Kürtçe’ye ilginin azalmasına neden oluyor’

1995 yılından bu yana İstanbul’da Kürtçe ve Kürtlerle ilgili kitap yayımlayan Avesta, 24 yılda toplamda 1.5 milyon tirajı bulan 650’yi aşkın kitap çıkardı. 

Avesta Yayınları Genel Yayın Yönetmeni Abdullah Keskin,  2015 yılına kadar iyi denilecek bir evre geçirdiklerini, ancak hendek sürecinden sonra zorlu bir döneme girdiklerini belirterek, bastıkları 13 kitap hakkında toplatma kararı çıkarıldığını söyledi. 

Keskin, Türkiye’deki ekonomik kriz, girdilerin dövize endeksli olması ve ülkedeki siyasi belirsizlik nedeniyle, son 3-4 yıldır çok sıkıntılı bir dönem geçirdiklerini dile getirdi. 

Bandrol dahil tüm resmi prosedürleri yerine getirmelerine rağmen, bazı kitaplarının toplatıldığını aktaran Keskin, “Mahkeme, içeriğine ve yayın tarihine bakmadan sırf Kürtleri çağrıştırıyor diye yasaklama kararı alabiliyor. Yasaklama kararları, hem kitap satışlarımızı, hem de dağıtımımızı çok olumsuz etkiliyor” dedi.

Hiçbir ceza almadıkları halde sakıncalı muamelesi görmekten yakınan Keskin, son bir yılda doktora tezleri, akademik çalışmalar, kimlik sorunlarıyla ilgili eserler ve dini kitaplara getirilen yasakları eleştirdi. 

 

Abdullah Keskin
Avesta Yayınları Genel Yayın Yönetmeni Abdullah Keskin, Independent Türkçe'den Abdulhakim Günaydın'a konuştu

 

Gelinen aşamada Kürt okuyucusunun kitap almak isterken korku yaşadığını ve sürekli olarak kendilerine bu yönde sorular sorulduğunu belirten Keskin, geçmişte de benzer muamelelerle karşılaştıklarını ve Kürtçe kitabın tanıtımı için yazılı medyaya reklam vermek istediklerinde farklı gerekçelerle reddedildiklerini Söyledi. Keskin, şu ifadeleri kullandı: 

Kimse Kürtçe olduğu için yayınlamadığını söylemiyordu fakat biz anlıyorduk. Çünkü yayınlanmamak için herhangi bir neden yoktu. Biz de tanıtım için daha fazla sosyal medyayı kullanmaya başladık ve kendimize özgü bir ağ oluşturduk. Etkin kullandığımız sosyal medyadan olumlu sonuçlar da aldık. 


Kürtçe klasikler okunmaya devam ediyor

Ahmedi Hani, Cegerxwin ile Soranice’den çevrilen Cemşid Han ve Bahtiyar Ali gibi yazarların klasik olmuş eserlerine ilginin az da olsa devam ettiğini kaydeden Keskin, Kürtçe kitap piyasasının genişlemesine dijital yayınların da engel olduğunu belirtti. 

Hâlâ engellerle karşı karşıya kaldıklarını belirten Keskin, ısrarla başvurmalarına rağmen Şanlıurfa ve Van’da yapılacak fuarlara katılma taleplerinin kabul edilmediğini söyledi.

Birçok yayınevinin kitaplarını alan Kültür Bakanlığı’nın, kendilerinden Martin Heidegger, Selahaddin Eyübi’yi anlatan bir roman ve Ahmedi Hani’nin Türkçe açıklamalı divanı dışında 4 yıldır kitap almadığını belirtti. 

‘Siyasi baskılara alıştık’

Kürt yayıncıları olarak hep kenarda kalmaya mecbur bırakıldıklarını aktaran Keskin, yüz yüze kaldıkları ekonomik krizin etkilerini şöyle anlattı: 

Siyasi baskılara alıştık çünkü şu ana kadar daha iyisini görmedik. İnişli çıkışlı olsa da yolumuza devam edebildik. Girdi oranlarının döviz ile olması yaşanan zorluklara ekonomik krizi de ekledi. Hem ekonomik hem de siyasi olarak pazarımız küçüldü ve şu an yüzde 20 kapasite ile çalışıyoruz.

 

Avesta Yayınları
Avesta Yayınları

 

Avesta Yayınları’nın Diyarbakır’daki şubesinin kundaklandığını anlatan Keskin, emniyet tutanaklarına göre yangının dört ayrı noktadan çıkartıldığını ancak faillerinin tespit edilemediğini belirtti. Keskin, kundaklama olayından sonra Diyarbakır şubelerini kapattıklarını aktardı. 

Her ne kadar ismi Kürdoloji olmasa bile, yaşayan diller enstitülerinin Kürt yayınevlerine bir dinamizm getirdiğini kaydeden Keskin, yaşadıkları sıkıntıyı şöyle anlattı:

Tam bir şeyleri derleyip toparlıyoruz diye düşünürken aniden olanı da kaybediyoruz. Şu an önümüzü göremiyor ve temel sorunlar konusunda ilerleme sağlayamıyoruz.

Genel olarak Türkiye’de yayıncılığının bir takım sorunları var ama bu bizimkilerle kıyaslanamaz düzeydedir.

Diğer yayıncıların bunu çok dert ettiğini de söyleyemeyiz.

Mesela kitaplarımız yasaklandığında 3-5 demokrat yayıncı hariç ne yayıncılar birliğinden ne de yazar örgütlerinden hiç bir ses çıkmadı.


Çok maliyetli olmasına rağmen iki yıldır Erbil Uluslararası Kitap Fuarı’na katıldıklarını, standın iki haftalık maliyetinin yaklaşık 30 bin lira civarında olduğunu ve satışların harcamaları karşılamadığını belirten Keskin, fuara bir daha katılmayı düşünmediklerini sözlerine ekledi. 

‘İkinci bir ceza almamak için yayına ara verdim’

Sahaflık ve birçok yayınevinde yöneticilik yaptıktan sonra, 2006 yılında Do Yayınları’nı kuran Hüseyin Gündüz, 15 Temmuz sürecine kadar yüzde 60’ı Kürtçe olmak üzere yaklaşık 240 kitap çıkardı.

Çözüm sürecinde İstanbul, Ankara ve İzmir gibi metropollerde Kürtçe yayıncılığın çok iyi bir dönem geçirdiği söyleyen Gündüz, Mephisto gibi tanınmış kitapçıların bile Kürtçe eserleri vitrine çıkarttığını ve Kürtçe kitaplara ilginin üst seviyelere çıktığını söyledi.

 

Do Yayınları
Hüseyin Gündüz

 

15 Temmuz sonrası Kanun Hükmünde Kararnamelerle (KHK) Kürt yayıncılığın günden güne gerilediğini kaydeden Gündüz, birçok yayınevinin ya kapatıldığını ya da verilen cezalarla kapanmaya mecbur bırakıldıklarını belirtti.

Do Yayınevi olarak 2013’te yayınladıkları eserlerden dolayı ceza aldıklarını aktaran Gündüz şunları söyledi: 

Üç kitabımız ‘basın yoluyla terör örgütü propagandası yapmaktan’ ceza aldı. Bir kitap için 3 yıl 6 ay hapis, diğer iki kitap içinde toplamda 40 bin TL para cezası verildi.

Cezalar ertelendi ve bu süre zarfında bir daha aynı davalardan ceza almamam lazımdı.

Hem siyasi süreçten hem de bir daha ceza alma korkusu beni farklı kararlar almaya mecbur etti ve o yüzden yayınevine bir süre ara verdim.


Gündüz, yayına ara verince İstanbul’dan Mardin’e taşındığını ve orada bir sahaf dükkanı açtığını kaydetti.

‘Kimse bir kitap için davalık olmak istemiyor’

Türkçe yazılmış Kürt tarihi, edebiyat, siyaset ve anı türü kitaplara, Kürtçe kitaplardan daha çok dava açıldığını belirten Gündüz şunları söyledi: 

Kürtçe eser demek, tercüman ve artı ekonomik külfet demek. Tabii bir de dilin dolaylı yoldan kabul edilmesi de var. Dolayısıyla mahkemelerin Kürtçe eserlere fazla dava açma taraftarı olduğunu düşünmüyorum.

Kürtlerle alakalı Türkçe yazılmış eserlerde “Kürdistan”, “PKK” ve “Gerilla” gibi kelimeler hemen soruşturma veya dava konusu olabiliyor.


Gündüz, Kürt yayınevleri olarak sorunları tartışmak ve çözüm bulmak için birkaç defa bir araya geldiklerini ama sonuç alamadıklarını vurguladı.

 

 

Yayıncılığa başlamadan önce Antalya ve Mersin gibi büyük kentlerde sahaflık yaptığını söyleyen Gündüz, ‘Şimdiye kadar hiçbir dönemde insanları kitap alırken bu kadar endişeli görmedim’ dedi. 

Siyasetçilerin bu konuda adım atması gerektiğini savunan Gündüz, şöyle devam etti:

Mardin Artuklu Üniversitesi bünyesinde kurulan Yaşayan Diller Enstitüsü (Kürdoloji) öğrencileri bile topluma açık alanlarda Kürtçe eserlerle rahat gezemiyorlar. Birebir görüşmelerimizde kendileri de bunu dile getiriyor.

Bir kere önce bu korku algısının kırılması lazım. Çünkü topluma korku ve kaos pompalanıyor ve kimse bir kitap için davalık veya soruşturma geçirmek istemiyor.

Böyle bir toplumda Kürt yayıncılığı gelişebilir mi? Tabii ki hayır. Korkunun aşılmasına vesile olacak yegane güç hepimizin bildiği siyasetçilerdir ve onların adım atması lazım.


Dünyanın her tarafında yayıncılığa destek için kültür bakanlıklarının, kütüphanelere dağıtmak üzere yayınevlerinden kitap aldığını söyleyen Gündüz, defalarca başvurmalarına rağmen taleplerinin kabul edilmediğini kaydetti. Gündüz, belediye gibi kurumlardan da yeterli desteği alamadıklarını sözlerine ekledi.

‘Kürtçe yayıncılık yaptığımız için Diyanet bize yer vermedi’

Yayıncılığa, 1991 yılında başlayan Nûbihar Dergisi ve Nûbihar Yayınları da, 28 yılda üçte ikisi Kürtçe olmak üzere 330’dan fazla eser çıkardı. 

90’lı yıllarda Kürtçe okumayı bilmeyen insanların bile heyecanla kitabı sahiplendiğini, şimdi ise okuyucuların kitap alırken daha seçici davrandığını belirten Nûbihar Yayınları Genel Yayın Yönetmeni Süleyman Çevik, Türkiye’de Kürtçe yayıncılığın siyasi bir eylem olarak görülmesi nedeniyle, üretilen kitapların dini olmasının da fark etmediğini söyledi.

 

Nubihar
Nûbihar Yayınları Genel Yayın Yönetmeni Süleyman Çevik

 

Kürtçe eserleri sahiplenen kişilerin, büyük oranda siyasi bilince sahip olduğunu ifade eden Çevik, okuyucuların Kürtçe kitapları hala korkarak aldığını söyledi. 

Politize olmuş kitlenin okumaya daha yatkın durduğunu aktaran Çevik, şunları söyledi: 

Yaptığımız iş, tam olarak kültürel çalışma ve okuyucumuzun kimlerden oluştuğunu, ne istediğini biliyoruz. Dolayısıyla Kürt parti ve STK’larına yapılan siyasi baskı doğrudan bizleri de etkilemekte.

Örneğin bir memur, öğretmen veya öğrenci yasaklanan bir kitabı evinde bulundurmaktan imtina eder.

Her ne kadar siyaset ile alakamız olmasa ve siyasi içerikli kitaplar üretmesek de okuyucu siyasi baskının etkisinde kalıyor. Mesela çözüm süreci bunun en bariz örneğidir.


Nûbihar ve Kent Işıkları Yayınları olarak yayın hayatına başladıklarından beri ürettikleri eserlerin büyük oranda dini içerikli kitaplar olduğu halde Diyanet fuarına kabul edilmediklerini kaydeden Çevik, karşı karşıya kaldıkları durumu şöyle anlattı:

TÜYAP gibi Türkiye Diyanet Vakfı da 30’u aşkın yıldır fuar düzenliyor. Fuara katılmak için 7-8 defa başvurduk ama her seferinde farklı gerekçelerle talebimiz reddedildi. ‘Yer yok’ gibi basit bahanelerle hep oyalandık.

Mesele yerin olup olmaması değil, asıl mesele kitaplarımızın içeriği, niteliği ve hitap ettiği kitledir.

Biz de İslami bir yayıneviyiz ve şu ana kadar Kuran-ı Kerim meali, namaz hocası peygamberler tarihi, hadis ve siyer gibi birçok dini eser yayınladık.

Dediğim gibi mesele yayınevinin dilidir ve şüphesiz siyasidir. Şundan eminim; eserlerimiz Kürtçe olmasaydı bize de yer verirlerdi. 


‘Kürtçe seçmeli ders Kürtlere hakarettir’

Sektörünün karşı karşıya kaldığı kriz ve sorunları Kürtçe’nin resmi bir statüsünün olmamasına bağlayan Çevik, Kürtler adına siyasi ve kültürel çalışmalar yapan kurumların soruna yeterince önem vermediğini belirtti. Çevik, Kürtçe kitapların tanıtımındaki yetersizlikleri eleştirdi: 

Türkiye’de Kürtler adına siyaset ve kültürel çalışma yapan onlarca kurum var. Bunların kaçı bugüne kadar Kürtçe ve kitap için etkinlik düzenledi? Belki hiç, belki de bir elin parmaklarını geçmez.

Oysa bu kurumlar aydın ve kanaat önderlerin girişimi ile program, festival ve öğrencilere yönelik etkinlikler düzenleseydi sonuç alınırdı.

Bu çalışma Kürtçeye yasal statü ve eğitim dili olmanın yolunu da açardı. Doğal olarak bu çalışmalar hem dili yaygınlaştırır hem de Kürt yayıncılığın önünü açardı.

 

Nubihar

Nûbihar Yayınları

 

‘Kürtçe eğitim dili olmadığı için insanlar kitap, dergi ve benzeri yayınlara ilgi göstermiyor’ diyen Çevik, Kürtçe’nin seçme ders olarak müfredata alınmasını da şöyle değerlendirdi: 

Son dönemde Kürtçe seçmeli ders uygulaması başladı ama ben şahsen bunu Kürtlere hakaret olarak algılıyorum.

Türkiye’de azınlık olan bir Arap, bir Alman veya bir İngiliz için seçmeli ders uygulaması olabilir. Ama nüfusları yaklaşık 30 milyon olan Kürtlere seçmeli ders önermek hakarettir.

Bir dil kanunen zorunlu olmadıkça gelişim göstermez. Öğrenciler eğitim döneminde nasıl ki matematik, fizik vs. zorunlu dersleri öğrenip geçmek için çaba gösteriyorsa, Kürtçe için de aynı zorunluluk olmalı.

O zaman dil de gelişir Kürtçe yayıncılık da ayakta kalır. 


‘Kürtçe kitap sattım diye çok baskı ve işkencelere maruz kaldım

23 yıldır Beyoğlu İstiklal Caddesi’nde bu sektörde okuyucu ile direkt temas kuran ve Medya Kitabevi’ni işleten Selahattin Bulut’un hikayesi, 12 Eylül 1980 askeri darbesi öncesine dayanıyor.

1972’de Mardin’in Derik ilçesinde liseyi bitirdikten sonra ücretsiz kitap dağıtarak, kitapçılığa adım atan Bulut, daha sonra çevrenin yardımı ile Derik’te kitabevi açtı.

1980 askeri darbesi sonrası tutuklanıncaya kadar Derik’te Evin Kitabevi’ni işleten Bulut, cezaevinden çıkınca İstanbul’da kitap satabileceği bir yer arayışına girdi.  

Bulut, 1993’te Bakırköy Özgürlük Meydanı’nda kitap satılan stantlar gibi bir yerin hayalini kurduğunu anlattı: 

Meydandan geçerken hep "Benim de böyle bir yerim olabilir mi? Ben de böyle bir yer açabilir miyim?" diye hayaller kurardım.

Sonra bir yer ayarladım ve İstanbul’da birçok kitapçıdan topladığım kitapları stantta satmaya başladım.

O zaman Kürtçe kitap sayısı az olduğundan ve gelip geçenlerin görmelerini istemediğimden kitapları yan yana dizmiyordum.

Doğrusu o zaman birebir asker veya polisin müdahalesine maruz kalmadım ama Kürtlerle alakalı kitap sattığımı fark eden insanların sert bakışlarını çok iyi anımsıyorum.

Kürtçe kitapları fark ettikleri an bakışları değişiyor, bunu mimiklerinden de anlıyordum.

 

Selahattin Bulut
Medya kitapevi işletmecisi Selahattin Bulut


"'Görüntü kirliliği' gerekçesiyle standıma el konuldu"

10 ay kadar Bakırköy’de kitap sattıktan sonra bir gün zabıtaların standın etrafında toplandıklarını ve kitapları toplaması için iki saat süre verdiklerini söyleyen Bulut, “görüntü kirliliği” bahanesiyle standına el konulduğunu ancak diğer kitapçılara karışılmadığını iddia etti.

Bakırköy’deki standı kapatılınca yeni bir yer arayışına başlayan Bulut, Medya Kitapevi’nin temellerinin kuruluşunu şöyle anlattı: 

Anladım ki ancak Kürt biri bu yükü omuzlayabilir. O dönem bölge derneklerinden oluşan MED-KOM’un da içinde olduğu İstiklal Caddesi’ndeki Aznavur Pasajı kültür merkezlerinden oluşuyordu.

Ara ara oraya giderken merdiven altında bir yer gözüme ilişti ve kısa sürede orada Medya Kitabevi’ni açtım. Bina kültür merkezlerinden oluştuğu için kısa zamanda kitabevinin ismi yayıldı.


Kitapların yanı sıra Kürt ve Türk soluna ait dergi ve yayınları da satmaya başladığını ve yoğun ilgiden stantta yer kalmayınca ikinci bir stant aldığını belirten Bulut, bir yandan taleplere yetişmek için koşuştururken öbür yandan polislerin varlığını da hissetmeye başladığını söyledi.  

‘Kürtçe ruhumuzu dinlendiriyor’

Kitabevini işlettiği ilk dönemde periyodik olarak ayda en az 3-4 defa sivil polislerin baskınlarına maruz kaldığını dile getiren Bulut, sözlerine şöyle devam etti:

“Baskın yaptıklarında tüm kitapları dağıtır, beni ve kitabevinde kim varsa hepsini toplar, kelepçeleyerek polis otosuna kadar iteleye iteleye götürürlerdi.

Tabii binada polislerin muamelesine şahit olan esnaf komşuların, sonraki tavırları polislerinkinden daha onur kırıcı oluyordu.

Çok defa sabahları kitabevini açmaya geldiğimde karşılaştığım komşuların, selam vermemek için yüzlerini çevirdiğine şahit oldum.

Belki korkuyorlardı ve kendilerine göre haklıydılar ama yaşadığım tam bir mahalle baskısıydı."

 

Medya Kitapevi
Medya Kitapevi

 

Baskın, gözaltı ve işkencelerin El Hamra Pasajı’na taşınınca kadar devam ettiğini söyleyen Bulut, o gnleri şöyle anlattı: 

2001’den sonra basın masasından polisler ara ara gelir, kontrollerini yapar ve giderlerdi. O kadar çok gözaltına alınmıştım ki neredeyse tüm polisler beni tanımıştı.

Baskın veya rutin kontrollerde Kürtlerle alakalı bulunan kitapların, Kürtçe veya Türkçe fark etmez hepsi suç unsuru olarak görülürdü.  

Düşünün Kürtçe konuşan anne ve babanın çocuğu olarak dünyaya geliyorsunuz, dilinizi öğrenmeye çabaladığınız için çile çekiyor ve zorluk yaşıyorsunuz.

Mesela gençlik dönemimizde de insanların üzerlerinde bulunan kitapların türüne bakılmaksızın, örgüt üyesi olduğuna dair algı yaratılırdı.

Bu algılara yenik düşen anne ve babalar, çocuklarına kitap okumamalarını tavsiye ediyor, hatta kimileri çocukların kitap bulundurmasına bile müsaade etmiyordu.

Çünkü kitap okuyan, evde bulunduran ve yanında taşıyanlar örgüt üyeliğinden tutuklanabiliyorlardı. Bazen kimi ebeveynlerin baskısı devletin baskısını katlardı.


Geçmiş dönemlerde gençliğin benzer zorluklarla büyüdüğünü söyleyen Bulut, bugün yaşanan durgunluğu 1990’larda yaşananlara benzetti. Kürt yayıncılığının büyük yara aldığını söyleyen Bulut, sözlerine şöyle devam etti: 

Yakın zamana kadar Kürtlere öncülük eden kurumların hepsi yayınlarını Türkçe yaptılar. Kürtçenin gelişememesinde bu yayınların çok etkisi oldu. Bir süre sonra bu yanlış fark edilip, kısmen Kürtçeye dönüldü ama geç kalındı.

Biz niye dilimizi konuşmak, okumak ve yazmak istiyoruz? Çünkü ruhumuza iyi geliyor. Ruhumuzu dinlendiriyor.

Şunu söyleyeyim, Kürtlerde siyasi moral iyi olunca sohbetleri de hoş oluyor, kitap da okuyorlar ve yaşamanın tadına da varabiliyorlar. Yani siyasi moral günlük sohbet ve rutin yaşama da yansıyor.


"2015 hendek çatışmalarında yaşadığımız durgunluğun benzerini köy boşalmalarında da yaşamıştık" diyen Selahattin Bulut, çatışma dönemlerinde kirap satışlarının "basamaktan aşağı iner gibi" düştüğünü söylüyor. 

 Hendek olaylarından sonra Kürt yayıncılığının büyük yara aldığını ve bir daha toparlanamadığını aktaran Bulut, "Temennim bu krizin bir an önce bitmesi ve Kürtlerin kitaba ilgilerinin tekrar artmasıdır" diye konuştu. 
 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU